Monthly Archives: Kasım 2021

Kişisel Arzulardan Ortak Arzulara

Bunlar, Kâhin Elazar’ın, Nuh’un oğlu Yeşu’nun ve İsrailoğulları kabilelerinin atalarının (evlerinin) başları tarafından Şilo’da Yaradan’ın önünde, buluşma çadırının kapısında kura ile veraset olarak bölüştürülen miraslardır. Ve onlar toprakları bölüştürme işini bitirdiler. (Yeşu 19:51).

Yaradan’ın O’na ulaşabilmesi için yarattığı ve Kendine çektiği ortak arzu, Yaradan ile aynı şekilde, ihsan etme ve sevgi niteliği üzerinde çalışmalı ve grup içinde yaptığımız gibi hareket etmelidir. Bir grupta birleştiğimizde, ortak arzumuz, niyetimiz, çalışmamız ve deneyimimizin yardımıyla Yaradan ile nasıl ilişki kurduğumuzu anlayabiliriz.

Bu bağı fark etmeden Yaradan’a dönemeyeceğimiz anlaşılmakta. Neye ve nasıl hitap edeceğimizi bile bilemeyiz. Bu nedenle her grup, tam olarak ortak kolektif  arzusundan Yaradan’a dönmek ve bir araya gelmek için kendi görevi üzerinde  çalışmalıdır. Ardından, hepsi ortak bir ulusta birleşeceklerdir.

Kişi tüm arzularını düzenlemeli ve onları öyle bir şekilde inşa etmelidir ki, önce küçük arzularla başlamalı ve sonra onların yardımıyla tüm büyük arzulara doğru hareket etmeli, böylece kendisiyle diğerleri arasındaki bağa yönlendirilmelidir. Ve o zaman bu koşula göre, bu eylemlerden, bu deneyimden Yaradan’a nasıl döneceğini zaten anlayabilir.

Soru: “Küçük arzular” ne anlama gelir?

Cevap: Bunlar üstesinden gelebileceğim küçük egoist arzulardır. Ve henüz çalışamadığım ve yapamayacağımı bildiklerim de vardır. Ama tam da küçük arzularla çalıştığım için büyük arzulara yakınlaşırım.

“Kendimi Sevmiyorken Komşumu Nasıl Kendim Gibi Severim?” (Quora)

İnsan doğası tamamen kendine hizmet eder ve egoisttir. Bu nedenle kendimizi sevmekten başka bir şey yapamayız. Kendimizden nefret etsek bile, örneğin intihar etmek istesek bile, bu yine de kendi kendine hizmet eden bir hesaptan ortaya çıkıyor. Egoizm doğamızın temelidir ve onun üzerindeki her şey kendini sevmekten inşa edilmiştir. Tüm davranışlarımızın tek nedeni budur.

Varoluşun İki Kavramı

Soru: Dünyamızdaki tüm insanlık neden Yahudiler ve diğer uluslar olarak bölünmüştür?

Cevap: İnsanlığın iki parçaya net bir şekilde bölünmesi bir kere eski Babil’de gerçekleşti. Var olan küçük bir uygarlık birdenbire büyük bir egoizme daldı.

Babilliler, Yaradan’a ulaşmak, O’nunla yani doğa ile savaşmak için gökyüzüne bir kule inşa etmeye karar verdiler. O kadar egoist bir şekilde zıtlaştılar ki birbirlerini anlamayı bıraktılar.

Böylece ileri bir varoluşa ilişkin iki kavram ortaya çıktı. Bunlardan biri İbrahim’in önderliğinde oluşturulmuştu; ikincisi Kral Nemrut’un önderliği altındaydı.

İbrahim, kendini göstererek birbirimizi reddetmemize neden olan ve bizi ayrılmaya zorlayan egoizmin, onun üzerine çıkmamız için özellikle yaratıldığına inanıyordu. Bunu birbirimizle çelişmemize rağmen yaparsak ve tek yasa ve tek millet varken nasıl birlikte yaşadığımızı hatırlarsak, birbirimize bağlı tamamen yeni bir varoluş biçimi ifşa edeceğiz.

Ve o zaman, kendimizi maddi doğanın üzerinde hissederek, tamamen farklı bir yaşam hissedeceğiz: sonsuz, mükemmel ve hayvani varlığımızın sınırları içinde olmayan.

İbrahim, egoizmin bizim yükselmemizin bir aracı olduğunu söyledi. Ona bu şekilde davranalım, kendimizi ondan ayıralım, egoya dışarıdan bakalım ve onun üzerine yükselmeye başlayalım. Egoizm sürekli büyüyecek ve biz sürekli onun üzerine çıkarak doğanın ortak bir gücü gibi olacağız: sevgi, ihsan etme, birlik, uyum.

Bu, dönemin önde gelen kuramcılarından biri olan İbrahim’ın ortaya koyduğu bir metodolojiydi.

Ve Nemrut’un teorisi şöyle dedi: “Hayır, bizim içimizdeki egoizm bilim, sanat ve insan toplumunun ilerlemesi için gelişir. Ego ile birlikte gelişelim, üstüne çıkmayalım, egoist doğamıza dışarıdan bakmayalım, onun içinde yaşayalım.” Doğal olarak bu teori, kişinin kendisiyle savaşmasını gerektirmediği için büyük destek gördü.

Böylece insanlık iki kısma ayrıldı: küçük bir kısım İbrahim’le birlikte gitti (kelimenin tam anlamıyla birkaç düzine insan) ve geri kalanı Nemrut’u takip etti. İbrahim’in yöntemi bağ içindi ve ikincisi ise ayrılık içindi.

Ayrıca, birbirlerinden karşılıklı olarak nefret eden egoistler, küçük bir toprak parçası üzerinde nasıl geçinebilirler ki? Sonra Babilliler dünyanın her yerine yerleştiler. Bu, Genesis Rabbah kitabında, Josephus Flavius’un eserlerinde ve diğer eski kaynaklarda yazılmıştır.

“Kişi Dengeye Nasıl Ulaşır?” (Quora)

Bizler doğada var oluruz ve sıcaklık, basınç, titreşimler, dalgalar, radyoaktivite gibi muazzam miktarda doğal olgu bizi etkilemekte ve onlarla denge içinde yaşamamız gerekir.

Denge ile ilgili fiziksel yasa, çevresiyle denge halinde yaşayan bir organizmanın en rahat durumda olmasıdır. Sıcaklık, basınç veya başka bir parametre biraz artar veya azalırsa, organizma kendini kötü hisseder.

Doğada bu şekilde yaratılırız: doğada belirli sınırlar içinde var olabiliriz ve bu sınırlar içinde kendimizi çevremizdeki doğaya eşit hale getirmemiz gerekir. Örneğin, kışın, doğa ile dengede olmak için sıkı giyinmemiz gerekir ve yaz aylarındaysa tam tersi.

Bu, duyularımızla gördüklerimiz ve hissettiklerimizle ilgili dengedir. Ancak, doğanın algılanamayan başka bir kısmı daha vardır. Onun yasaları arzular düzeyindedir – özgecilik ve bağ kurma yasaları – ve onlarla dengede olmak için bu yasalara uymamız gerekir.

Sorun şu ki, bu yasaları bilmiyoruz. Bağış yaparak, fakirlere yardım ederek, başkalarını rahatsız etmeden, vergilerimizi ödeyip, yaşlılara karşıdan karşıya geçmelerinde yardım ederek ve diğer bazı görünüşte özgecil eylemlerde bulunarak, bu dünyada iyi insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. Peki, özgecilik ve bağ kurma yasaları ile denge kurmak için bu tür eylemleri yapmak yeterli değil mi?

Sadece yetersiz değil, aynı zamanda bu tür eylemleri yapmak, özgecilik ve bağ kurma yasasını yerine getirmek ilgili hiçbir şey ifade etmez çünkü bizler yalnızca her daim özgeciliğe zıt hesaplamalarda bulunan egoist aklımızla anladığımız şeyleri yapıyoruz. Doğa ile bütünüyle dengeye ulaşmak için doğayı incelememiz ve ona benzemeye çalışmamız gerekir.

Bu form eşitliği yasası, uymamız gereken tek yasadır. Her gün değişiyoruz, büyüyoruz ve başka biri oluyoruz. Bu yüzden, her gün ve hatta anbean, doğayla olan dengemizi düzeltmemiz ve ayarlamamız gerekir.

Bu bakımdan, doğa ile dengeye girebilmek için önce doğanın bizden ne talep ettiğini öğrenmemiz, sonra bu talepleri karşılayıp karşılamadığımızı kontrol etmemiz gerekiyor. Kabala bilgeliği bunun içindir. Kabala, doğanın ne olduğunu, nasıl çalıştığını, doğanın içinde ne olduğumuzu ve nerede olduğumuzu, doğayla uyum sağlama konusunda eksikliğini duyduğumuz duyu ve parametreleri ve onlarla nasıl dengeyi sağlayabileceğimizi ele alır. Kabala metoduna dahil olarak, kendimizi derece derece değiştirir ve doğayla dengeye geliriz.

Bağ Ne Kadar Güçlüyse, Arzu O Kadar Güçlüdür

Soru: Dostlarımız için doğru Hisaron’u (arzuyu) yaratacak gücü nereden bulabiliriz?

Cevap: Bunu kendi aranızda geliştirmelisiniz. Mesele şu ki, hem güç hem de arzu bir yerden değil, sadece yukarıdan, Yaradan’dan gelir. Ama hepsi ona ne kadar ihtiyacımız olduğuna bağlıdır.

Bazen: “Bize arzu ver!” diye talep ediyoruz. Ama elimizdekilerle düzgün bir şekilde baş edemiyoruz ve bu yüzden de bütün haykırışlarımız, yakarışlarımız, isteklerimiz, dualarımız hiçbir şey getirmiyor.

Bu nedenle, sadece bağınız ölçüsünde, bir talep için doğru dürtülerin veya yukarıdan bir arzunun, sizi geliştirecek ve büyütecek güce yükselme arzusu için, içinizde ortaya çıkacağını anlamalısınız.

Sadece aramızdaki ortak bir talebin tespiti ve onu Yaradan’a döndürmek bize bağlıdır.

Tek Kökü Keşfetmek

Soru: Kabala bilgeliğinin kişiye en üst hedefe nasıl ulaşacağını öğrettiği söylendi. Bunu yapmanın yolu nedir?

Cevap: Yaradan’a giden yol herkes için aynıdır, ancak her birinin kendi kişisel yolu vardır. Bu ne anlama geliyor? Bir yandan Yaradan’ı edinmenin yolu içsel bir kişisel deneyimdir, bu da onun yalnızca sizin deneyimleyebileceğiniz bir şey olduğu anlamına gelir. Baal HaSulam’ın dediği gibi, “Gözleriniz görecek, bir yabancı da değil.” Yaradan çok özenli, kişisel bir tutumla edinilir. Öte yandan Yaradan, aramızdaki iyi, açık, karşılıklı bir bağ vasıtasıyla edinilir.

Burada aslında bir paradoks vardır. Aramızdaki ortak bağı ifşa ettiğimizde, her birimiz bu bağda yalnızca kendi üst, tek ve bireysel kökümüzü keşfederiz.

Ardından, genel (son) ıslah adı verilen bir sonraki aşama gelir. Hiçbir Kabalist henüz bunu edinmediği için onun hakkında bir şey söyleyemem çünkü bunun için tüm insanlığın ıslahı gereklidir. Hepimiz ıslah olmak istediğimizde ve her kişi kendi köküne ulaştığında, tüm bireysel kökler tek bir büyük köke bağlanacak ve bu ıslahın sonu olacak. O zaman hepimiz kaynağımızı, tek ve eşsiz Yaradan’ı edineceğiz.

Birleşik Toplumsal Sistem

“Son Nesil” makalesinde Baal HaSulam,  sosyal eşitlik – “komün” kelimesinden türetilen komünizm olarak adlandırabileceğiniz, devletlerin olmayacağı, yalnızca tek bir toplumsal sistemin olacağı gelecekteki bir dünya hakkında yazar.

Orada her şeyi birbirine eşitleme, baskılama veya yapay olarak dayatılan ilişkiler mevcut olmayacak.  İnsanlar her şeyi anlayacak ve hissedecekler çünkü üst dünya onlara ifşa edilmiş olacak. Kabala’nın yardımıyla bunu kendileri keşfedecekler ve iyi ilişkiler içinde yaşarlarsa bunun kendileri için de iyi olacağını görecekler.

Örneğin, beş metre yükseklikten atlayarak veya ateşe elimi sokarak kendime zarar vermem çünkü kendime vereceğim zararı açıkça görebilirim. Benzer şekilde, insanların birbiri ile bağlantılı olduğu küresel sistem bize ifşa edilirse, o zaman tabii ki başkalarına zarar vermeyeceğim çünkü bana nasıl geri döneceğini göreceğim.

Sadece insanlığın tüm içsel bağlantısının sistemini anlamam gerekiyor ve o zaman hiçbir durumda birine zarar vermek istemem veya başkalarının pahasına daha iyi bir servet kazanmaya çalışmam çünkü bunu yaparak kendime kazandığımdan çok daha fazla zarar vereceğimi anlarım. Bağımızın sistemi bu şekilde çalışır ancak bu bize görünmez. Onu ortaya çıkarmamız gerekir.

Kabala bilimi bunu yapmamıza izin verir. O zaman hiçbir öğretiye, felsefeye, siyaset bilimine, oluşuma, karmaşık şeylere ihtiyacımız olmayacak. Sadece doğada var olan aramızdaki bağ sistemini ortaya çıkarmamız gerekiyor. İşte o zaman iyi çocuklar gibi kendi aramızdaki bağımızda doğru bir şekilde davranacağız.

Kimse Güvenilir Değilse Kime Güvenebiliriz?

Mark Twain’in Tom Sawyer’ın Maceraları’nda en sevdiğim esprilerinden biri, Tom’un “ışıltılı bir kahraman … yaşlıların evcil hayvanı, gençlerin gıpta ettiği” olarak tanımlandığı ve “idamdan kurtulursa başkan olacağına inananların” olduğu zamandı. Bu birkaç kelimeyle Twain, dünyamızdaki liderliğin özünü yakalamıştı. Zirveye çıkanlar en acımasız, en kararlı ve en gaddar olanlardır. Bugün, ikinci nitelik o kadar aşırı hale geldi ki, artık liderlerimize inanamıyoruz ve kesinlikle bizler için en iyisini uğruna çaba göstereceklerine güvenemiyoruz.

Belirli bir lideri ya da bir bütün olarak liderleri suçlamıyorum. Basitçe, insanların zirveye çıkarken birbirlerini devirmek için yarıştığı egoist bir dünyada, en tepedeki kişi açıkça herkesten daha fazla insanı çiğneyen ve yere seren kişidir. Özetle, egoist bir dünyada, zirveye ulaşmak için en büyük egoist olmanız gerekir.

Peki kime güveneceğimizi nereden bileceğiz? Bilmiyoruz ve bilemeyiz. Tek bildiğimiz karanlıkta olduğumuz.

Gerçeklere hiçbir şekilde erişilemeyen akıl almaz bir bencillik kültüründe, her türlü komplo teorisi makul görünür. Bir şey söyleyen veya yazan herkes, gizli bir gündem oluşturmaya çalıştığında neyin doğru olduğunu, gerçekte neler yaşandığını veya herhangi bir şey olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu yoktur.

Haberlerde biraz netlik kazanmanın ve liderlerimizden biraz iyi niyet görmemizin tek yolu mevcut sistemimize “Yeter!” demek ve tamamen bağımsız bir şey inşa etmektir. Böyle bir sistemin yol gösterici ilkesi “sadece bilgi” olmalı, yorum yapılmamalıdır. Yorum, bilginin çoktan çarpıtıldığı anlamına gelir. Bilgi, nedenini, kimin suçlanacağını ve kimi övmemiz gerektiğini değil, mümkün olduğunca sadece ne olduğunu söylemek anlamına gelir.

Aynı zamanda, kapsamlı bir kendini-eğitme süreci başlatmak zorundayız. Sadece neler olduğunu değil, neden her şeyi çarpıtıp saptırdığımızı da bilmek zorundayız. Başka bir deyişle, insan doğasını ve doğası gereği meseleleri kişinin kendi çıkarına hizmet eden, kendi öznel görüşüne göre nasıl ortaya koyduğunu bilmek zorundayız. Kendimizi bu bozukluktan “arındırmak” için, kişisel çıkarlarımızın üzerine çıkmayı ve başkalarına karşı eşit derecede olumlu bir tutum geliştirmeyi öğrenmeliyiz. Bu, olayları eşit ve doğru yorumlamamızın tek garantisidir.

Böyle bir tutum geliştirdiğimizde, dünyamızda gördüğümüz kötü şeylerin kendi içsel kötülüğümüzü yansıttığını keşfedeceğiz.

Başkalarına karşı olan kötü niyetimiz, kötü niyetin hüküm sürdüğü bir dünya yaratır ve böylece dünya kötülük ve zulümle dolar. Bu nedenle, olumlu liderlik yaratmak ve genel olarak dünyadan kötü niyetleri ortadan kaldırmak için ihtiyacımız olan tek şey içimizde iyi niyet oluşturmaktır. Başkalarına karşı iyi niyet beslediğimizde, dünyayı iyi niyetle dolduracağız. Sonuç olarak, dünya iyilik ve sevgiyle dolacak. Kendimizi değiştirerek, diğer insanları yönetme, hor görme ve çoğu zaman yok etme arzularımızla yarattığımız dünyadan zıt bir dünya yaratacağız.

 

“İnsanlar Açık Bir Kitaptır, O Nasıl Okunur?” (Linkedin)

Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da dünya çapında ivme kazanan ve “insan kütüphanesi” olarak adlandırılan özgün bir kütüphane var. Burada insanlar kitap ödünç almaya değil, insanlardan hayat hikayelerini paylaşmalarını istemeye geliyorlar.

Herkes gelip dünya görüşü ya da yaşam tarzı merak uyandıran bir kişiyi (örneğin bir mülteci ya da AIDS hastası, bir Tibetli keşiş ya da PTSD’den muzdarip bir asker, trans ya da uyuşturucu bağımlısı gibi) seçebilir ve onlarla sadece otuz dakika konuşabilir.

Şehrin göbeğinde bakımlı yeşil bir bahçede, röportaj yapılan kişiler hayatlarının hikayesini açık ve sakin bir şekilde anlatacak ve “okuyucu” özgürce soru sorabilecek ve diyalog kurabilecektir. Buradaki amaç, yaygın olarak zulme uğrayan canlı insanlarla tanışmak ve onlarla önyargı veya tabu olmadan yüzleşmektir.

Varsayımsal olarak, dünyadaki tüm insanların hikayelerini, her ne ve kim olursa olsun dinleyebilseydik, ortak bir şey keşfederdik: hepsi birer yıkım hikâyesidir ve çevrelerinin onlar üzerindeki etkisinin, çocukken aldıkları eğitimin ve onları yıllar içinde şekillendiren toplumun bir sonucudur.

Bölünmüş ve kutuplaşmış bir dünyada, hoşgörü inşa eden bir insan kütüphanesi girişimi, hem anlatıcı hem de dinleyici olarak insanlara yardımcı olabilir, ancak yalnızca ikisinin kafasını karıştırabilir. Anlatıcı, kendi anlatısına hapsolmuş bakışlarından konuşur çünkü hiçbir özel hayat hikayesi, gerçekten mutlu bir insanlıkla biten büyük ve ortak hikayemizi okumaya götürmez.

Ortak hikayemiz, tüm doğa ve insanlık sistemindeki her şeyi yönlendiren, önceden var olan ve sürekli işleyen bir plan olan yaratılış planıyla başlar. Büyük patlamadan başlayarak, cansızlarda sonsuz sayıda parçacığın yayılmasından, bitkisel, canlı ve insan derecelerinde yaratılış, tüm parçalarını birbirine bağlamaya, tüm ayrıntılarını toplamaya ve gruplandırmaya ve tüm yaratılanlar arasında birlik ve yaratılışın harika ahenkli gücü hissini getirmeye devam eder. Bütün hikaye budur.

Yaratılışın doğal evriminden kaynaklanan, bireysellik duygumuzu güçlendiren, bizi diğerlerinden ayıran ve bizi diğerlerinden üstün hissettiren bir diğer faktör olan, her insanda artan egoist doğa ile hikayenin konusunu karmaşıklaşır. Bu nedenle, paylaşılan hikaye gözden kaçırılır.

Sonuç olarak, insan kütüphanesindeki konuşmacılar, hayat hikayelerini “en çok satanlar” olarak damgalarlar ve hayat tecrübelerini gerçek bir kahramanlık gibi gururla şişirir ve yansıtırlar. Doğuştan egoist insan doğamızın nasıl olduğunu görmek yerine, diğerini yok etmek için erken yaşlardan itibaren herkeste işleyen kötü içgüdü, insan toplumu olarak bizi başkalarını suistimal etmeye yöneltmiştir.

Anlatıcı doğal olarak sorunu yumuşatacak, belirli bir renk tonuyla renklendirecek, diğerlerine muhtemelen takip etmeyecekleri tavsiyeler verecek ve kişisel örnek dinleyicinin kafasını karıştıracaktır.

Toplumu yöneten ve yaratılış amacına ulaşmamızı engelleyen yaygın bencillikten etkilenmek ve hayatın amacından saptığımızı anlamak yerine, biz sadece kendi yarattığımız yaşam biçimlerini övüyor, güzel sözlerle yaşatıyor ve hayatın özü olarak tanımlıyoruz.

Samimi insan sohbetinin engellenmesi veya yasaklanması yoktur, her birinin kimliğini geri almaya yer yoktur, ama en önemli şey, bu kişisel hikayelerde tüm hikayeyi, bir yeniden bağlanma hikayesini, insanlığın dostane ve destekleyici ilişkilerinin hikayesini ararken ortaya çıkan aynı gizli noktayı bulmak ve vurgulamaktır. Bu kitap herkesin açması içindir.

İnsanlık Kendi Programını Gerçekleştirecek

Soru: Kabalistler kaderlerini gerçekleştirmeden insanlık yok olursa ne olacak?

Cevap: Hayır. Bizler doğa denen bir sistemin içindeyiz. Bu sistem mutlak ve evrenseldir. Bizi kontrol eden ve önceden belirlenmiş bir hedefe götüren bir güçler ağının içindeyiz.

Bu hedef ve geçmemiz gereken tüm aşamalar, deyim yerindeyse gerçekleşti, sadece kendimizi bu aşamalara sokmalı ve onlarda dönüşümlü olarak var olmalı ve farklı seviyelere yükselmeliyiz. Adımların kendisi ve son durum (tam ıslah) zaten hazırlanmıştır.

Bu nedenle, hiçbir yıkım olamaz ama bizi gönüllü olarak, doğru seçimle, özgür irademizle yaratılış hedefine doğru yönlendirecek ve şu anda yaşadığımız küçük ıstıraplar tarafından yönlendirilmeyen büyük ıstıraplar olabilir.

O yüzden sakin olabilirsin, insanlığa bir şey olmayacak. O, programını yerine getirmekle yükümlü olacaktır.