“Toplumumuzdan Kim Daha Fazla Sorumlu, Erkekler Mi Kadınlar Mı?” (Quora)

İnsani yardım kuruluşu Care’in kadınlarla ilgili raporunda dikkate değer istatistikler var. İlk olarak dünya genelinde erkeklerden 150 milyon daha fazla kadın açlık çekiyor ve açlıktan ölen insanların yüzde 60’ı kadın ve ayrıca yine dünya genelinde on milyonlarca kadın en son ve en az yemeği yiyor.

Bu, kadınların ailelerine, çocuklarına ve çevrelerine karşı doğal bir sorumluluk hissettiklerine işaret ediyor. Kadına yüklenen bu doğal sorumluluk hakkında Tora, “kadın evdir” diye yazar.

Kadınların doğum yapabilme yeteneği, kadınların neden bu kadar doğal sorumluluk ve başkalarını kendilerinden önce görme niteliklerini barındırdıklarının bir yönüdür. Onlar daha içgüdüsel bir doğa hissine sahiptirler. Bu nedenle Tora’da Yaradan, İbrahim’e Sarah’ın söylediklerini dinlemesini söyler. Bu, kadınların sahip olduğu içsel doğal bilgeliği tanımlar.

Doğanın köklerine göre, kadınlar zaten doğanın içindedir, oysa erkeğin doğası, doğanın ıslahıdır -doğanın üstesinden gelme ve doğanın ihsan etme niteliğine benzer bir ihsan etme niyetiyle ona rehberlik etme yeteneğidir. Kadınların bu içsel doğal bilgeliğini dinleme eğiliminde olsaydık, o zaman dünyada kesinlikle daha fazla düzen, daha az savaş ve ızdırap olurdu.

“Bugün Hepimiz Kendimize Hangi Soruyu Sormalıyız?” (Quora)

İnsanlık, aralarındaki bağlarda düşmanlıklar ve çarpışmalar olan yozlaşmış bir toplum geliştirdiğini kabul etmek zorundadır.

Bugün kendi kendimizi sorgulamalı ve kendimize nasıl ve neden yaşadığımıza dair ciddi sorular sormalıyız: Ne için yaşıyoruz? Hayatın anlamı nedir? Amacı nedir? Yaşamanın ne anlamı var? Sadece burada bulunduğumuz birkaç yıl hayatta kalabilmek mi, yoksa kendimizi adamaya değer daha önemli bir şey var mı?

İlk 20-25 yılımız boyunca öğrenme ortamlarında büyürüz. Ardından hayatımızın sonraki büyük bölümünde oldukça sıkı çalışırız ve 60 ya da 70 yaşlarında hayatımızın sonuna yaklaşmaya başlarız. Çalıştığımız yıllarda, yetiştirmemiz ve onlara hayatın yolunu göstermemiz gereken çocuklara sahip oluruz. Onlar bizim inşa ettiğimiz bu toplumdan ne elde edecekler ki?

Sanki kendimizi çalkantılı sulara bırakmışız ve sonra da boğulmamak için bir şekilde şu üstünde kalmaya çalışıyoruz. Ancak nihayetinde, hayatlarımızdaki sürtüşmeler ve zorlukların hepsi, bizi hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki en temel sorulara yönlendirmek içindir ve ciddi bir öz-incelemeden geçmek zorunda kalana kadar ızdırap artacaktır.

“Bir Felaket Olduğunda Doğa Bize Ne Öğretir?” (Quora)

Doğal afetler bize doğayla uyumsuz yaşadığımızı gösterir.

Bizler doğanın bütünsel sisteminin parçalarıyız ve doğada cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelere sahibiz.

Doğa cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler arasında karşılıklı bağ ve bağımlılık ile tek bir organizma gibi hareket eder. Bizler de doğanın birbirine olan bu karşılıklı bağlılığının ve bağımlılığının parçalarıyız, ancak bunu algılamaktan ve hissetmekten yoksunuz. Bu nedenle, insan seviyesi iyi düzeyde olduğu sürece her şeyi yok etmeye hazırız.

Doğal afetler, bize bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi, birbirimize karşı tutumumuzu değiştirmemiz gerektiğini göstermek için gelir: insanlığı hepimizin birbirine bağımlı olduğu tek bir bütünsel sistem olarak kabul etmek, birbirimize bakmak zorunda olduğumuzu ve bunu yapmazsak hayatlarımızın giderek daha acımasız hale geleceğini göstermek için.

Sağlıklı Egoizm

Yorum: Yaratılış planına aykırı olduğu için Kabala ile meşgul olmayan dış insanlara tüm sistemin tam bir resmini aktaramayacağınızı söylediniz.

Cevap: Onlar hiçbir şey anlamayacaklar! Mevcut nitelikleri göz önüne alındığında, onlara ne söylediğimi nasıl anlayabilirler? Ya da tamamen teorik olarak bile olsa, onunla nasıl bir şekilde aynı fikirde olabilirler? Peki o zaman ne olacak? Bu onların egoizmini yok edecek, bildikleri ve yaptıkları her şeyi yok edecektir.

Onların gözünde Einstein aniden küçük bir çocuğa dönüşecek, tıpkı farklı disiplinlerdeki diğer bilim insanlarının tamamen yüzeysel ve sığ görünmesi gibi. Sonra sırada ne var?

İnsanları küçük düşürmek neden? Ciddi katkıları, bağlılıkları için onlara saygı duyuyorum. Onlar sağlıklı egoizmlerinin farkına varırlar ve mümkün olduğunca çok şey bilmek ve elde etmek için çabalarlar. Bu, yine de Yaradan’a giden çeşitli yollar geliştirir. Bilim, üst gücün bir önsezisine giderek daha fazla yaklaşıyor.

Bu nedenle hiçbir şekilde müdahale etmek istemiyorum. Çünkü Kabala’yı öğrenirlerse hiçbir şey yapamayacaklar! Onlar bunu anında unutacaklar! Egoist kendini-savunma sistemi anında devreye girecek ve “Bilimsel alanıma geri döndüm, hiçbir şey bilmek istemiyorum!” diyecekler, hepsi bu.

“İnsanlar Kendilerinden Utanmaktan Nasıl Kaçınabilir?” (Quora)

Utanç duygusundan kaçınmak için sürekli olarak çeşitli davranış kurallarına uyum sağlarız.

Yiyecek, barınak, iyi hijyen ve ailelerimize bakabilmek gibi hayatın olmazsa olmazlarına özen göstermenin ötesinde, yaptığımız diğer her şey utançtan kaçınma ihtiyacımız tarafından motive edilir.

Utançtan kaçınma ihtiyacımızın nedeni, varoluşumuzun temellerinden, realitemizin oluşum sürecinden kaynaklanmaktadır.

Realitemizin yaratılış ve evrim sürecini açıklayan Kabala bilgeliği, Yaradan’ın (ihsan etme arzusu) yaratılanı (alma arzusu) yarattığını ve onu ışıkla (haz, doyum, keyif) doldurduğunu açıklar. Yaratılan, ışığın verdiği hazzı hissettikten sonra, duyduğu hazzın arkasında daha büyük bir nitelik olduğunu fark etti- hazzı vereni. Bu hazzı verenin var olduğunu ve kendisinin de bu hazzı alan olduğunu hissetmek, yaratılanın utanmasına sebep oldu. Başka bir deyişle utanç, yaratılanın onun Yaratıcısını hissetmeye verdiği ilk tepkidir ve bu nedenle Yaradan’a benzerliği edinmek için tamamlamamız gereken şey budur.

Bu nedenle, Yaradan ile yaratılan arasındaki bu verme-alma etkileşiminden doğan dünyamızda, toplum içindeki düşünme ve hareket etme şeklimizin arkasında utanç duygusu vardır.

“Tanrı Sizinle Nasıl İletişim Kurar?” (Quora)

Hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki düşünceler, Yaradan’ın bizi bir diyaloğa davet etme şeklidir.

Bu düşünceler, özel bir teslimatı bize bildirmek için kapımızı çalan kuryeler gibidirler.

Bizim yapmamız gereken sadece kapılarımızı açmak, paketleri kabul etmek, onları ambalajlarından çıkarmak ve içeriklerinden onları göndereni tanımak ve onlara nasıl yanıt vermemiz gerektiğini anlamaktır.

Birçoğumuz kapının sesini duyarız ama bekleriz, koltuklarımızda oturur, televizyon seyreder, telefonlarımıza bakar ve kuryelere paketleri kapının yanına bırakmalarını, onları daha sonra alacağımızı söyleriz.

Böyle bir tutum uyanışı yok eder ve kim bilir bir daha ne zaman kalbimizin kapılarının çalındığını hissedeceğiz?

Bu tür davetler aldığımızda, onları hemen hayata geçirmeliyiz. Paketleri açmak, Gönderici’nin adresini bulmak, O’nun en çok hangi özel teslimattan hoşlanacağını ve bu teslimatın karşılığını O’na nasıl gönderebileceğimizi hesaplamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

“Acı Çekmek Tanrı’nın Bir Cezası Mı?” (Quora)

Tanrı’nın cezalandırması, insanların neden acı çektiğimize dair ortaya attığı birçok teoriden biridir, yani Tanrı’nın bizi şu anki hayatımızda ya da geçmiş hayatlarımızda yaptığımız (ya da yapmadığımız) belirli eylemler için cezalandırdığıdır. Ancak teoriler dışında kimse neden acı çektiğimizi gerçekten bilmiyor.

Özellikle bizim içinde bulunduğumuz çağda, birbirimize küresel olarak bağımlı ve bağlı olduğumuzu görebiliriz. Ne kadar çok gelişirsek, küresel karşılıklı bağımlılığımız bize o kadar çok şeyi ifşa eder.

Tek bir küresel sistemde yaşıyoruz ve her birimiz, tüm sistemin refahı için karşılıklı bir sorumluluğu paylaşıyoruz.

Bedenlerimizin işleyişine benzer şekilde, serçe parmağımızdaki bir yarayı tüm vücudumuzda bir ağrı olarak hissederiz ve bu büyük bir yaraysa, o zaman bu tüm dikkatimizi gerektirir. Bugün dünyamızda bizler de kendimizi giderek daha fazla bu şekilde ortaya koyuyoruz.

Karşılıklı bağımlılığımızı tam anlamıyla kavrayıp hissetseydik, o zaman bağlarımızı ıslah etmemiz gerektiği sonucuna hemen varırdık: tek bir ailenin üyeleri – hatta daha yakın biri olarak birbirimize karşı olan tutumlarımızı iyileştirmek. Şayet bunu yaparsak, o zaman acıdan arınmış, kesinlikle mükemmel bir dünyada yaşadığımızı hissetmeye başlarız.

Engellerin Özünü Nasıl Anlayabiliriz?

Soru: Karşılaşılan tüm engellerde Yaradan’ı nasıl görebilirsiniz?

Cevap: Sizi sürekli bu koşulda tutması gereken bir grup ancak size bu konuda yardımcı olabilir.

Fakat size gelenleri nasıl deşifre edebilirsiniz? Bir engelle nasıl çalışabilirsiniz? Önce bu engeli inceliyoruz ve sonrasında kişi kendi içine doğru giriyor.

Neden çalıştaylar, söyleşiler, soru-cevaplar yapıyoruz ve makaleleri neden okuyoruz? Sonuçta, bütün bunlar bizim tüm çalışmamızı tanımlamaktadır. Elbette insan çeşitli koşullardan geçtiği zaman, bunun daha önce hayal bile etmediği bir şey olduğunu anlamaya başlar.

Ancak daha sonra, her yeni koşuldaki birincil kaynakları okuyarak, bunun ne hakkında olduğunu anlamaya başlar. Bu hep daha sonradır, bunu önceden hissetmez ve sonra onlarda yazılanların gerçekten olduğunu görür.

Bu en yüksek psikolojidir, bir sonraki seviyeye, bir sonraki boyuta kademeli, yumuşak bir geçiştir. Yoksa doğanın genellikle yaptığı şeyi mi yapmasını istersiniz? Yani bir tür ölür ve yerine başka bir tür gelir. Bu böyle de olabilir. Bugün biz bir seçimle karşı karşıyayız.

Soru: Neden her şeyi hemen değil de daha sonra anlamaya ve fark etmeye başlıyoruz?

Cevap: Eğer önceden bilseydiniz, egoistçe onun peşine düşmek isterdiniz. Bu nasıl mümkün olabilir?! Ve şimdi, yeni düşünceleriniz ve zihninizle anlıyorsunuz. Eskiden de aynı şeyi okuyordunuz ama şimdi onu yeni bir şekilde hissediyorsunuz çünkü içinizde yeni özellikler, yeni algılayıcılar, yeni duyumlar, değerlendirmeler ve içsel boyutlar doğdu. Kendinizi yeni bir seviyeden incelemeye başlıyorsunuz.

“İnsanlığın Neye İhtiyacı Olduğunu Nasıl Bilebilirim?” (Quora)

İnsanlığın bilmesi gereken şey, doğanın bizi ilerlettiği şeyin bir sonraki tam birlik seviyesi olduğudur ve doğanın isteğimiz dışında bizi birbirimize bağlaması, katlandığımız her türlü ıstırabın nedenidir. Diğer bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan doğa güçleri vardır ve pozitif bağ kurma eğilimini reddederek acı çekiyoruz ve bunun tam tersine bizi birbirimize bağlayan bu güçlerle uyum içinde hareket edersek, hayatı mutlulukla deneyimleriz.

İşte bu yüzden bugün, üzerimizde işleyen doğanın bu güçlerini ve pozitif bağlarımızı fark ederek, bu güçlerle nasıl eşitlenebileceğimizi bize öğreten yepyeni bir eğitim şekline ihtiyacımız var. Daha sonra, doğanın bize rehberlik ettiği, uyumlu bir şekilde birbirine bağlı bir yaşamın bir sonraki aşamasına huzurlu bir şekilde yükselebiliriz.

Küresel bir insanlık haline geldiğimizi görüyoruz. Bu küresel karşılıklı bağımlılığımızdan ve karşılıklı bağlarımızdan kaçacak hiçbir yer yok. Dolayısıyla doğa ile uyum içine girmek demek, kendimizi içinde bulduğumuz bu daralan küresel bağımlılık ve birbirine bağlı olma duruma karşı tutumumuzu yükseltmemiz – hepimizin tek bir teknede olduğumuzu, tüm dünyada tek bir aile olduğumuzu fark etmemiz – ve buna göre birbirimizle ilişki kurmaya başlamamız demektir. Bu, doğanın duymamızı istediği mesajdır ve karşılıklı etkimizi ve bağımlılığımızı düşünmeden, her birimiz için bireysel olarak tatlı ve iyi görünenin peşinden koşmak isteyen aptal çocuklar olarak kalırsak, o zaman doğa ne yapacak? Bize iletmek istediği şeyi dinlemeye başlayana kadar bizi cezalandıracaktır. Doğanın birleştirici eğilimiyle uyumsuzluğumuz bugün çektiğimiz acıların sebebidir ve geleceğe doğru ilerledikçe daha fazla acı çekmemizin de sebebidir.

Bu nedenle, doğanın bize göstermeye başladığı şeyi, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı tek bir insanlık olduğumuz ve karşılıklı bağımlılığımızı uyumlu ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirmek istiyorsak, doğanın kendisi her şeyi kendi içinde barındırdığı gibi, bizim de birbirimize karşı tutumları tersine çevirmemiz gerektiğini dikkate almalıyız.

Yalnızca egoist doğamızla (başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımızla) doğup büyüdüğümüz için bu oldukça karmaşıktır, ancak kendimizi, tüm dünyada bağ kurmayı zenginleştiren yeni bir öğrenmeyi uygulama yoluna sokarsak, başımıza gelecek her türlü kargaşaya olan ihtiyacı azaltarak olumlu bir geçiş yapabileceğiz.

Tek Bir Manevi Alanda

Yorum: Sınıfta düzenli olarak uyuyan birkaç öğrenciniz var. Siz ne yaparsanız yapın, onlar uyuyorlar.

Cevabım: Bu onların doğası. Onlar için bu normal bir durum. Burada yapabileceğin hiçbir şey yok. Bu beni rahatsız etmiyor.

Soru: Ama siz sürekli “Birbirinizi uyandırın” diyorsunuz. Bu, böyle durumlar için geçerli mi?

Cevap: Hayır, bu durum için geçerli değil! Eğer bunu kronik olarak yapıyorlarsa, başka türlüsünü yapamazlar. Onlar tüm etkinliklere katılıyorlar: seminerler, kongreler, her şey, bu yüzden onlardan hiçbir şikâyetim yok.

Yorum: Bir keresinde ders sırasında bir kişiyi uyandırmaya çalıştım ama boşunaydı.

Cevabım: Zaten içsel olarak bağlantısı kesilmiş. Dersi duymaz. Konsantre olamaz veya bir radyo alıcısı gibi bu dalgayı yakalayamaz. Kişiye orda bulunma fırsatı vermek gerekir. Başka bir şekilde yapamıyorsa, bırakın öyle olsun.

Neden bundan bir şey almadığını düşünüyorsunuz? Arkadaşlarıyla birlikte aynı manevi alanda bulunuyor ve bu onun maksimum katılımı.

Onun koşulu böyle.

Onu bir hayvanla kıyaslamak istemiyorum, bizden daha kötü değil ama bir köpek ya da kedi getirin, yanınızda uyuklayacaklardır. Bu, hayvansal organizmasının normal halidir: çaba sarf etmek zorunda olmadığında, uyuklar.