Category Archives: Toplum

Çoktanrıcılık – Doğal Bir İnsan İçgüdüsü

Soru: Eski Babil’in tüm vatandaşları birçok tanrıya taptı. Çoktanrıcılık ne demektir?

Cevap: Çoktanrıcılık insanın doğal bir evrimidir. Bugün bile bu tür inançların dünyada, özellikle de Doğu’da korunduğunu görebiliriz.

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam, İbrahim’den kaynaklanmıştır. Diğer tüm inançlar çoktanrıcılığa yani her biri doğa ve insanın kaderi üzerinde özel bir etkiye sahip olan, her türden doğa kuvvetinin çok sayıda tanrısının varlığına dayanmaktadır.

Soru: Her birimizin de bir putperest olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani, kişi tüm maddelerin arkasında tek bir gücü bulamazsa, o zaman kişi bir putperest midir?

Cevap: Bu güçleri bu kadar tanrısallaştırdığımızı düşünmüyorum. Sonuçta, putperestler aptal insanlar değildi; daha ziyade, doğanın çeşitli özelliklerine büyük ölçüde bağımlı olduklarını gördüler, ancak onları bir araya getiremediler. Biz de yapamayız.

Yağmur tanrısının, güneş tanrısının, gece tanrısının, gündüz tanrısının vb. bir insanın tamamen bağımlı olduğu ve onlarla iyi ilişkiler sürdürmek için ibadet etmesi gereken büyük doğa güçleri olduğuna inanılıyordu. Sonuçta insan, doğayı tanrılaştırdığı gerçeğiyle birlikte, ona bağımlılığını hissetti.

Yorum: İnsanlar, bastırabilecekleri belirli güçler olduğuna ve en iyi şekilde bunun nasıl yapılacağını bilen farklı rahipler tarafından uygulanabileceğine inanıyorlardı.

Benim Yorumum: Evet. Eğitimsiz, cahil bir köylü düşünün. Bir torba tahıl sunmayı tercih eder ve artık ürünle, kuraklıkla veya sellerle ilgili herhangi bir problemi olmayacağından emin olur.

 

Arzuların Gelişimi, Bölüm 4

Toplum Arzuları Belirler

Soru: Arzularımız toplum tarafından kontrol edilmektedir. Neden bu şekilde düzenlendi?

Cevap: Arzularımız toplumun arzuları tarafından belirlenir çünkü onunla etkileşim halindeyiz, kişisel, özel, küresel, ne olursa olsun toplumdaki tüm arzularla sürekli bağlantı halindeyiz. Bu yüzden arzum, beni çevreleyen toplum tarafından belirlenir.

Soru: Bu, toplumun arzularımızı kontrol ettiği anlamına mı geliyor?

Cevap: Sadece onları kontrol etmekle kalmaz, onları belirler! Bana işaret eder: bu – evet, bu – hayır, ne dereceye kadar vb. Her şey, içinde var olduğum çevreye bağlıdır.

İnsan seviyesinde bir arzu, yerini değiştirebilir ve çeşitli sosyal etkiler altında kalabilir. Buna uygun olarak arzuları da değiştirecektir.

Evolution Of Desires, Part 4

 

Dünyanın 70 Ulusu — Manevi ve Tarihsel Yorum

Soru: Kabala’da dünyanın 70 ulusu kavramı vardır. “70” sayısı nereden gelmekte?

Cevap: Manevi köklerin dünyamızda buna karşılık gelen sonuçlar yaratması gerçeğinden kaynaklanmaktadır.

Zer Anpin, yedi Sefirot’tan ve her Sefira onludan oluşur ve toplamda 70’tir.

Soru: Kabalistler, manevi açıdan arzularımızın 70 ulusa bölündüğünü yazdılar. Ancak tarihsel olarak çalışmaya başlarsak, farklı olabilir, 70 olması şart değil dimi?

Cevap: Hayır. Josephus Flavius bunu onayladı; sonuçta, büyük bir tarihçi olarak kabul edilir.

Romalılar tarafından yakalandı ve onlarla zapt edilen, yıkılan Judea’dan ayrıldı. Roma’da, yüzlerce kişinin gözetiminde, onun incelemelerini yazabilmesi için büyük bir enstitü kuruldu. Bu nedenle, bu gerçeklerin yanlış veya bir şekilde gerçekten uzak olduğunu söyleyemeyiz.

Soru: Kabalistler onun tezleriyle nasıl ilgililer?

Cevap: Özel olarak ilgili değiller çünkü o, manevi koşullar hakkında yazmamıştı. O, sonuç olarak dünyamızda olanları açıkladı. Fakat yine de kitabı şu sözlerle başlar: “Başlangıçta Yaradan, göğü ve yeri yarattı…” vb., Tora’da anlatıldığı gibi.

Soru: Bir Kabalist olarak, onun dünyamızda tanımladığı sonuçların, manevi dünyadan bildiğiniz, manevi yasalara açıkça karşılık geldiğini doğrulayabilir misiniz?

Cevap: Tabii ki. O, her şeyi tam olarak tarif etti.

Soru: Tarihçilerin bir şeyleri çarpıtması mümkün değil mi?

Cevap: Romalılar da Flavius da o seviyede değildi. Gelecek nesiller için yaptıkları her şeyi kaydetmek zorundaydılar. Romalıların gözünde, onları sonsuza dek yüceltti. Bu yüzden onun için bu tür koşullar yaratıldı ve her şeyi tarif edebildi.

70 Nations Of The World—Spiritual And Historical Interpretation

 

Hayatın Anlamı, Bölüm 1

Üst Düşünceye Göre Hayatın Amacı

Soru: Tüm insanlık tarihi boyunca insanlar hayatın anlamını arıyorlardı. Eski Yunanistan’da ve antik Roma’da, herkes mutluluğu kendince anlasa da,  bütün insan eylemlerinin amacının mutluluk arayışı olduğuna inanıyorlardı.

Kinikler, az kapsamlıydı: kötülükten kaçınmak.

Stoacıların yaşam idealleri, sakinlik/ağırbaşlılıktı, dışsal ve içsel rahatsız edici faktörler karşısında dinginlikti. Doğu metodolojilerinin çoğu da aynı prensibi izlemiştir.

Ortaçağ Avrupa’sında ve Hindistan’da yaşamın anlamı düşüncesi, atalara saygı duymak ve dini idealleri takip etmekle birleştirildi. Daha sonraki dini yaklaşım ve teorilere bakarsak, yaşamın anlamının Tanrı’yı bilmek olduğu açıktır.

Elbette herkes Tanrı’yı kendince anlar. Yine de erdemli yaşamak, emirleri yerine getirmek ve Tanrı’yı sevmek onların var oluşlarının özüydü.

Buddha’nın öğretisine göre, yaşamın anlamı ve nihai amacı ıstırabı sona erdirmektir. Istırabın olmaması zaten temelde hazdır. Elbette, ıstırapları durdurmak demek egoizminizi, alma arzunuzu kullanmayı bırakmak anlamına gelir.

Konfüçyüs’e göre, insanın var oluşunun temel amacı, insanın, içinde “çarklı dişi” olduğu ve dolayısıyla uyum içinde olduğu ideal bir toplum yaratmaktı.

Modern insanlarla yapılan bir araştırmaya göre; % 26’sı bu dünyanın anlamsız olduğuna,  % 32’si hayatın anlamının sevgi olduğuna, % 22’si dünyayı bilmek ve bu bilgiyi başkalarına aktarmak olduğuna, %8’i Tanrı ile tam bağa ulaşmak olduğuna inanıyor.

Kabala’nın bakış açısından hayatın anlamı nedir?

Cevap: Başlangıçta bir insanın ve içinde yaratıldığı dünyanın yaratılmasına gömülmüş, bir yaratılış amacı vardır. Bu, dünyada gelişimimiz sayesinde, cansız, bitkisel ve hayvansal doğa ile insan toplumu içinde yer aldığımız çevre sayesinde, bunu kontrol eden Yaradan’ı ifşa edebileceğimiz gerçeğine dayanır. Hayatın anlamı, maddesel hayatımız sırasında Yaradan’ı edinmektir.

Soru: Bu, Yaradan’a ulaşmayı, O’na sevgiyi ve O’nun emirlerini yerine getirmeyi de öğreten diğer metotlardan nasıl farklıdır?

Cevap: Kabala’da, doğanın mutlak net olan başka bir kısmını edinirken O’nu edindiğimiz gibi, bizi çevreleyen her şeyde Yaradan’ın tamamen belirgin bir ifşasını kastediyoruz.

Soru: Bu nerede edinilir? O’nu görür, hisseder ve duyar mıyım?

Cevap: Bu, içimde ve etrafımda olan her şeyde edinilir: Tüm eylemlerde, niteliklerde ve olgularda üst yönetimin gücünü ifşa etmeye başlarım. Üst gücün tezahürü bana tamamen yeni bir dünyada olduğum düşüncesi verir: onu kontrol eden birinin olduğu bir dünya.

Üst yönetimin gücü kesinlikle tüm niteliklerde, değişimlerde, doğada, içimde, zihnimde ve hislerimde, bu dünya nüfusunun her birinin başına gelen her şeyde kendini gösterir. Dahası, onlar aracılığıyla kendini gösterir ve böylece amacını ifşa eder: farklı seviyelerde – cansız, bitkisel, hayvansal ve insan – sayısız yaratılanın mutlak uyuma, birbiriyle bağa, integral etkileşimi tamamlamaya nasıl yönlendirileceği.

Tüm eylemler tek olana bağlandığında ve her şey üst düşünceye göre ulaşmamız gereken tek bir koşula indiğinde, bu tek güç, amaç ve plan algısına “Yaradan” denir.

Yaradan’ın dışında hiçbir şey olmadığını açıkça gördüğümüz, hissettiğimiz ve algıladığımız bir koşula geliriz. Sadece tekliğini, büyüklüğünü, gücünü ve evrenselliğini bize göstermek için, bizi yaratan bu güç vardır.

Meaning Of Life, Part 1

 

Arzuların Gelişimi, Bölüm 2

Tarihsel Dönemler ve Arzuların Gelişimi

Soru: Tarihsel bir bakış açısıyla, insanlık arzularının evrimini tarihsel dönemlere göre ayırabiliriz. Varsayılana göre MÖ 35.000’den MÖ 4.000’e kadar, insan arzularının cansız seviyesi gelişti. Bunlar yemek, seks, aile gibi temel arzulardır.

Sonra, 4000 yıl önce, Babil’de büyüyen egoizmden başlayarak ve yaklaşık olarak 5. yüzyıla kadar, bitkisel arzu seviyelerinin gelişimi, esas olarak servet arzuları gerçekleşti.

5. yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar, sadece bin yıl, hayvansal seviyenin arzusu – iktidar için gelişti ve 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar insan seviyesinin arzularında –bilgi için bir gelişme oldu.

20. yüzyılın başlangıcı, insanlarda hem bireyciliğin hem de manevi arzuların gelişmesiyle belirgindi. Yani insanlar zaten köklerine ulaşmak istiyorlar.

Tüm bu arzular nasıl bir insanın içinde cansız, bitkisel ve hayvansala bölünmüştür?

Cevap: Bu kişinin doğasına, içinde egoizmin hangi seviyesinin hüküm sürdüğüne bağlıdır. Sonuçta, tüm bu arzular çeşitli egoist seviyelerdedir: cansız, bitkisel, hayvansal, insan. Bu bileşenlerin her birindeki egoizmin gücüne bağlı olarak kişi ya hayvansal veya bitkisel, cansız doyuma ya da insani doyumlara daha fazla eğilimlidir.

Soru: Tarih boyunca arzularımızın sürekli nasıl büyüdüğünü görmekteyiz. Hem insanın içinde hem de tüm insanlığın içinde büyümekteler. Sebebi nedir?

Cevap: Bunun nedeni, en geniş çeşitliliğinde, arzuların maksimum miktarını ve kalitesini elde etmemiz gerektiğidir. Onların, içimizdeki amaçlarını, nasıl çalıştıklarını, nedenini, ne için olduğunu değerlendirmeli, tartmalı, bulmalıyız.

Sadece bu arzuların uygulayıcıları olmak için değil, onları kontrol edebilmek, bu arzuları ele geçirmek, kendimize hükmetmek, kendimizden daha yüksek bir seviyeye ulaşmak için, böylece arzularımızı kontrol etme yoluyla onlardan maksimum özgürlüğe ve onları bir tür daha yüksek, mantıklı karara göre kontrol etme yeteneğine sahip oluruz.

Evolution Of Desires, Part 2

 

Avrupa: Modern Zamanların Babil’i

Bugünün Avrupa’sı, insanlar arasında bölünmenin hüküm sürdüğü antik Babil’de yaşanan ayaklanma dönemini andırıyor.

Tarihte bu dönemi analiz etmek, bugün Eski Kıta’nın neden insanlığın özünü temsil ettiğini ve sosyal dokusunu onarmanın, nasıl dünyanın geri kalanında benzer zorlukları çözmek için önemli bir emsal teşkil ettiğini anlamamıza yardımcı olacaktır.

Yaklaşık 3 bin 800 yıl önce, Fırat’ın kıyıları ile Dicle nehirleri arasında, günümüz Irak yakınlarındaki bir çöl bölgesinde insanlık, Babil’de büyük klanlarla yaşadı ve birbirlerini önemsiyorlardı. Bu ilişki parçalanıncaya kadar birlikte akraba gibi yaşadılar. Egoist arzu, Babilliler içinde artmıştı: her biri, başkalarının pahasına giderek daha fazla kişisel yarar talep etmeye başladı, bu da kavga ve krizlere yol açtı. Aşırı şişmiş ego onları göklere kadar bir kule inşa etmeye zorladı, her biri evreni fethetmek için hissettikleri gururlu hırsın sembolik bir tezahürüydü.

Başlangıçta tek bir dil konuşuluyordu. Onların ideolojik ayrılıkları zaman içinde birçok dilin gelişimine yol açtı ve iletişim kurmayı bıraktılar. Karşılıklı yaşamları parçalara ayrıldı, dostluk ve tek bir kişiye ait olma hissi ortadan kalktı ve her yöne dağıldılar.

Babil’in manevi liderlerinden biri olan İbrahim, derinleşen sosyal anlaşmazlığın doğasını merak etti. Anlaşmazlığın, insanlığın egoizminin doğal ve kaçınılmaz büyümesinden kaynaklandığını keşfetti: başkalarını kendi çıkarları için kullanmaktan elde edilen haz, yıkılan insan ilişkilerinin kaynağıydı. İbrahim, çeşitli kabileler ve klanlar arasında dolaşarak yeni bir toplum inşa etme ihtiyacı hisseden herkese seslendi.

İnsanlığın geçmiş medeniyetlerinin 70 ulusundan temsilciler topladı ve İbranice “Yaşar-El” den  (Yaradan’a doğru)  gelen, “İsrail” adında yeni bir halk oluşturdu. İsrail halkı çok çeşitliydi. Herkes farklı diller konuşurdu ve çok çeşitli görüşlere ve algılara sahipti, ancak, İbrahim’in çadırında bir araya gelerek farklılıklarının üzerine nasıl yükseleceklerini öğrendiler. O zamanlar İsrail halkı arasındaki ortak payda, farklılıkların üstünde birlik fikriydi.

İbrahim’in öğrettiği bağ yöntemi, bizi bir arada tutan tek bir gücün olmasıydı: sevginin gücü. Onun metoduna göre, anlaşmazlıklarımız aynen kalmaktadır ancak bizler, “sevgi tüm günahları örter” ilkesiyle onların üzerinde yükseliriz. O, büyüyen egoizmin üzerinde,  sağlıklı ve olumlu ilişkiler kurmayı öğretti.

Babil’de uzun yıllar boyunca, görünürde sakin bir halde yaşadık, ancak daha sonra yüzeyin altında sessizce kaynayan ego taşmaya başladı. Üstelik onun döküntüleri bizim zamanımıza kadar devam etmektedir. Bizim egoizmimiz, varoluşun her seviyesinde değişiklik yaparak büyümeye devam etmektedir. Ego, kişisel çıkarları keskinleştirir ve küresel çatışmalara neden olur, devasa göç hareketlerini bir kıtadan diğerine iter, açlık ve yoksulluğa neden olur, ekonomileri çökertir, ilişkileri sabote eder, terör ve protestoları uyandırır.

Bugün, Avrupa kıtası, yukarıda belirtilen tüm değişikliklerin bir kapsamasıdır. Babil krallığı, bugünün Avrupa’sında gelişti. Zengin tarihine, eğitimine, kültürüne ve ileri bilim ve tıbbına rağmen, Avrupalılar, eski günlerin Babillileri gibi kendi içlerinde kalmışlardır – tecrit edilmiş ve yabancılaşmış bir halk. Tek kelimeyle: egoistler.

Mükemmel olduğu iddia edilebilecek bir kıta ya da ülke yoktur ancak bizler, Avrupa’ya odaklanmaktayız çünkü o insanlığın özünü temsil etmektedir:  38 ülkeye ayrılmış Avrupa’nın çağdaş medeniyeti,  her millet kendi dili, kendine özgü tarzı, kendi bencil karakterine rağmen zayıf bir birlik görünüşü sağlamak için çabalamaktadır.

Bugünün Avrupa’sı, yeni bir dünya düzenini fetheden, yöneten ve dayatan ülkelerin Avrupa’sı değildir. Gittikçe daha fazla Avrupalı, Avrupa’nın belirsiz geleceği hakkındaki sorulardan rahatsızdır. Yabancı kültürlerden, on binlerce göçmeni düzgün bir şekilde özümseyememe ve siyasi liderliğe nüfuz eden aşırılıklar, önümüzdeki yıllarda pek de iyiye işaret etmemektedir. Her şey ellerinde parçalanıyor ve daha da kötüye gidiyor,  hiç kimse gerçek bir çözüm sunmuyor. Ufukta, yeni nesil için parlak bir gelecek sağlayacak bir plan yok.

İnsanlık tarihinin eklenerek artan ümitsizliği yüzünden, aynı gemide birlikte olduğumuzu henüz anlamadık. Ya bir olarak yelken açarız ya da birlikte batarız. Suyun üstünde kalmak ve başarılı olmak için, İbrahim’in bağ kurma yöntemine, sessizce nesilden nesile geçtikten sonra büyüyen ve gelişen ve yalnızca insanlığın onu anlamak için olgunlaştığı zaman ifşa edilmek üzere, kitlelerden gizlenmiş olan Kabala bilgeliğine sahibiz. O zaman geldi, egoizmin zirveye ulaştığı ve onu dengelemek için bir yöntemin herkes tarafından erişilebilir olması gerektiği zaman geldi.

Bulgaristan’da Kasım ayının ortalarında gerçekleşmesi planlanan Dünya Kabala Kongresi, İsrailliler ve onlarca diğer ülkelerin temsilcileriyle birlikte, kıtanın her yerinden yüzlerce Avrupalıyı bir araya getirecek.  Farklı dilleri ve lehçeleri konuşanlar, hayatın her kesiminden, farklı yaşlardan ve çeşitli dünya görüşlerinden erkekler ve kadınlar olacak. Birlikte, farklılıkların üzerinde birliğe doğru,  Avrupalılar arasında ve Avrupa- İsrail ve dünyanın diğer bölgeleri arasındaki bağa doğru – binlerce yıllık ayrılıktan sonra eski uygarlığın yeniden birleşmesine doğru küçük ama önemli bir adım atmak üzereyiz

Amacımız, aramızdaki bağın gücü sayesinde, sıcaklığı yayan ve dünyaya destek veren, bir tek sevgiye dayanan yeni bir kule inşa etmektir. Bu sıcak bağ, yıllar içinde çözülmüş olan bağları yeniden oluşturacaktır. Birleşmiş bir Babil olmaya geri dönelim, ama bu sefer karışıklık olmadan: sadece tek uyumlu bir sesle şarkı söylemek için,  ortak bir arzuyla.

Kongre sona erdikten uzun süre sonra kurduğumuz bağın yararını ve olumlu hissini algılayacağız. Her katılımcı ve grup eve döndükten sonra, görünüşte fiziksel olarak bir kez daha bağ kesilse de hala bir aileye ait olma hissine sahip olacağız. Bizden yayılacak sıcaklık, bize sadece kişisel güvence ve yaşamın müreffeh bir perspektifini sunmakla kalmayacak, ayrıca tüm sorunlara bir çözüm olarak ve daha iyi bir dünyaya giden bir yol olarak farklılıkların üzerinde birliği ön planda tutan bir toplumun olumlu bir örneğini sunacaktır.

Bizler,  birleşebilen ve bağın önemini tüm olası yollarla yaygınlaştırabilen bu nesildeki ilk öncüler gibi hissedeceğiz. Bağımızın gücü, her Avrupalının kalbine dokunacak, kaybedilen umudu geri getirecek, herkesi bir parçamız olmaya: herkesi kucaklayan sıcak aileye katılmaya davet edecek.

Europe: The Babylon of Modern Times

 

Avrupa: Karanlıktan Işığa

Baal HaSulam, “Ulus”;  Bu nedenle, her ulusun, kendi içinde güçlü bir şekilde birleşmesi şarttır. Böylece ulusun içindeki her birey, bir diğerine içgüdüsel bir sevgiyle bağlanacaktır. …

Bu demek değildir ki, ulustaki her birey, istisnasız böyle yapacak. Bu, bu uyumu hisseden insanların, ulusu var etmeleri demektir. Ulusun mutluluğunun ölçüsü ve devamlılığı, onların niteliğiyle, kalitesiyle ölçülür.

Ulusu destekleyen gücün ölçüsü, ulusu birleştirebilecek olan Üst güce benzemesine bağlıdır. Böyle bir ulus tüm zorlukların üstesinden gelebilecektir; çünkü ıslahlar gerektiren kırılma ve parçalanmaları kendi içlerinde ortaya çıkarırlar.

Bu nedenle, daha çok güçlenerek ve daha fazla birleşerek tüm günahları sevgi ile örtmek için, yolda birçok sorunla karşılaşmamız gerekecek. Sadece bu şekilde mükemmellik ortaya çıkar.

Her seferinde daha daha fazla günah ifşa olur ve zıt koşulu, yani sevgiyi, onların üzerine inşa etmek gerekir; umutsuzluğa kapılmadan ve pes etmeden. Dünya böyle inşa edilir ve bu şekilde ıslaha gelmesi gerekir.

Sorun şu ki, Avrupa ülkeleri bu kadar çok sayıda mülteci varken nasıl birliğe ulaşabilir? Aslında tüm bu mülteciler, Avrupalı ülkelerin tüm farklılıkların üzerinde bağlı olmaları gerektiğini anlamalarına yardımcı olmaktadır. Mülteci dalgasının, Üst güç tarafından gönderilen ve yıkıcı olmayan bir dalga olarak görülmesi gerekir. Bu yıkımdır, ama ıslah amacıyladır.

Elli yıl önce, Avrupa’da böyle bir mülteci durumunu hayal etmek imkansızdı. Avrupalılar kendilerini çok fazla korudular; her milletin, Almanların, Fransızların, İtalyanların bireyselliğini korudular. Uluslar arasındaki sınırlar çok net ve keskindi.

Sonra aniden her şey büyük bir hızla değişmeye başladı. Üst programa göre, herkes içinde bulunduğu kırılmayı ifşa etmelidir. Yabancı güçleri içeri sokmadan, ıslahın gerekli olduğunu keşfetmek nasıl mümkün olabilir? Bu yüzden birkaç milyon insan Avrupa’ya girdi; kültürlerinde, eğitimlerinde, dinlerinde ve davranışlarında yabancı olan insanlar.  Artık belirgin bir zıtlık yoktur.

Sonuç olarak, Avrupalılar yavaş yavaş bir seçenek olmadığını anlamaya başladılar, yapabilecekleri tek şey bağ kurmaktır. Bu bağın nasıl sağlanabileceğini henüz keşfetmekteler. En akut ve uzlaşılamaz olan dini farklılıklar nedeniyle, ne kadar gerçek dışı olabileceği önemli değil; başka bir yol yok.

Avrupalılar, birlik ve bağa ulaşmanın anahtarını bulmanın gerekli olduğunu anlıyor. Ve anahtar, her şeyden önce, Kabala’nın sunduğu ‘tüm günahları sevgiyle örten’ integral (bütüncül) bağ yöntemindedir.

Bu, Üst gücün yardımı ile yerine getirilir. Kendi başımıza birleşemeyiz; yalnızca koşullarımızı yaratırız; böylece bizlerin, yani İsrail’in aracılığıyla, bir bağlantı kanalında olduğu gibi, Üst güç tüm halk kitlelerini etkilemeye başlayacaktır.

Bu onların rızasını gerektirmez; aniden farklı bir şekilde konuşmaya ve davranmaya başlayacaklar. Dün kökten dinci olmaları, hangi dine inandıkları, nasıl düşündükleri ve dünyanın yetmiş milletinden hangisine ait oldukları önemli değildir. Hepsi tek bir ulus gibi olacaklar.

Asıl mesele, Avrupa’nın sorunlar yaşadığı ve bir çözüm bulmamız gerektiğidir. Bu nedenle, özellikle Bulgaristan’daki Avrupa Kongresi öncesinde, Avrupa’daki ve dünyadaki bütün Kabalistik grupları birleştirmek çok önemlidir. Bu şekilde, Avrupa’ya bağ ve birliğin ışığını getirebiliriz.

Avrupa, karanlıkla, çaresizlik duygusuyla, ümitsizlikle ve bir çıkış yolunun yokluğuyla giderek daha fazla etkilenmektedir. Ancak, aniden çelişkilerin nasıl yumuşadığını, fikirlerin, düşüncelerin ve arzuların nasıl değiştiğini göreceğiz. Sonuçta, her şey düşüncede kararlaştırılır ve düşünceler aniden yenilenir.

Bu kadar kökten dinci ve milliyetçilerin, onlardan biraz farklı olan biriyle konuşmak istememiş olanların bile, aniden bu kadar değişmesi nasıl mümkün olabilir? Ancak, Üst ışık her şeyi değiştirebilir. Şimdi karanlığı koyulaştırdığı için onu ıslah edecek. Bizim için en önemli şey bunun için iletken bir kanal olmaktır, bizim işimiz budur.

Europe: From Darkness To Light

 

Manevi Gelişimin ve Reenkarnasyonun Hızı

Soru: Gelişimim ve manevi dünyaya yükseliş hızım, önceki yaşamlarıma ve ruhumun yeniden doğuşuna mı bağlıdır?

Cevap: Kesinlikle buna bağlıdır. Bu dünyada ilk defa bulunmuyoruz.

Ölüm ve doğumun ne anlama geldiğini, bugün kendimizden nasıl ayrıldığımızı ve yeniden bağ kurduğumuzu, içimizdeki belirli hatıraların nasıl yeniden canlandığını açıklamak zordur ve bir süre önce var olduğumuzu vb. düşünürüz.

Şimdilik tasvir etmesi kolay değil. Ancak bizler, ıslahın uzun bir ilerleme süreci içerisindeyiz.

The Speed Of Spiritual Development And Reincarnation

Her Şey Üst Dünya Seviyesinde Çözülür

Soru: Eğer diğerleri benim bir parçamsa, o zaman diğerlerini değiştirerek, dışsal parçalarımı mı değiştiriyor?

Cevap: Tabii ki. Ancak aynı zamanda; artık kimi değiştirdiğinizi hissetmezsiniz: onlar veya kendiniz. Başkalarıyla bağ kurmaya başlarsın ve ortak bir bütün olduğu ortaya çıkar. Yaradan herkesi birbirine bağlar.

Soru: Şimdi dersteyiz ve hala dünyada iş, uyku, kavga vb. şeyler yapan milyarlarca insan var. Onları hissetmiyoruz , öyleyse bunu nasıl ele alacağız?

Cevap: Yavaş yavaş buna alışmalısınız ve sonra, zaman meselesi, çok katmanlı alan ve gerçekleşen her şey kaybolacak. Bunun önemsiz olduğunu ve her şeyin tamamen farklı bir seviyede çözüldüğünü göreceksiniz.

Everything Is Resolved On The Level Of The Upper World

Tu Bishvat – Bir İnsanın Başlangıcı

Gerçekle, manevi kökle bağlantısı olmadığında, dünyamızdaki özel günlerin çocukların bayramlarına dönüştüğünü görmekteyiz. Tu Bishvat’ ta, bir bahçeye veya bir şehre ağaç dikmekle sınırlıdır. Elbette ki kendi içinde harikadır, ancak gerçek anlamından çok uzaktır.

Tu Bishvat, ağaçların yeni yılı, çok ciddi bir zamandır ki o manevi köküne göre insanın başlangıcını ifade etmektedir. “Adam tarlanın ağacıdır” diye yazılmıştır. Bu nedenle, bugünde ağaç dikmek doğrudur; ancak ondan “meyve veren bir ağaç” yetiştirmek için, bir insanın eğitimine özen göstermek de gereklidir. Bu, Yaradan’a benzer bir kişiyi yetiştirmek anlamına gelir.

Ağaçların bakımında yapılan tüm işlerin, bir kişi üzerinde de yapılması ilginçtir. Aksi halde, kişinin ağacı meyve vermeyecek ya da acı olacaklar, insanın yemesine uygun olmayacaktır. Bir insanın ruhunu büyütmek için, sanki bir ağaç yetiştiriyor gibi, 39 çeşit çalışma yapmamız gerekir. Bu sadece tarladaki bir ağaç değildir, aynı zamanda ruhumuzu meydana getirdiği için cennet bahçesinde yetişen meyve veren bir ağaçtır: ıslah olmuş alma arzusu ve ihsan etme, tek bir meyvede bir araya gelir. Bu, eğitim, çevre ve doğal ortam yoluyla mümkündür, bunlar olmadan bir ağaç, iyi meyve vermek için büyümez.

Bu nedenle bir kişi tarladaki bir ağaçla karşılaştırılır. Bu herhangi bir alan değildir, Yaradan tarafından kutsanmış alandır. Yaradan bu alanı, ağaca bakmak için harcanan çabalara, çevreye yapılan yatırıma göre kutsar.

Ağacın içine müdahale etmeyiz, ancak onu dışarıdan etkileriz. Dış bakım sayesinde güzel, tatlı meyveler üretmeye başlar. Bütün bunlar çevreye, gruba ve onluya bağlıdır. Yaradan tarafından kutsanmış bir alan olacak böyle bir ortam inşa etmeye çalışmalıyız. Dostlar arasındaki ilişki, her birinin güvenle, doğru, iyi formda büyüyebilmesi için uygun, birbirine bağlanabilmesi ve ortak bir meyve verecek şekilde olmalıdır – cennet bahçesinden bir elma, ıslah olmuş ruh.

Bu nedenle, Tu Bishvat Bayramı, ilk aşamada bir kişinin bütün manevi çalışmasını sembolize eder. Ağaç cansız topraktan yetişen bir şeydir. Eğer doğru çevreyi, dışsal koşulları düzenlersek, insanın yemesi için uygun meyveler verecek bir ağaca dönüşen canlı bir filiz elde ederiz.

Tu Bishvat—The Beginning Of A Man