İnsanlar Neden Motivasyonlarını Kaybeder?

Bizler arzularımızla hareket ediyoruz ve zamanımızda bu arzularımız bireysel doğrusal gelişimine son veriyor ve yeni bir kolektif ve bütünsel gelişim aşamasına giriyorlar.

Başka bir deyişle arzularımız, bireysel arzular olan gıda, seks, aile ve barınmadan, sosyal arzular olan para, şeref, kontrol ve bilgiye doğru, nesiller boyunca artmıştır ve bizim çağımızda, geçmişteki arzularımız gibi doğrudan yerine getirilemeyen yeni bir arzu ortaya çıkmıştır.

Bu yeni arzu ancak diğer insanlarla uyumlu bir bağ ile yerine getirilebilir. Bu binlerce yıldır nasıl geliştiğimize dair temelde yeni ve farklı bir gelişmedir ve bu yeni arzunun ortaya çıkmasından sonra hayatlarımıza nasıl yön vereceğimizi henüz kavrayamadık.

Çağımızda ortaya çıkan küresel bağlantılı teknolojiler ve ekonomiler gibi olaylar, bu yeni arzunun yüzeysel bir ifadesidir. Başka bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan sistemler yarattık, ancak henüz tutumumuzu olumlu bir şekilde birbirimize bağlamadık. Teknolojik ve ekonomik yollarla yüzeysel olarak bağlanmak, nihayetinde bizi tatmin etmekte başarısız oluyor çünkü zihinsel ve duygusal düzeyde pozitif bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. Bunu yapmak, hayatlarımızda yepyeni bir tür tatmin ortaya çıkaracaktır.

İçsel olarak bağımsız kalarak, dışsal olarak ne kadar çok bağ kurarsak ve kendimizi geçmiş yöntemlere göre yerine getirmeye ne kadar devam edersek, o zaman bedensel/maddesel çeşitliliğimizde ortaya konan zevklerin: yemek, seks, aile, para, şeref, kontrol ve bilgi peşinden koşarken motive kalmayı o kadar zor buluruz. Bununla birlikte, aynı şekilde içimizde ortaya çıkan bu yeni arzunun, nihayetinde ne istediğini ve onu nasıl yerine getireceğimizi henüz daha kabullenemedik.

Motivasyonumuzu ve yaşama sevincimizi yepyeni bir düzeyde tazelemek için yeni bir yönteme, yeni eğitime ve yeni ortaya çıkan bu arzu ile tanışmamıza,  bireyci-doğrusal bir paradigmadan bütünsel-analog bir paradigmaya önemli bir geçiş çağında nasıl yaşayacağımıza ve yeni bulduğumuz karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirine bağlılığımızı uyumlu bir şekilde nasıl gerçekleştirebileceğimize rehberlik edecek etkilere ihtiyacımız var.

Günümüzde pek çok insan motivasyonunu kaybediyor çünkü artık bireyci kendi kendine hizmet yollarıyla kendilerini memnun edebileceklerini hissetmiyorlar. Bu nedenle, kendimizi tamamlama/memnun etme şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor: Başkalarını tamamlamak için samimi bir niyet inşa etmemiz ve birbirimizi tamamlamayı hedeflediğimizde, mükemmel bir yaşamdan daha azını keşfetmeyeceğiz.

Dahası, karşılıklı sorumluluk ve birbirine bağlılık kanunları olan doğa kanunları, bu gelişmenin arkasında durmaktadır. Doğa kanunları, birbirimizle gittikçe daha fazla bağ kurmamıza rehberlik ediyor. Dolayısıyla, artan bağımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmek için ne kadar aktif adımlar atarsak, doğanın yasalarına o kadar çok uyum sağlar ve buna bağlı olarak, yeni kurulan bağımıza girmek için doğada ikamet eden olumlu güçleri uyandırırız. Bu gerçekleştiğinde, şu anda bildiğimiz ve hissettiğimiz her şeyin dışında, sınırsız yaşamın tadına varacağız ve bizi egoist benliğimizden çıkıp başkalarıyla uyumlu bir şekilde bağ kurmaya teşvik eden bir atmosferden kaynaklanan yepyeni bir motivasyon dalgası hissedeceğiz.

Nefret Dedektörü

Pandeminin bir sonraki aşaması Koronavirüsün bizi ona doğru götürdüğü, kötülüğün ifşasıdır. İçsel ayrılığımıza uygun olarak birbirimizden uzak durmamız gerektiğini anlayacağız. Yavaş yavaş, maddi ve manevi dünya arasındaki bağlantı tezahür etmeye başlayacak.

Bu nedenle salgının sona ereceğini düşünmüyorum.  İlaçlar ortaya çıkacak, ancak yardımcı olmayacaklar ve eğer bir virüs için yardım ederlerse, bu sadece bir başkasını, daha da tehlikeli olanı ortaya çıkarmak için olacaktır.

Koronavirüs bize dış parametrelerde birbirimizle olan içsel ilişkimizi göstermektedir: Birinden “iki metre kadar” ve birinden “yirmi metre kadar” nefret ediyorum. Karantina mesafesi aramızdaki nefreti yansıtmaktadır. Eğer onlara iyi davranmazsam birine yaklaşmam yasaktır. Belki birisine çok yaklaştığınızda vızıldamaya başlayan bir detektör bile icat ederler.

Buna kötülüğün ifşası denir çünkü insanlara ne kadar kötü davrandığımı ve tavrımı düzeltmem gerektiğini anlarım. Bu Koronavirüsün tedavisi olacaktır.

Manevi alanda yakınlığımız, niteliklerin benzerliği yasası tarafından belirlenir. İşte bu yüzden bu dünyada başımıza böyle olaylar geliyor. Yeni bir gerçeklik algısı kazanıyoruz çünkü sizin hakkınızda nasıl düşündüğüme (iyi veya kötü) bağlı olarak size yakınlaşabilir veya uzaklaşabilirim. Eğer gerçekten sizin için en iyisini istiyorsam, daha da yakınlaşabilirim. Ama sadece belirli bir sınıra kadar, bundan fazlası değil! Aramızdaki sınırı hissederim.

Manevi bir alandaki yüklü parçacıklar gibiyiz, gelişigüzel yakınlaşamayan veya uzaklaşamayan, ancak her zaman aralarında bir denge sağlayan. Böylece niteliklerimizin eşitliği ya da farklılıkları ölçüsünde birbirimize doğru yüzdüğümüzü hissetmeye başlarız. Tutum değiştikçe mesafe değişecek ve her şey o kadar net hale gelecek ki, kendimizi hızla ıslah etmemize ve tek kalp tek bir adam gibi olmamıza izin verecektir.

Aramızda hiçbir fark olmayacak – sadece tek bir ortak arzu. Hastalıklar ve virüsler olmayacak. Virüs, bizi bu duruma, ortak kucaklaşmaya getirdiği için yararlı olacaktır.

Asıl mesele, doğada saklı olan üst gücün yardımına ihtiyacımız olduğunu bulmaktır. Bu güç yaşamın kaynağıdır ve bu nedenle tüm yaratılış parçacıklarını yaratır ve yaşam duygusuna ulaşıncaya kadar onları geliştirir. Bu nedenle, tüm seviyelerde artı ile eksiyi birleştirebilen bu kuvvete ihtiyacımız var, böylece o, insan seviyemizde bize yardımcı olabilir.

İnsan seviyesinde bu güç, bizim çağrımız olmadan kendiliğinden gelmeyecektir; bize özgür seçim bırakmaktadır: o, bizlere sadece negatif bir güç olarak görünerek bizi uyandırır, böylece aramızda olumlu davranmayı talep ederiz, söylendiği gibi: “Karı ve koca – aralarında Shechina.” Bu hep birlikte istememiz, talep etmemiz ve dua etmemiz gereken şeydir.

Tek bir çıkış yolumuz var: kendimizi düzeltmek ve o zaman aramızdaki iyi bağ, virüsün kendini göstermesine izin vermeyecek. Bunu anlayana kadar Koronavirüs yok olmayacak.  Çeşitli değişimlerle yeniden doğacak ve hayatımızı zehirleyecek ta ki sadece birbirimizle ilişkilerimizi geliştirerek virüsü etkisiz hale getireceğimizi anlayana kadar.

Aksi takdirde virüs, insandan hayvanlara, hayvanlardan böceklere, savaşması imkansız olan çok daha küçük olanlara geçecektir. Virüs her yerde olacak! Böcekler, sinekler ve kuşlar tarafından taşınacak ve bizi her sivrisinekten korkmaya zorlayacak. Ve en önemlisi, ürünlere virüs bulaşacaktır.

Kendimi bir eve kilitleyip, onu kaleye çevirebilirim ama bu kalenin içinde erzaklara ihtiyacım vardır. Ve tüm ürünler virüslü olacaktır, herhangi bir domates, salatalık veya su şişesinde her yerde virüs olabilir. Sonuçta, herkes egoizme sahiptir, bu da hepimizin acı çekeceği anlamına gelir. Evden çıkamayabilirim ama nefes almam gerekir ve hava ile birlikte virüsleri soluyacağım.

Başka nasıl şöyle demeye itilebiliriz: “Yeter! Düzelme uğruna her şeyi yapmaya hazırız.”

En Önemli Şey Birbirine Bağlı Kalmaktır

Yaradan için özlem duyarsak, bizi düzelten, yakınlaştıran ve organize eden ıslah eden ışığı çekeriz. Gün geçtikçe bize yeni düşünceler ve yeni arzular geldiğini hissederiz. Onlar tesadüfen hiç yoktan ortaya çıkmazlar; tüm bunlar, içinde var olduğumuz tek sistemin unsurları gibi, bilinçli olarak gerçekleşir.

Tesadüfî hiçbir şey yoktur. Bu yüzden dünkü kadar keskin olmadığım için kendimi suçlamamalıyım. Dün daha ciddi düşünüyordum ve daha derin hissediyordum ama bugün birdenbire bunu yapamıyorum. Oysa tüm bunlar benim koşuldan koşula doğru ilerlemem için yukarıdan organize edilmiştir.

İhtiyacımız olan en önemli şey birbirine bağlı kalmaktır. Yapmamız gereken tek çaba budur. Ve diğer her şey yukarıdan ayarlanacaktır.

Sonsuzluk Dünyasında

Sonsuzluk dünyasında herhangi bir edinime sahip değiliz, çünkü tüm edinimimiz yalnızca bir sona sahip olan yerde mümkündür. Hissiyat yalnızca her şeyin bittiği sınırda gelir. Bu nedenle sonsuzluk koşulu içindeki hiçbir şeyi algılayamayız veya anlayamayız.

Bu sanki açık kozmosa atılmış ve karanlıktan başka bir şey yokmuş, tek bir ışık huzmesi yokmuş ve üst, alt, sağ veya solun nerede olduğu belli değilmiş gibidir. Hiçbir şey anlamıyorum, sıfır yerçekiminde dönüyorum ve nerede olduğumu ya da bana ne olduğunu hissetmiyorum. Buna sonsuzluk dünyası denir.

Sonsuzluk dünyasının merkezi noktası, her şeyin bittiği noktadır: hem arzu hem de ışık. Kara bir delik gibidir.

Kıskançlık Bilgeliği Artırır

Soru: Bilgelerin “Kıskançlık bilgeliği artırır” ifadesi ne anlama geliyor? Neyle ilgili?

Cevap: Bilgelere baktığımda, onlara olan kıskançlığım beni onlar gibi olmak için çalışmaya ve öğrenmeye itiyor demektir.

“Kıskançlık, arzu ve onur, bir kişiyi bu dünyadan çıkarır” diye yazılmıştır yani onu şu anda bulunduğu yerden daha yüksek bir dereceye yükseltir.

Yorum: Aristoteles, insanların zaman, yer, yaş ve şöhret açısından kendilerine yakın olanları çoğunlukla kıskandığını belirtmiştir.

Benim Yorumum: Elbette sonuç olarak birkaç bin yıl önce yaşamış olanları kıskanamam.

Kıskandığım bir kişiyle bazı ortak anlayış ve duygu seviyelerine sahip olmalıyım. Julius Caesar veya Tamerlane çok uzakta ve benim için anlaşılmaz. Kıskançlığın nesnesini hayal etmeliyim, onun yerinde ne hissedeceğimi anlamalıyım ve sonra kıskanabilirim.

Ailede Lider

Soru: Şimdi, insanlar karantinayken, liderlik için bilinçaltı bir mücadeleye başlıyorlar. Psikologlar, uzun süredir birlikte olan kişilerin bu şekilde iddialı olmaya çalıştığını söylüyor.

Karantina döneminde ailede kim lider olmalıdır?

Cevap: Virüs. O, yakınlığımızın boyutunu belirlemelidir.

Her şeyin egoizmimize bağlı olduğu konusunda çok net olmalıyız. Virüs, egoizmle birlikte ortaya çıkar ve onunla birlikte yok olur. Bu nedenle bir çift, bu egoizm yani virüs onlardan olabildiğince uzak olacak şekilde davranmaya çalışmalıdır.

Görünürde Bir Aşı Olmadan Tek Tedavi Önleyici Tedbirdir

Facebook Sayfamdan, Michael Laitman 23/10/20

Birleşik Krallık Hükümeti Baş Bilim Danışmanı Patrick Vallance, geçtiğimiz günlerde Londra’daki Ulusal Güvenlik Strateji Komitesine “enfeksiyonu tamamen durduran gerçekten virüsten arındıran bir aşı yapma olasılığımızın düşük olduğunu” söyledi. Bu tahmin ne kadar ürkütücü olsa da, Vallance’ın virüsün etkisini küçümseme ihtimali var. Daha olası senaryo, virüsün insanlardan hayvanlar alemine, bitkilere ve oradan tekrar insanlara yayılacak olmasıdır. Düzenli yöntemler kullanarak onu yenmek imkansız olacaktır. Tek seçeneğimiz yaşam tarzımızda devrim yapmaktır.

Halihazırda, Ulusal Bilimler Akademisi Bildirilerinde yer alan bir raporda, kedi ve köpeklerin yeni Koronavirüs tarafından enfekte olabileceğini ve bunu evcil hayvanlara bulaştıranların insanlar olduğunu doğruluyor. Gerçi şimdiye kadar hayvanların insanları enfekte ettiğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, deneyimler Koronavirüsün her zaman değiştiğini ve yarın evcil hayvanlar aracılığıyla bulaşmayacağından emin olamayız.

Daha da endişe verici olan, Çin’deki Qingdao Sağlık ve Güvenlik Komisyonu, Qingdao limanında pozitif deniz ürünü örneklerinin tespit edildiğini ve mevcut kargoyu boşaltan iki işçinin enfekte olduğunu bildirdi. Evcil hayvanlarımız ve yiyeceklerimiz yoluyla bile bize bulaşabilecek bir virüs için aşı olmadan kendimizi nasıl koruyacağız? Kendimizi virüsten koruyamayız, ancak ortaya çıkmasının nedenini ortadan kaldırabiliriz ve bu da virüsü ortadan kaldıracaktır.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, hayvanlar aleminden insanlara bir dizi virüs geçti. HIV AIDS, Ebola ve SARS sadece birkaç örnektir ve bilim adamları, hayvanların yaşam alanlarını mahvettiğimiz ve onları bize yaklaştırdığımız için, daha pek çoğunun “tüpte” olduğu konusunda uyarıyorlar. Aynı zamanda, yozlaşmış yaşam tarzımızla bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizleri, tanıdık olmayan patojenlere karşı daha savunmasız hale getirdik.

Sağlıklı bir gelecek istiyorsak, yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. İnsanlar, milletler, ırklar ve inançlar arasında sömürü, acımasız rekabet, nefret ve yabancılaşma tavrını sürdüremeyiz. Bu nefret, birbirimize ve dünyaya kötü davranmamızın sebebidir. Hakimiyet mücadelelerimizle, aramızdaki savaşları yaşadığımız dünyaya aktarıyor ve gezegenimizi yok ediyoruz.

Suçlarımızın hiçbir sonucu yokmuş gibi davranamayacak kadar güçlendik. Birbirimizden karşılıklı olarak sorumluyuz. İstesek de istemesek de birbirimize bağımlıyız. Yaptığımız her şey tüm insanlığı etkiliyor. Birbirimiz için düşünmeyi ve endişeyi seçersek, bu tüm dünyayı kurtaracaktır. Nefreti sürdürmeyi seçersek, kendimizi ve herkesi yok ederiz.  Batmak veya yüzme durumundayız ve hepimiz farkında olmadığımız iplerle birbirimize bağlıyız. Başkalarını boğarsak, bu ipler bizi onlarla birlikte aşağı çeker.

İnsanlık Tarihinde Tekrarlanan En Eski Yalan Nedir?

Bu, düşmanımızın dışımızda olduğunu düşünmemizdir.

Düşmanımızın, farklı bir gruba, kabileye, partiye, ırka ait olduğunu veya bir şekilde daha yüksek sosyal tabakadan daha çok tercih edilen, daha zengin, daha zeki, daha çekici veya daha şanslı olduğunu düşünüyoruz.

Ancak, tüm bu “düşmanlar” bizim hayal gücümüzün bir ürünüdür.

Gerçek ve tek düşmanımız dışımızda değil, içimizdedir. Bu, bizim aşırı egoist doğamız, her arzumuzun, düşüncemizin ve eylemimizin arkasındaki işletim sistemidir.

İnsan egosu üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. O içimizde büyür ve kişisel kimliğimizin bir parçası haline gelir ve hiç hissetmediğimiz bir noktaya gelir ve bunu hissetmediğimizden, bunu bir sorun olarak da hissetmeyiz.

Bununla birlikte, egonun, içimizde nasıl işlediğine ve onun üzerine nasıl yükselebileceğimize dair farkındalık kazanamazsak, o zaman sorunları diğer insanlarda (farklı görüşlere sahip olan veya bizimkinden farklı özellikler sergileyen bazı kişileri değiştirmemiz ve hatta yok etmemiz gerekliliği gibi) algılamamıza neden olmaya devam edecektir.

Dışımızda düşmanı algılamaktan hiçbir olumlu sonuç ve kazanan çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü bu yanlış ve eksik bir algıdır.

Bununla birlikte, algımızı değiştirirsek, düşmanı her arzu ve düşüncemizin içinde kurnazca konumlanmış ego olarak algılarsak, yani dışımızda algıladığımızı kendimize fayda sağlamak için kullanma arzusu olarak, o zaman bizi gerçekten zafere götürecek bir savaş (herkes için çok daha iyi bir yaşam) için kendimizi konumlandırırız.

Böyle bir savaşta, bize benzemeyen insanlara, kayıtsız, eleştirel ve hatta nefret duyduğumuz, bizimle aynı takımda duran insanlara ihtiyacımız vardır. O zaman onlara yönelik istemsiz olumsuz dürtülerimizi hissedebilir ve bu dürtülerin üzerinde olumlu bağ kurabiliriz.

Bununla birlikte, öfkeli egonun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmanın daimi amacı, bunun üstesinden gelmek isteyen toplumun tüm üyelerinin oybirliğiyle ön koşullu bir anlaşmayı gerektirir ki tüm bölücü egoist dürtülerin üzerinde birliği hedeflemek, egoizmimize teslim olmaktan daha önemli ve toplum için daha faydalıdır. Bu noktada toplumun tüm üyeleri arasında bir anlaşma olmazsa, o zaman tek bir kişinin, egonun kişisel kazanç taleplerine başkalarının zararına kurban gitmesi yeterlidir ve sonuç olarak herkes düşecektir.

Birbirinden nefret eden insanlar arasında birleşme çabası gerçek olamayacak kadar romantik ve ütopik görünse de anlaşmazlıklarımızdan ne kadar çok gelişir ve acı çekersek, başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını o kadar çok anlayacağız.

Kısacası, egoist farklılıklarımızın üzerinde birleşemezsek, hepimiz kaybederiz.

Bugün, her zamankinden daha fazla, istesek de istemesek de hepimizin herkese bağlı olduğu gezegende, karşılıklı bağımlılığımızın artan baskısına tanık oluyoruz. Birleşmek için herhangi bir eylem yapmadan kendimizi daha da geliştirirsek, o zaman artan miktarda olumsuz fenomenin bizi baskı altına almasını bekleyebiliriz.  Ya farklılıklarımızın üzerinde birleştiğimizi ve o köşeden bir çıkış yolu bulduğumuzu göreceğimiz bir köşeye yönlendirilecek ya da dayanılmaz acılara katlanacağız.

Farklılıklarımızın üzerinde birleşmeye ihtiyaç duyma fikrini desteklemek için, canlı organizmalardan bir örnek alabiliriz: Bir organizma, çok sayıda zıt hücre, organ ve parça, artılar ve eksiler içerir ve hayatta kalması, tüm organizmanın sağlıklı çalışması için tüm parçalarının birbirini tamamlamasını sağlayan kuşatıcı bir sistemik eğilimden kaynaklanır.

Bu nedenle, akşam olmadan sabah, gece olmadan gündüz veya karanlık olmadan ışık olmadığı gibi, dünyaya tek taraflı bakış açımızın üzerine çıkmamız ve tüm farklı nitelikleri ve görüşleri tamamlama zorunluluğunu hissetmemiz akıllıca olacaktır.

Şimdiki şartlara göre, kendimizi egoist kabuklarımızda gittikçe daha fazla köşeye sıkışmış bulunuyoruz, sorunlarımızın kaynağı olarak parmaklarımızla başkalarını işaret ediyoruz. Bu şekilde gelişmeye ne kadar devam edersek, toplumumuz o kadar çok parçalanacak ve hepimiz daha çok acı çekeceğiz. Bu tamamen sürdürülemez bir davranış tarzıdır.

Bu nedenle, hayatımızdaki tek gerçek düşmana- her birimizin iç içe geçmiş insan egosuna- uyanmaya başlamalı ve onun üzerinde birleşmek için oybirliğiyle bir çözüme ulaşmalıyız. Böylesi bir uyanışa giden yolumuzu hızlandırmak için, bütün bölünme biçimlerinin üzerinde birliği övdüğümüz, birbirimizin olumlu bağ kurma hareketlerini desteklediğimiz ve bu süreçte çeşitli görüşleri, ırkları, ulusları ve nitelikleri kucakladığımız yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır.

Bu ortak farkındalık seviyesine ulaşırsak, yepyeni ve uyumlu bir dünya keşfetme yolunda ilerliyor oluruz. Böylece her birimiz o zaman, daha önce hiç hissetmediğimiz, yeni keşfedilmiş mutluluk, sağlık, özgüven ve güvenliği yaşayacağız.

Twitter’da Düşüncelerim / 19 Kasım 2020

Bir atlet ne kadar antrenman yaparsa, o kadar güçlenir, egoyu güçlendirir. Başarılarından her zaman memnundur. Bir Kabalist, egonun üzerine çıkmak için çalışmalar yoluyla egoyu zayıflatmaya çalışır. Egoizm için safha talihsiz görünür, ancak Kabalist için arzu edilen bir safhadır

Bir Kabalist, iyiye olduğu kadar kötüye de sevinir. Ancak bu onun bir mazoşist olduğu anlamına gelmez çünkü bir Kabalist acıyı kendine değil, sadece Yaradan tarafından yaratılan egoizme atfeder. Egoizmi haz alma arzusu olarak değil, Yaradan’dan gelen bir güç olarak algılar.

Doğada birinin diğerini nasıl yediğini görüyoruz – çünkü birbirimize egoist davranıyoruz. Egomuzla, doğanın diğer tüm derecelerini etkiliyoruz – duran, bitkisel ve hayvan. Ego arzusunu düzelttiğimizde, kurt kuzuyla barış içinde yaşayacak, kimse kimseye saldırmayacak.

Birlik, virüse karşı kesin bir çaredir. Ortak, küresel, integral doğaya benzediğimiz için, tüm sorunlara karşı sağlıklı bir araçtır. Bu şekilde birleşerek, yaşamımızın tüm sistemlerini doğru bir şekilde düzenleyecek olan doğanın genel gücüne daha fazla bağlanıyoruz.

Bir Kabalist, hayvan bedenine bir araştırmacı olarak bakar. Hayvanda alma kuvveti, egoizm ifşa olur, ancak bir Kabalist ihsan etme gücünün kendisinde ifşa olmasını ister. Kendini tamamen tarafsız bir araştırmacı olarak hisseder, almaya ya da ihsan etmeye ait değil.

“Hayatın Amacı Nedir?” (Quora)

Hayatın amacı, doğanın bizim için hazırladığı en yüksek ve en yüce duruma ulaşmaktır: Doğuştan gelen egoist benliklerimizin üzerine çıkmak ve doğanın tüm seviyelerinde neden var olduğumuza dair- cansız, bitkisel, hayvansal ve insan- net bir anlayış, algı ve his kazanmaktır.

Dahası, matematiksel yasaları, kedilere kanıtlayamadığımız gibi, hayatın amacı da kimseye zorlanamaz veya gösterilemez. Bunun yerine, her insanın kendisi için hayatın amacını keşfetmesi gerekir: tam bir vizyon ve gerçeklik hissi kazanana kadar, kendisini algılama ve hislerde yükseltmek.

Doğuştan gelen egoist doğamızın üzerindeki yükseliş, doğanın bütünlüğünün keşfi, insan olmanın tam anlamıdır. İbranice’de “insan” kelimesi, “Adameh le Elyon” (“en yükseğe benzer”) ifadesinden kaynaklanan “Adam”dır. Bu, dar egoist algımızın üzerine çıkıp gerçeklik algısını bütünüyle edinirsek, kelimenin tam anlamıyla “insan” olma rolümüzü yerine getirdiğimiz anlamına gelir.

Egoizmimiz, temel hayatta kalma ihtiyaçlarından – yiyecek, seks, aile ve barınak – başka bir şey talep etmeyen küçük bir haz alma arzusundan, sayısız sosyal bağlantıdan -para, servet, onur, saygı, şöhret, kontrol, güç ve bilgi- tatmin gerektiren daha büyük bir egoya doğru,  birçok nesil boyunca gelişmekte ve büyümektedir.

Çağımızda, egoist gelişimimizin çıkmaz bir noktaya ulaştığına tanık olduğumuz yani egoist arayışlardan tatmin olmanın gittikçe zorlaştığını hissettiğimiz, aynı zamanda toplumda bol miktarda olumsuz tutuma yol açan benzersiz bir geçiş noktasına ulaştık. İnsanlar, birbirleri üzerindeki tatminsizliklerini gittikçe daha fazla ortaya çıkararak, toplum genelinde kutuplaşmaya ve nefretin artmasına neden oluyorlar.

Günümüzün aşırı şişmiş egoizmi, bu nedenle, birbirimizle ve doğa ile dengeli ilişkiler kurabilmemiz için karşıt, pozitif ve özgecil bir güç çekme ihtiyacına işaret etmektedir.

Hem doğuştan gelen egoizmimiz hem de pozitif özgecil gücümüz doğadan kaynaklanır ve hayatın amacı, doğayla denge ve uyum içinde yaşayalım diye, doğanın pozitif özgecil gücünü egoist gücümüzün üzerine çekmek için kendimizi adamamızdır.