Category Archives: Tabiat

“Doğa İle Denge Nedir?” (Quora)

Doğa ile denge, aramızdaki bağlarda sevgi, karşılıklılık ve destek hislerini keşfetmek demektir. Bunu yaparak, doğanın içsel gücü ve temeliyle yani sevginin ve vermenin niteliği ile bağ kurarız.

“Sürekli Yalnızlık Duygusunu Gidermek İçin Çözümler Nelerdir?” (Quora)

Yalnızlık, günümüz dünyasında büyük bir sorundur. Pek çok ülke bu konuyla ilgilenmek üzere bakanlar atadı. İntihar edenlerin çoğunlukla yalnızlar olduğu gerçeği de dahil olmak üzere, bunun birkaç nedeni vardır.

Ancak, hiçbir bakan veya hükümet kararı bu soruna yardımcı olmayacaktır. Gittikçe daha fazla insan evlilikte, işte, arkadaşlıkta ve genel olarak hayatta anlamsızlık buluyor, hareket etmek, düşünmek, konuşmak veya herhangi bir şey yapmak için hiçbir uyarıcı yok. Bugün dünyada giderek daha fazla belirli bir dinginlik ortamı var.

Günümüz dünyasında artan yalnızlık ve anlamsızlık duygularının nedeni, bizleri hayatın anlamını aramaya teşvik etmek içindir. Bununla birlikte, hayatın anlamını keşfetme arayışıyla yalnızlığın ve anlamsızlığın üzerine çıkmak, ancak insanları ona uyandırmayı başarırsak mümkündür. Aksi takdirde, giderek daha fazla insanın, ölene kadar tüm yaşamları boyunca onları uyutacak haplar almasını bekleyebiliriz.

Mantıken, kendimizi kötü hissedersek, olumsuz duygularımıza çareler aramaya başlarız. Ama hiçbir çözüm görmezsek ne yapabiliriz? Ne için yaşıyoruz ki? Sonunda geriye kalan tek çözüm hayatın anlamını keşfetmek olacaktır çünkü bilerek ya da bilmeyerek hepimizin istediği şey budur.

Sonunda yalnızlık, her şeye karşı tam bir kayıtsızlık evresine girecek ve bizi yepyeni bir hayatın keşfine götüren doğal bir sürecin parçası olacaktır. Bazı yönlerden bu bir tür ölümdür. Bu engeli aşarak, çok daha iyi bir yaşam olduğunu keşfeder ve onu yaşamaya başlarız.

Kişi gerçekten yaşamaya başlamak için bir tür ölüme katlanmak zorundadır  – fark etmek, kabul etmek ve nihayetinde meyve vermeyen sürekli egoist arayışı bırakmak istemek. Bu geçişi kabul ettiğimizde bir sonraki hayata hazır hale geliriz.

Yalnızlara, dünyadan yabancılaşmış hisseden herkese tavsiyem, hayatın anlamı hakkındaki soruyu cevaplamak için hazırlanmış materyale gidip okumaktır (Quora biyografimdeki linkleri takip edin). Tavsiye edebileceğim başka bir şey yok. Kalbimin derinliklerinden, önerebileceğim başka hiçbir şey yok.

Kanser Neden Herkesi Etkiler?

Soru: İnsanlık yüzyıllardır kanserle yaşıyor. MÖ 7. yüzyıldan kalma eski Mısır papirüsleri bile meme kanserini vb. tanımlar. İnsanlık her zaman bu hastalıkla savaşmaktadır. Kemoterapiyi icat ettik, her türlü ilacı yarattık ve hala bu hastalık bizi yeniyor.

Bilim adamları, kanser hücresinin benzersiz olduğu ve genel olarak kanserin herkes için farklı olduğu sonucuna varmışlardır. Bu nedenle, yaklaşım her hasta için çok bireysel olmalıdır. Kabalistler bu hastalık hakkında ne diyor ve biz ondan nasıl kurtulacağız?

Cevap: Bu insan veya hayvan vücudundaki bir hücrenin veya bir organın işleyişindeki programın ihlalidir. Hücreler ve organlar bozulma yaşar. Tıpkı bir bilgisayardaki gibidir, örneğin, bir başarısızlık olduğunda ve zaten kimin ne yaptığını bilir ve kendini yok eder.

Ancak Kabala açısından, bir başarısızlık meydana gelir ve kendini yok eder demeyiz. Bir başarısızlık meydana gelir ve her şey farklı bir plana göre gider. Hala bir plana göre gitmektedir, bunlar tamamen rastgele kuvvetler değillerdir. Doğada rastlantısal diye bir şey yoktur. Doğada her şey önceden belirlenmiştir, her şey tamamen birbirine bağlıdır. Bu nedenle kanser, protein hücrelerinin varlığının doğru ve sağlıklı programının ihlalidir.

Doğru, sağlıklı varoluş programı, bedenin efendisini, bedenin sahibini, başkalarıyla doğru bağlantıya götürmek ve birleşmek, bunun aracılığıyla da ortak birleştirici bir güç ortaya çıkarmak için çalışmasıdır.

Sahip, bu hücrelerin doğru bir şekilde birleştirilmesiyle meşgul olmadığından, aralarında yanlış şekilde çoğalmaya başlayacakları bir kesinti yaşanmaktadır.

Soru: Hücrenin doğru gelişimi nedir?

Cevap: Kendi aralarında, yerinde özen göstermededir.

Soru: Diğer hücreleri önemsemeyi bırakıp sadece kendine mi önem verir ve kendisi dahil etrafındaki her şeyi yok etmeye mi başlar?

Cevap: Evet. Bu çevreye, çevresine karşı tamamen egoist bir tutumdur, çünkü onunla doğru pozitif etkileşimi bulamaz.

Soru: Öyleyse aslında aramızdaki, insanlar arasındaki ilişkilere kanserli diyebilir misiniz?

Cevap: Elbette!

Soru: Bu hastalıktan muzdarip bir dünyada yaşadığımız anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet.

Soru: Ve aynı şey içimizde mi oluyor?

Cevap: Kesinlikle aynı süreçlerdir.

Soru: Çözüm nedir, tedavisi nedir?

Cevap: Hücrelerin gelişiminde, aramızdaki yanlış ilişkilerde, aramızdaki yanlış insan ilişkilerinde neyin yanlış gittiğini anlamak ve birbirimizle ilişki kurma şeklimizi düzeltmektir.

Ve aramızdaki iyi ilişkilere doğru değişimlere göre, habis hücreler ve dokular arasındaki doğru etkileşimi hemen göreceğiz.

Soru: Kişi bu hastalıktan tek başına kurtulabilir mi?

Cevap: Muhtemelen bir şans olabilir. Ama sadece kendisi ve diğerleri üzerinde çok ciddi çalışmalar yaparak. Eğer kişinin yapmasına izin verilirse. Gerçek şu ki, kanser aslında tüm insanlığın egoist bir tümörüdür. Bu nedenle, doğası gereği, karakteriyle tamamen bencil olmayan insanları da etkileyebilir. Onlar da etkilenir.

Soru: Sanki tüm insanlıktan onlara yansımış gibi, değil mi?

Cevap: Evet. Ve genel olarak, bu açıdan doğayı yanlış anlıyoruz. Çünkü doğa, belki de birbirlerine karşı bu tür kötü tezahürlerle en az ilişki kuran insanları etkiliyor.

Yorum: Demek ki, Hak’tan yana olan ilk acı çeken kişi olabilir.

Cevabım: Doğru.

Soru: Neden?

Cevap: Çünkü onlar diğerlerinin üstündedir ve bu nedenle ilk darbeyi onlar alır.

Soru: Bu utanç verici.

Cevap: Hayır, utanç verici değildir. Bu evrensel bir doğa yasasıdır, bu nedenle herkesi düşünmemiz gerekir.

Yorum: Bir keresinde, bir kişi kendini kötü hissettiğinde veya ağır hasta olduğunda, kendisi hakkında düşünmek yerine başkalarını düşünme gücünü bulursa, bu şekilde hastalığı yenebileceğini söylemiştiniz.

Cevabım: Hastalığı yenebilir, ancak günümüzde her şey birbirine o kadar bağlı ve birbiriyle bağlantılı olduğundan çok zordur.

Soru: Reçeteniz nedir?

Cevap: Yine de başkalarını düşünmelisiniz. Bu, kanser gibi kötü, egoist bir hastalık için en kesin ve en büyük çaredir.

Kabala Kişiye Ne Verir?

Soru: Kabala bir kişiye ne verir ve bugünkü karmaşık yaşamımıza nasıl uygulanır?

Cevap: Bizim zamanımızda, iş, okul, aile veya kariyer dışında hiçbir şey düşünmek istemeyen en sıradan kişi bile, Kabala tarafından ifşa edilen ve başka hiçbir yerde olmayan doğanın temel yasalarını bilmiyorsa, dünyayı kendisi için doğru ve güvenli hale getiremez.

Kabala’nın bize açıkladığı gerçek doğa yasalarını bilmeden, toplumu, doğru ya da varoluş için iyi bir ortam yapamaz. Bu nedenle, bu bilime hakim olmak onun için gereklidir.

Eskiden ilkokul eğitimi yeterli bilgi sağlardı ve hayatımızın geri kalanına hazırlanırdık. Günümüzde, Kabala biliminin bize neyi ifşa ettiğini bilmeden, neredeyse var olamaz ve doğru bir şekilde ilerleyemeyiz.

“Farklı İnsanlar, Farklı Dünyalar” (Linkedin)

Birinin siyah gördüğü yerde, diğeri beyaz görür. Biri bir şeyin iyi olduğunu düşünür ve bir diğeri kötü olduğundan emindir. Farklı insanlar, farklı dünyalar. Dünyalar kadar ayrı olduğumuzda, kabuklarımızın içine kapalıyken ve tamamen farklı bakış açılarıyla nasıl işbirliği yapabiliriz? Ve neden en başta bu böyle yaratıldık?

Her insan kendine özgü bir dizi özellik ve nitelikle doğar. Her insan belli bir ailede, belli koşullar altında büyür, belli bir yetiştirme süreci alır ve farklı deneyimlerle yaşar. Her insan, basın kuruluşları ve sosyal medya ağlarından etkilenir ve tüm bu faktörler bizi biz yapar.

Tüm bu faktörler nedeniyle, dünyayı her birinin taktığı kendine özgü gözlüklerle, farklı filtrelerle görürüz. Bu yüzden diğer insanları anlamak bizim için çok zordur, hatta imkânsızdır. Sonuç olarak, kendimizi sürekli çatışmaların içinde buluruz. Bizim görüşümüzün doğru olduğunu kanıtlamaya çalışırken, her birimizin benzersiz olduğunu unuturuz ve sonunda hayal kırıklığı, umutsuzluk ve depresyondan başka hiçbir yere götürmeyen sonsuz ego-savaşlarının içinde yutuluruz.

Görüşümüz bizim için neden bu kadar önemli? Görüşümüz bizim kim olduğumuzu temsil eder; o, benliğimizin, egomuzun ifadesidir. Biri benimle aynı fikirde değilse, bu varlığımın temelini sarsar, kendimi değersiz ve önemsiz hissetmeme ve dolayısıyla güvensiz hissetmeme neden olur.

Birbirimizle rekabet etmemiz gerektiği öğretildiği sürece, birbirimize zarar vermeye devam edeceğiz ve birbirimizin benzersizliğini bir tehdit olarak göreceğiz. Bireyselliğimizi toplumsal olarak yapıcı bir faktöre dönüştürmek için eğitimimize bir katman daha eklemeliyiz.

Bu katman, doğanın birbirini tamamlayan zıtlıkları ile ilgilidir. Tüm yaşamın birbirini tamamlayan ve birbirimizin varlığını mümkün kılan zıtlıklardan oluştuğunu kendimize hatırlatmalıyız. Tıpkı ölüm ve çürüme olmadan doğum ya da büyüme olmayacağı gibi, düşüncelerde ve fikirlerde çelişen görüşler olmadan da büyüme olmazdı. Doğada karşıtlar birbirlerini yok etmezler; birbirlerini tamamlarlar, birbirlerini cesaretlendirirler ve birbirlerinin varlığını garanti ederler. Bu, doğanın bütünsel formülüdür ve bizler onun önemini anlayıp topluma uygulamazsak, birbirimizi güçlendirmek yerine birbirimizi yok edeceğiz.

Bir kişinin hedefine ulaşmak için uzun bir yolculuğa çıkması, tek ayak üzerinde zıplayarak gerçekleşmez. Hedefimize ulaşmak için sol ve sağ, her iki bacağı kullandığımızda olur. İnsan toplumu da aynı şekilde olmalıdır. Hedefimiz birliktir ve oraya ulaşmanın tek yolu aramızdaki bağı güçlendirmektir. Bununla birlikte, birbirimizden ayrıldığımızı ve birbirimizden nefret ettiğimizi hissetmedikçe ve nefretimizin üzerine çıkmak için birliğimizi güçlendirmemiz gerekmedikçe, bağ kurma dürtümüz olmayacaktır.

Bu nedenle, görüşlerini küçümsediğimiz biriyle karşılaştığımızda, bu görüşün bizim patronluk yapmamız için değil, daha güçlü bir bağ kurmanın temeli olduğunu unutmamalıyız. Hissettiğim bu uzaklık, yakınlığı inşa etmemdeki itici güçtür ve inşa etmemiz gereken şeyin tersi dışında hiçbir zaman başka bir itici güç olmayacaktır.

Başkalarıyla hiçbir çatışma hissetmeyen insanların, birleşmek için hiçbir nedenleri yoktur; onlar oldukça memnun, ilgisiz ve büyük ölçüde kayıtsızdırlar. Sadece farklı olan, birbirinden ayrı dünyalarda olan insanlar gerçek birliği, güçlü bir bağı ve nihayetinde gerçek sevgiyi inşa edebilirler.

Islah Metodunun Faydaları

Soru: Kabalistik ıslah metodunun özelliği nedir?

Cevap: Bize gerçek doğayı, onun bizden ne istediğini ve onunla yüzleşip onun gerçek yasalarını öğrenirsek nasıl mutlu olabileceğimizi ifşa eder.

Elimizi ateşe sokmayacağız, düz zeminde tökezlemeyeceğiz, birkaç yıl içinde ondan bir darbe alıp, susuz, yiyeceksiz ve temiz havasız kalacak şekilde hareket etmeyeceğiz. O bize yasalarını gösterecektir.

Kabala bilimi, Yaradan’ı ifşa etmenin bir metodudur. Ve Yaradan tamamen doğadır. “Elokim” (Yaradan) kelimesinin gematriası (sayısal değeri),  “Teva” ya (doğa) eşittir. Yaradan ve doğa bir ve aynıdır.

Kabala bizlere dünyamızda ve onun ötesinde işleyen tüm genel yasaları gösterir. Onları tanırsak, kaçınılmaz olarak doğru olanı yapacağız. Doğanın kanunlarını net bir şekilde anlamamız gerekir ve o zaman hata yapmayacağız. Kabala bize bu fırsatı verir.

“Neden Dünya’yı Koruyalım?” (Linkedin)

İklim krizi tırmanırken ve aşırı hava durumu giderek artarken, uzmanlar geri dönüşü olmayan noktaya ne kadar yakın olduğumuza ciddi şekilde kafa yoruyorlar. CBS News, 26 Nisan’da bir rapor yayınladı, iklim krizinde küresel bir lider olan Profesör Timothy Lenton’a göre, “Batı Antarktika buz tabakasının bir devrilme noktasını çoktan geçmiş olabileceğini” bildirdi. CBS News ayrıca diğer uzmanlarla da konuştu ve “Mesaj oybirliğiyle verildi: Değişiklikler beklenenden daha hızlı gerçekleşiyor ve iklim sistemindeki devrilme noktalarına ulaşma şansı, sadece on yıl önce uzak ve çok uzak görünüyordu, ama şimdi çok daha olası ve daha acil görünüyor. Lenton, “Bu yüzden tehlikeye dikkat çekiyordum,” dedi. “Sadece on yıl içinde risk seviyesi belirgin bir şekilde yükseldi – ki bu da acil eylemi tetiklemeli.””

Benim görüşüme göre, soru, yıkım noktasına vurup vurmadığımız veya bu noktaya ulaşmaya yakın olup olmadığımız değil. Sormamız gerekenin, Dünya’nın buna mahkûm olup olmadığı ve bizim buna mahkûm olup olmadığımız değil, daha ziyade neden şimdi biz buradayız sorusu olduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız evren yaklaşık on dört milyar yıldır burada. Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıldır varlığını sürdürmekte ve Dünya üzerindeki yaşam, Dünya’nın oluşmasından birkaç yüz milyon yıl sonra başlamıştır. Atomlardan moleküllere, moleküllerden tek hücreli yaratıklara ve tek hücreli yaratıklardan Dünya’daki suda, karada ve gökyüzünde sayısız yaşam biçimine evrimleştik. Sonunda, son birkaç yüz bin yılda insanlık ortaya çıktı. Yavaş yavaş, gezegenin yöneticileri haline geldik, toprağını, florasını ve faunasını sömürerek, havayı, toprağı ve suyu kirletiyor ve güç ve zenginlik kazanmak için elimizden geldiğince hızlı bir şekilde Dünya’nın kaynaklarını tüketiyoruz. Bu yüzden mi buradayız, tüm bu zararı vermek için mi? Belki de cevabı bilseydik, her saniye gezegene verdiğimiz bu akıl almaz zararı vermezdik. Bu nedenle, burada olma amacımız, cevaplamamız gereken anahtar sorudur. Eğer cevabını bilirsek tüm sorunlarımızı çözer ve gezegeni kurtarırız.

Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, emisyonları azaltmak, kirliliği azaltmak ve gezegeni sömürmemizi azaltmak için sayısız taktik ve girişim denedik. Hiçbiri işe yaramadı. Dahası, sadece gezegenimizi değil, gezegendeki tüm yaşamı sömürüyoruz ve birbirimizi sömürüyoruz. Bizi karakterize eden “başkalarına kötü muamele” tüm alanlarda belirgindir, bu da sorunun, örneğin yenilenebilir enerjiye geçmekten veya ormansızlaşmayı engellemekten çok daha sistematik ve köklü olduğu anlamına geliyor. Tüm sıkıntılarımıza neden olan sorun biziz veya daha doğrusu doğamızdır – insan doğası. Bu gezegendeki diğer varlıkların aksine, birbirimize, tüm canlılara ve yuva dediğimiz gezegene karşı sömürücüyüz, kaba ve tacizciyiz. Aslında o kadar kalpsiziz ki yaptıklarımızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini mahvedeceğini bilsek bile açgözlülüğümüzü engelleyemiyoruz. Yaşayacak bir ev yerine, onlara gezegen büyüklüğünde bir çöp yığını veriyoruz. Hangi iyi ebeveyn bunu yapar? Elbette hiç biri, ama biz iyi ebeveynler değiliz.

Yine de her şey bitmiş değil. Koronavirüs salgınının başlangıcında neredeyse tüm dünyada empoze edilen ilk kapanmada, dünyanın dört bir yanından doğanın direncinin birçok örneği, Dünya’nın düşündüğümüzden çok daha güçlü olduğunu ve uzun süreli insan sömürüsünden bile kurtulabileceğini kanıtladı. Bu nedenle, tek sorunumuz olan insan doğasını çözersek, doğanın geri kalanı hızla iyileşecek ve gezegensel denge yeniden sağlanacaktır.

İnsan doğasını değiştirmek, ilk bakışta, kişinin kendini bir bataklıktan kendi saçından tutup çıkarması gibi imkansız görünebilir. Ancak bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenebiliriz. Doğada işler kendi çevrelerine göre değişir. Adaptasyon, herhangi bir türün hayatta kalmasının anahtarıdır. Eğer bizler bir dostluk, karşılıklı sorumluluk ve şefkat ortamı yaratırsak, doğamız çevresine uyum sağlayacak ve aynı şekilde olacaktır. Kendimizi değiştirmemize gerek yok, sadece yüzeysel davranışımızı değiştirmemiz gerekiyor. O zaman, tüm toplum nazik davranırsa, insanlar gerçekten nazik olacaklar. Nasıl acımasız bir ortamda yaşamak, orada yaşayan herkesi doğası gereği acımasız olmasa bile acımasız olmaya zorlarsa, bunun tersi de geçerlidir.

Bir kez sosyal çevremizi dost canlısı ve saygılı hale getirdiğimizde, kendi doğamız dost canlısı ve saygılı hale gelecektir. Dostça ve saygılı olduğumuzda, sömürücü olmayı bırakacağız. Sömürüden vazgeçtiğimizde, birbirimizi, diğer canlıları ve bir bütün olarak gezegeni kötüye kullanmayı bırakacağız. Görünen o ki kendimizi ve gezegenimizi kurtarmak için tek odak noktamızın sosyal çevremizi düşmanca olmaktan dostça olmaya, istismarcı olmaktan saygılı olmaya dönüştürmek olmalıdır. Diğer her şey hızla takip edecektir.

Dahası, içsel doğamızın kodunu dönüştürmek, bize şu anda tasavvur edemediğimiz alemleri ifşa edecektir. Sadece kendimize konsantre olduğumuz sürece, gördüğümüz tek şey kendimiziz. Ancak burada bulunmamızın amacı, kendimizin çok ötesinde büyümek, tüm gerçekliği kavramak, neden var olduğumuzu, neden yaşam ve ölüm, yaratılış ve yıkım olduğunu ve her şeyin nasıl birbirine bağlı olduğunu en derin düzeyde anlamaktır. Sadece birbirimizi düşünmeye başlarsak kendimizi düşünmeyi bırakırız ve ancak kendimizi düşünmeyi bırakırsak çevremizdeki dünyayı gerçekte olduğu gibi algılamaya başlayabiliriz. Bu yüzden hayatlarımızı, gezegenin refahını ve hatta mutluluğumuzu güvence altına almak için sormamız gereken tek soru “Neden buradayız?”

Yaratılan Bağımsız Mıdır?

Soru: Yaratılış, Yaradan’ın eylemlerinin bir ifşası mıdır? Yaratılan bağımsız mıdır? Yaradan’dan özgür müdür?

Cevap: Kesinlikle hayır! Yaradan’dan herhangi bir şey özgür olabilir mi? Başlangıçta, ışığın etkisiyle alma arzusunu, egoyu yaratan üst güç vardır. Ego ikincildir ve Işık ilktir. Doğada bundan başka hiçbir şey yoktur.

Onların arasında her türlü farklı eylem gerçekleşir. Hepsi birbirlerine zıttır ve bağ ve iletişim içindedirler.

“Balinalardan Ne Öğrenebiliriz (Ya Da Öğrenemeyiz)” (Linkedin)

Yıllar önce, Leningrad’daki (bugünkü St. Petersburg) Tıp Akademisi’nde üniversite öğrencisiyken, Karadeniz’de akademinin yürüttüğü özel bir proje vardı. Yunuslarla iletişim kurmak ve onların dillerini öğrenmeye çalışmakla ilgiliydi. Proje çok fazla bir sonuca ulaşmadı ve ders alındı.

Birkaç gün önce bir öğrenci bana İsrail’de balinaların dilini ileri teknoloji ekipman, dilbilim ve Yapay Zeka kullanarak öğrenmeye çalışmak için bir projenin başladığını söyledi. Bana bunun hakkında ne düşündüğümü sordu. Ona Leningrad’daki deneyden bahsettim ve bunun da fazla bir anlam ifade etmeyeceği sonucuna vardım.

Doğadan öğrenmek istiyorsak, bu hayvanlarla iletişim kurmak için değil, doğanın matrisini, nasıl işlediğini anlamak, yaratılışın sırlarını ve onu oluşturan yaratıcı gücün mekanizmasını anlamak içindir. Balinaların nasıl iletişim kurduğunu görmenin etkileyici olduğunun farkındayım, ama sonra ne olacak? Bu bizi nereye götürür? Bize birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı öğretecek mi? Hayır, öğretmeyecek. Ve birbirimizle iletişim kuramıyorsak, diğer türlerin ne kadar iyi iletişim kurduğunu görmenin bize ne yararı var?

İletişim çabalarımızı kendi ilişkilerimize, aramızda sağlıklı, dengeli ve düşünceli ilişkiler kurmaya odaklamalıyız. Bu bize yardımcı olacaktır, balinalara da yardımcı olacaktır, balina sesi B’ye kıyasla balina sesi A’nın anlamını öğrenmekten çok daha fazla. Onları değil, kendimizi çalışmamız ve düzeltmemiz gerekiyor!

Tüm doğa, zaten yaşamın ve ölümün, büyümenin ve çürümenin, vermenin ve almanın dengeli ve karşılıklı olarak destekleyici olduğu, denge yasasına göre işlemektedir. Yalnızca insanlar sadece almak, almak, almak ve karşılığında hiçbir şey vermemek isterler. Ve tüm yaratılışta egosantrik ve yıkıcı olan tek varlık biz olduğumuz için, kendi iletişimimize, birbirimizle kendi ilişkilerimize odaklanmamız ve birbirimizi önemsemeyi öğrenmemiz hayati derecede önemlidir!

Bir kez bunu öğrendikten sonra, tüm yaratılışı, diğer türlerle nasıl iletişim kuracağımızı ve Dünya üzerindeki tüm yaşamın gelişmesini nasıl destekleyeceğimizi de anlayacağız. Eğer bizler yüksek benliklerimize, tüm insanlarla kalpten kalbe bağlı olmaya bakarsak, diğer tüm türlere katkıda bulunabileceğiz ve burada Dünya’daki varlığımızın bir anlamı ve amacı olacak ve tüm yaratılanlara fayda sağlayacaktır.

“Doğada Kaç Kuvvet Vardır?” (Linkedin)

Bilim topluluğu, son zamanlarda olası yeni bir parçacığın keşfi ve hatta doğada bulunan yeni bir kuvvetin keşfi üzerine şaşkına dönmüş durumda.  Chicago yakınlarındaki yüksek enerjili parçacık fiziği konusunda uzmanlaşmış Enerji Bakanlığının ulusal bir laboratuarı olan Fermilab’da çalışan bilim adamları, atom altı seviyede çalışan, bilinmeyen bir kuvvetin güçlü kanıtlarını gördüklerini, “müon” adlı bu parçacığın, mevcut fizik anlayışına dayanarak beklemedikleri bir şekilde yalpalamasına neden olduğunu söylüyorlar. Deneyin baş bilim adamlarından biri olan Chris Polly, bunu “Mars gezginimizin iniş anı” olarak tanımladı.  Fermilab teorik fizik bölümünün başkanı olan Marcela Carena heyecanla ekledi: “Bu küçük yalpalamanın, bildiğimizi sandığımız şeylerin temellerini sarsabileceğini düşünüyorum.”

Fermilab yalnız değil.  Geçen ay, Avrupa’daki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndaki (LHC) bilim insanları,  bilinmeyen bir kuvvetin ipuçlarını buldular.  “Güzel kuarklar” adı verilen parçacıkları bir araya getirdiler, çarpışmaların eşit miktarda elektron ve müon üretmesini beklediler, ancak müonlardan yüzde on beş daha fazla elektron ürettiler.  Johns Hopkins Üniversitesi’nden teorik fizikçi David Kaplan, Global News’e verdiği bir röportajda, “Komik bir şeyler oluyor,” dedi.  Kaplan’a göre deneylerin sonuçları, Standart Modelde olmayan yeni bir parçacık veya kuvvetle açıklanabilecek bir şeye işaret ediyor.  “Bu bir hata payı değil,” dedi ve ekledi, “yanlış bir şeyler var.”

“Standart Model” adı verilen model altında çalışan mevcut atom altı fizik anlayışı, doğada dört kuvvet olduğunu savunuyor: yer çekimi, elektromanyetizma, güçlü kuvvet ve zayıf kuvvet.  Şimdiye kadar, dört güç hemen hemen her şeyi açıklamayı başardı.  Görünüşe göre, Standart Model yeni olguyu açıklayamıyor ve bilim adamları dünya hakkındaki anlayışlarını sorguluyorlar.  Eğer beş kuvvet varsa, işlerin nasıl yürüdüğünü anlayamamaktalar.  Daha da kötüsü, hala bilmedikleri başka kuvvetler varsa veya keşfedilecek yeni bir kuvvet veya yeni bir parçacık varsa, bu gücün doğasını bilmemekteler.  Eğer bir fizikçiyseniz, bu oldukça kafa karıştırıcı olabilir, ancak aslında, bu çıkmazı düzene sokmanın kolay bir yolu var.

Küresel Çağda Kişisel-Çıkar ve Özgecilik adlı kitabımda bu konu hakkında kapsamlı bir şekilde yazdım, ama bu küçük pasajda, açıklamanın ana fikrini paylaşmaya çalışacağım.  Gerçekliğin en temel seviyesinde iki kuvvet vardır.  Bilimsel isimleri yoktur, ancak zıttırlar ve onların etkileşimleri gerçekliğin her zerresini oluşturur ve sürdürür.  Dengeli olduklarında, maddeler gelişir;  aralarında dengesizlik olduğu zaman maddeler çürür ve kötüleşir.  Pozitif ve negatif diyebileceğimiz bu kuvvetler, protonlar ve elektronlar arasında, yılın zıt mevsimlerinde, gece ile gündüz, doğum ile ölüm, büyüme ve çürüme, erkek ve dişi, sevgi ve nefret arasındaki zıt yükleri oluşturur.  Özellikle insanlarda, bu kuvvetler, arzular olarak tezahür eder: alma arzusu ve verme arzusu.

Sömürü/istismar olduğunda, bu açıkça alma arzusunun abartılmasıdır.  Öte yandan annelik, verme arzusunun en güzel örneğidir, anne verirken zevk alsa bile.

Bu arzular durağan değildir.  Onların gelişimi, evrim olarak bildiğimiz şeyi yaratır, ancak dengelerini ya da biyologların dediği gibi – homeostazı  yani kuvvetlerin baskın olduğu dinamik bir dengeyi korurlar.

Şu anda, evrimin zirvesi insanlıktır.  Bununla birlikte, insanlarda bir kusur vardır: Alma arzusu içimizde zorlayıcıdır ve verme arzusu ise oldukça siliktir.  Sonuç olarak, yaptığımız ifşaatların hemen hepsi alma arzusu tarafından kullanılır.  Bu nedenle, her bilimsel keşif hemen bencil amaçlar için kullanılır: servet kazanarak şöhret aramaktan, askeri silahlar ve teknolojiler geliştirmeye kadar.

Arzularımız gelişmeye devam ettiği için, doğada yeni parçacıklar, yeni kuvvetler ve yeni yasalar keşfetmeye devam edeceğiz.  Keşiflerimizin tek sınırı, arzularımızın yoğunluğudur.  Ne kadar büyürlerse o kadar çok keşfedeceğiz.  Ancak, bugüne kadar doğa hakkında öğrendiğimiz her şeyi kötüye kullandığımız gibi, keşfettiklerimizi de kötüye kullanacağımızdan emin olabilirsiniz.  Daha fazla kuvveti keşfetmenin tek olası sonucu, bunların insanlığa ve gezegenimize daha fazla zarar ve acı vermek için kullanılmasıdır.

Yapmamız gereken gerçek keşif, mantıksız alma arzumuzu, zayıf verme arzumuzla nasıl dengeleyeceğimizdir.  Doğada iki kuvvetin dengede olmadığı herhangi bir yapının kısa ömürlü olduğunu hatırlamalıyız.  Gezegenimizin tarihinde bir titreşimden daha fazlası olmak istiyorsak, alma ile verme arasında denge kurmayı öğrenmeliyiz.

Daha basit bir ifadeyle, sadece kendimizin değil, başkalarının ihtiyaçlarını da daha fazla düşünmeye başlamalıyız.  Üstelik bunu bireysel olarak değil toplum olarak yapmalıyız çünkü bireysel olarak ben merkezli olan bir toplumda bu işe yaramayacaktır.

Nükleer silahların neler yapabileceğini zaten keşfettik.  Şimdi, bir kez daha, tüm sonuçları için onları kullanacak kadar körleşiyoruz.  Bu nedenle, doğada sayısız güç varken, gerçekten keşfetmemiz gereken tek bir güç vardır: verme gücü, verme arzusu.  Bu bize mutluluğun fiziğini ifşa edecektir.