Category Archives: Tabiat

“Covid İle Başa Çıkmanın İki Yolu” (Linkedin)

İsrail Devleti ve Koronavirüs şu ana kadar çalkantılı bir ilişkiye sahipti (dünyanın geri kalanında da çok sakin değildi). İlk kapanmada beklentilerin ötesindeki başarımız ile dünyada zirvede geliyorduk. Birkaç hafta sonra, virüsü yendiğimizi sanarak kutlamalar için kendimizi dışarıya attık fakat virüs hararetli bir şekilde geri döndü. Haftalar içinde küçük ülkemizde milyonlarca insanın, Amerika Birleşik Devletleri’nin en kötü anlarından bile fazla virüsü kapmasıyla zirveden en alt noktaya düştük.

Aşağılanmış ve isteksiz bir şekilde, başka bir kapanmaya girdik ve bulaşma dalgası azalmaya başladı. Dışarı çıkmamızla virüs tekrar vurdu. Neyse ki, bu sefer aşılar çıktı ve İsrail milyonlarca aşı alma telaşına düştü. Bir süre işe yaradılar ve yeni vaka sayısı neredeyse sıfıra indi.

Sonra Delta varyantı çıktı ve başardığımızı düşündüğümüz her şey çöktü. Şimdi, yayılmayı bir kez daha engellemeyi umarak takviye edici (üçüncü) aşı uygulanmasının ortasındayız, ama artık virüsten gerçekten kurtulacağımızdan emin değiliz ve artık umutlu değiliz. Her şeyden çok, Covid bizim meydan okumamızı yenmiş görünüyor.  Birçoğumuz artık Covid öncesi günlere geri döneceğimize inanmıyor ve haklılar.

Doğa sakinleşmeyecek. Başarılı ilk kapanma günlerinde, en başından beri, bunun herhangi bir virüs olmadığını, doğa ile olan ilişkimizde yeni bir aşama olduğunu söyledim. Doğadan aldığımız krediyi çoktan tükettiğimizi ve şimdi aldığımızı geri ödememizi istediğini söyleyebiliriz. Ödemek istemiyorsak tamam, ama doğa artık vermeyecek.

Doğayla başa çıkmayı öğrenebileceğimiz iki yol var: biri uzun ve acı dolu bir yol, diğeri ise kısa ve keyifli. Şu anda, uzun ve acı verici olanı izliyoruz. Bu rotada, nerede olduğumuzu, bizi çevreleyen insanları ve bizi ayakta tutan tüm gezegeni dikkate almıyoruz. Hepsini kendi yolumuzda kullanıyor ve suistimal ediyoruz ve sadece kendimize odaklanıyoruz.

Narsist olan, bu yol yalnızca kendi ihtiyaçlarını görür. Bu nedenle eylemlerimizin sonuçlarını göremiyoruz, böyle olunca felaketler gerçekleştiğinde bizi şaşırtıyorlar. Gözümüz kapalı olarak işlek bir caddeye adım atarsak, diğer insanlarla çarpacağımızdan, yolumuzdaki engellere takılacağımızdan ve hatta göremediğimiz trafik tarafından çarpılacağımızdan eminiz.

Egoizmimiz nedeniyle sadece kendi ihtiyaçlarımızı düşünürken, kendi gözlerimizi bağlıyoruz, varoluştaki diğer tüm şeylerin farkındalığını inkar ediyoruz. Bir şeylere çarptığımıza şaşırmamalıyız.

Kişisel, toplumsal, ulusal ya da küresel olarak başımıza kötü şeyler geldiğinde, bunun nedeni talihsizlik olmaları ya da kötü insanların bunları bize yapmaları değildir. Onlar başından beri oradaydılar ve bizler onları görebilir, daha düşünceli olabilir ve herhangi bir sürtüşme veya rahatsızlıktan kaçınabilirdik. Yine de onları görmezden gelip dümdüz yürümeye devam ettik. Şu anda hissettiğimiz acı bize çarptıkları için değil, biz onlara çarptığımız içindir. “Özür dilerim” demesi ve nereye gittiğimize dikkat etmesi gereken biziz, onlar değil.

Bu bizi kısa yola getiriyor. Etrafımıza bakmak için gözlerimizi açarsak, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve diğer her şeyle senkronize hareket ettiğini görürüz. Doğada karşılıklı düşünce/saygı mevcuttur. Bizim içimizde bu yoktur. Ama ona gözlerimizi açarsak, onun üzerinde çalışmaya, onu aramızda inşa etmeye başlayabiliriz.

Doğayla uyum içinde, karşılıklı düşünceyi inşa ederek, kendimizi onunla senkronize edeceğiz. O zaman ne yapacağımızı, ne zaman yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bileceğiz böylece hayatlarımız yolunda sorunsuz ilerleyecek.

Kendimizi doğa ile senkronize edemediğimiz sürece aşılar ve kapanmalar gereklidir. Doğa kadar düşünceli ve uyumlu hale gelebilirsek, tıpkı doğanın hiçbir zaman kapanmaya gitmediği ve gelişmeyi asla durdurmadığı gibi, bizim de herhangi bir kapanmaya ihtiyacımız olmayacak.

Doğanın bize bastırdığı frenler, doğanın bizi durmaya ve sadece kendimizi değil başkalarını da gördüğümüz daha düşünceli bir yola yeniden yönlendirmeye zorlama yoludur. Düşünce yapımızı yabancılaşma ve kendine hak görmeden ziyade karşılıklı düşünmeye doğru değiştirmeye başlarsak, güvenli, sağlıklı ve mutlu bir şekilde gezegeni dolaşmakta özgür olacağız.

“Bugünün En Önemli Açıklanmamış Hikayesi Nedir?” (Quora)

İnsanlık gelişimine eski Babil’de başladı. Egoizmin insanlık içinde ilk kez alevlendiği yer burasıdır. Kabala bilgeliği, egoizmin sonucuyla birlikte o zamanlarda açığa çıkmaya başladı. Bu, egoizmin nasıl evcilleştirileceğini ve doğayla nasıl dengeye getirileceğini anlatan bir bilgeliktir. Ancak insanlık bu yola girmeyip bencilce gelişmeye devam ettiği için, Kabala ilmi insanlığın gelişiminin sonuna kadar gizlenmiştir. Bu konuda eski kaynaklarda 5000 yıl önce bile yazılanlar bunlardır.

Çağımızda, insanlık her türlü oluşum ve problemler vasıtasıyla egoist gelişimin sonuna gelmiştir. Şimdi ne kadar hatalı ve yanlış bir egoist gelişimin olduğunu görüyoruz. Şimdi bir kez daha, doğayla dengeyi sağlama metodunu kabul edemediğimizde, başladığımız yolun sonunu görmeyi hak ediyoruz. 5.000 yıl sonra egonun maksimum büyümesine ulaştık ve gelişimimiz boyunca ne kadar hata yaptığımızı görüyoruz. Böylece kendimizi o eski zamanlarda içinde bulunduğumuz durumda buluyoruz: Kabala bilgeliği yeniden ifşa oluyor ve onun yardımıyla doğa ile dengemizi yeniden kazanabiliriz – ama bu defa egoist gelişimimizin maksimum seviyesinde.

Geçmişte, gelişimimizi dengeleyebilmiş ve büyüyen ego ile birlikte yavaş yavaş gelişmeye, kendimizi doğayla karşılıklı sevgi içinde dengelemeye başlayabilmiştik. Ancak farklı bir yol izlemek istedik ve böylece Babil Kulesi’ni inşa ettik. Kaynaklar, insanların birbirlerini anlamaktan vazgeçtikleri, birbirlerine karşı nefretle ilerledikleri ve dünyanın farklı ülkelerine yerleştikleri o zamanları, bizim egoistçe nasıl “cennetlere ulaşmak” istediğimizi alegorik olarak anlatırlar.

Bugün bunun fayda sağlamadığını görüyoruz. Bununla beraber, bizler tek bir insanlığa, dünyanın her yerine yerleşmiş tek bir gruba aidiz. Biz yine de, hala aynı bu küçük sistemiz, aynı Babil uygarlığıyız, sadece sekiz milyar insanın büyüklüğüne ulaşmak için büyüdük. Bu önemli değil çünkü buna rağmen Kabala bilgeliğinin bahsettiği doğa ile denge yasasını uygulamakla yükümlüyüz. Kabala’nın bugün bu kadar talep görmesinin ve şimdi herkese ifşa olmasının nedeni budur: doğa ile dengeyi ve huzurlu ve uyumlu bir yaşamı elde etmenin gerçekten nasıl mümkün olduğunu insanlığa göstermek için.

“İnsanlığın İhtiyaç Duyduğu Gelişimsel Sıçrama” (Linkedin)

İnsanlık, son on yılda şimdiye kadarki en hızlı temposunda gelişti. Bir zamanlar sadece yürümekle mutluyduk; ne zaman ki bu yeterince hızlı olmadı, arabayla seyahat etmeye başladık. Şimdi bu yetersiz ve uzaya seyahat etmek istiyoruz. Önümüzdeki bu yarışlardan herhangi biri gerçekten hayatımızı daha iyi hale getirdi mi? Muhtemelen getirmedi. Tecrübe gösteriyor ki, teknolojik gelişmeler yatırımcılar tarafından her zaman insan aleyhine kullanılmıştır. Akıllı varlıklar olarak insan evriminin bir sonraki aşamasında, gerçekten tatmin edici bir gelişmenin, insanlar arasındaki iletişim kodunda bir değişiklik gerektireceğini anlamak zorundayız.

Doğada sürpriz yoktur, hiçbir şey tesadüfen olmaz; her şey mutlak yasalara tabidir. İnsan ırkının gelişiminde bile, biz onları tanısak da tanımasak da, evrim yasaları ve güçleri iş başındadır. Bu evrimin bir sonucu olarak, duygusal ve zihinsel algılarımız zaman içinde değişir.

20. yüzyılda uzun bir yol kat ettik. Bilim ve teknolojide devrimler, savaşlar ve atılımlar yaşadık. Ardından internet devrimi geldi ve sosyal ağlar büyük bir sesle yayıldı. İnsanlık muazzam şekilde değişti. Fakat birkaç yıl içinde, kurduğumuz yeni sosyal ilişkilerin bize büyük zarar verme potansiyeli olduğu ortaya çıktı.

Sahte haber olgusu günlük hayatımızı işgal etti ve artık kişi dünyanın herhangi bir yerindeki insanlarla anında kavga edilebilir. Herkes her yerde sorun çıkarabilir, öfkeyi kamçılayabilir ve başkalarını gezegeni yakmaya teşvik edebilir.

Geçmişte, ülkelerin nükleer kapasiteleri var ise statükoyu ve sükuneti korumanın herkesin çıkarına olduğu açıktı. Bugün, yanlış bilgilerin yayılması gibi faktörler bir nükleer savaşa yol açabilir ve dünyayı bir anda yok edebilir. Ayrıca, tüm dünya bir ağ, çevrimiçi bağlantılı, bağlı olduğu için yalnızca belirli sınırlı ülkeleri etkileyecek kararlar almak artık mümkün değil.

Bu birbirine bağlı olma, kişisel düzeyde de mevcut. İftira, zorbalık, reddetme, yok etme ve utandırma insanları perişan eder ve insanları uç noktalara iter. Dedelerimiz, altında yaşadığımız strese tanık olup değerlendirebilselerdi, ne yazık ki şimdiki hayatımızın, daha az gelişmiş olduğumuz zamandan daha kötü olduğunu söylerlerdi.

Önümüzde, insani egoist gelişimimizin maksimuma ulaştığının farkına varma görevimiz var ve var olmaya devam etmek için bizi ileriye götürecek yeni bir itici güç geliştirmemiz gerekiyor. İçinde bulunduğumuz durumu ve insanlar arasında uygun bir bağ kurma ihtiyacını hesaba katacak bir genel-toplumsal eğitim sürecine birlikte girmek zorundayız.

Daha sonra insanlığın, toplumun ve doğanın gelişimini tanımlayan yeni bir paradigma belirleyeceğiz. İçimizde yepyeni bir arzuyu, başkalarına iyilik yapma arzusunu uyandıran bir gücü keşfetmek için dar egoizmin (başkalarının zararına bencil yaklaşımın) üzerine nasıl çıkılacağı konusunda yeni rehberlik alacağız.

Gelişim sürecimizdeki bir sonraki durak, tüm sorunlarımızın kökünün, bugün gelişiminin zirvesine ulaşmış olan egoist doğamızda yattığını anlamak olacaktır. Başkalarıyla iyi geçinmemize izin vermeyen, bir anda patlamamıza ve dokunduğumuz her şeyi yok etmemize neden olan, egoizmimizdir.

Ancak egoizmi aşmayı öğrendiğimizde, tüm insan ırkına tek bir beden gibi davranmaya başlayacağız. Ancak o zaman, teknolojik gelişmelerimizin ve yeniliklerimizin avantajlarından yararlanırken, herkes için nasıl iyi bir yaşam kuracağımızı anlamaya başlayabiliriz. Sonunda, insani gelişimin bir sonraki seviyesi, her birimiz arasındaki tamamlayıcı bağların gelişimine ve beslenmesine dayanmalıdır.

Doğaya Neden Yaradan Denir?

Soru: Kabala’nın Temel Kavramları kitabınız, kişiyi Yaradan’a yaklaştıran metodolojiyi çok detaylı bir şekilde anlatıyor.

Ancak birçok modern yönetici ve danışmanlar, Yaradan kavramından ve O’nun realitemiz üzerindeki etkisinden oldukça uzaktır. Burada temelden farklı bir yaklaşım olabilir mi?

Cevap: Bütün bunlara Yaradan değil, doğa diyelim. Aynı şeydir. Yaradan bizim üst yönetim dediğimiz şeydir çünkü kendi amacına veya kendi planına sahip olması anlamında bilinçten yoksun değildir. Bu yüzden, “Bu üst güçtür, Yaradan’dır” diyoruz. Ne de olsa O’nun bir planı, açıkça uygulanan bir programı var. Diğer her açıdan ona basitçe “doğa” diyebilirsiniz, her bir parçasını kontrol eden ve onları mükemmelliğe ulaşmaya iten uçsuz bucaksız, mükemmel bir doğa.

Bu nedenle “Yaradan” ve “Kabala” terimlerini ortadan kaldırabilir ve tamamen açık, teknik, bilimsel terimlerle yazabiliriz.

Bundan çok mutlu olurum çünkü kendimi dindar bir insan olarak görmüyorum; çünkü Kabala’nın dinle ya da Yahudilikle ilgisi yok, o, doğadan bahseder. Birçok Kabalist dünyanın çeşitli uluslarındandı.

Bilimde var olan doğaya yönelik tutumun aksine, burada doğaya yönelik tutum, bir planı, bir amacı ve bu planın uygulanmasının güçlerini içerir. Bu yüzden doğaya Yaradan diyoruz.

“Bu Berbat Yaz, Hayatımızın Geri Kalanının En İyi Yazı Mı?” (Linkedin)

Pandemiden korkmuyorum; korkarım ki doğa, bizim onunla ilişki kurduğumuz şekilde bizimle ilişki kurmaya başladı. Sanki kaos dünyayı ele geçirmiş gibi görünüyor. Eşi benzeri görülmemiş büyüklükte doğal afetler aynı anda birden fazla yerde meydana geliyor: bazı yerlerde duyulmamış seller, başka yerlerde, bazen birkaç yüz mil arayla eşi benzeri olmayan yangınlar ve yine başka yerlerde kavurucu sıcaklar. Aynı zamanda, koronavirüs Delta varyantı ile bir kez daha yayılıyor ve insanlığın salgın hastalıktan kurtulma çabalarını engellemekle tehdit ederken, uluslararası ilişkiler giderek gergin ve değişken bir hal alıyor. Ama hepsinden kötüsü eğilim: olumsuz. İşler sadece kötü değil, aynı zamanda hızla kötüleşiyor. Bu eğilim devam ederse, bu berbat yaz, hayatımızın geri kalanının en güzel yazı olacak.

Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerekiyor. Dünyanın her yerinde aynı anda bu kadar çok krizin yaşanması, bir virüsün dünyaya yayılması ve insanlıktaki her insanın hayatını alt üst etmesi kulağa mantıksız geliyor ve bunların hepsi birbiriyle alakasız olaylardır.

Belki doğal afetler için iklim değişikliğini suçlayabilirsiniz, ancak birbirini yok etmekle tehdit eden ülkeler için onu suçlayamazsınız. Sıkıntılarımızın daha derin bir nedeni var ve onu sadece kendi içimizde bulabiliriz. Tüm krizleri incelediğimizde hepsinde ortak olan tek unsurun insan olduğunu görüyoruz. Ortak unsur bizsek, o zaman krizlerin sebebi bizim içimizdedir.

Daha doğrusu, krizlerin nedeni, doğayla ve birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzdur. Doğa mükemmel bir sistemdir. Homeostaz dediğimiz dinamik bir dengeyi korur. Doğanın dengesinin aksine, bizler sadece almak ve ele geçirmek istiyoruz.

“Kazanan hepsini alır” tutumumuzla herkesin geçimini ve esenliğini garanti edecek şekilde işleyen bir sistemi zorladık. Daha önce hiçbirini içermeyen bir sisteme kin, şiddet ve hasislik enjekte ettik. Şimdi öyle görünüyor ki sistem bize kendi değerimizle geri ödüyor: nefret değeriyle.

Akıl almaz felaketlerden kaçınmak istiyorsak, şimdiye kadar kullandığımız değerleri terk etmeli ve doğanın karşılıklı sorumluluk ve düşünce değerini kabul etmeliyiz. Birbirimize boyun eğdirmeye çalışmadan, sağlıklı ve güvenli yaşam sürme hakkına saygı duymaya başlamalıyız, ancak bunun için hepimizin tek bir küresel sistemin parçası olduğumuzu hissetmemiz gerekir.

Bilgelerimiz tüm bunları binlerce yıl önce biliyorlardı ve bunu dinlemek isteyen herkesle konuştular. Örneğin, Kudüs Talmud’u, bağlılığımız hakkında güzel bir alegori sunar: “Eğer yazı, âdet olan kötü muameleye karşı uyarıda bulunuyorsa, ulusunuzdan olmayanlara karşı da intikam almak ve kin beslemek yasaklanmalıdır. Ayrıca, bir kişinin bir aşağılamayı affetmesi nasıl mümkün olabilir? [Diyelim ki] kişi et kesiyor ve bıçak eline düşüyor; ilkini kestiği için elinin intikamını almayı ve diğer elini kesmeyi düşünür müydü? Bu konu da öyle… kural şudur ki kişi komşusundan intikam almaz çünkü bu kendi bedeninden intikam alıyor gibidir.(Nedarim 9:4).

Gerçekten kaybedecek zamanımız yok. Doğa açıkça sabrını kaybettiğinin sinyallerini veriyor. Tüm gazabıyla patlarsa, Covid endişelerimizin en küçüğü olacak. Bu nedenle, kendimizi kurtarmak için birbirimize ve tüm doğaya, başkalarının bize davranmasını istediğimiz gibi davranmaya başlamalıyız.

“Dünyanın Sonu (Bildiğimiz Gibi)” (Linkedin)

Parmağınızı dünya haritasının herhangi bir yerine koyarsanız, eşi benzeri görülmemiş doğal afetlerin yaşandığını göreceksiniz. Doğa gezegende hasara yol açıyor ve insanlar “Dünyanın sonu mu?” diye sormaya başlıyorlar. Memnuniyetle, evet öyle. Bu, bildiğimiz dünyanın sonu ve yeni ve çok daha iyi bir dünyanın başlangıcıdır. Yaşadığımız karışıklıklar doğum sancılarıdır ve yaratılışın zirvesi olan bizler, doğumu hızlandırabilir ve kolaylaştırabilir veya zor ve acı verici hale getirebiliriz.

Ortaya çıkan dünya dengeli, sakin ve içindeki tüm yaratılanlar birbirini destekliyor. “En güçlünün hayatta kalması”nın slogan olduğu ve zayıfların acımasızca sömürüldüğü şu anda yaşadığımız dünyanın tam tersi.  Mevcut dünya öyle değil çünkü doğası gereği kayıtsız. Doğa ise doğası gereği dengelidir. Öte yandan, bizler doğamız gereği ve son derece benciliz ve piramidin tepesinde olduğumuz için her şeyin nasıl çalıştığını biz belirleriz. Özüne kadar bencil olduğumuz için dünyanın geri kalanının da aynı şekilde işlemesine neden oluyoruz ve bunun sonuçları açıkça korkunç oluyor.

İçimizdeki olumsuz taraf ezici bir şekilde baskın olduğu için hiçbir şeyi, hatta kendi çocuklarımızın geleceğini bile düşünmeden hareket ediyoruz. Biz doyumsuzuz ve hiçbir mantıklı açıklama bizi elimizden gelen her şeyi yemeyi bırakmaya ikna edemez ve bu süreçte başkalarını ne kadar aşağılarsak kendimiz hakkında o kadar iyi hissederiz. Bu tıpkı Tora’da yazdığı gibidir (Yaratılış 6:5), “İnsanın kötülüğü büyüktür… ve gün boyu kalbinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, yalnızca kötüdür.”

Daha da kötüsü, Tora’nın 17. yüzyıldaki kapsamlı bir yorumu olan Kli Yakar, bu ayet hakkında şöyle yazar: “’Yüreğinin düşüncelerinin tüm yarattıkları, gün boyu yalnızca kötüdür’ bu, gün boyunca [insanın] arzusunun doyumsuz olduğu anlamına gelir. Gün içinde memnun olduğu gün bir saat yoktur. Aksine, her saat arzusuna daha çok şey katar.” Artık kim olduğumuzu gördüğümüze göre, etrafımızdaki dünyanın altüst olmamasını bekleyebilir miyiz?

Yüzyılı aşkın bir süredir kaynakların, hayvanların ve insanların çılgınca sömürülmesinden sonra, bildiğimiz dünyanın sonuna geldik.

Bundan sonra, antropolog Brian Hare ve araştırma bilimcisi Vanessa Woods’un en son kitaplarına verdikleri başlık gibi, sloganı “en uygun olanın hayatta kalması” değil, “en dostça olanın hayatta kalması” olan bir toplum, dengeli ve tüm sakinlerini önemseyen yeni bir dünya inşa etmeye mecbur kalacağız.

Sonunda doğanın geri kalanı gibi, dengeli ve şefkatli olmamız gerektiğinin farkına vardığımızda, işlerin başından beri böyle olduğunu anlayacağız. Örneğin Hare ve Woods, kitaplarında Darwin’in en uygun olanın hayatta kalmasına açıkça vurgu yapmasının, bulgularının yanlış yorumlanması olduğunu belirtmişlerdir. Darwin’in İnsanın Türeyişi’nden bir alıntıda, Darwin’in yazısına yeni bir bakış açısı getiriyorlar: “En cana yakın/duygudaş üyelerin en fazla olduğu topluluklar, en iyi şekilde gelişecek ve en fazla sayıda çocuğu yetiştirecektir.”

İşlerin gerçekten nasıl yürüdüğünü görme konusundaki isteksizliğimizi, tek yönetici olmaya çalışan egomuza atfedebiliriz, ama bugün, bu özlem almaya gücümüzün yetmediği bir ayrıcalıktır. Kötü niyetli davranışlarımızı daha fazla uzatırsak, doğa kırılacak ve bedelini hepimiz ödeyeceğiz. Sadece doğal afetler bize zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda kendimizi ülkelerin nükleer silahları birbirlerine karşı kullandığı bir üçüncü dünya savaşının içinde bulana kadar hayatımızın her alanında saldırganlık ve düşmanlık artacaktır.

Tabii ki, bu olursa, birbirimize karşı davranışlarımızı değiştirmekten başka seçeneğimiz olmadığını öğrenmemiz gerekecek. Ama bunu gerçekten yanmadan önce öğrenemez miyiz?

Egoizm Salgını ile Çoğalan Viral Bir Pandemi

Yukarıdan bize yalnızca iyi güçler gelir, ancak onları almaya hazır değilsek, onları darbeler olarak hissederiz. Koronavirüste durum böyledir. Sonunda bir pandemi şeklinde bize gelen bu gücü kabul etmeye hazır olsaydık, tehlike karşısında içsel olarak birbirimize daha da yakınlaşmak için birleşseydik, bu kendini göstermezdi.

Hayvanların ortak bir felakete karşı nasıl birleştiğine bakın. Bir selden veya orman yangınından kaçarak birlikte koştuklarında artık birbirlerine saldırmazlar. Hayatlarını kurtarmaları gerektiğini hissederler ve yırtıcı içgüdüleri, kendini koruma içgüdüsü tarafından bastırılır.

Bizler de şimdi aynı durumdayız. Doğadan veya üst güç olan Yaradan’dan aldığımız darbeler, bizi onlardan nasıl kurtulacağımız konusunda doğru sonuçlara götürmeye itmelidir.

Hayvanların nasıl davrandığını, tehlikeden kaçarken birbirlerine saldırmadıklarını görmemiz gerekiyor. Avcının içgüdüsü kaybolur ve sadece yaşam mücadelesi içgüdüsü kalır. Hayvansal seviyeden örnek alsaydık, pandemiyi yenmiş ve bu durumdan doğru ve başarılı bir şekilde çıkmış olurduk.

Ama sorun şu ki hayvan seviyesinde değiliz. Biz şımarık hayvanlarız çünkü her şeyi zehirleyen insan egoizmine sahibiz.

Dolayısıyla pandemiden kaçmak için bağ, birlik, yakınlık yönünde bile düşünemiyoruz. Küresel bir salgın bağlamında bile, hükümetler ve bireyler kar elde etmeye ve birbirlerinden kazanç sağlamaya çalışıyorlar çünkü bunun kendilerine zenginlik ve başarı getireceğine inanıyorlar.

Böylelikle onlar sorunu iki kat daha kötü hale getirirler, sorunları iki katına çıkarırlar. Başkalarıyla birlikte olmak ve böylece Gevura’nın gücünü yumuşatmak yerine, kötülüğün gücünü çoğaltırlar. Bu nedenle, acı çekerek öğrenmek zorunda kalacağız.

Salgın insanları hasta etmek veya öldürmek için değil, birbirimize nasıl davranacağımızı öğretmek için geldi. Ama şimdilik, öğrenmediğimizi görüyoruz, tam tersi yöne yani acı çekme yoluna gidiyoruz. Her ülke, diğer ülkeler ve milletler pahasına başarılı olabileceğini ve kazanabileceğini düşünüyor. Ve bu da hatadır.

Ancak yavaş yavaş, bu darbeler altında, hayvan seviyesinde olduğu gibi basit bir şekilde hayatta kalmaya düşeceğiz ve o zaman ortak bir felaketten birlikte kaçarken, birbirimize yardım etmenin ve başkalarına zarar vermemenin değerli olduğunu görmeye başlayacağız.

“Covid ile Yaşamak” (Linkedin)

Bana göre uzmanların Covid-19’un hiçbir yere gitmediğini fark etmelerinin haberleri, iyi haber. En başından beri, Covid’i tedavi eden bir aşı veya ilaç olsa bile, virüsün mutasyona uğrayacağını veya başka bir böcek ortaya çıkıp çabalarımızı boşa çıkaracağını söyledim. Salgının başlangıcından bu yana muhtemelen yüzlerce kez söylediğim gibi, doğayı teknoloji ile alt etmeye çalışmak işe yaramayacak. Biz doğanın ürünleriyiz, bu yüzden üreticimizi alt etmeye çalışmak, en hafif tabirle akılsızlıktır.

Şahsen doğanın bizi bu şekilde yönlendirmesinden memnunum. İnsanların acı çekmesinden hiç mutlu değilim ama onlar doğadan dolayı değil, insanlık inatçı olduğundan ve doğanın gitmediği yere gitmekte ısrar ettiğinden dolayı acı çekiyorlar. Başınızı gerçeklik duvarına çarptığınızda, büyük bir baş ağrısı çekmeniz kaçınılmazdır. İnsanlık söz konusu olduğunda bu baş ağrısı, bizim inatçılığımız nedeniyle milyonlarcasının gereksiz ölümlerinde ve sayısız insanın uzun süren semptomlarında kendini gösterir.

Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, Covid bize yavaşlamamızı söylüyor. İçinde bulunduğumuz teknolojik fare yarışı insanlığı neredeyse mahvetti ve sakinleşip onu kontrol altına almamız gerekiyor. İnsanların kavga etmeyi bırakması ve gerçekten önemli olan şey hakkında konuşmaya başlaması gerekiyor: ilişkilerimiz.

Fiziksel dünyada birbirimizle pozitif iletişim kuramadığımız için doğa bizi sanal olana kaydırdı. Bu dünyada olumlu iletişim kurmayı öğrenirsek, Covid’in etkilerinin azaldığını ve fiziksel olarak da birbirimizle iletişim kurmamıza izin verdiğini göreceğiz.

Doğa, gerçek bağışıklık sistemimizin bedenlerimizde değil kalplerimizde, birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzda ve birbirimiz hakkında nasıl hissettiğimizde olduğunu öğretmek için Covid’i kullanıyor. Hepimiz birbirimize bağlı olduğumuz için, bir kişinin kötü niyeti herkese sızar ve olumsuz duygularımız virüs gibi yayılır ve bizi hasta eder. Olumlu duygular da sızar ve yayılır, ancak bunlar insanlığın zavallı durumundan dolayı son derece azdır.

Aşılar pandemiyi uzak tutmaya yardımcı oluyor, ancak ilişkilerimizde gerekli değişiklikleri yapmaktan kaçındığımız sürece, yeni bir aşıdan daha temel bir değişikliğe ihtiyacımız olduğunu anlayana kadar, virüs çeşitli biçimlerde ve yoğunluklarda geri dönmeye devam edecek. Covid bir grip türü değil. Bunu ortadan kaldırmanın yolu fiziksel değil, duygusaldır. Ancak bunu anladığımızda, kötü ilişkilerimizi iyileştirdikten sonra kendimizi iyileştirebileceğiz. O zaman Covid ile yaşamaya devam etmek zorunda kalmayacağız.

“Afrikalılar Amerika’ya Köle Olarak Veya Başka Bir Şekilde Getirilmeseydi Dünya Nasıl Farklı Olurdu?” (Quora)

Dünya, tamamen farklı görünen ve hissettiren Amerika dışında, neredeyse aynı olurdu. Amerika daha çok Fransa, Almanya ve İngiltere gibi bir Batı Avrupa ülkesine benzerdi.

Bir yandan Amerika bugün olduğundan daha kapalı olurdu. Öte yandan, doğanın belirli bir plana göre geliştiğini ve dünyayı bir denge durumuna getirdiğini anlamamız gerekir. Bu nedenle tarihi sübjektif bir tarzda tartışmanın bir anlamı yoktur çünkü yaşadığımız gelişme mutlaktır. Dün olanların olması gerektiğini ve başka bir şekilde olamayacağını söylemeliyiz. Ayrıca, geçmişten asla pişmanlık duymamalıyız, ama buna karşılık her zaman bugünü ve geleceği göz önünde bulundurarak düşünmeli ve hareket etmeliyiz.

Belirli bir tarihsel olay akışından pişmanlık duymak, hayata sağlıksız, etkisiz ve zararlı bir yaklaşımdır. Neden? Bunun nedeni, tarihin gelişimi değiştirilemezdir ve olan her şey çok özel bir amaç içindi – bizi doğa ile son bir denge durumuna yönlendirmek. Bu nedenle, şu andan itibaren kendimizi “Ben kendim için değilsem,  kim benim için?” şeklinde ayarlarsak ve geçmişle ilgili olarak “O’ndan başkası yok” yani doğa her şeyi tam da gerektiği gibi yapmıştır dersek,  çok daha iyi oluruz. Geliştiğimiz yolu bu noktaya kadar değiştiremeyiz ve bu yüzden ona odaklanmamalıyız.

Bu nedenle geçmişe dair pişmanlık duyacağımız bir şey yok. Böyle bir yaklaşımla geçmişe bakarsak, böyle yaparak tuz direğine dönüşen ve bununla hiçbir şey elde etmemiş olan Lut’un karısı gibi oluruz.

Bu nedenle geleceğimize odaklanmalıyız. İnsanlık için olumlu bir gelecek neye benzer? Kendimiz ve doğa için olumlu bir gelecek inşa etmeye odaklanırsak, ancak doğa yasalarını anlayarak, doğanın nasıl çalıştığını bilerek ve bu yasalara riayet ederek sonuca varacağız, o zaman herkes için çok daha iyi bir geleceği gerçekleştirme yolunda olacağız.

“Karantina Zamanında İnsan İlişkileri” (Linkedin)

Son gönderilerimden birine bir açıklama; bir yandan Covid-19’un evde kalmamız ve birbirimizden kopmamız için geldiğini söylüyorum.  Öte yandan, bize doğaya nasıl yakın olacağımızı öğretmek için geldiğini söylüyorum. Ama bizler sosyal varlıklar olduğumuz için insanın doğası başkalarıyla bağ kurmak olduğundan, burada bariz bir çelişki var çünkü evde kilitliyseniz bağ kuramazsınız.

“Git Sevgilim” adlı bir Yahudi şiirinde bir satırda şöyle yazıyor: “İşin sonu ilk düşüncededir.” Bu, bir şey yaptığınızda, onu başarmak için çalışmaya başlamadan önce elde etmek istediğiniz nihai sonucu düşünmeniz gerektiği anlamına gelir. Aksi takdirde, yanlış yola gideceğiniz kesindir.

Aynı şey Covid ve insanlığın bununla nasıl başa çıkması gerektiği için de geçerlidir. İnsanların sosyal varlıklar olduğu çok doğrudur. Ayrıca, insanlığın tüm amacı, hem bireylere hem de insan toplumuna fayda sağlayacak şekilde bağ kurmaktır. Ancak bu hedefe ulaşmak için, bu faydaları sağlayacak şekilde nasıl bağ kuracağımızı bilmemiz gerekir. Yanlış bağ kurarsak kendimize, insan toplumuna ve tüm gezegenimize zarar veririz.

Şu anda, yanlış bir şekilde bağ kurduğumuza şüphe yok. Dünyadaki insan ilişkilerinin hızlı bir taraması; ülkeler arasında ve ülkeler içinde düşmanlığın, istismarın, yaygın öldürme ve cinayetlerin, finansal sömürünün, askeri silahlanma yarışının, nükleer silah elde etme hırslarının, ırkla ilgili sosyal gerilimlerin, depresyonun, baskının, saldırganlığın ve akla gelebilecek her türlü kötülüğün korkutucu bir resmini ortaya koyuyor. İnsan toplumu zalimlikle doludur.

Şimdiye kadar doğa, tabiri caizse, “her şeyi kendimiz halletmemize” izin verdi. Ancak geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, ya değişmek istemediğimiz ya da değiştirilemeyeceğimiz ve birbirimizi yok etme çabalarımızda ana gezegenimizi yok edeceğimiz ortaya çıktı.

Peki, çocukları kavga etmeyi bırakmadığında ve her şeyi kendi başlarına çözemediğinde ebeveynler ne yapar? Onları ayrı odalarına gönderirler. Açıkçası, ebeveynler sevgili çocuklarının iyi geçinip, en iyi arkadaş olduklarını görmekten başka bir şey istemezler. Ancak çocukları arasında barış sağlamak için tüm çabaları başarısız olursa, çocukları tamamen ayırarak savaşı durdurmak zorunda kalırlar. Daha sonra, kavga durduğunda, ebeveynler ve çocuklar sakince ilişkilerini inceleyebilir ve daha olumlu bir bağ kurmaya başlayabilirler. Ancak, bağ kurmalarına izin verildiğinde bile, çocuklar bir kez daha yaramazlık yaparlarsa odalarına geri gönderilebileceklerini her zaman hatırlamalıdırlar.

Doğa bizimle o ebeveynler gibi ilgileniyor. Artık doğal afetler veya diğer yerel krizler yoluyla bizi yerel olarak “cezalandırmakla” yetinmemektedir. Bize insanlığın başkalarına ve doğaya yönelik düşmanca operasyonlarını durduran küresel bir darbe gönderdi. Örnekteki sevgi dolu ebeveynler gibi, fikir bizi birbirimizden tamamen koparmak değildir. Aksine, fikir birbirimizle nasıl olumlu bir şekilde bağ kuracağımızı öğrenmemize izin vermektir, her seferinde bir adım.

Olumlu bir şekilde bağ kurmayı istemeye başlar başlamaz, doğa olumlu yanıt verecektir. O, bir insan gibi değil, daha çok belirli uyaranlara tepki veren bir makine gibi çalışır. Ona benzer işleyen her şey doğanın olumlu tepkisini uyandırır ve ona aykırı çalışan her şey olumsuz bir tepki uyandırır.

Doğa uyumlu ve dengeli bir sistem olarak işlev gördüğü için, bir önceki yazımda da yazdığım gibi, dengeli ve uyumlu bir insan toplumu inşa edersek, doğa bize herhangi bir kısıtlama veya sınırlama getirmeyecektir. Fakat birbirimize zorbalık etmekte ısrar edersek, doğa hepimizden daha büyük bir zorbadır. Hepimiz için doğanın derslerini, gücünü gösterdikten sonra değil daha erken öğrenmeyi umuyorum.