Category Archives: Egoizm

Başkalarının Arzularını Sahiplenme

Kişi sadece kendi başına yaşasaydı, sadece kendini fark etseydi ve daha fazlasını yapmasaydı yani egoizmimiz başkalarını taklit etmeye çalışmasaydı ve kendisine tamamen yabancı yeni görevler icat etmeseydi, o zaman mutlu olurduk ve bizim için her şey basit olurdu. Bütün sorun, kıskançlık, şöhret ve güç arzusunun yardımıyla sahiplendiğim başkalarının arzularını fark etmekte yatıyor ve bu arzular benim arzularım haline geliyor.

Bu bizim ileriye doğru ilerlememiz! Başkalarının istediğini istediğim gerçeğiyle (birden bire ben de onu istiyorum) gelişiyorum. Ancak bu arzular bana başkalarını hissedip onlarla bağ kurabilmem, onların arzularını yerine getirebilmem ve bundan haz alabilmem için veriliyor, onların arzularını kendime mal edip onları yerine getirmeye çalışmam için değil. Bu şekilde asla haz alamam ve asla tatmin bulamam.

Başkalarının arzularını sahiplendiğimizde ve “istiyorum!” diye kendi içimizde onları yerine getirmeye çalışmaya başladığımız zaman, kendimizi yerin dibine batırmaya başladığımız zamandır.

Eğer tersini yapsaydım, bu arzuları kendimde değil de başkalarının içinde, sahip oldukları biçimde, bulundukları yerde yerine getirseydim, o zaman sonsuz mutlu olurdum! Herkesle bağ kurardım. Bu yüzden, kıskançlık, haset, itibar, onur ve diğer tüm nitelikler bana verildi ki, böylece başkalarının niteliklerini hissedeyim ve onların içindeki bu arzuları yerine getireyim. Her şeyin ne kadar basit olduğunu görüyor musunuz?

Ama biz tam tersini yapıyoruz. Bu “zıt” yani başkalarının niteliklerini (kıskançlık, haset vb.) içimizde benimsemek, “Başkalarında ne var? Peki ya ben? Neden?” demektir. Bu, egoizmin gerçek bir ifadesidir. Bu bizleri yaratılış amacının aksi istikametine çevirir.

 

Kadınların Bağ Kurması

Yorum: Daha öncesinde sadece erkeklerin bağ kurabileceğini vurgulamıştınız. Ve şimdi bu durum hem erkekler hem de kadınlar için aynı hale geliyor.

Cevabım: Evet, kadınlar öne çıkıyor ve hayatın her alanında giderek daha aktif rol almaya başlıyor.

Önceleri kadın doğum yapar, yemek pişirir, temizlik yapar, herkese ve her şeye hizmet ederdi. Ve ona büyük bir saygıyla davranılmasına rağmen, herhangi bir manevi çalışma söz konusu değildi. Hatta ibadet yerlerinde bile onlara yer yoktu. Bu durum sadece 100 ila 200 yıl önce ortaya çıkmıştı.

Ama bugün her şey eşit düzeyde. Dünya, tüm toplumlarda kadınların eşit hale gelmesi gerçeğine doğru ilerliyor. Ve bu yalnızca biz çok iyi olduğumuz için değil, küresel ıslaha doğru bir hareket olduğu için böyle. Hiç şüphe yok ki, kadın tarafı ortak çalışmalarımızda giderek daha etkili ve gerekli hale geliyor.

Bu nedenle onlara çok önem veriyorum. Bunlar ciddi arzular, ciddi güçler ve tüm erkekler ve tüm dünya üzerindeki baskılardır.

200 yıl önce bir kadının siyasete girmesi mümkün müydü? Ama bugün, ülkelerin üst düzey pozisyonlarda birçok kadın var.

Yani bu küresel bir eğilim çünkü dünya büyüyor. Egoizm öne çıkıyor. Kadın, egoizmi, alma arzusunu temsil eder. Bu nedenle o, daha talepkâr ve daha bağımsız hale geliyor.

Kadınlara saygı duyulması gereken çok şey var. Çok tutarlı, çok ciddi ve çok titizler. Onların ıslahlarında belli bir sınırlama var ama bu onların sınırlaması değil, doğanın iki parçaya bölünmesidir.

Bu nedenle kadınların bağ kurmasını, çok büyük ve ciddi bir mesele olarak görüyorum.

“Bir Felaket Olduğunda Doğa Bize Ne Öğretir?” (Quora)

Doğal afetler bize doğayla uyumsuz yaşadığımızı gösterir.

Bizler doğanın bütünsel sisteminin parçalarıyız ve doğada cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelere sahibiz.

Doğa cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler arasında karşılıklı bağ ve bağımlılık ile tek bir organizma gibi hareket eder. Bizler de doğanın birbirine olan bu karşılıklı bağlılığının ve bağımlılığının parçalarıyız, ancak bunu algılamaktan ve hissetmekten yoksunuz. Bu nedenle, insan seviyesi iyi düzeyde olduğu sürece her şeyi yok etmeye hazırız.

Doğal afetler, bize bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi, birbirimize karşı tutumumuzu değiştirmemiz gerektiğini göstermek için gelir: insanlığı hepimizin birbirine bağımlı olduğu tek bir bütünsel sistem olarak kabul etmek, birbirimize bakmak zorunda olduğumuzu ve bunu yapmazsak hayatlarımızın giderek daha acımasız hale geleceğini göstermek için.

Sağlıklı Egoizm

Yorum: Yaratılış planına aykırı olduğu için Kabala ile meşgul olmayan dış insanlara tüm sistemin tam bir resmini aktaramayacağınızı söylediniz.

Cevap: Onlar hiçbir şey anlamayacaklar! Mevcut nitelikleri göz önüne alındığında, onlara ne söylediğimi nasıl anlayabilirler? Ya da tamamen teorik olarak bile olsa, onunla nasıl bir şekilde aynı fikirde olabilirler? Peki o zaman ne olacak? Bu onların egoizmini yok edecek, bildikleri ve yaptıkları her şeyi yok edecektir.

Onların gözünde Einstein aniden küçük bir çocuğa dönüşecek, tıpkı farklı disiplinlerdeki diğer bilim insanlarının tamamen yüzeysel ve sığ görünmesi gibi. Sonra sırada ne var?

İnsanları küçük düşürmek neden? Ciddi katkıları, bağlılıkları için onlara saygı duyuyorum. Onlar sağlıklı egoizmlerinin farkına varırlar ve mümkün olduğunca çok şey bilmek ve elde etmek için çabalarlar. Bu, yine de Yaradan’a giden çeşitli yollar geliştirir. Bilim, üst gücün bir önsezisine giderek daha fazla yaklaşıyor.

Bu nedenle hiçbir şekilde müdahale etmek istemiyorum. Çünkü Kabala’yı öğrenirlerse hiçbir şey yapamayacaklar! Onlar bunu anında unutacaklar! Egoist kendini-savunma sistemi anında devreye girecek ve “Bilimsel alanıma geri döndüm, hiçbir şey bilmek istemiyorum!” diyecekler, hepsi bu.

Engellerin Özünü Nasıl Anlayabiliriz?

Soru: Karşılaşılan tüm engellerde Yaradan’ı nasıl görebilirsiniz?

Cevap: Sizi sürekli bu koşulda tutması gereken bir grup ancak size bu konuda yardımcı olabilir.

Fakat size gelenleri nasıl deşifre edebilirsiniz? Bir engelle nasıl çalışabilirsiniz? Önce bu engeli inceliyoruz ve sonrasında kişi kendi içine doğru giriyor.

Neden çalıştaylar, söyleşiler, soru-cevaplar yapıyoruz ve makaleleri neden okuyoruz? Sonuçta, bütün bunlar bizim tüm çalışmamızı tanımlamaktadır. Elbette insan çeşitli koşullardan geçtiği zaman, bunun daha önce hayal bile etmediği bir şey olduğunu anlamaya başlar.

Ancak daha sonra, her yeni koşuldaki birincil kaynakları okuyarak, bunun ne hakkında olduğunu anlamaya başlar. Bu hep daha sonradır, bunu önceden hissetmez ve sonra onlarda yazılanların gerçekten olduğunu görür.

Bu en yüksek psikolojidir, bir sonraki seviyeye, bir sonraki boyuta kademeli, yumuşak bir geçiştir. Yoksa doğanın genellikle yaptığı şeyi mi yapmasını istersiniz? Yani bir tür ölür ve yerine başka bir tür gelir. Bu böyle de olabilir. Bugün biz bir seçimle karşı karşıyayız.

Soru: Neden her şeyi hemen değil de daha sonra anlamaya ve fark etmeye başlıyoruz?

Cevap: Eğer önceden bilseydiniz, egoistçe onun peşine düşmek isterdiniz. Bu nasıl mümkün olabilir?! Ve şimdi, yeni düşünceleriniz ve zihninizle anlıyorsunuz. Eskiden de aynı şeyi okuyordunuz ama şimdi onu yeni bir şekilde hissediyorsunuz çünkü içinizde yeni özellikler, yeni algılayıcılar, yeni duyumlar, değerlendirmeler ve içsel boyutlar doğdu. Kendinizi yeni bir seviyeden incelemeye başlıyorsunuz.

“İnsanlığın Neye İhtiyacı Olduğunu Nasıl Bilebilirim?” (Quora)

İnsanlığın bilmesi gereken şey, doğanın bizi ilerlettiği şeyin bir sonraki tam birlik seviyesi olduğudur ve doğanın isteğimiz dışında bizi birbirimize bağlaması, katlandığımız her türlü ıstırabın nedenidir. Diğer bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan doğa güçleri vardır ve pozitif bağ kurma eğilimini reddederek acı çekiyoruz ve bunun tam tersine bizi birbirimize bağlayan bu güçlerle uyum içinde hareket edersek, hayatı mutlulukla deneyimleriz.

İşte bu yüzden bugün, üzerimizde işleyen doğanın bu güçlerini ve pozitif bağlarımızı fark ederek, bu güçlerle nasıl eşitlenebileceğimizi bize öğreten yepyeni bir eğitim şekline ihtiyacımız var. Daha sonra, doğanın bize rehberlik ettiği, uyumlu bir şekilde birbirine bağlı bir yaşamın bir sonraki aşamasına huzurlu bir şekilde yükselebiliriz.

Küresel bir insanlık haline geldiğimizi görüyoruz. Bu küresel karşılıklı bağımlılığımızdan ve karşılıklı bağlarımızdan kaçacak hiçbir yer yok. Dolayısıyla doğa ile uyum içine girmek demek, kendimizi içinde bulduğumuz bu daralan küresel bağımlılık ve birbirine bağlı olma duruma karşı tutumumuzu yükseltmemiz – hepimizin tek bir teknede olduğumuzu, tüm dünyada tek bir aile olduğumuzu fark etmemiz – ve buna göre birbirimizle ilişki kurmaya başlamamız demektir. Bu, doğanın duymamızı istediği mesajdır ve karşılıklı etkimizi ve bağımlılığımızı düşünmeden, her birimiz için bireysel olarak tatlı ve iyi görünenin peşinden koşmak isteyen aptal çocuklar olarak kalırsak, o zaman doğa ne yapacak? Bize iletmek istediği şeyi dinlemeye başlayana kadar bizi cezalandıracaktır. Doğanın birleştirici eğilimiyle uyumsuzluğumuz bugün çektiğimiz acıların sebebidir ve geleceğe doğru ilerledikçe daha fazla acı çekmemizin de sebebidir.

Bu nedenle, doğanın bize göstermeye başladığı şeyi, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı tek bir insanlık olduğumuz ve karşılıklı bağımlılığımızı uyumlu ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirmek istiyorsak, doğanın kendisi her şeyi kendi içinde barındırdığı gibi, bizim de birbirimize karşı tutumları tersine çevirmemiz gerektiğini dikkate almalıyız.

Yalnızca egoist doğamızla (başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımızla) doğup büyüdüğümüz için bu oldukça karmaşıktır, ancak kendimizi, tüm dünyada bağ kurmayı zenginleştiren yeni bir öğrenmeyi uygulama yoluna sokarsak, başımıza gelecek her türlü kargaşaya olan ihtiyacı azaltarak olumlu bir geçiş yapabileceğiz.

“Geleceğimiz Aslında Hangi Faktöre Bağlı?” (Quora)

Geleceğimiz, kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi ve gelişimimize rehberlik eden yasalarla kendimizi nasıl uyumlu hale getirebileceğimizi anlamaya bağlıdır. Bunu yaptığımızda kendimizi uyumlu ve huzurlu bir dünyada yaşarken bulacağız.

21. yüzyıla kadar, içimizde büyüyen egoist dürtülere göre geliştik. Bugün, insan egosu doruk noktasına ulaştı ve buna bağlı olarak artık daha sonraki gelişimimizde özgür seçim yapma olanağına sahibiz.

Bizim özgür seçimimiz nedir? Bu, bizim egoist doğamızın üzerine çıkma yeteneğimizdir.

Egomuzun üzerine çıkmak tek özgür eylemimizdir çünkü egoist dürtülerimizden kaynaklanan yaptığımız diğer her şey, bizi sürekli olarak kendimize yönelik hazlara doğru hareket ettiren, istemsiz bir programa göre işler. Bu nedenle, başkalarının yararını düşünerek ve hareket ederek, kişisel çıkarımızın üzerine çıkabildiğimizde, tüm egoist doğamızın dışında bir eylem gerçekleştirmiş oluruz. Bu özgür eylemde, kendini hedef alan bir yönde hiçbir haz tasavvur etmeyiz, bunun yerine tüm iyiliğin başkalarına yönlendirilmesini arzu ederiz.

Eğer özgür seçimimizin farkına varırsak, sonsuz ve mükemmel olan yeni bir yaşam algısı ve duygusuyla yeni bir doğaya yükselteceğiz.

Biz özgür seçimimizi kullansak da kullanmasak da, doğa yasaları ortaya çıkacaktır. Ancak, bu geçişe katılmazsak, hayatı giderek daha acı ve ıstırap verici olarak deneyimleyeceğiz. Egoist arzularımız asla tatmin olmaz. Sürekli olarak aradıkları hazlardan yoksun kaldıkça, kendimizi giderek büyüyen bir sorunlar ağına dolanmış olarak bulacağız.

Özgür seçim yeteneğimiz, bizi hayvanlardan ve doğanın diğer tüm parçalarından ayıran şeydir. Bu nedenle Kabalistler, tüm gerçekliğin insan için yaratıldığını söylerler: Doğuştan gelen egoist durumumuzun üzerine çıkabilen ve kendimizi doğanın kanunlarıyla -sevgi, verme ve bağ kanunları- uyumlayan, doğanın yegâne zeki yaratıklarıyız.

Önümüzde muazzam bir geçiş süreci ve hatta daha da şaşırtıcı bir hedefimiz var. Mevcut durumumuz, geleceğe doğru yol alırken karşılaştığımız yeni ve daha büyük zorluklara cevaplar aramamızı gerektiriyor. Bu gerçekten de olumlu bir durum ve ben bunu kaygıyla değil umutla karşılıyorum.

“Her Durumda Sakin Kalmayı Nasıl Öğrenebilirim?”

Her durumda sakin kalmak imkânsızdır. Ayrıca, her zaman sakin olmak zorunda da değiliz.

Doğa, sürekli egomuzu büyüterek bizi geliştirir. Çağlar süren insan gelişimine bakarsak, yemek, seks, aile ve barınma gibi temel hayatta kalma arzularından -mağara sakinleri olarak sahip olduğumuz arzulardan- medeniyetler olarak geliştiğimizde ortaya çıkan para, onur, kontrol ve bilgi gibi egoist arzulara kadar olan gelişimi görebiliriz.

Ego ne kadar büyürse, o kadar az sakin kalırız.

Kızgınlık, tedirginlik ve stres, kargaşanın nedeni olarak insan egomuzun farkına varmamız ve böylece egonun üzerine çıkmak için samimi yeni bir arzu geliştirmek için, doğanın bizi hissetmeye teşvik ettiği durumlardır.

Bu noktada, egonun üzerine çıkmak için cesaret ve güven hissettiğimiz destekleyici bir ortama ihtiyacımız vardır.

Böyle bir ortamın bir yönü, bizi insan egosunun üzerine yükseltmeyi amaçlayan düzenli öğrenme ve faaliyetlerdir, bu da bizi dengemizi bozacak her türlü kızgınlığa karşı korur.

Başka bir deyişle, çevremizle olan dengesizliğimizin kaynağının ego olduğunu kabul ederek ve egonun üzerine çıkmak için kendimizi düzenli olarak kalibre ederek, destekleyici çevremizi güçlendirmemiz gerekecek ve bu da yaşadığımız her türlü durumu kendi başımıza bırakıldığımızdan, daha hızlı atlatmamıza yardımcı olacaktır.

“Doğa Hepimizden Ne İstiyor?” (Quora)

Bu soruyu, on binlerce insanın öldüğü ve yüz binlerce insanın dondurucu soğukta evsiz ve yiyeceksiz kaldığı, trajik Türkiye-Suriye depreminden sonra öğrencilerimden birinden aldım.

Öğrenci bana, insanların doğadan böyle bir darbeyi hak edecek ne yaptıklarını ve doğanın hepimizden ne istediğini sordu.

Kısacası, bu fare yarışı içinde yaşamayı bırakmamız, kendimizi sakinleştirmemiz ve doğanın istediği gibi davranmamız gerekiyor. Ve gerçekten de doğa bizden ne istiyor?

Doğa, birbirimize karşı iyi olmamızı istiyor. Başka bir deyişle doğa, iyi ve nazik bir arzuyla birbirimizle olumlu bir şekilde bağ kurmamızı ister.

Doğanın kanunu, onun parçalarının uyumlu ve dengeli bir şekilde birbirine bağlanması gerektiğidir. Biz insanlar, doğanın dengesine müdahale eden tek parçayız.

Nasıl mı? Bu, kişisel kazanç için başkalarını ve doğayı sömürmek istememize neden olan, bizim egoist doğamızdır.

Bu nedenle, kişisel kazanç için başkalarına ve doğaya zarar vermeye çalışmamak, aksine insanları ve doğayı egoistçe kullanmamızın ötesine geçip, olumlu bir bağ kurmak için arzularımızı kullanma şeklimizi ıslah etmemiz gerekir.

Kendimizi olumlu bir karşılıklılık ve karşılıklı bağ durumuna getirmemiz gerekiyor. O zaman, birbirimiz arasında barış oluşturma arzumuzun, bize doğadan nasıl olumlu geri dönüşler getireceğini görürdük. O zaman, uyumlu ve huzurlu hayatlar yaşardık ve doğa artık bize çeşitli felaketler ve salgınlar göndermezdi.

Bu Hayatın İçinde Hiçbir Amaç Yok

Soru: Siz, Kabala’yı ararken büyük edinimlere güvenen oldukça egoist bir insan mıydınız?

Cevap: Tabii ki. Hayatımı ucuz şeylerle mi harcayacaktım? Çok ciddi bir hedefle ilgileniyordum: yaşamaya değer olan o şey nedir?

Milyoner olmak mı? Bunu yapan birçok insan gördüm. Başka ne var? Çok erken fark ettim ki- karakterim ve kaderim gibi – bu hayatın içinde hiçbir amaç yok. Her ne kadar hayatın lezzetli yemekler, doğayı izlemek, müzik dinlemek vb. gibi, tüm tezahürlerini sevsem de, bunun ötesinde, buna rağmen değil, bunun ötesinde, bu hayatta iyi ya da kötü ne olursa olsun, hiçbir amaç olmadığına dair kesinlikle net bir inancım vardı.

Öyleyse nerede?! Bizim bütün varlığımız onun amaçsızlığını gösteriyor. Her an sadece hayatımızı harcıyoruz ve hepsi bu.

Yani protein maddesinin varlığının özü buysa, belli bir süre yaşayıp sonra tekrar cansız maddeye dönüşmekse, o zaman gidin keyfinize bakın. Burada icat edilecek başka bir şey yok.

Peki ya anlamını çözmek hala mümkünse? Ne de olsa, doğa mantıklıdır ya da en azından öyle olmalıdır! Bütün bu büyüklük, böylesine güçlü, zeki bir sistem amaçsız olamaz.

O halde onu sonuna kadar arayın, kaybedecek neyiniz var ki? Böylece sürekli kendinizi çeşitli hazlarla nasıl dolduracağınızı düşünmeyeceksiniz.

Anlamı bulmak için zaman ayırın! Bu aynı zamanda bir uğraştır; hayvansal seviyede değil ama daha yüksek seviyede. Elbette görece bir huzursuzluk içinde, bir arayış içinde olacaksınız. Ama yine de bu sizi yüceltir ve size kendi öneminizi hissettirir.

Ben de bu şekilde arıyordum… Bu kaderdir.