Category Archives: Toplum

Çekişmesi Olmayan Bir Toplum

thumbs_Laitman_731Kabala bilgeliğine göre, çatışmaların, devrimlerin ve savaşların yerine, dünyadaki tüm berbat koşulları çözecek, iyi sosyal ilişkilerden oluşan başka bir sistemi tasarlamanın zamanı gelmiştir. Buradaki anahtar araçlar, toplumun doğru bir şekilde birleşmesi, bunu mümkün kılması, egoistik negatifliğimize rağmen, doğada gizli olarak varolan birlik olmanın pozitif gücünü aktif hale getirmektir.

Bunun için kapsamlı bir eğitim sistemini yaratmak ve  insanları eğiterek, yuvarlak bir masa etrafında çalıştay formatını almalarının sağlanması gereklidir. Bu çalıştaylarda, insanlar zorlama olmadan kendi kendilerine değişmeye başlayacaklardır. Sonrasında, en güçlünün kazanmış olduğu, egoistik çekişmenin negatifliği üzerine değil de birlik üzerine kurulu olan bir toplum kurmanın mümkün olduğunu göreceklerdir.

Tıpkı birbirlerine bağlı olan ailelerde olduğu gibi, güçlü olan, zayıf olanı ezmez. Tam tersine, sevgi onların arasında yaşam sürer ve ihtiyaçlarını belli bir dereceye kadar kendi kendine yerine getirebilene göre, küçük olan daha fazla ilgi ve dikkat alır. Böylece, ailede iki gücü aktif etmiş oluruz ama orada sevgimiz doğanın kendisinden kaynaklıdır. Diğer yandan, aramızdaki ilişkinin sevgiye değil de bencil egoistik hesaplamalar üzerine kurulu olduğu durumlarda  ne yapmalıyız? Bireysel mücadeleci bir toplumu nasıl sevgi dolu bir aileye dönüştürebiliriz?

Şüphesiz ki, bu baskı yoluyla değil de, insanların yeni ilişkilerden gerçek faydaları ve içlerindeki başarının farkına varacakları, özellikle eşsiz bir eğitim ve çalışmanın yardımıyla gerçekleştirebilirler. Bunun da ötesinde, doğanın bizim gelişimimizi yönettiğini hatırlamak arzu edilir ve bizler asla başımıza gelenleri öylece başaramayız. Kendini beğenmişliğin, doğal dürtüsüne tabi olduğumuzda, bizler “ yanan ateşin içine atlarız”

Hayır, insanlığın gelişimi, bizim seçmemiş olduğumuz katı kanunlara tabidir. Bu konuda özgür seçimimiz yoktur. Evrenin başlangıcından, günümüze kadar, içsel “motor”umuz, bizim isteklerimize bağlı olmadan, evrimimizi ileriye doğru itti. Bu yüzden, bizim için, doğal süreçleri ve mevcut durumuna doğru bir şekilde entegre olmayı öğrenmek zahemete değerdir.

KabTV “Çözüm” 5/6/2015

Teknolojinin İnsan Üzerindeki Etkileri

thumbs_Laitman_407_01HABERLER ( novznania.ru’dan alıntı ):

“İnsanlarca yaratılmış teknolojilerle ilgili yeni bilimsel araştırmalar, bu tür teknolojilerin düşünce ve davranış biçimlerimizi etkilediğini gösteriyor”:

RADYO: Radyodan gelen bilgi, kişilerce “gerçek” olarak algılanıyor. Bireyin bilgiye yönelik eleştirel algısı bulanıklaşıyor çünkü radyodaki sesi duyuyoruz ama sesin sahibini görmüyoruz. Bilinçaltımızda bedensiz bir ses, gerçek bir kişiden çok daha fazla güven uyandırıyor.

MOBİL TELEFON: Endişe ve uyku bozukluklarını harekete geçiriyor çünkü insanlar sık sık çağrı bekliyor.

İNTERNET: Okuma biçimini değiştirdi. Sırayla tüm bir makaleyi okumak yerine şimdi insanlar “anahtar kelimelere” odaklanıyor ve sayfaya sadece göz gezdiriyor.

SOSYAL AĞ PROFİLİ: “Kendini beğenme”yi artırıyor çünkü sosyal ağlar ideal bir “BEN” imajı yaratıyor.

TELEVİZYON: “Gerçek hayat” algısını bozuyor. Çünkü televizyonun yarattığı dünyada, “iyi” ve “kötü”nün “mutlak, katıksız” olmasına çalışılır. Bunun sonucunda insanlar “kurgu ile gerçek hayat arasındaki ayrımı” yapmamaya başlar.

DİJİTAL KAMERALAR: Onların ortaya çıkışı ile, insanlar resimlerini saymayı durdurdular. Fotoğraf çekme sürecinin kendisi, objektifin diğer tarafında gerçekleşen olaylara olan dikkati dağıttı.

KULAKLIKLAR: Kulaklardaki kulaklıklar, dış dünyaya karşı kullanılan bir kalkan gibi, dış dünyadan korunma hissi yarattı.

BİLGİSAYAR OYUNLARI: Oyun süresince oyuncu, şiddet eylemleri gerçekleştirmek zorunda kalır. Oyuncular bu şiddet eylemlerinin sanal dünyada yürütüldüğünün farkındadırlar ancak beyin tüm bu eylemleri “gerçek” olarak yorumlar. Sonrasında, bilinçaltında oyuncularda suçluluk duygusu ortaya çıkar ve bir şey onlara sıradan yaşama iyilik getirmek için ilham verir.

YORUMUM: Benim düşünceme göre, şüphesiz “insan”ın hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Ama asıl değişiklik gelmek üzeredir. Bu değişiklik bilincimizde “BEN”den “BİZ”e doğru olan değişikliktir. Bu yeni bilinç düzeyinde; egoizmin bütün kötülüklerinden , zaman-yer ve hareketten bağımsız, daha yüksek manevi sonsuz yeni bir dünya hissederiz…

Bağımsızlık Günü: Nasıl Bağımsız Olunur

thumbs_laitman_546_03Dünyamızda bağımsızlığın pek çok biçimi var – ekonomik, politik, toplumsal vb. – ancak bunlar sahte bağımsızlıktır.  Kişi tüm yaşamı boyunca bağımsızlık arayışındadır, ama her anlamda sınırlandırılmış durumdadır, işte bu nedenle bağımsız olmaya farklı bir bakışla yaklaşmak gerekir.

İsrail ulusu ancak İsrail devleti içinde bağımsız olabilir, çünkü coğrafi olarak bu bizim ülkemizdir. Eğer İlahi Takdir izni ile ülkemiz içinde bağ kurar birleşirsek, o zaman gerçekten de şimdi ve burada bağımsız oluruz, hayali olarak değil gerçekten de bağımsız oluruz.

Bu ülkede, tüm dünya için gerçek bağımsızlığa örnek oluşturmak zorundayız, çünkü her şeyi belirleyen bu nitelikten daha incelikli başka bir şey yoktur. Doğanın tümü, tüm seviyeleriyle budur ve bunun peşinden koşar! Hatta kişinin bencil doğası bile her biçimiyle bağımsız olmaya özlem duyar, aksi takdirde kendisini kusurlu ve eksik hisseder.

Bu nedenle, egomuzun hatırı için kendimizi bağımsız hissetmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Ancak ortaya çıkan şudur ki, buna ancak en bencil durumu en özverili durum ile dengeleyerek, böylece bu iki durumu bağlantıya sokarak erişilebilir.

İsrail ülkesinde yaşamalıyız, bu devleti geliştirmeli, onun için savaşmalıyız ve böylece bağımsızlığımız korumalıyız diye okudum öğrendim. Yabancı hâkimiyetten kurtulmanın başka yolu yoktur diye düşündüm. Ancak, daha çok ilerleyince, bunun bağımsız olmanın yolu olmadığı sonucuna vardım. Bağımsızlık küçük ve yerel bir kavramlar olan Siyonizm, politika ve tüm benzeri kavramların üzerine yükselerek edinilir. Amacımız ve misyonumuz evrenseldir. Zamanın ötesindedir ve kişisel olarak bizimle değil ama tüm dünya ile ilgilidir. Bunu gerçekleştirmemiz gereklidir. Böylece tüm dünya yukarı güçle bir olarak var oluşun bir sonraki seviyesine, insan seviyesine geçerek gerçekten de bağımsız olacaktır.

Her şey bize bağlıdır. Tüm engellerin ötesinde, bunların üstüne yükselerek bağımsızlığımızı keşfetmeliyiz. Böylece tüm dünya beklemekte olduğu şeyi elde edecektir. Bağımsızlık bizi çeken ve yönlendiren belirleyen güçtür. Hem bencillik hem de özgecilik için ihtiyaç duyduğumuz budur ve bu ancak Yaradan’ın içinde edinilir.

KabTV’den “Bağımsızlık Günü İçin Yapılan Konuşma” 4/2/15

Sarılmak, Enfeksiyonlarla Mücadele Edebilir

thumbs_Laitman_201_02Haberlerden (Psikoloji Bilimi Derneği): “Eğer soğukalgınlığına yakalanma konusunda endişeliyseniz, size virüslere karşı koruyacak çok kolay bir hareket var ve anında kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlamaya yardımcı olacak bir şey: birine sarılın, onu kucaklayın.

“Psikoloji Bilimi isimli yayında paylaşılmış olunan son bir çalışmaya göre, sarılmak, grip virüsünden sizi korumaya ya da zaten hastalanmış olan kişilerdeki semptomların zayıflamasına yardımcı olabilir”

Sheldon Cohen, Carnegie Mellon Universitesi’nde Psikoloji Profesörü ve çalışmanın başyazarı,  “Grip ve nezle sezonlarında, bizlere söylenen, terli, mikroplu ellerle el sıkışmalarından uzak durmamızdı ancak yakın bir arkadaşınızın ya da sevdiğinizin sıcak bir sarılması aslında bağışıklık sisteminizin güçlenmesini sağlayabilir”, demektedir.

“Araştırmalar göstermiştir ki, stres, vücudun virüslere ve diğer bakterilere karşı olan savunmasını düşürmektedir”

“Stresli insanlar, ancak arkadaşlarına sarılanların virüsten etkilenmelerinin olasılığı daha çok düşmektedir. Stresli olmayan insanlarda kucaklaşmalar, sarılmalar enfeksiyonun gelişimi anlamında herhangi bir fark yaratmamıştır.”

“Enfeksiyon gelişen kişiler eğer bundan önceki iki haftalık dönemde sarılma ve kucaklaşma davranışında bulunmuşlarsa, kendilerini hasta hissetme olasılıkları daha az olarak gözlemlenmiştir. Bir kişi (stres içinde bulunan kişilerde) ne kadar çok gün sarılma hareketinde bulunmuşsa o kadar düşük riskte enfeksiyona kapılıyor. Benzer olarak, kişi ne kadar çok sarılmışsa, virüse yakalandığında da, gribin semptomları o kadar daha zayıf kendini gösteriyor.”

Yorumum: Doğanın Kanunları,  her seviyede gerçektir. Bu yüzden, yakınlaşma her zaman iyiliğimizedir ve bu insanlığın tüm hastalıklarını tedavi edebilir!

Ego Yumuşamaya Başladığında

thumbs_laitman_922Soru: Herbirimiz kendi hayatlarımızı belli zorluklar, başarılar ve hayal kırıklıkları ile yaşarız. Hepimiz hayatlarımızı daha mutlu yapmak isterdik, peki ama bu nasıl mümkün olabilir? Yaşamın sıcaklığına ve hayatlarımızın güvenliğine, yolunda gitmesine dair hissiyatlarımızı nereden alabiliriz?

Cevap: Burada cevap şudur, annemizin rahminde, sonrasında kollarında ve sonrasında da evimizin sıcaklığında ve ocağında. Bizler yavaş yavaş bunlardan uzaklara doğru çekiliriz, fakat, egomuzda özgür olmak istememize rağmen,  bu koşulları korumaya yönelik olan eğilimimiz de aynen kalır.

Bundan daha fazlası, katılmakta olduğumuz tartışma çemberlerinde kurmuş olduğumuz topluluğu hissetmesinin yoluna göre egomuzun yumuşamaya başladığını görürüz. Egomda, neyi bırakabileceğime bakarım, onu gerçekte tamamen yok edemem, fakat basit bir şekilde, topluluktaki hayatıma, gitgide daha fazla katmak için ve kendimin daha büyük bir çembere ait olduğumu hissetmem için bana yardımcı olmaya başlar. Bu yüzden, egomuz “karşı yardım” olarak çalışabilir.

Sadece egoistik olarak geliştiğimizde, sürekli olarak toplum hayatımızı yok ederiz. Ancak, şimdi, topluluğu onardığımızda (en azından bir oyun şeklinde), baskıyı hissetmeye başlayan ego, bize yardım etmeye başlar. Tam olarak sıfırlanamaz ancak yeni bir şekil almış olur. Bu integral toplum eğitimi olarak adlandırılır.

Bunu edinebileceğimizi umut edelim. Bu yüzden, bizler genel global doğa kuvvetini dengeleriz ve bu da insanlığı içsel eğilimimize göre birleştirir. Bizleri etkileyen iki güç uyum içerisinde dengelendiklerinde, hayatlarımızda mutlu bir hale gelecektir.

KabTV, “Yeni Bir Yaşam” 10/8/14

Bu Savaş Teröristlere mi yoksa Yaradan’ın Gizliliğine mi?

Soru: Eğer şu anki savaş farklı ideolojiler arasındaki bir mücadele ise, İsrail’deki farklı ideolojiler arasındaki savaş nedir?

Cevap: İlk olarak şunu anlamalıyız ki, bizler üst güç, yaradılışın düşüncesi tarafından yönetiliyoruz ve bu sayede de Islah eden Işığı bizleri kurtarması ve kazanmamız için kullanabiliriz. Ancak nasıl kazanmalıyız?

Tüm bu savaş bir düşman terörist organizasyonu yenmek için değil, tüm dünya üzerinden var olan Yaradan’ın gizliliğini yenmek içindir.

Bunu ortadan kaldırmamız gerekiyor, en azından bir dereceye kadar ve sonrasında hangi dünya içerisinde yaşamakta olduğumuzu, bizlere, tüm yaratılan canlılara neler olduğunu, Üst Gücün bizlerden ne istediğini görebileceğiz. Bu arada, bu da, İslam perspektifine karşıt bir görüş hiç değildir. Bu sadece bir açıklama gerektirmektedir, başka da bir şey değil.

Savaş, iki görüş arasındaki çatışmadır. Bu savaşın özü, her iki tarafın da kendi egosunu kullanarak kazanmak istiyor oluşudur. Fakat şunu anlamalıyız ki, günümüzde bu tarz bir savaşa yer yoktur. Bu savaşın başka bir şey olması gereklidir: bizlerden Yaradan’ın gizliliğini ortadan kaldırmamız istenmektedir. Bizlere gönderilen engeller ile sanki belli bir bölgede belli bir hâkimiyet sürmekte ya da belli bir politik ideolojide olan teröristler ile savaşmakta olduğumuzu düşünmeye zorlanmamız istenmiştir.

Aslında, gerçekte olan, tamamen farklı bir savaştır ve sadece bu yaşanan durum ile bizleri bu şiddetli ani koşullara sokanın Üst Güç olduğunun farkına varabilecek ve bu sayede O’nu ifşa edebileceğiz.

Bizler O’nu sadece, bu güçten gelen her şeyin aslında O’nu ifşa etmek için olduğu ve O’nunla form eşitliğine ulaşmamız için olduğu mesajının toplu dağıtımı ile ifşa edebiliriz. Çünkü bu form eşitliği O’nu ifşa etmek için gerekli olan araçtır.

Üst Güç ile form eşitliği, bizlerin “Dostunu kendin gibi sev” ve kişinin düşmanını, sevdiği kişiye dönüştürmesi koşulunu yerine getirmesini gerektirir. Bu da düşmanları, dosta ve dışsal düşmanları, içsel düşmanlara dönüştürmemizi gerektirir.

20 Temmuz 2014 tarihinde yayımlandı.

Bir Elin Nesi Var İki Elin Sesi Var

Marina R. Bityanova’nın görüşleri (Moskova Open Üniversitesi’nde Psikolojik Destek Eğitim Merkezi’nde Profesör ve dört kitabın yazarı): “İnsanlar uzun bir süre için birlikte çalıştıkları zaman ortak kararlar vermek zorundadırlar – bir uzlaşmaya gelmek için değil, soruna ortak bir görüş geliştirmek için. Uzlaşma ortalama çözümdür ve dolayısıyla hiç kimseye ait değildir. Bir grup kararı geneldir ve bu nedenle herkes tarafından kabul edilmektedir.

Pratik açıdan bakıldığında, bu kararların ortaklaşa kabul edilmiş olması çok önemli bir özelliğe sahiptir: aynı zamanda bu herkesin kişisel bir kararıdır, bu yüzden herkes onları gerçekleştirebilir. Bu sebepten dolayı bir grup kolektif tartışmaya, hayati kararları bir arada almaya teşvik edilmelidir.

Ama grup kararı etkili midir? Belki de kararın başka biri tarafından alınması daha iyidir – sorumlunun, liderin ve sonra gerekçesi için grubu ikna eder.

İnsanlar kompleks ve sağlam bir kararı tartışmalarla almanın daha iyi olduğunu uzun süredir fark etmişlerdir (bilgelerden oluşan bir konsey, yaşlıların toplanması, tartışma odaklı grup), genel bir anlaşmada – fikir birliği. Bir grup eylemi “ortalama” kişinin eyleminden nicelik ve nitelik olarak üstün olmasına rağmen bazen olağanüstü kişiliğe sahip bir kişinin eylemleri kadar etkili değildir.

Grup kararları bireysel olandan daha risklidir; birleşerek insanlar risk almaya karar verir, çünkü bir grup kararı insanları sorumluluğu ve aşırı uçlarda verilen kararların benimsenmesini kolaylaştıran kişisel sorumsuzluğu paylaştıklarını hissettir ve riskin hazine olarak görülmesini sağlar: risk almaya hazırlık durumunu artırır; panel tartışmasında sırasında, grup üyeleri bu hazır duruma sahip olduklarını hedefleyerek göstermektedir.

Grup kararlarının bir diğer önemli özelliği: tartışma sırasında, görüşler ortalama değildir, ama polarize olmuştur.

İç birliğin ve özerkliğin yüksek düzeyine sahip bir grubun düşünce tarzı aşağıdaki özelliklere sahiptir:

–         Yenilmezliğinin bir illüzyonu;

–         Tek mümkün ve doğru olan kişinin kararı için rasyonel bir açıklama vermek arzusu;

–         Rakiplerinin basmakalıp görünmesi;

–         Azınlığa yönelik açık baskı

–         Oybirliğinin bir illüzyonu

–         Grup ruhu bekçileri olarak kendi kendilerini tayin edenlerin ortaya çıkması, v.s.

Çalışmalar göstermektedir ki, iç kohezyon ve üyelerinin kendini memnun etme istekleri olan bu tür gruplar artmaktadır, fakat bu grup kararlarının kalitesini azaltmakta; üyelerinin kendi kararlarını alındığı gruplar, diğer gruplara göre daha yüksek bir kalitedir.

Bu olgu sık sık krizde çalışan gruplarda oluşur, stresli durumlar grup üyelerini grup hedefleri etrafında birleştirmeye zorlayarak, dış dünyaya karşı bir çit oluşturur.”

Benim Yorum: Bir grup birleştirmek istediğinde bütün dünya onun birliğinden faydalanır, içinde negatif nitelikler oluşmaz.

Modern Dünyanın Korkuları

İlya Pluznikov’un görüşleri (Moskova Devlet Üniversitesi Nöro-psikoloji ve Anormal Psikoloji Fakültesinde Yardımcı Doçent)“Korku evrimin bir ürünüdür. Tüm korkular evrim sırasında sabitlenmiş ve yaralı kabul edilmiştir ve bizimle yaşar.

Modern Batı Avrupa toplumu ruhsal çöküntünün yüksek olduğu bir toplumdur; narsisttir, her şeyin mükemmel olması gerektiği, kişinin en iyi olmak zorunda olması anlamına gelir; bu da kişi ile standartlar arasında uyumsuzluk oluşturarak endişeye neden olmaktadır.

Benim Yorumum: Çevre herkesin yaşam amacını tanımlar ve belirler. Bir ormanda gelişmiş olsaydık en iyi savaşçı olmak için çabalıyor olurduk. Bu nedenle kişinin değil, çevrenin ve nevrozların tedavi edilmesi gerekir.

En kısa zamanda toplum kalkınma vektör eşitliğini değiştirdiğinde, eşitlik, kardeşlik, maneviyat ve karşılıklı desteğin ideallerini varsaydığında ve kişiyi topluma vericiliği ile değerlendirdiğinde; herkes sanki iyi bir annenin kollarındaymış gibi hissedecektir.

Sosyal Eşitsizlik İnsanları Mutsuz Eder

Jan Delhey’in görüşleri (Sosyoloji Profesörü, Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Jacobs Üniversitesi, Almanya):  “Daha eşit toplumlar ‘daha iyi’ toplumlar mıdır? Bu makale gelir dağılımındaki eşitsizliğin Avrupalıların subjektif refah derecesine bağlı olup olmadığını veya nedenlerini ele almaktadır. Geniş bir uluslararası karşılaştırmada gelir eşitsizliğinin ve mutluluğun (veya mutsuzluğun) mevcudiyeti arasında genellikle kesin bir bağlantı olmadığını bununla birlikte Avrupalıların daha eşitsizlik içeren yerlerde daha az mutlu olduğunu göstermektedir. Bunu daha ayrıntılı tartışmak ve deneysel olarak üç testle Avrupalıların neden eşitsizlik karşıtı, güven/güvensizlik, durum endişesi ve çatışmalarını açıklayabiliriz.

Bu üç potansiyel uzlaştırıcılardan her biri, bir ülkenin gelir dağılımındaki eşitsizliğin ölçüsü ve buna karşın alt öznel refahı ile sonuçlanan bir varsayımla açıklanmaktadır. 30 ülkede yapılan Yaşam Anketi 2007 Avrupa kalitesi adlı çok kapsamlı bir arabuluculuk analizi verilerine göre; güvensizlik ve durum endişesinin eşitsizlikten kaçınmanın önemli bir uzlaştırıcısı olduğunu oysa algılanan çatışmanın öyle olmadığını ortaya koymaktadır. Bunu daha detaylı gösterebiliriz, güven varlıklı toplumlar arasında önemli bir uzlaştırıcı iken durum endişesi daha az varlıklı toplumlar arasında kritik bir öneme sahiptir.

Benim Yorumum: Güvenin inşası ve böylece bir toplumda esenlik duygusu sadece tam ve sürekli insan eşitliği ile mümkündür. Bu ancak integral eğitim ve yetiştirilme yöntemiyle ve bağ kurmanın bilgeliği ile mümkündür, böylece Üst Işık insan doğasını değiştirebilir.

Dünyanın Kuantum Algılanışı

Tüm ihtiyaçları ve arzuları ile bütün dünyayı, Sonsuzluk Dünyasının tüm Malhut’unu kendimize bağlamamız gereklidir. İlk önce, kendimize yakın olan tarafları çekeriz, örnek olarak, benzer görüşleri olan ve diğerleri ile bağ kurmak isteyen kişileri: “Herkes, kendi komşusuna yardım etsin.”

Ve sonrasında, bizden daha uzak olan taraflara geçiş yaparız, örnek olarak, kendi dış görünüşümüzü paylaşmayanlar ya da birbirleri ile bağ kurmak için çabalamayanlar ya da yaradılışın amacını ifşa etmek istemeyenler.

Dağıtım, genel toplumun arzularını toplamakla başlar. Küçük, ilkel ve dünyevi görünürler ancak sadece buna benzerler. Üst Partzuf ve altındaki bağlantıda, ikincisi daha küçük bir arzu taşır. Hâlbuki Üst Partzuf, altta olanın isteğine, üstün alttakine karşı hissetmiş olduğu büyük sevgiden dolayı çok önemli ve gerçek bir şey olarak bakar. Bu yüzden, üst, altta olanın ihtiyaçlarını karşılayacak büyük işi yerine getirebilecek hale gelir.

İşte bu şekilde tüm dünyayı kendime iliştirmiş olurum. Denilmiştir ki, tüm dünya bana hizmet etmek üzere yapılmıştır. İnsanlar, ne bu gerçeği anlarlar, ne de bu şekilde düşünürler. Bunun tam aksine, beni reddeder hatta benden nefret ederler. Ancak, bu benim için hiç önemli olmamalıdır. Onların arzularını kabul ederim ve bilirim ki, ben onlara, onların bana davrandıkları gibi davranamam.

Onlar yaşamış oldukları problemler ve savaşlar yüzünden ıstırap çekerken ben de oturup daha bilge olmayı bekleyemem. Bu hatalı bir yoldur ve komşularımızı sevmek ile uyumlu bir davranış değildir. Eğer bu şekilde düşünüyorsanız, bu hala kendi üzerinizde çalışmanız gerektiği anlamına gelir. Bu, ne olursa olsun, çabalarımızı neden diğerleri ile bağ kurmak için devam ettirmemiz gerektiğini açıklamaktadır.

Dik başlı, işe yaramaz, ailesinin sözünü hiç dinlemeyen ve kasıtlı olarak her şeyi yanlış yapan oğulları olan bir aile düşünün. Ne olursa olsun, o hala onların oğullarıdır ve yine ne olursa olsun aile, oğullarını korumak zorundadır. Bu, bizlerin, daha sonra başına ne geleceğini bilmediğinden, hayata küsmüş ve umudunu yitirmiş dünya üzerinde çalışmamız gereken modeldir.

Bu, kendilerini iyi, olağandışı, akıllı, zeki olarak saymayıp, kendilerini zayıf, aptal olarak hisseden ve etraflarındaki dünyada ne olup bittiğinin farkında olmayan, insanlığın gerçek doğasının ifşasıdır. Dünya, gittikçe gerilemekte, daha da alçaklara düşmekte, yiyecek, seks gibi temel birkaç ihtiyaç dışında hiçbir şey insanların ilgisini çekmemektedir.

Eski kültürümüz, uzay programımız, o yüce isteklerimiz, bilim adamlarına, bilgelere, sanatçılara, iyi eğitimli kişilere olan saygımız nereye gitti? 50 yıl kadar önce bunların hepsine sahiptik. Her şey bir anda gitti! İnsanoğlu, sanki bir hayvan topluluğuna benziyor.

İnsanlar, en küçük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumdalar ve ıstırap çekiyorlar. İstatistiklere göre, şu anki refah seviyesi, 100 yıl öncekinden 10 kat fazla ancak aynı zamanda, depresyon, umutsuzluk ve birine ihtiyaç duyma duygusu sürekli olarak büyümekte. Nihayetinde, bunlar doğrudan maddi refah ile ilgili konular değiller.

Sorunlar bizler üzerlerinde çalışalım diye bizlere verilmektedir. Bunu çok açık bir şekilde anlamamız gerekmektedir. Bizlerin dünyayı algılaması tamamen “kuantumdur”. Hepimizin sahip olduğu görev ile arasında büyük bir çelişki vardır: özgür seçimi olan tek kişilerin biz olduğumuzu ve diğerlerinin buna sahip olmadıklarını kabul etmek. Bu kural, istisnasız olarak herkes için geçerlidir. Bu bizleri, tüm dünyanın her birimize bağlı olduğuna ve hepimizin de bu amaca hizmet etmesi gerektiğine yönlendirir.

28 Mayıs 2014 dersine hazırlık kısmından.

6 Haziran 2014’de yayımlandı