Category Archives: Karşılıklı Sorumluluk

“Negatif Düşünceden Nasıl Kurtulabilirsiniz?” (Quora)

Olumsuz düşünceden ve ondan kaynaklanan tüm sorun ve krizlerden kurtulmak için, tüm düşüncelerimizin önünde ve ötesinde var olan temel düşünceye (doğayı: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinde yöneten düşünce) bağlanmalıyız.

Her şeyi kapsayan bu yüce düşünceye nasıl erişebiliriz?

Aramızda doğru bir bağ kurma yöntemiyle.

Mevcut durumumuzda, tüm arzularımız üzerinde egoist bir niyet barındırarak olumsuz düşünceler ve etkiler yayarız. Bu egoist niyet, kar, statü ve kontrol için başkalarını sömüren sayısız “virüs” olarak ifade edilir. Egoist bir çalışma tarzına göre ne kadar çok düşünür ve hareket edersek, bu virüsleri başkalarına o kadar çok yayarız ve sonuç olarak, dünyamızda giderek daha fazla olumsuz fenomen bulunur.

Egoizmimiz toplumu etkiler, toplumda mutasyona uğrar ve sonra bize çok daha büyük bir güçle geri döner. Çok geçmeden, egoist bağlarımızın giderek daha olumsuz ve nefret dolu hale geldiği, bozulmuş yaşam koşullarına acı verici bir şekilde katlanırız.

Günümüzde, nefretin, acımasız rekabetçiliğin, kıskançlığın, şehvetin, gururun, kontrolün ve kişisel tatminimize hizmet eden herhangi bir şeyi ve herhangi birini sömürmeye yönelik sürekli artan bir dürtü gibi çeşitli mutasyonları deneyimliyoruz.

Bu kadar çok olumsuz düşünceyle ilgili sorun, daha tatmin olmuş hale gelme hedeflerimizin bizi gittikçe daha fazla atlatmasıdır ve bu koşullar altında ne bizim ne de başkalarının gerçekten zevk alamadığını görürüz.

Egolarımız, başkalarının pahasına kişisel olarak fayda sağlamaya devam edersek, kimsenin kazanmayacağı ve kendimizi giderek daha çaresiz bulacağımız sonucuna varmamız için gelişir.

O halde olumsuz düşünme biçimlerimizi nasıl değiştirebiliriz ve farklı bir olumlu gelişme biçimini nasıl teşvik edebiliriz?

“Nefret ettiğinizi başkalarına yapmayın” ve “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerine uygun olarak, böyle bir sisteme dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Başka bir deyişle, birbirleriyle olumlu bağ kurarak ve üyelerini egoist dürtülerin üzerinde olumlu düşünmeye ve davranmaya destekleyen, teşvik eden ve yükselten bir toplum yaratmaya yatırım yaparak, o zaman düşüncemizi olumlu bir şekilde dönüştüreceğiz. Dünyaya ve başkalarına iyilik yapma örneklerine değer vererek ve bunlara saygı duyarak, başkalarını nasıl olumlu etkileyeceğine dair düşünceler toplumda yayılmaya başlayacak, sonrasında bireysel ve materyalist hedeflere değer vermekten ve bunlara saygı duymaktan kaynaklanan olumsuz düşüncelerin yerini alacaktır.

Birbirimize yaydığımız “virüsler” daha sonra pozitif hale gelecektir. Birbirimize aktardığımız düşünceler, virüs olarak kabul edilir çünkü farkında olmadan bize nüfuz ederler. Bu sanki diğer insanlara iyi niyetlere odaklanarak rehberlik etmemiz ve bu niyetlerin de onları olumlu yönde etkilemeye hizmet etmesi gibidir. Bizler o zaman dünyayı daha iyi ve sağlıklı bir yer haline getiririz.

Her birimiz evrenin belirli bir kıvılcımına ev sahipliği yapmaktayız ve bu kıvılcımın sorumluluğunu alma ve uyumlu insan bağlarını teşvik eden ve destekleyen bir toplum yaratarak onu etkileme fırsatına sahibiz.

Covid Aşıları Neden Bana İç Rahatlığı Vermiyor?

Yılın başından beri insanlar, 2019 Koronavirüs hastalığına (Covid-19) neden olan, şiddetli akut solunum sendromu Koronavirüs 2’den (SARS-CoV-2) insanlığı iyileştirecek bir aşı beklentisiyle, önceki yaşamlarına tutunmaya çalışıyorlar. Şimdi aşı, birden çok biçimde ve birden çok şirketten gelmiş gibi görünüyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir makaleye göre, “Bir aşının geliştirilmesi genellikle 10 yıldan fazla sürmektedir.” Covid-19 söz konusu olduğunda, birkaç şirketin onu geliştirmesi yaklaşık on ay sürdü. Birkaç şirket, ortalama süreden 12 kat daha hızlı bir sürede, aşıyı nasıl geliştirdi? En azından bu, kafa karıştırıcıdır.

Ancak buradaki en büyük sorun bu değildir. Beni en çok rahatsız eden şey, Covid virüsünden kurtularak dertlerimizden kurtulacağımıza ve ilk etapta virüsü bize veren önceki yaşam tarzımıza döneceğimize dair sanrısal düşüncemizdir.

Koronavirüsün, insanlığın üzerine giderek artan bir sıklıkta inecek olan bir dizi sefaletin yalnızca ilki olduğuna hiç şüphem yok ve önceki yazılarda alıntı yaptığım sayısız bilim insanının da yok. Covid’den kurtulmak, yalnızca bir sonraki ve daha acı verici darbenin gelişini hızlandıracaktır. Doğayı ve insanları sömürmemizin bittiğini anlamalıyız. Eğer bunu anlarsak ve kendimizi bu gerçekliğe adapte edersek, onarım aşamasından nispeten daha kolay geçeceğiz. Eğer inatçıysak, doğanın bize kimin gerçekten patron olduğunu gösterecek daha birçok numarası vardır ve bunların hiçbiri hoş değildir.

Doğaya, sanki o cansızmış gibi, istediğimiz her şeyi yapabilirmişiz gibi, küçümseyebileceğimiz ve reddedebileceğimiz bir şeymiş gibi davranıyoruz. Covid bize bunun tersini öğretmeye geldi. Onun aracılığıyla doğa bizimle konuşmakta. Bize onun dilini, davranışını öğretmekte ve yavaş yavaş bize sırlarını açıklamaktadır.

Doğanın bizi öldürme hırsı yoktur. Eğer olsaydı, bunu yapmanın Covid-19’dan çok daha hızlı yolları var. Doğaya “Doğa Ana” diyoruz çünkü tam olarak olduğu şey budur. Sevgi dolu bir anne gibi, bize öğretmesi gereken şeyi, bize en az acı ve çabayla öğretmek ister. Bize nasıl çalıştığını, nasıl düşündüğünü, ne istediğini ve neden istediğini göstermek ister. Bir annenin bebeğinin önünde davrandığı gibi bizim önümüzde hareket eder: güler ve şarkı söyler, bebeğiyle konuşur, yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokar ve diğer nesneleri ve insanları gösterir. Bütün bunları neden yapar? Sonuçta, bebeği onu anlamaz, öyleyse ne anlamı vardır? Mesele şu ki, bebek öğrenmek ister ve “gösteri sergileyen” anneye bakarak büyümek için öğrenmesi gereken her şeyi öğrenir.

Doğa bize aynı o anne gibi davranıyor. O bebek gibi biz de anlamıyoruz ve o bebek gibi, buna ihtiyacımız yok. Tek ihtiyacımız olan şey, tıpkı o bebek gibi istemektir ve şimdiye kadar doğmuş her bebeğe geldiği gibi bu anlayış bize de gelecektir.

Doğa bizi her şeyi bilen, bilge ve sevgi dolu yapmak ister. Bize her şeyin nasıl bağlı olduğunu, neden bağlı olduğunu ve bu bağdaki yerimizi ve rolümüzü göstermek istiyor. Bunu rolümüzü üstlenmeden önce bilmemize gerek yok; sadece dinlememiz gerekiyor. Tıpkı bir bebeğin önce öğrenmek istemesi, sonra öğrenmesi ve sonunda performans göstermesi gibi, insanlıkta önce öğrenmek istemeli, sonra öğrenmeli ve ancak ondan sonra icra etmelidir.

Eğer bu tutumu benimsersek, herhangi bir virüse, doğal afete veya başka herhangi bir korkuya ihtiyacımız olmayacak. Bunlar, dikkatimizi çekmekten vazgeçtiğinde, doğanın son çareleridir. Eğer inatçıysak ve öğrenmek, doğaya dikkat etmek ve onun dilini anlamak istemiyorsak, o zaman doğanın, işe yarayan tek yolla- bize zarar vererek, dikkatimizi çekmekten başka seçeneği yoktur. İsteseydi bize çok daha fazla zarar verebilirdi ama istemiyor. Doğa çok daha ciddi bir “çare” uygulayabileceğinden, Covid’in sadece kötü bir grip olduğunu söylemekten çok daha akıllı olmalıyız.

Anlamayı reddettiğimiz şey, bir aşı geliştirmemiz gerekmediğidir; biz buna zaten sahibiz-bu, birbirimizle olan olumlu ilişkimizdir. Çok azı benimserse işe yaramayabilir, ama bütün toplum tavrını birbirine karşı değiştirirse, yabancılaşma ve zulümden ziyade dayanışma ve özenle yönetilen bir toplum olursak, herkesin özgür ve güvende olduğu sağlıklı ve müreffeh bir toplum haline geleceğiz.

“Doğa Yasaları ile Etik ve Ahlak Arasındaki Fark Nedir?” (Quora)

Doğa yasaları, doğanın tüm parçalarını uyumlu bir şekilde birbirine bağlayan ve bütünün yararını dikkate alan, değişmeyen sevgi ve ihsan etme yasalarıdır.

Aksine, ahlak ve etik belirli bir zamanda insan davranışının kurallarıdır. Örneğin, geçmişte daha sert iletişim yöntemleri, hatta zulüm noktasına gelene kadar, norm olarak kabul edildiyse de, sonrasında bizler geliştikçe, bu davranışlar o kadar ılımlı ve dostane hale geldi.

Doğa kanunları, başkaları pahasına haz alma arzusu olan ve sürekli büyüyen insan doğasına zıttır. İnsan egosu büyüdükçe, gelişimimizin farklı aşamalarında birbirimizle daha rahat geçinebilmek için, ahlaki değerlerimiz ve ahlak sistemimiz o kadar çok değişir. Bununla birlikte, ahlaki değerlerimiz ve ahlak sistemimizde ne kadar geliştiğimiz önemli değildir, bizler her zaman kendimizi bir şeylerden eksiklik ve ilişkilerimizde gitgide daha fazla sorun ve kriz içinde buluruz

İnsani gelişme, bizi yavaş yavaş doğa kanunları ile dengeye ulaşma ihtiyacına götürür. Bugün, doğa kanunlarının keşfi için her zamankinden daha olgun durumdayız.

Bununla birlikte, insan egosu tarafından yönetilmekten (olabildiğince optimal bir şekilde anlaşmak için, ahlakı ve etiği uyarlamaya ve uymaya çalışmaktan), birbirimizle uyumlu bir şekilde bağlandığımız ve uyumlu bağlarımız içinde doğada bulunan pozitif güçleri keşfettiğimiz, doğa kanunları tarafından bilinçli olarak yönetilmeye doğru bu sıçramayı nasıl yapabiliriz?

Bu sıçramayı, sosyal bir düzende doğa kanunlarını öğrenerek ve uygulayarak yani ilişkilerimizde bir sevgi ve özen örtüsü olacak şekilde, toplumda nasıl pozitif bir bağ kurulacağını öğrenerek yapıyoruz. Yani, insan toplumunda tek bir bütün olarak bağlanarak, doğa kanunlarının mükemmelliği ve bütünlüğü ile eşleşir ve sonra hayatımızı dolduran yepyeni bir tür uyum, mutluluk, güven ve huzuru deneyimlemeye geliriz.

Covid Yılına Dönüp Bakmak (Linkedin)

2020’nin başına dönüp baktığımda, insanların hayatlarında Covid zorunluluğu olan değişiklikleri istemeden kabul ettiklerini görüyorum.  Buna salgın demek zordur; bu daha çok, aramızda bölünmeler yaratan ve bizi ayıran yeni bir güçtür. O bir nevi bizi köşelerimize koydu ve bizi yeni yöntemlerle davranmaya zorladı. En azından çoğumuz bunu istemeyebiliriz ama yine de o yukarıdan gelen zorlayıcı bir kuvvettir.

Covid’in bunu yapmasına şaşırmadım. Yeni başladığında hemen bunun artık bizimle birlikte olacak yeni bir şeyin başlangıcı olduğunu söyledim. Buna göre hayatımızı bu gerçeğe uyarlamamızı önerdim. Sürdürülemez olduğu ve aslında Covid-19’un ortaya çıkışını kolaylaştırdığı için, daha önce yaşadığımız duruma geri dönmemiz gerektiğini düşünmüyorum. Bu konuda söz hakkım olsaydı tam tersini söylerdim – Covid’in bizlere, teslim olduğumuz ve kalplerimizi birbirimize doğru değiştirmeyi kabul ettiğimiz noktaya kadar baskı yapmasını, aksi halde virüsün geçen yıl olduğu gibi bizi ayırmaya devam etmesini istiyorum.

Covid’den önceki dünya bir tımarhaneydi: amaçsızca koşturan, öfkeyle birbirleriyle savaşan, üstünlük ve güç için rekabet eden ve giderek daha fazla depresyona giren insanlar. Covid tüm bunları durdurdu çünkü çalışma şeklimizi, sosyalleşme şeklimizi ve ailelerimize davranış şeklimizi değiştirdi. Değerlerimizi değiştirdi ve eskilerinin bize hiçbir faydası olmadığından, bunu yaptığı için mutluyum.

Kendimizi özgür hissettik ama egolarımızın kölesiydik. Hak kazandık ama başkalarını haklarından mahrum etmek için kullandık. Kendimizi güçlü hissettik ama sadece başkalarını küçük düşürdüğümüz için. Ve sonunda, başkalarına zorbalık yapmayı bırakırsak başkalarının bize zorbalık yapacağından korktuk. Covid’in bunları durdurmasına sevindim ve umarım asla geri dönmez.

Şimdi gerçek özgürlüğü, verme özgürlüğünü bulma, destekleme ve başkalarına yer açma zamanı. Bu, komşularımızla paylaşım ve şefkat, dayanışma ve uyum, karşılıklı sorumluluk ve güven toplumu inşa etme özgürlüğüdür. Yeni bir dünya inşa etme zamanıdır.

Şimdi 2020 sona eriyor, umarım bize neyi öğretmek için geldiğini öğrenmişizdir ve geri kalan on yılı onun derslerini yaşayarak geçiririz.

İnsanları Birlikte Çalışmaya Ne Motive Edecek?

Soru: Ekonomistler günümüzde, çalışan motivasyonunun en büyük zorluklardan biri olduğuna işaret ediyor. İşyeri koşulları, ikramiyeler ve maaş artışları artık işe yaramıyor. Son zamanlarda özellikle Koronavirüs döneminde, motivasyonun temeli değişti. Kendi içlerinde motivasyon bulamayanlara ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Cevap: Sanırım yakında öyle bir duruma geleceğiz ki insanlar ıstırap içinde,  aydaki kurtlar gibi ulumaya başlayacaklar. O zaman, mutlak umutsuz durumlarından çıkmak için en ciddi motivasyona, güce ve yeteneğe ihtiyaç duyduklarını anlayacaklar. Onlara bu motivasyonu verebilecek birini aramaya başlayacaklar ve bize gelecekler.

Soru: Araştırmalar, bir astını dinleme becerisine sahip bir patronun, bir çalışanı işyerinde kalmaya motive etme olasılığının, maaşından 13 kat daha fazla olduğunu göstermekte. Bunun bir geleceği var mı sizce? Sonuçta, çoğu kişi için çalışmanın tek nedeni maaş.

Cevap: Hayır. Böyle bir duruma, bir kişi köle gibi çalışma motivasyonuna sahip olmayacak kadar maddi durumundan memnun kaldığında ulaşacağız. Çalışmasında yalnızca yaratıcı bir bileşen aramaya başlayacak. Sanırım buna yakında geleceğiz.

Soru: Sizin görüşünüze göre bir çalışma ekibini motive etmenin en etkili yolu nedir?

Cevap: Bağ kurmak ve özel bir hedefe ulaşma, tam olarak birliğin içindedir; burada, kendisi ve başkalarıyla ilgili devasa çalışma katmanları ortaya çıkar. Kişi, kendisinin ve başkalarının o kadar içsel olasılıklarını açığa çıkarmaya başlayacak ki içinde ve çevresinde ne gibi inanılmaz olayların gerçekleştiğini görecektir.

Soru: Öyleyse ortak çalışma yapan insanlar, birlikte iyi çalıştıkları gerçeğinden enerji mi alacaklar?

Cevap:  Yalnızca bu değil. Birbirleriyle doğru bir şekilde bağlılarsa o zaman kendi aralarında duygusal, manevi, onlara hiçbir meslekte görmeyecekleri bir ödül veren, bir üst koşul bulacaklar. Onlar her şeyi, doğrudan bir takım içinde kendini gerçekleştirme arzusundan algılayacaktır.

İhsan Etme Uğruna Yaşama

Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, geleceğin toplumunda liderlerin kendileri için herkesin hakkından daha fazlasını almayacağının ve tüm iyi girişimleri yok etmeyeceğinin garantisi nerede?

Geleceğin toplumu, hiçbir zorlamanın, yukarıdan diktatörlüğün olmadığı açık bir toplumdur. Herşey sadece dostlar tarafından yönetilir. Bu nedenle Rusya’da olduğu gibi aynı şeyin olması mümkün değildir.

Toplumda meydana gelen süreçleri anlayan ve toplum nezdinde inanılır olan Kabalistler bunun başında olacaktır.

Geleceğin toplumu, herkes için aynı yaşam standardını oluşturmaya çalışacaktır. Orada, birinin çok çalışıp diğerinin tembel olacağına dair hiçbir korku yoktur. Herkes topluma verebildiği kadar çalışacak ve kendisi için doğru rolü bulacaktır.

Böyle bir toplumda, insanları çalışmaya zorlamaya gerek kalmayacaktır çünkü  kişi topluma yatırım yaparak, ruhunun ıslahı için üst dünyaya, gelecek dünyaya yatırım yaptığını görecektir. Bu nedenle, cesaretlendirmeye veya cezalandırmaya ihtiyacı olmayacak – topluma fayda sağlamak için her türlü fırsatı memnuniyetle karşılayacaktır, bunun kişisel olarak kendisine fayda sağlayacağını hissedecektir. Onun için toplumla kendisi arasında bir fark olmayacaktır.

Islah olmuş toplumun amacı “komşunu kendin gibi sevmektir” .

Geleceğin dünyasında para olmayacaktır, peki o zaman kişinin topluma ne kadar çaba harcadığını nasıl ölçebiliriz? Bunu nasıl kontrol edebiliriz? Kendimizi, bizi birbirimize bağlayan ortak bir sistemin içinde hissedeceğimiz bir duruma ulaşacağız ve bunun içinde her birimizin ne kadar yatırım yaptığını göreceğiz. Ve buna göre, toplumla birlikte yükselmek için herkesin topluma daha fazla dahil olmasına yardımcı olacağız.

Yavaş yavaş, aramızdaki Şehina adı verilen, bağ sistemi hepimize ifşa olacak ve onu cennete yükseltmemiz gerekecek.

Böyle bir toplum, tamamen ihsan etme üzerine inşa edilecek ve onun içinde alım, sadece yaşayabilmek ve ihsan edebilmek için var olacaktır. Kişi ihsan etme fırsatını ödül olarak algılayacaktır.

Egoizmin Gelecekteki Değişimlere Hazırlanması

Soru: İnsanlığın adil koşullara ve kanun önünde eşitliğe ulaşması neden bu kadar uzun zaman aldı? Ayrıca, bu manevi  eşitlik olmasa da, bunda hala biraz ilerleme görüyor musunuz?

Cevap: Evet, biraz ilerleme görüyorum. İnsanlığın şu anki duruma gelmesi çok uzun zaman aldı çünkü egoizm ile çalışıyoruz. Gelişiminin alt aşamalarında, egoizm gerçekten aşılmazdır. Onu gelecekteki değişikliklere hazırlamak binlerce yıl aldı.

Henüz bu değişiklikleri hissetmiyoruz, ancak yakında kendilerini göstermeye başlayacaklar. İnsan gelişiminin farklı aşamalarında, farklı tarihsel aşamalarda kendimizi bu değişimlere nasıl hazırladığımızı göreceğiz. Onların üstesinden gelebiliriz.

Her şeyin zaman içinde bu şekilde dağıtılmış olması, yalnızca doğanın kiminle uğraştığını anladığını ve her şeyi kendi içsel gelişim yasasına göre nasıl yapacağını bildiğini gösterir.

Egoizmi, yavaş yavaş etik, ahlaki ve nihayetinde manevi değişikliklere duyulan ihtiyacın farkındalığına getirmek gerekir.

Kendinizi Nasıl Seversiniz?

Soru: Yaygın bir şekilde inanılmaktadır ki eğer kendinizi sevmezseniz, kimse sizi sevmeyecektir. Biraz daha az tartışılan bir fikir ise başkalarını sevmek için, kendinizi sevmeniz gerekir. Ve daha az tartışılan ama belki daha değerli olan: kendini sevmek için önce başkalarını sevmelisin.

Kendinizi nasıl seversiniz?

Cevap: Tek bir çıkış yolu var: insanlara istediklerini veya onlar için gerçekten önemli olanı yapmaya çalışmak. İnsanlara mutluluğu nasıl bulacaklarını gösterin. Bu sizin mutluluğunuz olacak ve herkesin mutluluğu olacaktır; kişi kendini başkalarından ayıramaz. İnsanlara mutluluğu göstererek veya çekerek, mutluluğunuzu onun içinde gördüğünüzden emin olmak gerekir.

Soru: Yani, kendinizden bağımsız olarak başkalarını gerçekten sevmek mi?

Cevap: Evet. Bundan, bunun bir öz sevgi olduğunu anlayacaksın.

“Bugün Alışveriş Merkezinde, Yarın Morgda” (Linkedin)

Korona inkarcıları her ülkede bol miktarda bulunmakta. Onları, devletin başlattığı tecritlere karşı gösteri yaparken, maskesiz dolaşırken, dikkatsizlikleri ve başkalarına bulaştırarak, başkalarına verebilecekleri zarara kayıtsız kalmalarıyla övünürken ve sanki 2019’daymış gibi halka açık yerlerde yoğunlaşırken görebilirsiniz. Peki ya çeyrek milyondan fazla Amerikalı ölürse ve sayısız başkası, kimsenin açıklayamayacağı, iyileştiremeyeceği veya ne kadar süreceğini söyleyemeyeceği korona sonrası komplikasyonlardan muzdarip olursa ne olur? Peki ya benim “ifade özgürlüğüm” başka birinin hayatını tehlikeye atarsa? Özgür bir ülkede, istediğimi yapmakta özgürüm, doğru mu?

Yanlış. Başkalarına zarar vermediği sürece, istediğimizi yapmakta özgürüz. Covid-19 söz konusu olduğunda, toplum içinde sorumsuz davranış bu kategoriye girmez; bu diğer insanların sağlığını ve muhtemelen hayatlarını tehlikeye atar.

Salgını kontrol altına almak isteyen yetkililere bir fikir önermek istiyorum: Bir kampanya başlatın ve buna “Bugün Alışveriş Merkezinde, Yarın Morgda” adını verin. Halka açık yerlerdeki insanların, nasıl eğlendiklerine ve birbirleriyle nasıl dikkatsizce takıldıklarına, güvenlik önlemlerini nasıl göz ardı ettiklerine, maske takmadıkları, gerekli mesafeyi korumadıkları ve temastan kaçınmadıklarına dair güvenlik kamerası görüntülerini alın. İki hafta sonra, bu verileri gözden geçirin ve yeni teyit edilmiş Covid vakalarının kayıtlarıyla karşılaştırma yapın. Eminim sonuçlar, kişisel verileri koruyan tüm gizlilik yasalarına rağmen, Covid’in çok gerçek olduğuna ve insanların eylemlerinin sonuçlarına katlandığına dair yeterli kanıt gösterecektir.

Düşüncesiz davranışlardan intikam alma niyeti olmadan ama basitçe tehlikenin gerçek olduğunu kanıtlamak için. Bu hareket, duygusuz gibi görünse de bu kadar çok insanın inkar etmeye çalıştığı gerçeği ortaya çıkararak, sayısız hayatı kurtarabilir: Covid gerçek ve işte burada!

İnsanlar gerçekten bir sorun olduğunu, 270.000 küsur Covid ölümünün artık bizimle olmayan gerçek insanlar olduğunu anladıklarında, durumu çözmenin yollarını düşünmeye daha açık olacaklar. Bu, karşılıklı sorumluluktan, dayanışmadan, karşılıklı bağımlılıktan ve ta ki kendilerine ya da sevdikleri birine, dikkatsiz bir kişi tarafından virüs bulaştığından dolayı karşılıklı bağımlılık yüzlerine vurana kadar, insanlara çok önemsiz görünen tüm o güzel ve gerçek fikirlerden bahsetmeye başlamamız gereken zamandır.

Tüm doğanın tek bir temel kuralı olduğunun farkına varmalı ve ona göre davranmaya başlamalıyız: Tüm yaratılanlar tek bir sistemdir, tek bir varlıktır. Tıpkı bir organın hasta olması ama vücudun geri kalanının sağlıklı olması gibi bir durum olmadığı gibi, bir kişinin hasta olması ve insanlığın geri kalanının sağlıklı olması diye bir şey de yoktur. Herhangi bir yerde bir hastalık, her yerde hastalıktır. Bunu hissetmememiz, bunun doğru olmadığı anlamına gelmez; bu, duyularımızın kusurlu olduğu, yabancılaşmadan/ötekileştirmeden hasta olduğumuz ve geri kalan hastalıklarımızı iyileştirmek için, önce yabancılaşma durumunu iyileştirmemiz gerektiği anlamına gelir.

Bunun üzerinde birlikte çalışırsak realiteyi değiştirebiliriz. Birbirimizi hissetmeyi, bağlılığımızı ve karşılıklı bağımlılığımızı hissetmeyi öğrenebiliriz. Karşılıklı sorumluluk ve dayanışmanın faydalarını keşfedebiliriz, ancak bunu yapmak için önce ortak bir taahhütte bulunmalıyız. Karantina ve yalnızlıktan bıktığımızda, kendimizi anlamsız gururumuzdan iyileştirebileceğiz ve bağ kurmaya başlayabileceğiz. Yabancılaşmadan dolayı hastalandığımızda, yabancılaşmanın bizim gerçek hastalığımız olduğunu göreceğiz.

“Pfizer COVID-19 Aşısının, % 90’ın Üzerinde Etkili Olduğuyla İlgili Haberler Hakkında Ne Düşünüyorsunuz?” (Quora)

Pfizer’in Koronavirüse karşı aşısının, vakaların yüzde 90’ında etkili olduğunu açıklaması birçok insana umut verdi, ancak bir iyimserlik haricinde bu aşıdan, ortaya çıkan virüse karşı uzun süreli bir tedavi göremiyorum.

Çeşitli uzmanlardan edindiğim izlenimim, Koronavirüse karşı etkili bir tedavinin dört ila beş yıl daha alacağı yönünde. Dahası, 40 yılı aşkın bir süredir Kabala bilgeliğini çalışmaktan gelen, doğanın amacı ve planı hakkındaki anlayışıma göre, dünyanın bir tedaviye hazır olması, bizim olumlu bir şekilde bağ kurmaya hazır olmamıza bağlıdır.

Doğa gittikçe daha büyük bağlantı durumlarına evrilir ve olumlu olarak yönlendirildiğimiz bağlantıyı anladığımızda, hayatı mükemmel ve uyumlu olarak deneyimleyeceğiz.

Eğer güdülerimizi birbiriyle bağlı ve birbirine bağımlı olarak, doğa yasalarıyla uyumlu bir şekilde bağlarsak, o zaman sağlığı tam anlamıyla, yani bireysel, sosyal, küresel ve ekolojik ölçeklerde dengede içinde yaşayacağız. Bununla birlikte, olumlu bağımızı hesaba katmazsak ve bölücü dürtülerin bizi birbirimizden ayırmasına izin verirsek, birbirimiz hakkında kötü düşünürsek, o zaman virüsler bizi enfekte etmeye devam edecektir.

Şu anda, örneğin, çoğu insan, kendi kendine hizmet etme güdüleriyle, yani bunu yaparak kendi sağlıklarını korumak için maskeler takıyor. Bununla birlikte, bu salgın sırasında maskeler, kılık değiştirmiş bir doğa egzersizidir. Aslında maskeler, maske takanların çevresindeki diğer insanları, maske takanların kendilerinden çok daha fazla korurlar. Bu nedenle, maske takmayı karşılıklı değerlendirme egzersizi olarak ele almak akıllıca olacaktır: diğer insanları korumak ve onlara değer vermek için maske takmak. Bununla birlikte, başkalarını düşünmeden bile, pandemiye katlanıp, toplumla fiziksel olarak karşılaştığımızda maskeler taktıkça, doğa bize en azından bilinçsizce de olsa, başkalarına karşı kendimize bir duyarlılık katmanı ekleme yönünde daha fazla alışkanlık kazandırır.

Bununla birlikte, genel olarak, Pfizer aşısının, kısa umut dalgası ve birçok insana getirdiği rahatlama duygusu açısından olumlu olduğuna inanıyorum. Yine de aynı şekilde, birbirimize karşı tutumumuzu geliştirmenin hayatımızı iyileştireceğini söyleyecek sağlık uzmanlarına ihtiyacımız yok.

Koronavirüs salgını, doğanın bizimle iletişim kurma şeklidir. Bireysel köşelerimizde kendimizi kapatırsak ve bölücü dürtülerimizin üzerine çıkmak ve birbirimize uyumlu bir şekilde bağlanmak için hiçbir hamle yapmazsak, doğanın buna göre tepki vermesini bekleyebiliriz.

Bu nedenle, doğanın nihayetinde bizden ne istediğini ve birbirimize karşı tutumumuzu nasıl geliştirebileceğimizi düşünmek akıllıca olacaktır. İnsan toplumuna, içimizden gelen bölünme ve kutuplaşmanın üzerinde olumlu bir birlik ruhu aşılayarak, pandeminin sonunu ve doğayla denge içinde sağlıklı, mutlu, kendinden emin, güvenli ve uyumlu bir şekilde gerçekten nasıl yaşayacağımızı keşfedeceğimiz, yeni bir başlangıç göreceğiz.