Category Archives: Maneviyat

Kabalistlerin Anladığı Gizli Dil

Yorum:Megilat Ester” (“Ester Parşömeni”) hikâyesi, büyük bir kutlama ile başlar. Kral Ahasuerus, saraylılar için 180 gün süren bir şölen düzenler. Sonra bu şölen tüm insanlar için yedi gün daha devam eder.

Üstelik hikâye, sanki içtikleri ve yedikleri bizi çok ilgilendiriyormuş gibi, tabakları ve içecekleri ayrıntılı olarak listeliyor.

Cevabım: Gerçek şu ki, bu metin, doğa hakkında, kendimizi üst ışığı, Yaradan’ın ifşasını almak için nasıl hazırladığımız hakkında kapsamlı bilgileri kodlar. Her şey yemek kisvesi altında anlatılıyor.

Yemek, Yaradan’ın ifşası olgusudur.

Soru: Bayramın neden 180 gün sürdüğü belirtilmiş? Bunun anlamı ne?

Cevap: 180 gün veya yarım yıl, ziyafet için yukarıdan verilir ve bizler aşağıdan bir şölen, bir kutsama ve diğer tamamlamalar şeklinde eklememiz gerekir, varlığımız aracılığıyla bütün Kli‘ye (Kaba) ekleriz yani bütün duruma.

Ayrıca Purim hikâyesinde, Kral Ahasuerus, Yaradan’ı temsil eder. Yani Ahasuerus, Keter’dir ve onun ortakları Hohma ve Bina‘dır. Bu nedenle 180 gün süren bir şölen ile Or Hozer (yansıyan ışık) ve Or Yaşar‘ı (direkt ışık) kastediyoruz – 9 ar Sefirot ve her birindeki 10 Sefirot.

Sonra, insanlar için yedi günlük bayramdan bahseder. Yedi, Kabala’da çok dikkat çekici bir sayıdır.

Ruh iki kısımdan oluşur: GAR—Keter, Hohma ve Bina, ruhun ilk üç üst Sefirot veya Roş‘udur (Baş). Sonra ruhun bedeni gelir: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malhut—7 Sefirot.

Ruhun 10 parçasının üçe ve yediye bölünmesi, onun ihsan etme çalışmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yedi sayısı çok önemlidir. Bu yedi Sefirot içinde, arzular ihsan etmeye yani birbirimizle ve Yaradan ile bağa yönlendirilir ki bizim tüm çalışmamız budur.

Yorum: Her şeyi böyle kodladığınızı hayal edebiliyor musunuz!

Benim Yorumum: Hayır, Kabalistler kendilerini sadece bu dilde ifade ederler, ne hakkında konuştuklarını anlarlar. Eğer anlamazsan da, olsun. Bu tıpkı, garaja girdiğinizde arabada bir şeyin kısa devre yaptığını, bir şeylerin ters gittiğini duyduğunuzda ancak bunun tam olarak ne olduğunu anlamadığınızda: akü, dağıtıcı yoksa başka bir şey mi, onun gibidir.

Yaradan ve Yaratılanlar Arasında Savaş

Bir anlaşmazlığı nasıl uzlaştıracağımız veya tartışmalı tüm sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda endişelenmemize gerek yok. Bir küpü yuvarlak bir deliğe başarısız bir şekilde yerleştirmeye çalışan ve birinin diğerine asla sığmayacağını fark etmeyen bir çocuk gibi olmayın.

Anlaşmazlıklar, bizim bu dünyada yapmaya çalıştığımız gibi onu ortadan kaldırmamız için verilmez.  Bu imkansızdır ve bu nedenle savaşlara giriyoruz.  Sonuçta, bir başkasına haklı olduğunuzu kanıtlamak ve uzlaşmaya varmak imkansızdır. Anlaşmazlıklar bize yukarıdan verilir ve bu nedenle, bu daha yüksek çelişkiyi, burada, dünyamızda, herhangi bir formda kendi seviyemizde çözmekten aciziz.

Bizlerin, sadece bu çatışmaların bize durumumuzu ve onlara yaklaşımımızın ne kadar yanlış olduğunu gösterdiğini bilmemiz gerekiyor.

Dünya, Yaradan ve yaratılanlar arasında sonuca varır yani, anlaşmazlıklar aracılığıyla Yaradan’ın adı, iyilik yapan iyi, ifşa olur. Öyle anlaşılıyor ki bizler birbirimizle değil, Yaradan ile savaştayız. Ve herkes egoist niyetini büyük alma arzusunu indirgediğinde ve dünyada tek bir arzu – ihsan etme arzusu hüküm sürdüğünde, barış da hüküm sürer. Ve o zaman tüm iyilik ve haz bu dünyada ifşa olur.

Hakimler Dönemi

Soru: Yahudi halkının tarihinde 300 yıl süren ve hakimler dönemi olarak adlandırılan özel bir dönem vardı. O zamanlar neredeyse hiç kral ya da düzenli ordu yoktu. Bunun o insanların içinde bulunduğu özel bir manevi seviye olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Kesinlikle. Dünyamızda olan her şey insanın ve toplumun içsel, derin hallerinden gelir. Birini diğerinden koparamazsın.

Bu nedenle, özellikle insanların kendilerini Firavun’un (egoizmin) egemenliği altında hissettikleri ve ondan hiçbir yerde kurtulamadıkları o dönemdeki Mısır köleliğinden çıktıktan sonra, özgürleştikten sonra, yani sanki sınırı kendilerinden, onları köleleştiren egoizmden özgürlüğe geçmişçesine her birinin ve herkesin birlikte manevi durumuydu bu, tamamen farklı bir dünyada olduklarını hissettiler.

Artık içsel yönlendirmelere, alışkanlıklara ve eğilimlere boyun eğmek zorunda değillerdi, artık kendi doğalarından özgür olabilirlerdi. Böylece hakimler dönemi başladı. Bu, insanların kendilerini yargılayabilecekleri, kendilerinin üzerinee yükselebilecekleri ve hangi koşulda olmaları gerektiğini hissedebilecekleri anlamına geliyordu.

Her insan egoizmden ayrılabilir ve tarafsızca kendini ve başkalarını yargılayabilirdi. Ancak, buna ek olarak, insanların içinde bulundukları koşula ilişkin bir sorumluluk ölçüsünü ve bir anlayış ölçüsünü kişileştiren hakimler vardı.

Soru: Hakimler, yürütme gücü olmadan da ulusu yönetmelerine izin verecek kadar ahlaki bir seviyeye sahip miydi?

Cevap: İnsanlar kendi güçlerine sahipti. Onlar, kendi güçlerinin, düşüncelerinin ve kararlarının insafına kalmışlardı. Kendilerinin hakimiydiler. Bu nedenle, bu döneme hâkimlik dönemi denir.

Yaradan’ı Algılamaya Hazırlanın

Yaradan her şeydir. O’ndan başkası yoktur. Adı, unvanı, imajı, formu yoktur. Zaman ya da mekanla sınırlı değildir, kesinlikle hiçbir şeyle sınırlı değildir. O, tüm sınırlamaların ve dünyaların üstündedir. O sadece var olan her şeydir.

Fakat Yaradan her şeyi sonsuz ölçülerde, sonsuz sayıda ses ve formla doldursa da, O’nu algılamaya hazırlanmalıyız. Bizimle bağ kurmak adına, yavaş yavaş büyümemiz, duyu organlarımızı genişletmemiz ve O’nu tüm gücüyle hissedip anlayabilmemiz için bizi geliştirmek istiyor.

Bunu yapmak için de algı organlarımızı sonsuz bir şekilde geliştirmemiz gerekir ki bu da bizi sınırlayan, dar bir çerçeveye sokan ve her şeyi sadece kendi menfaatimiz veya zararımız açısından değerlendirmeye zorlayan egoizmden çıkmak anlamına gelir. Ve böyle bir yaklaşımla, Yaradan’a yaklaşmak imkansızdır çünkü O böyle bir hesaplamanın üstündedir.

Ancak bu sınırlamalardan çıktığında, Yaradan’ın yardımıyla kendini düzeltebilen ve Yaradan’ın onun için ne yaptığını anlayıp hissedebilen, kasıtlı bir şekilde bir egoist olarak yaratılmış olan, sadece insandır.

Bu olmadan, üst güç kavramına ulaşmak imkansızdır çünkü biz onun faaliyet gösterdiği boyutta değiliz: alma arzusunun ötesinde, egoizmin ötesinde, algımızın ötesinde.

Gerçekliği beş duyuyla algılıyoruz ve bu yüzden böyle bir dünya görüyoruz. Ancak Yaradan hiçbir şeyle sınırlı değildir, dünyayı ve evreni hissettiğimiz bu maddi organlar tarafından Yaradan hissedilemez çünkü tüm bunlar sınırlı bir şekilde algılanır.

Yaradan ihsan etme gücüdür. O vermek, bahşetmek, sevmek ve doldurmak istiyor. O’nun arzusu bize böyle ifşa edilir. Ama bizim dışımızda Yaradan hakkında tek bir söz söyleyemeyiz. Düşünceleri ve arzuları olup olmadığını bilmiyoruz. Büyük olasılıkla yok, çünkü O tüm bunların üzerindedir. Mükemmel olan duygulara tabi olamaz — kötü ya da iyi – çünkü O, hiçbir şeyle sınırlı değildir.

Bu nedenle O, kötü veya iyi duygulara sahip olamaz. Tüm duygularımız ya bir şeylerin eksikliğinden ya da doldurulmasından kaynaklanır. Ancak tüm bunlar Yaradan’a özgü değildir. Yaradan mutlak iyiliktir ve sadece herkesi iyilikle doldurmak ister.

Egoizme Karşı Zafere

Yorum: Bizler, Yaradan ile bir anlaşma yapmadan önce, kişinin dostlarıyla, bir grupla anlaşma yapması gerektiğini öğreniyoruz çünkü bizim dünyamızda Yaradan cansız, bitkisel, hayvansal ve insan doğasına ait tüm nesnelerin arkasında gizlidir.

Cevabım: Gerçek şu ki Yaradan bizim hiç elde edemediğimiz bir güçtür. Bunu yalnızca özümüzde-egoizmimizde hissederiz.

İyi bir bağ, özgecil ilişkiler için, bozuk egoist koşulumuzu ve düşmanca bağlarımızı düzeltebildiğimiz ölçüde, Yaradan’a benzer hale gelir ve O’nu aramızda hissedebiliriz.

Bir insan başlangıçta sadece egoist niyet ve arzudan ibaret olduğundan, aramızda bir bağ kurmak için bu egoizm üzerinde çalışmak asıl çalışmamızdır.

Egoizmimizi onun seviyesine göre, gücüne göre ve egoist hedeflerimin dışında kalan her şeyi (tüm dünya için bu düşmanca arzu ve niyetleri yenerek),reddetme arzusuna göre beş parçaya bölerek, yavaş yavaş başkalarına daha yakın olur ve başkalarıyla bağa girerim.

Bununla egoizmimin üzerine çıkarım, onu yenerim ve böylece bencil arzularımın beş adımını da aşarım. Beşle çarpılan beş adım ve yine beşle çarpıldığında, beni Yaradan’dan, O’na benzerlikten ayıran yüz yirmi beş adım verir. Bunlar, edinme, ıslah ve birbirimizle yakınlaşma aşamalarıdır.

Gezegende Neden Milyarlarca İnsana İhtiyacımız Var?

Soru: Günümüzde teknolojik yenilikler ve icatlar, insanların yaptığı birçok işlemin makineler yardımı ile yapılmasına olanak sağlamaktadır. Robotlar ve otomatik sistemler giderek insanların yerini alıyor.

Evlere yiyecek ve ilaç getiren sürücüsüz arabalar ve insansız hava araçları artık kimseyi şaşırtmıyor. Birçok ülkede bu zaten test ediliyor. Ancak bu durum birçok insanı işten çıkarttırır. Onlarla ne yapmalıyız?

Cevap: Egoizmimizi zıddına, özgeciliğe, ihsan etme niteliğine ve iyi bağa dönüştürmeyi kolaylaştırmak için, işten çıkarılan kişi sayısı çok fazla olmalıdır. Sonuçta egoizm, taşıyıcılarının sayısına bölünür. Ve bu yüzden her birimizde nispeten küçüktür.

Eğer doğamıza direnme gücümüz olsaydı, o zaman elbette Adem ve Havva gibi olabilirdik. Sekiz milyar parçaya bölünmemiz gerekmezdi.

Çok zayıf olduğumuzdan ama yine de dünyaya karşı tutumumuzu değiştirerek yani esas olarak dünyayı değiştirerek, egoizmimizi aramızda iyi bir bağa dönüştürmemiz gerektiğinden, bu kadar çok insana ihtiyacımız var.

İdeal Bir Yargıç İmajı

Yargıçlar döneminde, yargıcın temel işlevi, kişinin kendi niteliklerini yargılamaktı: ne zaman iyi olduklarını ve ne zaman olmadıklarını ve tam olarak neyin iyi veya iyi olmadığını bilmek ve böylece kendini ıslah etmek için ilerlemek, dua etmek, ihsan etme ve sevme niteliğini vermesi ve insanı egoist doğasının üzerine çıkarması için Yaradan’a dönmektir.

İdeal bir yargıç imajı, kişini içinde, egoizminden kesinlikle kopabileceği, kendine bir dereceye kadar hakim olabileceği, kendini kontrol edebileceği ve daha yüksek bir ihsan ve sevgi niteliğine dönüşebileceği niteliktir.

Bu nedenle, öncelikle yargıç neyin iyi neyin kötü olduğunu belirlemek zorundadır. Ve sonra kötü olanın üzerine çıkarak iyi olanın seviyesine yükselir.

Soru: Bu bir insanın içinde yetiştirilebilir mi yoksa kalıtsal mıdır?

Cevap: Bu insanın içinde geliştirilebilir.

İnanç Olmadan Dua Etmek Mümkün Mü?

Soru: İnanç olmadan dua edebilir miyim?

Cevap: Nasıl dua edeceksiniz? Kime? Niye? Ne için dua edeceksiniz? Sonuçta, Yaradan ile kesinlikle hiçbir bağınız yok.

Tabii ki, bu bağı elde etmek için dua edebilirsiniz. O zaman, duyularınızda pratikte bulunmayan Yaradan’dan isteğiniz, O’nu hissetmeye başlamanız olmalıdır. İçinizde ortaya çıkmaya başlayan bu histen, yavaş yavaş Yaradan ile bir bağ geliştireceksiniz. Bu şekilde yapılmalıdır.

O’na dönmekten korkmayın. Yaradan ile bir arkadaş, bir ortak gibi, kim olduğu önemli değil, konuşmaktan korkmayın. O, sizi gerçekten anlar. Sadece O’nunla bir diyalog başlatmalısınız ve O’na her şeyi anlattığınızda ve O’ndan bir cevap almak istediğinizde bu bir diyalogdur.

 

Her Zaman İhtiyacımız Olanı Alırız

Soru: Kendimize çektiğimiz ışıkla ne yapabiliriz?

Cevap: Talep ettiğiniz şey ıslahın ışığıdır. Size gelir gelmez, onunla ne yapacağınızı hemen anlamaya başlarsınız. Ne de olsa, bu gücün, bu anlayışın, bu ışığın size gelmesi için bir talepte bulundunuz.

Bu nedenle, sadece harekete geçin. Ne istediysen ona göre alırsın.

Aslında, her zaman ihtiyacımız olanı alırız. Belki kendi taleplerimizi anlamıyoruz ama her an ihtiyacımız olanı alıyoruz. Üstelik sadece Yaradan’dan alıyoruz, O’ndan başkası yok. Sadece bunu nasıl doğru kullanacağımızı düşünmeliyiz.

 

“Purim Nedir? Neden Önemlidir?” (Quora)

Purim, insanlığın doğa ile mükemmel uyumlu bir bağlantı içinde birleştiği “ıslahın sonu” olarak adlandırılan bir durumu temsil eder.

Islahın sonundaki Kli (kab), ıslahın sonunun ışığıyla -Ein Sof’un (sonsuzluk) Kli’si ve Eyn Sof’un ışığıyla- birleşir; burada sonsuzluk ve mükemmelliği hissederiz ve tüm sorunlarımızı ve kederlerimizi geride bırakırız ve ışıkla, neşeyle dolu sınırsız bir dünyaya gireriz. Bu nedenle günün şarap ve diğer alkollü içeceklerle dolu olması gerektiği söylenir.

Bu önemlidir çünkü çatışmaların ve problemlerin olmadığı, gerçekliği dolduran tek bir ışığın olduğu, mükemmel ebedi dünyada var olma hissini ne kadar çok taklit edersek, o zaman o mükemmel bağlantı durumunu, kendi aramızda var olacak ve bizi dolduracak şekilde çekeceğiz.