Monthly Archives: Kasım 2021

Kendini Düşünmeyi Bırakanlar

Soru: Ludmila Kozakova size şöyle yazıyor: “Bir kişinin kendini düşünmeyi bıraktığında manevi bir embriyo haline geldiğini söylüyorsunuz. Ama kendini düşünmeyi bıraktığında aptal olarak kabul edilir. Bu konuda ne yapmalı?”

Cevap: Başkalarının ne düşündüğü önemli değil. Onların ne düşündükleri ne fark eder ki? Bana nasıl bakıldığına ya da bakılmadığına dikkat edersem, ne yani, onlara dava mı açmalıyım? Peki, başka ne yapmalı? Gerçeği hala aramalı, sürekli keskinleştirmeli ve onunla yaşamalıyız.

Yorum: Söylediğiniz şey ağır değil mi: Kişi kendini düşünmeyi bıraktığında manevi bir embriyo haline gelir mi? O tamamen durur!

Cevabım: Hayır, bu doğru değil. Sürekli aradığı üst güçle tamamen birleşip, onun içinde çözünmek ve onu daha çok ve daha çok hissetmek ister.

Kişi bunun içinde kaybolur ve bu yüzden ona embriyo denir. Ve sonra daha da büyür ve sadece bir fetüs değil, bir bebek, bir yetişkin olur ve bu üst güçle aynı seviyeye yükselir. Böylesine bir duruma ulaşan ve doğa seviyesine yükselen bir insan için bunun ne anlama geldiğini hayal edebiliyor musunuz – yukarı ve aşağı! Bu inanılmazdır! Bir yandan.

Öte yandan, bu bizim hedefimizdir ve bunu kendi irademize karşı başarmalıyız.

“Sessizlik Altındır” (Linkedin)

Öğretmenim Rav Baruh Şalom Aşlag (RABAŞ) ile sohbet ederek sayısız saatler geçirdim. Çoğunlukla, günlük sabah yürüyüşlerimiz sırasında yalnızken ya da sık sık gerçekleşen iki günlük Tiberias gezilerimiz sırasında konuşurduk.

Bir keresinde ona ben yanına gelmeden önce ne yaptığını sordum çünkü onunla tanıştığımda çoktan yetmiş üç yaşındaydı. “Yalnızdım.” dedi. Biriyle konuşmaya ihtiyaç duyup duymadığını sorduğumda basitçe “Hayır.” dedi.

Bugün, ayrılışından otuz yıl sonra ne demek istediğini anlıyorum. Odamda tek başıma oturuyorum ve dışarı çıkma ya da kimseyle konuşma ihtiyacı duymuyorum Burada yüz yıl oturabilir ve ne olursa olsun aldırmayabilirdim. Ara sıra geziyorum ama kapanmalar başladığından beri çoğunlukla tek başınayım ve gayet memnunum. Öğrencilerim olmasaydı ya da Kabala bilgeliğini dünyaya yayma gereği duymasaydım tek kelime etmezdim.

Bu konuda, benden önceki birçok Kabalist gibiyim. Onlar da günlerini boş konuşmalarla geçirmediler. Birlikte çalışıp otantik Kabala kaynaklarından okudular.

RABAŞ ve benim eskiden yaptığımız da buydu. Tiberias’ta olduğu gibi yalnız kaldığımızda bile, karşılıklı oturur, Zohar Kitabı ya da On Sefirot’un Çalışması aramızdaki masanın üzerinde açık olur, yanlarında bir fincan Türk kahvesi, okur, okur, okurduk.

Arada bir RABAŞ bir şeyi açıklamak için okumayı bırakırdı ya da ben metin hakkında bir soru sorardım, ama çoğunlukla, ortak, manevi bir duyguya yükselerek aramızda okur, bağ kurardık. Başka pek de bir şeye gerek olmazdı, hiç bir şeye.

Savaş ya da seçim gibi ya da İsrail’de halkı dalgalandıran önemli bir olay olduğunda, konu hakkında birkaç kelime konuşurduk, fakat uzatmadan, boş laf konuşmadan. Hayatın amacını bir an olsun düşünmekten vazgeçmezdik; her saniye önemliydi.

Mişna’da, Rabban Gamaliel’in oğlu Şimon’un şöyle dediği yazılıdır: “Tüm günlerimi bilgeler arasında büyüyerek geçirdim ve gördüm ki insan için sessizlikten daha iyi bir şey yok. Eylemler haricinde çalışma en önemlisi değildir ve çok fazla laf konuşan kişi günahı getirir ” (Avot, 1:16).

Kabalistler sessizdir çünkü kalpleriyle dinlerler. Hepimizin parçası olduğu, Adam HaRişon adlı insan sisteminin kalbi olan ortak kalbimizi dinlerler.

Egomuzun balonu içinde kilitli olarak doğarız; ortak kalbimizi duyamayız. Onun yerine sadece kendimizi dinleriz.

Rabaş’tan öğrendiğim şey egonun ötesinde, derinlerde, ortak kalbi dinlemektir. Ruhumuzun derinliklerinde, egonun sınırlarını aşmak ve ortak kalbi hissetmek için bir özlem vardır. Onunla bağlantı kurduğumuzda, dışımızda ne olduğunu gerçekten duyabileceğiz. Tüm insanlığın ruhuyla, tüm doğayla ve onlar aracılığıyla Yaradan ile konuşabileceğiz.

Manevi Çalışmanın Temeli

Yaratılışın amacı yaratılanları Yaradan’a tam olarak benzetmek, O’nunla birleşmektir. Bu, manevi çalışmanın temelidir.

Amaca, arzunun yerine doğru niyetin inşa edilmesiyle ulaşılır.

Doğru niyete kısıtlama (Tzimtzum) ve Masah denir. Tzimtzum egoist arzunun daralmasıdır. Ve egoist arzu, özgecil niyete uygun olarak bir dereceye kadar ifşa olduğunda buna Masah denir. Aslında, perde eylemi kontrol eder.

Yaratılış düşüncesi, ortaya çıkan tüm egoist arzular için, yavaş yavaş bir daralma yaratılabileceğidir: önce, bu arzuyu hiç kullanmamak, sonra bir Masah, ihsan etme niyeti edinmek ve bu niyet ölçüsünde arzuyu hafifçe açmaya ve ona niyeti eklemeye başlamak.

İhsan etme uğruna bu şekilde alıyoruz. Bu, insanın ilkel arzusunu (alma arzusu) ıslah etmenin anlamıdır. Bu, insanı Yaradan ile bir olmaya, O’na tam benzemeye yönlendiren yaratılışın niyetidir.

Ve kişi ıslah metodunda ustalaşmada ne kadar ilerlerse, onun içinde daha fazla egoizm ifşa olur ve sağ ve sol çizgileri doğru bir şekilde karşılaştırmak ve kendi üzerinde doğru çalışmaya gelmek için egoizmine o kadar fazla Masah koyması gerekir.

 

Yapay Zeka Bir Ruh Edinebilir Mi?

Soru: Yapay zeka bir ruh edinebilir mi?

Cevap: Birincisi, bu zeka değildir. Neye zeka diyeceğimiz, neye demeyeceğimiz konusunda aramızda anlaşalım.

Farklı hareketleri doğru hesaplayabilen bir makine akıllı mıdır? İnsan kadar entelektüel olacak bir makine yaratma imkanımız yok. Bunu, edindiğim ilk meslek olan biyosibernetik konusunda bir uzman olarak söylüyorum. Biyolojik, Tıbbi Sibernetik alanında bir üniversiteden mezun oldum.

Biyosibernetik, canlı bir vücuttaki cihazlar, sibernetik aygıtlarla ilgilidir.

Bizden daha akıllı, bizden çok daha hızlı düşünen makineler yapabiliriz ama “zeka” kavramını tanımlıyorsak bu imkansız görünüyor çünkü zeka bize yukarıdan verilen bir özelliktir ve aynı özelliği mekanik veya biyolojik bir malzemede tam olarak oluşturamayız.

Bu nedenle makineler asla insanlardan daha zeki olmayacaklar. Evet, daha becerikli olabilirler ama daha zeki olmayacaklar. Hesaplamaları daha hızlı yapacak, hatasız çalışacak vb. ama entelektüel olarak bir insandan daha zeki olamayacaklar.

Yorum: Buna göre ruha sahip değildir.

Cevabım: Kesinlikle. Ruh, yukarıdan Yaradan’ın bir parçasıdır.

“Çocuklara Hangi Yararlı Şeyler Öğretilmelidir?” (Quora)

Çocuklara öğretilmesi gereken en faydalı şey, bir insandan insan yapmak için hayata karşı bir tutum ve yaklaşımdır.

Çocukların bir hayat felsefeleri, hayata karşı net bir tavırları yoktur ve kendilerini toplumda, birbirlerine karşı nasıl konumlandıracakları, kısacası nasıl insan olacakları hakkında hiçbir fikirleri yoktur. Çocuklar büyüdükçe çok şey değişecektir, ancak değişimler boyunca kendilerine, topluma, ülkelerine ve dünyaya karşı sağlıklı bir tutum geliştirmelidirler.

Tüm insanlarda geliştirmemiz gereken ve küçük yaşlardan itibaren öğrenilmesi arzu edilen temel tutum “Komşunu kendin gibi sev”dir.

Biz, birlikte kendimizi şekillendirmeyi ve başkalarını sevmeyi umut ediyoruz. Bu kişinin bireysel hayatında, toplum hayatında başarının şifresidir ve her zaman için geçerlidir. Ancak bugün, tüm insanlar arasında ortak bir sevgiyi gerçekleştiremezsek, geleceğimizin olmayacağı bir aşamaya geldik.  Birbirimizle karşılıklı olarak düşünceli ve sevgi dolu bir ilişki kurmadan, gelişmiş teknolojiler ve endüstriler kurduk, haliyle inşa ettiğimiz her şey bizim zararımıza çalışmaktadır.

Bu nedenle, çocuklarımızın uyumlu ve barışçıl bir dünyada yaşayabilmeleri, yaşamlarında nasıl mutlu ve başarılı olabileceklerini bilmeleri için öncelikle çocuklarımızdan nasıl insan yapacağımıza odaklanmalıyız.

“Covid – Kariyer Yok Edici” (Linkedin)

Covid içinde olmamız henüz iki yıl bile olmadı, ancak virüsün medeniyette devrim yarattığı şimdiden açık. İş, okul ve eğlence gibi yakın zamana kadar hafife aldığımız şeyler birçok düzeyde tartışılır hale geldi. Virüs sadece sağlığımızı ve hayatımızı etkilemiyor; kendimizi insan ve toplumun üyeleri olarak nasıl gördüğümüzü değiştiriyor.

Virüs üzerimize inene kadar, insanları büyük ölçüde kariyerlerine, işlerine ve yaşam tarzlarına göre etiketledik. Kariyer sahibi olmak eskiden başarının simgesiydi. Sözcüğün romantik bir tonu vardı ve sık sık “iş” gezileri, şirket kredi kartları, lobisinde bir bekçi bulunan yüksek bir apartman dairesi imajları ve diğerlerinin imreneceği bir sosyal statüsü vardı.

Covid bu cazibeyi bir şekilde azalttı. İnsanların kariyer fikrini tamamen reddetmiyor ancak iki yıl önce olduğu kadar kıskanılacak bir şey değil, ve çekiciliği basitçe azalıyor.

Hâlâ para istiyoruz ve her zaman da isteyeceğiz, ancak çok para kazanmak için çok daha az bedel ödemek istiyoruz. Sosyal bir statü için sosyal hayatımızı, diğer ilgi alanlarımızı, iç huzurumuzu ve aile zamanımızın çoğunu feda etmeye istekli değiliz. Kısmen, bunun nedeni artık onu çok cazip bulmadığımız ve kısmen de başkalarının kariyer “unvanlarımızı” kıskanılacak bulmamasıdır. Ofiste geçirdiğimiz uzun saatleri, sık uçuşlarımızı görüyorlar ve hayattan zevk almak yerine çok çalışmak zorunda kaldığımız için bize acıyorlar.

Ancak salgın, çalışma algımızı değiştirmekten daha fazla derinlere ulaştı. Yavaş yavaş, hiper kapitalist bir dünyada hayatta kalma baskısı altında yıllarca bastırdığımız “büyük” soruları içimizde yeniden uyandırdı: hayatın anlamı hakkındaki sorular.

Tıpkı ısınan iklimin permafrostu eritip atmosferimizin bileşimini değiştiren gazları dışarı salması gibi, virüs de kalplerimizdeki buzu eritiyor ve onları toplumumuzdaki atmosferi değiştiren uzun zamandır donmuş olan duygulara açıyor. Daha fazla toplumsal ve daha az bireysel düşünmeyi öğreniyoruz.

Enfeksiyon korkusu, sağlığımız için başkalarına bağımlı olduğumuzu kabul etmemizi sağladı. Şimdi, Koronavirüs nedeniyle tedarik zincirlerinde yaşanan krizle birlikte, yiyeceklerimiz için, bir şeyler için ödediğimiz ücret için, tatil hediyeleri alabilmemiz için, eğlencemiz, sosyal hayatımız için ve okullarımız ve eğitimimiz için birbirimize bağımlı olduğumuzu fark etmemizi sağlıyor.

Farkında olmayabiliriz ama virüs bize değerlerimizi yeniden gözden geçirmeyi öğretiyor: kimi büyük ve hayranlık uyandırıcı ve kimi küçük gördüğümüzü. İnsanları ne kadar kazandıklarına göre değil, topluma ne kadar katkıda bulunduklarına göre yargılamayı öğretiyor. Sağlık ve tıp çalışanlarını alkışlayarak başladık, sonra süpermarket çalışanlarının vazgeçilmez olduğunu kabul ederek ilerledik ve şimdi fark ediyoruz ki, yaşamamızı ve kendimiz için endişelenmemizi sağlayanlar bu görünmez insanlar.

Virüs sayesinde sonunda her insanın benzersiz olduğunu öğreniyoruz çünkü her insan topluma başka birisinin yapamayacağı özel bir katkı yapabilir. Benzersizliğimiz konusunda hepimiz eşitiz.

Her insanın eşsiz olduğunu kabullenme süreci tamamlandığında, kalbimizdeki nefretin gittiğini göreceğiz. Her birimizin ne kadar değerli olduğunu fark edeceğiz ve bu gezegendeki her bir insanın varlığına minnettar olacağız. Bu gerçekleştiğinde, kariyer yok eden ve birliği ve barışı oluşturan Covid’e şükran duyacağız.

Üst Dünya İle Temasın Faydası

Soru: Yahudileri sınır dışı eden ülkeler neden hızla geriledi ve tam tersi, onları kabul eden ülkeler gelişti?

Cevap: Gerçekten de, Yahudilerin İspanya’dan Avrupa’nın geri kalanına taşınıp bir ülkeden diğerine sürüldükçe yükseliş ve düşüş dalgalarının onlara eşlik ettiğini görüyoruz.

Gerçek şu ki, benimsedikleri metot, kalpteki nokta, maneviyatla bağ ve üst dünyayla temas, kişiye bu dünyayı, onun nasıl çalıştığını, içinde ne olduğunu, sıradan bir insanın sahip olmadığı güçlerin perde arkasında nasıl çalıştığını anlama yeteneği verir.

Soru: Bu kalpteki noktanın, üst güç ile bağlantısı sadece Yahudiler arasında mı var?

Cevap: Evet. Belki de bu algıdan uzaklaştırılmış olduğunuz için üst gücü açıkça hissetmiyorsunuz. Fakat buna rağmen, bir şekilde sezgisel olarak sizin içinizde mevcut. Bankacılıkla, zanaatkarlıkla, bilimle veya müzikle uğraşsanız bile, ne olursa olsun, bu size aslında başkalarında bulunmayan evren hakkında daha derin ve daha geniş bir anlayış sağlar.

Ancak kim olursa olsun Kabala metodunu çalışmaya başlarsa, İbrahim’in grubunun bir zamanlar yaptığı gibi kendini geliştirir ve üst dünya hissine erişirse bunu elde edebilir. O zaman kişi, dünyamızın ötesinde var olan ve bizi sarıp yöneten üç boyutlu küreye ulaşacaktır. Manevi kökleri görecek ve burada neler olduğunu sezgisel olarak hissetmeye başlayacaktır.

Bu nedenle, onu günümüz Yahudilerinde görmesek de, kendileri farkında olmasalar da, o zamandan beri içlerinde tamamen değersiz başarılarda kendini gösteren manevi izler vardır. Bu, süreci hızlandırmak ve egoist gelişim yolunun çıkmazını göstermek için gerçekleşir.

Ben, Grup, Yaradan

Soru: Yaradan’dan istemek dostlardan istemek anlamına mı gelir?

Cevap: Hayır. Yaradan’dan istemekle dostlardan istemek aynı şey değildir. Yaradan bir dost değildir. “Ben, grup, Yaradan” deriz, bu da bu üç parametreyi birleştirmem ve bunların birbirine bağlı olduğunu görmeye çalışmam gerektiği anlamına gelir.

Dostlarla nasıl ilişki kurarsanız, Yaradan ile de öyle ilişki kurduğunuzu hayal edin. Dostlarla doğru ilişkiler kurmak için ihsan etme gücüne ihtiyacınız var ve ben bu gücü Yaradan’dan istiyorum.

Öncelikle, Yaradan’a bağlanmalıyım ama bunu yapacak güce sahip değilim ve bu yüzden Yaradan’a (1) dönüyorum, O’ndan bağ kurma gücünü (2) almak için.

Yaradan’a nasıl döndüğüm fark etmez ama dostlarla bağlanmak için bu güce ihtiyacım var çünkü bu olmadan, onlarla hiçbir bağ kuramayacağım. Ben bir bireyciyim ve kimseyle bağ istemiyorum. Kabala bilgeliğine ulaşan insanlar mutlak bireyselcilerdir.

Yaradan’dan talebim, O’ndan grup (3) ile birleşme gücünü almaktır. Bu güçle gruba dönüyorum, grubun etkisini alıyorum ve böylece Yaradan’ı buluyorum. Bu şekilde çalışır (çizimdeki yeşil çizgi).

Bağ kurma gücüne sahip olmak için önce Yaradan’ı kullanırım ve o zaman onu zaten Yaradan olarak keşfederim.

 

Doğanın Kategorileri ve Onların Edinilmesi

Soru: “Yokluk” veya “hiçlik” bir şeyin yokluğunu ele alan bir kategoridir. Fizikte buna boşluk denir. Ancak boşluk, bazı nesnelerin yokluğu olsa da, içinde alanlar vardır. Ve Kabala bilgeliği “yokluk” ve “yokluktan varoluş” terimleriyle ne anlatır?

Cevap: Yokluk ve yokluktan varoluş farklı şeylerdir.

Yokluk, herhangi bir yerdeki, hacimdeki veya boşluktaki herhangi bir şeyin eksikliğidir. Bu nedenle, “yokluk”, “hiç” veya “hiçlik” dersek, söz konusu yerde, formatta veya kategoride basitçe hiçbir gücün bulunmadığını söyleriz.

Ve yokluktan varoluş, var olan bir şeydir. Bu nedenle “varlık” veya “öz” olarak adlandırılır.

Dolayısıyla yokluk vardır ve yokluktan ortaya çıkmış bir şey vardır. Ama bu nasıl ortaya çıkabilir? Ne ölçüde var olur? Bu şeyin hangi özellikleri vardır ve onu en azından kim hissedebilir ve doğrulayabilir? Kime ve neye göre var olur?

Bunların çok derin, ciddi, felsefi sorular denilebilir ancak Kabala’da bunlar basit, açık bir şekilde ele alınır ve her birinin kendi yeri vardır.

Önce en ciddi durumlardan birini hemen tartışmak zorundayız: bahsettiğimiz her şey, doğayı edinen ve onda yokluğu, varlığı, var olmayı, hiçliği, vb. bulan bir insanda gerçekleşir. Bu, belirli çabalar gösteren herhangi bir kişinin bu doğa kategorilerine ulaşabileceği anlamına gelir.

Soru: Öyleyse bunlar kişinin dışında kendi başlarına var olmazlar mı?

Cevap: İnsanın dışında olan hakkında, hatta Yaradan hakkında bile konuşamayız çünkü doğanın üst gücü yine içimizde hissedilir. Bu nedenle İbranice’de Yaradan’a “Boreh”, “Bo-reh“—”gel” ve “gör” denir. Yani gelip gördüğünde onu edinirsin ve onu tanımlarsın. Bu, sizinle ilgili olarak “Boreh” olarak adlandırılacaktır.

Soru: Ulaşılamayan ve görülemeyen bir güç anlamına gelen bir terim var mıdır?

Cevap: Şayet ona ulaşmak ve görmek mümkün değilse, onu nasıl tanımlayabilirsiniz? Hissetmediğimiz şeyi herhangi bir isimle adlandıramayız ve bu nedenle bunun hakkında konuşmayız.

Doğayla Dengeyi Yeniden Kurmak

Cansız, bitkisel ve hayvansal doğaya müdahale etmeme söz konusu olduğunda, “Pençelerinizi doğaya kaldıramazsınız, ormanları, kuşları, hayvanları vb. yok edemezsiniz; her şey itinayla ve dikkatli bir şekilde yapılmalıdır.” deriz.

Ve konu insan doğasına gelince bu konuda zayıfız ve bu yüzden bir şekilde kendimiz ile çalışmalıyız. Ama kimse bunu istemez. Bütün sorun budur.

Kabala bilimi ekolojiden değil, genel, özellikle küresel homeostaziye zarar verdiğimiz için, bizim doğa ile dengemizi nasıl yeniden kuracağımızdan bahseder. Ve doğanın en zararlı nesnesi insandır.

Ama sadece kendini düşünen bir insan nasıl doğanın bütünsel bir parçası olabilir?

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerde, homeostaziyi, içsel kabullenmeyi ve tüm parçaların uyumunu sağlayan yasalar vardır. İnsan buna sahip değildir. Bir insanı doğa ile bilinçli bir dengeye getirmek için, onun ne olduğunu ve ona nasıl ulaşılacağını anlaması gerekir.

Başkalarıyla dengeye gelebilmek için, her insan başkalarının arzularını ve başkaları da onun arzusunu dikkate almalıdır. Buna karşılıklı garanti, karşılıklı kabullenme yasası denir.

Esasen insanlık bunu bir şekilde yapmak ister. Sonuçta, benimsediğimiz tüm yasalar, karşılıklı garanti yasasının bilgisizliğini telafi etmek istiyor gibi görünüyor, ancak bu telafi, çarpıtmalarla birlikte zayıf ve tek taraflıdır.

Gerçek şu ki, bu yasanın uygulanması, insanlığa ve doğanın diğer tüm alt katmanlarına -cansız, bitkisel ve hayvansal- tam bir denge sağlayacaktır. Bizler buna ulaşmalıyız.

Üstelik, bunu başarmaya başladığımızda, doğal değişim yasalarını keşfedeceğiz. Ve o zaman her şeyde büyük atılımlar yapabileceğiz çünkü her seviyedeki insanlar  (eşler, ebeveynler ve çocuklar, patronlar ve astlar, kendi aralarında astlar, kendi aralarında patronlar vb.) arasındaki ilişkiyi nasıl düzgün bir şekilde organize edeceğimizi anlayacağız.

Doğaya uygun olarak bu ilişkilerin nasıl kurulacağını net bir şekilde algılayabilir olacağız.