Category Archives: Toplum

Gerçek, Gelecekte Kendini Gösterecektir

Soru: Bir yandan dağıtım yaparken sorun yaşamamak, bir yandan da bunun içinde Yaradan olduğunu anlamak için ne yapmalıyız?

Cevap: Bizim işimiz bu.

Sorun yaşamamak ile ne demek istiyorsun? Ben sorun yaşamıyorum; ben özellikle kimsenin aleyhine konuşmuyorum. Doğru doğal bakış açısını, gerçeği ifade ediyorum. Ve aynı çizgide olmayan biriyle bir yere gitmiyorsa, bunu düşünmüyorum çünkü birisinin benimle aynı fikirde olmayacağını dikkate almıyorum bile. Kimseyle çatışmaya girmiyorum.

Bloğumda genellikle birinin görüşünü yayınlarım ve sonrasında neden benim açımdan bunun böyle olmadığını yazarım. Ama aynı zamanda yazarla alay etmem, bunun yerine kendimi bir Kabalist olarak konumlandırırım ve sözümün Kabalist bakış açısından kendi değerlendirmem olduğunu ifade ederim.

İnsanları aşağılamıyorum, aksine onlara saygı duyuyorum. Benim bakış açıma göre onlar yanılıyor ve onların bakış açısına göre de ben tamamen yanılıyorum. Ne olmuş? Gerçek nerede?

Bu konularda gerçek, gelecekte kendini gösterecektir. Kimseyi ikna etmeye çalışmıyorum. Birini benim gibi düşündürmek için, o içsel dürtüye bile sahip değilim. Bu zaten imkânsızdır.

Kişi buna kendi kendine, farkındalıkla, deneyimlerle, içsel mücadeleyle, arayışlarla gelmeli, ben ona baskı yapacağım ve o fikrini değiştirecek gerçeğiyle değil. Bunu yaparak dünyayı düzeltmek mümkün mü?

Kurtuluş, Aramızdaki Bağdadır

Çözümü bulana kadar dünya durmadan darbelere maruz kalacaktır. Ya integral bağ kurma metodunu şimdi dinlemeye başlayacağız ya da duyulması gerekeni anlayana kadar her türlü kişisel – umumi darbelere veya savaş benzeri durumlara maruz kalacağız. Duymamız gereken şey farklılıklarımıza rağmen yaşayabilmemizin tek yolunun bağ kurmak olduğudur.

İnsanlık için artık yapacak başka bir şey kalmamıştır: ya sürekli mücadele içinde birbirleriyle rekabet halinde ya da birbirleriyle bağ içinde yaşarlar. Afetler veya savaşlar sırasında insanın içgüdüsel olarak bunun için çabaladığını biliyoruz. Bu nedenle, her türlü sıkıntının yardımıyla bu bize öğretilecektir.

O zaman acıdan kaçmak için bağ kurmaya doğru ilerlememiz gerektiğini anlamaya başlayacağız. Ama bu tamamen egoist bir hareket olacak, başka bir şey değil. Bu, egoizmden gerçek bir çıkıştan çok uzaktır.

Biz, kişinin doğasını bilerek, ona gelişiminin aşamalarını yavaş yavaş ve tutarlı bir şekilde açıklıyoruz. Bunda herhangi bir aldatmaca yoktur. Sevgi ve nezaket vardır ve sevgiye dayalı olarak, kişiye her zaman içinden geçmesi gereken koşullara göre davranırız.

Dünyanın Temel Sorunu Eğitimdir

İnsanlık, gelişme sürecinde çeşitli toplumsal oluşumlardan çoktan geçti; kapitalizm, sosyalizm vb. Daha gelişmiş bir toplum formuna ihtiyaç olduğunun herkes için net olduğu modern bir dünya seviyesine henüz gelinmedi, ancak daha ileri nereye ve nasıl gidileceği belirsiz.

Tüm teknolojik ilerlemelere rağmen daha iyi yaşayamayacağımız bir noktada durduk, çünkü egoist ilişkilerimiz bütün hayatımızı zehir edecek. Toplumda mevcut olan kişilerarası iletişim tarzının, yüksek teknoloji, kültür ve eğitim düzeyine pek de denk gelmediğinin açıkça ortaya çıktığı kırmızı çizgiye ulaştık.

Bu nedenle, toplumun kendi içindeki iç baskı büyüyor ve bu da değişim gerektiriyor. Dünyanın tüm ülkelerinde, farklı derecelerde, yaşam biçimimiz ve iletişimimiz, teknolojik gelişim seviyemiz ile çeliştiği için, insanlar arasındaki ilişkileri acilen değiştirmeye ihtiyaç duyulduğunu görüyoruz.

Bir sonraki değişimin savaşlar pahasına olmayacağını anlamalısınız; savaşlar yardım etmeyecekler. Bunu zaten son savaş örneğinde gördük. Etraflarındaki bazı dış çerçeveleri değil, insanları değiştirmek gerekiyor. Kişinin kendisini değiştirmezsek, huzurlu ve mutlu bir yaşam için hiçbir umudumuz kalmaz.

Bir kişi egoist olarak kalırsa, yalnızca zorlama altında çalışabilecektir. Bu nedenle, tek çıkış yolu, her insana toplumun amacı ile olan bağına ve ait olduğuna dair bir duygu vermektir ve böylece kendisini, ülkesinin ve halkının ayrılmaz bir parçası gibi hissetmesini sağlamaktır.

Kişi, çalışmasından içsel, manevi bir doyum almalıdır, öyle ki herkesle olan bağından ve yukarıdan bir ödül aldığı gerçeğinden alınan bir tatmin, ama kendi egoizminde maddi bir ödül değil. Bunun kendisini Yaradan’a yaklaştırdığını ve ona manevi doyum verdiğini hissedecektir.

Bu da ancak doğru eğitimle mümkündür. Dünyanın temel sorunu budur. Herkes sıralarına oturup tekrar çalışmak zorunda kalacak, sadece öğretmeni dinlemekle kalmayacak, aynı zamanda bu bağ kurma bilimini kendi aralarında pratik olarak uygulayacaklardır.

“Mutsuzluk Çağı” (Linkedin)

Küresel analiz ve danışmanlık şirketi Gallup tarafından yakın zamanda yayınlanan bir makale, dünya genelinde mutsuzluğun arttığını ortaya çıkardı. Makaleye göre durum “endişe verici çünkü mutsuzluk şu anda rekor seviyede. … İnsanlar her zamankinden daha fazla öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres hissediyor.” Mutsuzluğun artmasında pandeminin payı olduğu kabul edilirken, “Aslında mutsuzluk on yıldır istikrarlı bir şekilde tırmanıyordu.” deniyor. Araştırmalar, mutluluğun sosyal bağlara bağlı olduğunu gösteriyor. İstatistiksel olarak, daha güçlü ve daha fazla sayıda sosyal bağa sahip insanlar, kendilerini daha mutlu hissederken, içedönüklerin mutsuz hissettiklerini bildirme olasılığı daha yüksek.

Mutluluk ve sosyal bağlar arasındaki ilişki, tüm yaratılışta temel bir öğeye işaret eder. Realitenin her parçasında sağlamlık, canlılık ve gelişim, çevre ile olan bağlara bağlıdır. Realitede herhangi bir yerde meydana gelen her değişiklik, çevre ile bazı etkileşimler nedeniyle gerçekleşir. Yırtıcı hayvanlardan kaçmak gibi görünüşte olumsuz bağlar bile gelişimi hızlandırır.

Tüm doğa için geçerli olan, kendi vücudumuz için de geçerlidir. Vücudumuz ancak hücreler ve organlar arasındaki sayısız bağ sayesinde kendini idame ettirebilir, kendini besleyebilir, patojenlerden ve kirleticilerden koruyabilir, sağlıklı ve güçlü tutabilir. Bu bağların çeşitliliği ve karşılıklı destekleri vücuda güç, dayanıklılık ve canlılık verir.

Bu bağların koptuğu ve kusurlu olduğu tek yer, insan toplumudur. Diğer tüm topluluklar ve diğer tüm doğal sistemler uyumlu bir şekilde çalışır ve parçaları birbirini tamamlar ve destekler. Ancak bizim durumumuzda, karşılıklı destek ve tamamlayıcılık yoktur. Bağlarımız sömürücü ve taciz edicidir ve hedeflerimiz kendi yaşamlarımızı iyileştirmek değil, başkalarının yaşamlarını daha da kötü hale getirmektir.

Bu nedenle, Gallup anketinin bildirdiği tüm olumsuz unsurlar -öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres- aramızdaki bozuk ve kopmuş bağlardan kaynaklanıyor. Başlamış olan mutsuzluk çağı, bizim kendi eserimizdir. Birbirimizle ilişki kurma biçimimizi değiştirirsek, ondan çıkıp, şu anda olumsuz olarak algıladığımız her şeyin olumlu karşıtına dönüşeceği bir çağ ile buluşacağız.

Şu anda toplumda hâkim olan olumsuz ilişkiler, umursamazlığın ve yabancılaşmanın bedelini bildiği için, yakınlık ve karşılıklı ilgide ısrar eden bir toplumun alt tabakası olacaktır. Mutsuzluk çağı, gerçek bir aydınlanmanın, doğa bilgisinin ve ondan insan doğasını nasıl düzelteceğini ve hayatı tüm insanlık için nasıl iyi hale getireceğini öğrenen bir çağın tetikleyicisi olabilir. Alternatif olarak, eylemsizliği seçersek, yaygın mutsuzluk tırmanmaya devam edebilir ve benzeri görülmemiş bir sefalet çağına dönüşebilir.

2022 Kötüydü, 2023 Daha İyi Olmayacak

Önümüzdeki hafta 2023 yılı başlıyor. 2022’ye baktığımızda sevinecek çok az şey var. Her şeyden önce, Ukrayna’daki savaş dünyayı birçok düzeyde altüst etti. Bir ülkeyi harap etti, diğerini tüketti, dünya çapında enerji fiyatlarının fırlamasına neden oldu ve tüm gezegenin ekonomisini alt üst etti. Savaş olmasa bile ekonomi kötü durumdaydı ve endüstri Covid’in etkisinden kurtulamadı, ancak iki darbenin birleşimi hepimizi ağır bir şekilde etkiledi. Ek olarak, uçsuz bucaksız uluslararası ilişkiler, aşırı hava olayları, yayılan madde bağımlılığı ve sosyal yozlaşma, her şeyin küresel düzeyde hızla yokuş aşağı gittiğine dair sağlam temellere dayanan bir duyguya katkıda bulundu.

Bir insan hasta olduğunda, en önemli görev ve çoğu zaman en büyük zorluk, hızlı ve net bir tanıya ulaşmaktır. Genellikle sorunu teşhis ettiğinizde prognoz netleşir ve olası tedavi planlarını bir araya getirmek daha kolaydır. Ama nedense, toplum olarak, patojenin insanlığın tüm kesimleri arasında husumet olduğunu gösteren tüm belirtilere rağmen, bunu görmezden gelmeye devam ediyoruz. Sebebini aramak yerine, semptomları hafifletmeye çalışmakta ısrar ediyoruz. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, semptomlar kötüleşiyor ve düşmanlık hastalığı yayılıyor ve yoğunlaşıyor. İnsanların birbirlerinin varlığına tahammül edemeyecekleri seviyeye gelindiğinde 3. Dünya Savaşı çıkacaktır.

Düşündüğünüzde, şaka, bizimle ilgili olmasaydı komik olabilirdi. İnsanlığın kaderinden sorumlu eğitimli yetişkinler, kum havuzundaki anaokulu çocukları gibi çekişiyor. Öğretmenleri onları kibar ve düşünceli davranmaya, birbirlerine karşı daha nazik olmanın hepsinin yararına olacağını açıklamaya çalışıyor, ancak çocuklar kalın kafalı, inatçı ve çoğunlukla taş kalpliler.

Böyle bir durumda öğretmenin çocukları yani ulusları, bir sonraki derste, 2023 dersinde daha da sert cezalandırmaktan başka çaresi kalmayacak. Örneğin, Covid’in ortaya çıktığı Çin, acımasız “sıfır Covid” politikasını terk etmek zorunda kaldı ve oradan gelen raporlar, her gün on milyonlarca kişinin virüse yakalandığını ve hastanelerin çökmekte olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde milyonlarca kişinin ölmesi bekleniyor.

Ukrayna’daki savaş yakında bitecek gibi görünmüyor, Ukrayna’nın enerji altyapısı neredeyse tamamen yıkılmışken, yıkıcı Rusya zaten yıpranmış olan rezervlerini zorunlu askere alma yoluyla tüketiyor. Sonuç olarak, yüzbinlerce Rus, Ukrayna’ya top yemi olarak gönderilmekten kurtulma çabasıyla ülkeden kaçtı.

Ekonomi de toparlanıyor gibi görünmüyor ve 2023’ün bu açıdan da zor bir yıl olmasını bekleyebiliriz.

Ve belki de bir başlangıç olarak, Kuzey Amerika, Noel’i donma sıcaklıkları, şiddetli rüzgarlar ve yoğun karla mücadele ederek milyonlarca kişinin tatili elektriksiz, ısınmadan veya kaçış yolu olmadan geçirmesine neden olarak geçirdi. Meteorologların tabiriyle bu “bomba kasırgasının” ölü sayısı henüz bilinmiyor ancak düzinelerce insanın mahsur kalan arabalarda donarak öldüğü, ulusal muhafızların birçok şehirde kapı kapı dolaşarak kendi evlerinde hipotermiden ölen yaralıları aradığı biliniyor.

Öğrenmediğimiz için, tıpkı öğretmenlerin kötü ve asi çocuklara yaptığı gibi, durumu düzeltmeye başlamak için yapmamız gereken ilk şeyin herkesi susturmak ve kavga etmeye devam etmesinler diye, herkesin elini bağlamak olduğunu düşünüyorum. Bunun kolay olduğunu söylemiyorum ve bunu kimin yapması gerektiğinden veya yapabileceğinden emin değilim, ancak eğer birbirimizle mantık yürütebilmek istiyorsak, o zaman kabadayı gibi davranan herhangi bir ülke, açık ve basit bir şekilde, uluslar ailesinden koparılmalıdır. Yalnızca korku, ülkeleri saldırganlığa başlamadan önce iki kez düşünmeye zorlayabilir.

Aynı zamanda, ancak birlikte çalışırsak durumumuzu iyileştirebileceğimiz mesajını yaymaya devam etmeliyiz. Saldırganlığın işe yaramadığını gösterebilsek de göstermeliyiz. Son olarak, işbirliğinin faydalarını elimizden geldiğince göstermeye çalışmalıyız. En azından, insanların akıllarında saldırganlığa bir alternatif olması gerekir. Belki de insanlar yeterince uzun süre acı çekerlerse, zihinleri kaba kuvvet dışında başka eylem biçimlerine ve “en güçlü olanın hayatta kalması” dışında başka paradigmalara açılacaktır.

Optimist değilim; İnsanlığın dinlemeye hazır olduğunu düşünmüyorum, ancak yapabildiğimiz sürece savaş ve nefret yerine, insanlığa ıstırap ve yıkım getirmek yerine herkesin yararına olan alternatifler olduğunda ısrar etmek bizim görevimiz.

 

“Sessiz İstifa – Daha İyi Bir Dengeye Doğru Bir Adım” (Medium)

İşaretler uzun süredir oradaydı, ancak karantinalar onlara büyük bir destek verdi. Birçok insan hala evden çalıştığı ve özellikle çalışma zamanı ile boş zaman arasındaki sınır bulanıklaştığı için, “sessiz istifa”, şimdi işverenler için büyük bir sorun. “Sessiz istifa” teriminin net bir tanımı olmamasına rağmen, temelde insanların daha az iş yapmaya, daha az saat çalışmaya ve ofisten çıktıktan sonra işi unutmaya çabaladıkları anlamına geliyor. Kısaca bu, kovulmadan mümkün olduğunca az çalışmak demektir.

Bazı uzmanlar, insanların tembelleştiğini savunarak, bu unsurda çalışanları suçluyor. Diğerleri bunu patronlara yüklüyor ve yöneticilerin onlardan daha fazlasını elde etmek istiyorlarsa Y kuşağı ile nasıl çalışacaklarını öğrenmeleri gerektiğini savunuyorlar.

Bence insanlar sadece bir denge bulmak istiyor. İş ve dinlenme arasında sağlıklı bir denge, iyi bir yaşam sürmenin anahtarıdır. Bu katı bir çizgi değil, herkesin tek bir ilkeye dayanarak kendisi için belirlemesi gereken bir şey: sadece gerektiği kadar çalışın. Gerekli olanın ötesindeki her şey ihtiyaç fazlasıdır ve bu nedenle yorucu, nahoş ve zararlıdır.

Bu yaklaşım işten çok daha fazlasıyla ilgilidir. Sürdürülebilir tüketim seviyelerine ulaşmanın tek yolu, dünyanın, havanın ve suyun tükenmesi ve kirlilikten kurtulmasının tek yolu budur.

Eğer zaman ve çabamızı, iş ve dinlenme arasında dengelersek, bu bize duygusal olarak daha tatmin edici faaliyetler için zaman ve enerji verir. Kısacası, çalışma zamanı ve boş zaman arasındaki doğru dengeyi bulmak hepimize fayda sağlayacaktır.

Üretim talepleri ve ekonomik büyüme ile ilgili endişelere gelince, bence zaten çok fazla üretiyoruz. Yaptığımız ve satın aldığımız ürünlerin çoğu hayatımıza değer katmıyor. Bizi daha mutlu etmiyor ve hayatımızı kolaylaştırmıyor. Geri kalanımız sonuçta ortaya çıkan kirlilikten, trafik sıkışıklığından ve gereksiz şeyleri inşa etmek için harcanan sayısız saatten mustaripken, bunlardan yalnızca yapımcıların hissedarları faydalanıyor.

Ekonomistler ve geçimleri ekonomik makineyi çalışır halde tutmaya bağlı olanlar, sessiz istifa alarmı verebilirler, ancak geri kalanımız için bunun iyi bir haber olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı yaşamaya başlamanın zamanı geldi. Bu bizim için daha iyi, çocuklarımız için daha iyi ve Dünya Gezegeni için daha iyi olacak.

“Tek Başınalık Her Zaman Yalnızlık Değildir” (Medium)

Görünüşe göre sosyal medya, pandemiler ve modern yaşam, bizi izole edilmiş, birbirimize her zamankinden daha fazla yabancılaşmış ve esas olarak kendi kendimize eşlik etmekten keyif alan insanlar haline getirdi. İnsanların konuşma süresi, yaklaşık otuz yıldır düşüyor ve görüntülü aramalar bile bu eğilimi tersine çeviremiyor. Görünen o ki, diğer insanlarla iletişim kurmak giderek daha fazla insana çekici gelmiyor. Ancak giderek narsistleştiğimizi düşünürsek, bu eğilim bizi şaşırtmamalı. Gelecekte, devam etmesini ve hatta hızlanmasını bekleyebiliriz.

Ben de, beni pek ilgilendirmeyen insanlarla sosyalleşmektense, odamda kalmayı ve zamanımı istediğim gibi geçirmeyi tercih ettiğimi hissediyorum. Kitaplarım var; bilim haberlerim ve izlediğim başka haberler var; ve başka ilgi alanlarım var.

Hepimiz, giderek daha fazla kendimize odaklandığımızdan, sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarına ihtiyaç duymadıklarını hisseden insanları anlayabilirim. Birçok insanda karşılık görme, toplumdan onay alma ihtiyacı azalmaktadır.

Bununla birlikte, insanlar giderek daha fazla anti-sosyal hale gelmiyor. Giderek daha titiz hale geliyorlar ve zamanlarını veya enerjilerini kendilerine hiçbir gerçek fayda sağlamayan, boş bağlantılarla harcamak istemiyorlar.

İnsanlar diğer insanlara karşı kayıtsız kalıyor çünkü daha fazla hedef odaklı hale geliyorlar. Hayattaki hedeflerini seçiyorlar ve bu hedeflere ulaşmak için çaba harcıyorlar. Bu, insanları yaşam amacının peşinden gitmeye yöneltecek olumlu bir gelişmedir.

Bana gelince, münzevi doğama rağmen, hayatımın amacı, mümkün olduğu kadar çok insanla ve mümkün olan en derin seviyede, kalbimde bağ kurmamı gerektiriyor. Hedefime ulaşmak için, her bir kişiyle bağ kurmaya ve her bir kişiyi kucaklamaya hazırım. Ancak bu benim amacım olmasaydı, hayatımın amacı olan ve uğruna her türlü fedakârlığı seve seve yapacağım Kabala bilgeliğini dünyaya yaymaya başlamadan önceki gibi, hala odamda mutlu bir şekilde inzivaya çekilmiş olurdum.

Ve benim gibi, diğer birçok insan da giderek daha fazla hedef odaklı hale geliyor. Bu insanlıkta bir gelişimdir, gerileme değil. Gelecekte, giderek daha fazla insanın ortak hedefler etrafında bağ kurduğunu ve onlara anlamsız görünecek olan, sıradan etkileşimlerden kaçındığını göreceğiz. İki seviyede yaşıyor olacaklar: Yüzeysel seviyede mesafeli veya içine kapanık görünecekler ancak daha derin seviyede, hedeflerini paylaşanlarla derinden bağlı olacaklar.

“Silah Sahiplerinin Hürriyetlerine Ve Özgürlüklerine Zarar Vermeden, Silahlı Şiddetin Çözümü Nedir?” (Quora)

İlk olarak, yüz milyonlarca insanı silahsızlandırmanın gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Silahlı şiddetin çözümü eğitimdedir. Birisi herkesin silahlarına zorla el koyma yetkisine sahip olsa bile, silah şiddeti bir sorun olmaya devam edecektir. Silah isteyen insanlar onları almanın yollarını mutlaka bulurdu.

Bizi en başta şiddete yönelten şeylerle ilgili olarak toplumun kademeli ve sistematik eğitimi dışında, silahlı şiddete karşı bir çözüm yoktur. Bir toplum olarak, başkalarını öldürmenin kötü olduğu bilincine ulaşmamız gerekiyor. Bu mesaj zaten geniş çapta anlaşılmış olsa da, örneğin genel olarak büyük dinlerin ve manevi uygulamaların merkezinde yer alsa da ve çeşitli şekillerde tekrar tekrar dile getirilse de, yine de silah şiddetinin günden güne daha büyük bir sorun haline geldiğini görüyoruz. Silah şiddetinin kötüleşmesinin nedeni, başkaları pahasına kendine hizmet etme arzusunun, toplumda birçok şekilde çoğalmasından ve daha sonra bazı insanların, bu görünüşte aşağılık egoistlerin topluma ateş açmak için silahlarına sarıldığı, insan egoizminin sürekli büyümesinden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren başlayan ve tüm hayatımız boyunca devam eden ciddi evrensel eğitimden başka bir çözüm görmüyorum. Böyle bir eğitim bizi şiddete yer olmayan bir duruma götürmelidir. Bir başkasına el kaldıran herkesin, cezalandırılması ve başkalarının hayatı üzerinde güç kullanmaya hakları olmadığını anlaması gerekir. Başkalarıyla yalnızca düşünceli ve sorumlu bir şekilde ilişki kurmayı ve örnek olarak liderlik etmeyi tercih etmeliyiz. Hiç kimsenin şiddete başvurma hakkı yoktur. Bu hiç bir şekilde bizim haklarımız dahilinde değildir. Yani, başkalarının iradesine karşı hareket etme hakkımız yoktur. Birçoğunun tarih boyunca bu tür ilkeleri öğrettiği doğrudur, ancak konuşmanın ve eylemin olduğunu görüyoruz ve sonra tam tersini yapan birkaç insan örneği görüyoruz.

Bu ilkelerin toplum bilincine yerleşmesine yönelik eğitim çabalarında eksik olan, doğanın pozitif gücüdür yani varlığımızı önceliklendiren ve doğuran sevgi, verme ve bağ kurma gücüdür. Bu gücü hayatımıza çekerek, başkalarına zarar vermeme ilkesini gerçekten içselleştirebiliriz. Bu nedenle, küçük yaşlardan itibaren istisnasız herkese karşılıklı saygı, özen, destek ve teşvik, diğer bir deyişle “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerini öğretmemiz gerekiyor. Ayrıca, bu tür eğitim sürekli olmalı, günlük bazda olmalı ve tüm eğitim sistemlerinin ve etkin medyanın bu tür ilkelerin öğretilmesi ve tanıtılmasına dahil olduğu ülke çapında olmalıdır. O zaman, böyle bir eğitimin kalıcı bir olumlu etkisi olacağından, silahlı şiddette çarpıcı bir düşüşe tanık olacağız.

Böyle bir eğitim süreci toplumda başlarsa, o zaman doğada bulunan pozitif gücü hayatımıza çeker ve gerçekte kim olduğumuza, etrafımızda olup bitenlere, acı çekmemize ve sorunlarımıza neyin sebep olduğuna ve nereye doğru gittiğimize dair daha net bir algı ve his kazanırız.

Tekrar ediyorum, böyle bir eğitim, normalde eğitim hakkında düşündüklerimizin ötesindedir. Yani okullar, kolejler ve üniversiteler gibi yaygın olarak bilinen eğitim kurumlarımızda bu tür ilkelerin öğretilmesini içerir, ancak buna ek olarak her türlü etkili medya yapımcılarının, film yapımcılarının, radyo programı sunucularının, TV dizisi yapımcılarının, gazetecilerin ve tüm yazarların buna dahil olmasını gerektirir. Tüm sosyal ve çevresel etkileyenler, öncelikle bizi mutluluğa, barışa ve uyuma götüren mesajları iletmeye odaklanmalıdır. Aksi takdirde, egoizmimiz -başkaları ve doğa pahasına haz alma arzusu- kendine uygun formlar yaratmaya devam edecek ve böyle bir yaklaşımın yol açtığı trajedileri ve çıkmazları göreceğiz.

Bu nedenle, eğitimimizi – içiçe geçmiş sosyal ve medya etkileşim ağımızı – karşılıklı olarak saygılı, sorumlu, destekleyici ve teşvik edici üyelerden oluşan bir toplum yaratmak için düzenlersek, o zaman konuşma, iletişim kurma ve düşünme şeklimiz olumlu bir değişime uğrayacaktır. En azından, silahlı şiddetin aşırı trajedileri sona erecektir çünkü olumlu bir şekilde bağ kurmak için, temel insan egoist dürtülerinin üzerine çıkmanın neden bu kadar önemli olduğuna dair farkındalığı artan bir toplumda, bu tür eylemlere yer kalmayacaktır. Öyle ki, böyle bir toplumda silahla şiddet uygulama arzusu insanlarda ortaya çıkmaz. Eğitimin kendisi, insanlarda, değer verdikleri ve bildikleri her şeye aykırı olacağı için, silah şiddetini kullanmaktan kendilerini isteyerek kısıtlayacaklarına dair ortak bir anlayış ve duyguyu geliştirecektir.

İnsan, İhsan Etme Niteliğine Edinen Kişidir

Yorum: Çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Örneğin, Rusya’da büyüyen bir Afrikalı, tüm Ruslarla aynı olur.

Cevabım: Bu doğaldır çünkü bir bireyi alıp, çevrenin etkisi altında gelişmesine izin veriyorsunuz. Ama bunun Kabala ile ilgisi yok.

Bu, sıradan bir insan için dinlere, her türlü inanca, felsefeye, her şeye ve bu dünyanın çerçevesine giren her şeye atfedilebilir.

Dünyada kendilerini yükseltmekle ve ruhlarının amacını takip etmekle ilgilenen çok az insan vardır; dünyada onlardan çok az var, belki de birkaç milyon ki onlar için dünyevilik yoktur. Dünyevi olan her şeyi, gelişimin hayvansal seviyesi olarak görürler; bu nedenle, bir sonraki “insan” seviyesine yükselmeleri gerekir. Onların anlayışları tamamen farklı bir sisteme göre gerçekleşir.

İnsan, ihsan etme niteliğini edinen kişi için kullanılan terimdir. Yani, tüm hayvansal tarafı üzerinde tam bir kısıtlama yapan, onu evcil bir hayvanda olduğu gibi sadece gerekli olanla besleyen ve diğer her şeyi yalnızca ihsan etmeye, başkalarıyla bağa ve kendi dışını doldurmaya yönlendiren kişidir – nihai olarak Yaradan’ı amaçlayandır.

“Gelecekte İnsanlar Ve Toplum Nasıl Değişecek?” (Quora)

Sonunda toplumdaki herkesin aynı refah düzeyine sahip olacağı, normal bir yaşam için ihtiyacımız olanı alacağı, başkalarını önemseyerek sosyal hayata katılma potansiyelimizin tam olarak gerçekleştirileceği ve toplum genelinde karşılıklı düşünce ve sorumluluğun önemini artıracağı bir duruma ulaşacağız.

Böyle bir durumda, tutkularımızı ve arzularımızı tamamen yerine getirebileceğiz. Rekabetçilik, kıskançlık, şevk, şöhret ve kontrol gibi özelliklere sahip olmamızın bir nedeni var. Bu tür özellikler aynı kalacak, ancak bunları birbirimiz pahasına kullanmak yerine, birbirimize fayda sağlamak ve yükseltmek için kullanacağımız yeni bir yol bulacağız.

Karşılıklı düşünce ve sorumluluk durumuna ulaşmak, yalnızca gıda, barınma, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi hayatın temel ihtiyaçlarının garanti altına alınacağı anlamına gelmez. Yaşamın temellerini almanın yanı sıra, doğa ile dengemizi koruyarak dünya çapında yaşam kalitesini sürekli olarak yükseltebileceğiz. Böyle bir durumda ıstırabın her türlüsü azalacak ve birbirimiz için istediğimiz tüm bolluğu sağlayabileceğiz. Bu, kendimizi yalnızca fiziksel bedenin minimum gereksinimlerini karşılamakla sınırladığımız bir durum olmaktan çok uzaktır. Yine de, her insana yaşamın temellerini sağlamak, böyle bir duruma yönelik ilk hedef olacaktır.

Geleceğin toplumu, dikkate almamız gereken birkaç faktöre sahiptir. Mevcut deneyimli sistemler var olmaya devam edecek mi yoksa aynı çevrenin ve sosyal kontrolün sürekli etkisi altında olacak yeni sistemler yaratmamız mı gerekecek? Bunlar çok ilginç incelemeler, ancak nihayetinde kendimizi ve sosyal çevremizi nasıl mükemmelleştireceğimizi öğrenmemiz gerekecek. Uyumlu ve barışçıl bir toplumun temeli budur.