Monthly Archives: Şubat 2022

Hedefe Ulaşmak İçin Araçlar

Soru: Kabalistik metodolojiye göre, yeni nesil daha yüksek bir amaç doğrultusunda mı yetiştiriliyor?

Cevap: Evet, yaptığımız şey bu. Ve bu dünyada var olabilmek için diğer tüm bilimlere ihtiyacımız var.

Mağaralarda yaşayıp toprağı kazmak zorunda değiliz. Hayatımızı daha rahat hale getirebiliriz. Uyumlu bir bağ içindeyse ve ana hedefe ulaşmaya yardımcı olursa neden olmasın?

Bizler bir yere giden bir trendeyiz. Benim için önemli olan onun nereye gittiği. Tren vagonunda yaptıklarım tamamen geçici. Ancak bir insanın neslini devam ettirebilmesi ve aynı metodolojiyi, aynı amacı çocuklara aktarabilmesi için uygun ve iyi olan rahat bir ortam olmalıdır. Ancak tüm bunlar, hedefe ulaşmak için sadece yardımcı araçlardır.

Manevi Bir Tohumun Gelişimi

Soru: İnsan vücudu tüm dünyevi arzularıyla birlikte ölür. Kalpteki nokta denilen arzuya ne olur?

Cevap: Hiçbir şey. Kişi bu arzuyu geliştirmediyse, ilkel haliyle onun içinde kalır, bir tohum tanesi gibi, bir nokta şeklinde kalır. Toprağa atılmayan bir tahıl tanesi için, onun içinde hayat olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Bu tahılı alıyorum, öğütüyorum ve yiyorum. Ama onu toprağa ekebilirim ve ondan bir şey büyüyecektir.

Bu, manevi tohumun bu damlasından mı yoksa manevi yaşamdan mı bir şeyler yetiştirmeye çalıştığıma bağlı olduğu anlamına gelir. İçimde potansiyel olarak var ama onu geliştiriyor muyum? Bu damlaya, deyim yerindeyse içinde gelişebileceği ve doğabileceği bir rahim veriyor muyum? Bunun içinde bir insan olacağım ama hali hazırda yeni biri olacağım, farklı bir dünyada.

Şayet, bir damla tohumun (yukarıya olan arzu)etrafında, bir grup, Kabala dersleri, dağıtım çalışmalarıyla özel bir ortam yaratırsam, o zaman onu içinde geliştiği bir kabukla sararım ve gelişimini hissetmeye başlarım.

Bu arzu giderek daha hacimli hale gelir. İçinde her türlü niteliği ve çeşitli hareketleri hissederim. Aniden, onun aracılığıyla tamamen yeni bir dünya, yeni hisler ve yeni ilişkiler görmeye başlarım.

Dünyevi hayatta olduğu gibi, annenin içinde gelişen fetüsün de bizim dünyamızla hiçbir bağlantısı yoktur ve sadece kapalı bir alanda bulunur, bunun gibi önce böylesi bir rahim içi manevi gelişim döneminden geçerim. Sonra doğar ve kendimi farklı bir biçimde hissetmeye başlarım, manevi dünyada gelişirim.

Bunun içinde de dünyamızdakiyle aynı aşamalardan geçeriz, ancak orada birleştiğimiz için ölmeyiz. Ruhlarımızla, genişlemiş, artmış, gelişmiş arzularımızla birleşmeye başlarız. Bağ kurduğumuzda, vücuttaki hücreler gibi, sadece yapabildiğimiz her şeyi birbirimize aktarmaya ve birbirimizle karşılıklı olarak değiş tokuş etmeye başlarız.

İşte o zaman ortak bedenimiz bir hayat kazanır ve kendini üstün hisseder. Nasıl ki beden hücreleri sadece bedenin var olması için hareket ediyorsa, ruhlarımız da kendilerinin üzerinde bir yaşam sürdürmek için var olurlar ve onlar bu yüzden vardır.

Bir Grupta Toplanmamız Tesadüf Değildir

Hepimiz farklıyız ve her birinin kendi nitelikleri ve duyguları var ama bizler aynı kendimizi iptal etme eylemini yaparsak, o zaman birbirimize benzer hale gelir, daha yakın oluruz. Yaradan üzerimizde parlar ve aramızda tamamen yeni bağ formları yaratmaya başlar.

O zaman, bu grupta çok farklı olmamızın tesadüf olmadığını anlamaya başlarız. Bizi ayıran, parçalayan ve kıran üst ışık tarafından bir grupta toplandık ve şimdi bizi bağlamaya başlıyor. Bizi nasıl topladığını hissediyoruz.

Bizi birbirimize yaklaştırdıkça daha çok direniriz. Ne kadar farklı olduğumuzu hissederiz ama O bizi bir araya getirir. Burası, mantı ötesi inançla O’nun yardımcıları olmamız ve O’nunla birlikte, üst ışıkla, ruh adı verilen ortak, uyumlu bir sisteme bağlanmaya başlamamız gereken yerdir.

“Acıyla Nasıl Başa Çıkabilirim?” (Quora)

Yaşadığımız ıstırap, beyin yoluyla bilincimize genişler ve ıstıraba karşı tutumumuz, onunla nasıl ilişki kurduğumuz, ıstırabın yoğunluğuna eşittir.

Bu nedenle, acıyla baş edebilmek için, doğanın bizi eninde sonunda parlak ve olumlu bir geleceğe götürecek olan planına göre acı çektirdiğini zihnimizde anlamamız gerekir. Doğa, insanlık tarihinde ilk kez adeta birer okul çocuğuymuşuz gibi kulağımızdan tutup, aydınlık ve sıcak dünyasını keşfedeceğimiz olumlu ilişkiler gerçekleştirmemiz için bize rehberlik ediyor.

Doğanın bizi götürdüğü nihai hedefe ulaştığımızda artık acı çekmeyeceğiz, çünkü acı çekmek önümüzde hiçbir amaç görmememize bağlıdır. Eğer bir amaç varsa, o zaman bu amaç acıyı emer.

Belirli çabaları uyguladığımızda, bu çabaları neşeli veya acı verici olarak deneyimleyebiliriz. Duyunun kendisinde, haz ve ıstırap arasında hiçbir fark yoktur, ancak ikisi arasındaki fark, bağlı olduğumuz fikirde yatar. Belirli bir çabada bir amaç eksikliği hissedersek – bir uçuruma doğru yönlenmişiz – o zaman acı çekeriz. Tam tersine, belirli bir çabanın bizi yararlanacağımız ve haz alacağımız bir hedefe götürdüğünü hayal edersek, o zaman sadece çabaya dayanmaya değil, onu uzatmaya ve hatta ondan haz almaya hazır hale geliriz.

Toplum olarak, doğanın bizi uyumlu bir geleceğe, istikrara, sorunsuz bir yaşama götürdüğüne dair tutumlarımızı ayarlar ve sosyal çevremizde medya, sanat gibi daha fazla fikirlere bizi yönlendiren girdiler yaratırsak, o zaman hayatımızda kolayca daha fazla ilerleme sağlayabileceğiz. O zaman acıların son bulduğunu tecrübe edeceğiz.

Er ya da geç, aktif olarak böyle bir yönde ilerlediğimiz bir noktaya geleceğiz. İnsanların icat ettiği bazı hayali değerler kisvesi altında, gelecek uğruna ölümüne savaştığımız birçok savaşa ve çatışmaya zaten girdik. Ancak bugün, insan yapımı ideolojilerimizi tükettik ve bize kalan tek şey, kendimizi doğanın kendi gelişim biçimine nasıl adapte edebileceğimizi bulmaktır.

Geçmişte çeşitli insan yapımı ideolojilerin öne çıkması için savaşarak, çok fazla acı ve hayal kırıklığı yaşadık. Ancak bugün, doğanın birbirine olan bağlılığını ve karşılıklı bağımlılığını eşleştirmeye doğru ilerlersek, sonunda acıdan ve hayal kırıklığından arınmış, olumlu bir sonuç alacağız.

O zaman kendimizi en rahat ve en mutlu durumda buluruz, tıpkı annemizin rahmindeymişiz gibi ama aslında milyarlarca kat daha fazladır. Bu, bütünüyle ilgilenildiğimizi hissettiğimiz bir durumdur. Bunu hayatımızda elde edersek, o zaman bu, anne rahmindeki hissiyattan çok daha büyüktür çünkü anne rahmindeyken etrafımızı saran ilginin farkında değilizdir. Toplumda böyle bir durum geliştirerek, anlayış, farkındalık ve başarı hislerinin eklenmesiyle birlikte tüm ilgi/özen hissini yaşayacağız.

O zaman doğanın, insanlığın ve evrendeki ve tüm dünyalardaki her şeyin, bizi nasıl her şeyi kapsayan bir nezaketle sardığını deneyimleyeceğiz. Böyle bir mükemmelliğe yaklaşıyoruz ve eğer acı çekme deneyimimiz olmasaydı, o zaman asla bunun bilincine varamazdık.

Küresel İletişime Doğru

Soru: Sodom ve Gomora ile ilgili dini hikâyedeki ana mesaj nedir?

Cevap: Bu, dünyamızın her seviyede ve her parçasında giderek daha evrensel bir iletişime doğru geliştiği gerçeğiyle ilgilidir ve herkes ve her şey arasındaki bu bağlantıyı desteklememiz gerekir.

Bu nedenle, her dilde ve her seviyedeki insanlara ulaşmaya çalışıyoruz, böylece herkes için en önemli şeyin iletişim, bağlantı ve karşılıklı destek olduğunu anlamalarını sağlıyoruz. Ancak o zaman dünyanın ıslahını başarabiliriz.

Tora’nın tamamı, karşılıklı garanti içinde, kişinin komşusuna duyduğu sevgiyi ifade eden, insanlar arasındaki uygun iletişimden bahseder.

Soru: Bu yüzden mi çilecilik ve inziva teşvik edilmiyor?

Cevap: Bunların hepsi bir kişinin içinde olmalıdır: Kendinizle ilgili çileci olun ve başkalarına karşı geniş bir kucaklama ile arkadaş canlısı olun.

Bir İnsanı Şekillendirmek

Soru: Modern eğitim sistemi, bir sınıfta en fazla otuz kişinin çalışacağı ve öğretmenin yapılacak şeylere komuta edeceği şekilde düzenlenmiştir. Böyle bir düzenlemenin tamamen yanlış olduğunu söylüyorsunuz.

Cevap: Kesinlikle yanlıştır. Bu, öğrenciye doğru rol modeli vermez. Öğrenci grubun üyesi değil, öğretmenle iletişim halinde değil ve öğretmen öğrenciyle arkadaş değil.

Çocuklar daire şeklinde oturmazlar, yüzleri tahtaya dönüktür. Onlara falanca veri veriliyor, bunu hatırlayın, o kadar.  Kendini yetiştirme, başkalarıyla, dünyayla ve doğayla ilişkilerini şekillendirme eğilimi insanın içinde yaratılmaz. Ve bu en önemli şeydir.

Bilimde neden bir kriz olduğunu görüyoruz çünkü tüm bu bilgiler bize hiçbir şey vermiyor ve kesinlikle mutluluk getirmiyor. Bu bilgiyle yaptığımız şeyler bile sadece sorunlarımızı şiddetlendiriyor.

Bu nedenle, her şeyden önce, bir kişinin oluşturulması/biçimlendirilmesi gereklidir. Bunun için pratik olarak eğitmenlerinin, öğretmenlerinin öğrencilerin arkadaşları gibi aynı seviyede olduğu, küçük öğrenci grupları olmalıdır. Ve yavaş yavaş, örnekler vererek ve öğrenciler arasında doğru ilişkileri düzenleyerek öğretmenler bunları geliştirmelidir.

Kabala bu konuda çok şey söylüyor. Hâlihazırda çocuklarımızla çalışan eğitmenlerimizi bu şekilde yetiştiriyoruz. Bunun faydalarını görüyoruz. Üstelik bu, çocukların ebeveynlerinden ayrılmamaları, evden kaçmamaları ve herhangi bir “pijama” partisine katılmamaları durumunda açıkça somut bir faydadır.

Tamamen farklı bir insan oluşur. Onu kapatmıyorsun, aşırı erdemlilik taslayan birisi yapmıyorsun, aksine onu doğru hedefe yönlendiriyorsun.

Toplum bununla ilgilenmeli ve kendini yeniden inşa etmelidir. Ve kiminle başlayacağı önemli değil, çünkü hem ebeveynler hem de çocuklar ve tüm nesiller bu koşulun içindeler.

Günümüzde tüm topluma, her yaştan insana bakarsanız, birbirlerine karşılıklı bağımlılık ve karşılıklı etki halinde olduklarından, hiçbiri neden var olduğunu anlamıyor. Hepsine gerçeğin doğru algılanmasının öğretilmesi gerekiyor.

Bir Başkasına Vermeyi Öğrenin

Ve burada toplanma sebebimiz budur-her birimizin Yaradan’a ihsan etme ruhunu izlediği bir toplum kurmak. (Rabaş, “Toplumun Amacı—1”).

En önemli görevimiz ve hedefimiz Yaradan’a ihsan etmektir. Sonrasında Yaradan bizim tarafımızdan yalnızca ortak bir güç, bir nitelik, aramızdaki tüm boşluğu dolduracak bir ruh olarak algılanır. Yaradan’a yer denir. Bu aramızdaki yerdir.

İnsanın Yaradan ile ilişkisi, insanın yerle olan ilişkisidir. Bu nedenle bizim için en önemli şey aramızdaki yere yani ilişkilerimize, aramızda neyin tezahür edebileceğine dikkat etmektir.

Ve Yaradan’a ihsan etmeye ulaşmak için, “başkalarını sevmek” olarak adlandırılan insana ihsan etmekle başlamalıyız. Peki sebebi nedir? Çünkü böyle bir Yaradan yoktur. Bu niteliği aramızdaki ilişkilerden inşa ederiz ve bu ilişkilerin niteliği inşa ettiğimiz Yaradan’ı belirler.

Tıpkı “Beni sen yarattın” ve “Beni sen yarat” denildiği gibi, bir insanı yaratan Yaradan değil, talimatı alıp kendi çabalarıyla Yaradan’ı yaratan insandır.

Tıpkı dünyamızda etrafımızdaki her şeyi inşa ettiğimiz ve kendimizi donattığımız gibi, benzer şekilde kendimizi ayarlamalı, birbirimizle bağ kurmalı ve aramızdaki bağı Yaradan’ın içinde ifşa olması için düzenlemeliyiz.

Burada, kesinlikle gizli olan ve hiçbir şekilde kendini gösteremeyen, ancak yalnızca niteliklerin benzerliği ölçüsünde görünen üst güçle birlikte çalışmaya başlıyoruz. Onunla ilişki kurma şeklimize bağlı olarak, onu ifşa edebiliriz. Bu nedenle, Yaradan’la olan temel ilişkimize ihsan etme niteliği denir.

Fakat Yaradan gizlendiğinden ve O’nu nasıl ifşa edebileceğimizi, O’na nasıl yaklaşabileceğimizi ve tüm bunları aşama aşama, adım adım nasıl yapabileceğimizi dokunarak hissetmemiz imkansız olduğundan, elimizde bir şeyler olması gerekir. Bunun için, Yaradan biz egoistler arasında bir bağ yarattı ve bu bağdan, bulunduğumuz koşulları anlamalıyız, yani birbirimiz arasındaki bağı temel bir şey olarak ele almaya başlamalıyız, kendimiz ve dünyamız hakkında anlayışı aldığımız bir temel.

İlişkilerimizi değiştirirsek, bu alanı nasıl daha fazla açtığımızı hissetmeye başlayacağız. Ve böylece maddi, hayali bir dünya değil, aramızdaki bağın sonucu olan bir dünya inşa edeceğiz. Birbirimize bu aşamalı, adım adım yaklaşımlarda, Yaradan olarak adlandırılan bağın gücünü, bağın niteliğini ve özel tezahürlerini ifşa edeceğiz.

Başlangıçta bu güç, bu nitelikler, bizi en az düzeyde kendimizin zıttı olarak yarattı. Ve eğer bu niteliği ortaya çıkarmaya doğru ilerlersek, kendimizi iki zıt koşulda hissedeceğiz: hiçbir şey bilmediğimizi, hiçbir şey anlamadığımızı, birbirimizle bağda olmak istemediğimizi ve aramızdaki bağa karşı olduğumuzu; yani, Yaradan’ın zıddıyız ve aynı zamanda daha da yakınlaşabilir ve birbirimizle bağ kurabiliriz.

Modern Okullaşmanın Sorunu

Yorum: Mevcut eğitim sistemine göre öğretmen bir ders kitabında yazılı olan gerçekleri çocuklara anlatır ve tüm öğrenciler bu gerçekleri tartışılmaz gerçekler olarak kabul etmelidir, fikirlerini açıklamadan, onlar hakkında hiçbir şey tartışmadan, sadece kabul etmeli, hepsi bu.

Cevabım: Modern okulun, bir insandan bir Adam yapmak gibi bir amacı yoktur. İbranice’deki “Adam/İnsan”, “Domeh”-“Yaradan’a benzer” kelimesinden gelen “Adem”dir. Yani, okulların, çocuğu içsel gelişiminde özel bir seviyeye yükseltmek, ruh adı verilen içsel potansiyelinin tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak gibi bir amacı yoktur.

Bu kesinlikle söz konusu değil çünkü ne öğrenciler ne de öğretmenleri bu seviye hakkında hiçbir şey bilmiyorlar.

Burada tüm eğitim sistemini ve en önemlisi yetiştirme sistemini yeniden yapılandırmamız gerektiği gerçeğiyle karşı karşıyayız.

 

Manevi Güçlerin Yansımasına Göre

Tüm dünya coğrafi olarak manevi güçlerin bir yansıması olan parçalardan oluşur. Dış manevi güçler madde üzerinde etki eder ve sonuçlarını dünyamızda oluşturur: kıtalar, denizler, okyanuslar ve diğer her şey. Bu güçler farklı farklı olduğundan, dünyamız üzerindeki etkileri de farklıdır.

Dolayısıyla insanın yaşayabileceği ve yaşayamayacağı denizler, okyanuslar, karalar, çöller, ormanlar, verimli topraklar ve alanlar vardır.

Ayrıca manevi açıdan daha elverişli yerler vardır, manevi koşullar orada gelişir. Egoist manevi koşulların geliştiği, maneviyata zıt yerler vardır, Roma ile Kudüs arasındaki çatışma gibi.

Roma açıkça boyun eğdirmek için egoist bir gücü temsil ediyordu, bu nedenle tüm Avrupa bu ideolojiyi benimsedi ve egoizm içinde gelişti. Ama şimdi bizler dünyayı ıslah etme aşamasına yaklaşırken, Avrupa giderek daha fazla düşecektir.

Kabala’da, özellikle On Sefirot’un Çalışılması’nda, her bir toprak parçasına etki eden güçler anlatılmaktadır: önce Kudüs’te, sonra İsrail topraklarında, Lübnan’da, Ürdün’de, Suriye’de, Babil’e kadar olan bölgelerde ve sonra dünyanın geri kalanında.

Tüm İsrail toprakları, deyim yerindeyse, on Sefirot’a bölünmüştür. Hermon’dan Golan üzerinden Kinneret Gölü’ne kadar o yukarı Malhut, Bina gibidir. Ürdün, Zeir Anpin’dir. Kudüs ortadadır, daha sonra aşağı Malhut’a, Ölü Deniz’e inen Sefira Tiferet gibidir.

Bütün bu coğrafi tablo, manevi güçlerin izdüşümüne göre net bir şekilde inşa edilmiştir. Bu nedenle, bir kişinin nerede yaşadığı çok önemlidir. Eğer çeşitli ruhsal güçlerin etkisini hissederse, sonrasında bir yerden bir yere hareket ederek, her şeyin nasıl değiştiğini hissedecektir. Bir yeri değiştirerek şansı, yani kaderi değiştirdiğinizin söylenmesi boşuna değildir.

Edinim Seviyeleri: Rüyalar, Melekler, Vizyonlar

Soru: Rüyada bilgi alan peygamberler vardır. Doğayla iletişim kurmanın bu yolu nedir?

Cevap: Bunların hepsi edinimin seviyeleridir. Aslında bu bir rüya, bir sohbet ya da olağan aygıtlarımızla görmek anlamına gelmez.

Peygamberlerin bilgiyi doğrudan Yaradan’dan değil, melekler aracılığıyla aldıkları kaynaklarda sıklıkla yazılıdır. Melekler, üst güçle, doğayla bir bağlantı seviyesidir.

En yüksek seviye, kişinin içinde var olan tüm güçler Yaradan’a kilitlendiğinde, Yaradan’la yapışmaktır. Artık iletişimde görme, işitme veya hissiyatlar gibi herhangi bir seviyeye bölünme yoktur. Her şey bu en yüksek seviyeye dahildir.