Category Archives: Maneviyat

Devamı Olmayan Koşul

Lut’un, Sodom’dan ayrılırken arkasına bakıp tuzdan bir sütuna dönüşen karısı hakkında iyi bilinen bir dini hikayesi vardır. Bu, geçmiş durumlara bakıp onlara geri dönmek istemememiz gerektiği, yoksa tuzdan bir sütununa dönüşeceğimiz anlamına gelir.

Mısır’dan çıkış gibi diğer manevi durumları öğrendiğimizde, kişinin bunlardan nasıl çıkabileceğini anlayabiliriz.  Ama “Sodom” koşulundan çıkmanın bir yolu yoktur çünkü kimseyle bir şey değiş tokuş etmiyorsunuz, iletişim kurmuyorsunuz, almıyorsunuz, vermiyorsunuz. Burada hiçbir şey yok! Gerçekten tuzdan bir sütuna yani bozulmayan bir malzemeye dönüşüyorsun.

Kendinizi bu durum içinde muhafaza ediyorsunuz ve bu yüzden herhangi bir devamı yoktur.

İsrail Evinin Kölesi Olmak

Soru: İsrail evinin kölesi olmak ne anlama gelir?

Cevap: Kendinizi ihsan etme ve sevgi niteliğine tabi kılmak anlamına gelir. Ev bir kaptır (Kli) ve İsrail (“Yashar Kel”) “ Yaradan’a doğru” anlamına gelir.

Soru: Bir kişinin Yaradan’a bir şey yapmasını talimat vermesi ne anlama gelir?

Cevap: Bazen bu olabilir çünkü Yaradan öyle ister. “Oğullarım Beni yendi.” dendiği gibi. Eğer kişi kendisi, kendi çabalarıyla, yaratılış amacı için, ıslah için çabalarsa ve kendisinden mümkün olan her şeyi eklerse, o zaman bu şekilde anlaşılır.

İstikrarlı Bir Temel Üzerinde Üç Nokta

Yorum: Zulmün iyi bir nitelik olmadığını ve zulmün üzerine kurulu bir toplumun ayakta kalamayacağını söylediniz. Doğanın en kalıcı özelliği merhamettir. Ancak, başkalarına yardım ederek onlara yardım etmeyeceğimizi ve hiçbir şeyi düzeltmeyeceğimizi söylüyorsunuz. Burada belirli bir çelişki var.

Benim cevabım: Bunda özel bir çelişki görmüyorum. Başkalarına yardım etmek ne anlama geliyor? Birine bir şey verirsek, ona gerçekten yardım ediyor muyuz? Sorun bu.

Merhamet edip, diyelim ki bir katili veya hırsızı serbest bırakırsak, herhangi bir merhamet eylemi yapmıyoruz ve hatta belki de dünyaya onarılamaz zararlar veririz.

Her zaman sorunun daha derin özünü ve eylemlerimizi ima ederim. Merhamet niteliği, dünyayı ıslah edebileceğiniz nitelik değildir. Dünya genellikle sağ ve sol, merhamet niteliği ve yargı niteliği olan iki çizgiyi yan yana koyduğumuzda orta çizgi olarak adlandırılan şeyle ıslah edilir ve bunlar birlikte Yaradan’ın benzerliğine yönlendirilebilirler.

Her bir eylemi, her bir niteliği, her bir fikri, doğru seviyeye, sağlam bir temele yükseltmek için üç noktaya, “bir masanın üç ayağına” ihtiyacımız var. Bu minimumdur.

“Üç bacağın” özü aşağıdaki gibidir. Bize ihsan etme niteliği ve alma niteliği verilmiştir ve bu iki niteliği doğru bir şekilde uygulamalıyız. Birbirlerine karşı nasıl doğru bir şekilde yan yana konulabilirler? Nerede daha fazla merhamet olmalı ve yargının, kısıtlamanın nitelikleri nerededir? Dövmek ya da dövmemek, idam etmek ya da affetmek? Bunun için mutlaka Yaradan’ı ifşa etmeliyiz.

Her iki niteliği de birleştirip Yaradan’a yönlendirdiğimizde, onları içsel olarak nasıl doğru bir şekilde yan yana koyabileceğimiz konusunda O bize açık bir kılavuz verir. Ve o zaman bizler gelişiriz.

Yani üç noktaya ihtiyacımız var: iki sözde melek, iki kuvvet, alma ve ihsan etme ve onlar içimizdedir. Ama en önemlisi, üçüncü noktaya, Yaradan’ın ifşasına ihtiyacımız vardır.

Bu nedenle, Kabala bilgeliği bize sadece O’nu anlayabilmemiz için verilmiştir. Fakat O, kişiye yalnızca, Yaradan’a benzerliğini içsel olarak O’ndan nasıl gerçekleştireceğine dair bir örnek almak istediği ölçüde ifşa edilir.

Hangi Dua Cevaplanır?

Dua asla cevaplanmamalıdır: eğer öyle olursa dua olmaktan çıkar ve yazışma haline gelir (Oscar Wilde).

Cevabım: Temel olarak, dua, onun ifadelerinden birinden ikinciye, sonra üçüncüye akmalıdır ve böylece Yaradan onun içinde kıyafetlenmeye hazır olacak bir forma gelene kadar devam etmelidir. O zaman her şey dengeye gelecektir.

Soru: “Yaradan içinde kıyafetlenir” ne anlama geliyor?

Cevap: Dua, hayatım boyunca, yaşadığım her şey aracılığıyla, onun kaynağına Yaradan’a olan davranışımdır; hayatla ve onun aracılığıyla hayatın kaynağıyla olan en derin ve genel ilişkimi ifade eder. Bu gerçek bir duadır.

Soru: Onu ben mi inşa ediyorum yoksa bilinçsizce içimde mi doğuyor?

Cevap: O yavaş yavaş şekillenir.

Soru: Bu, onu basitçe oluşturamayacağım anlamına mı geliyor? Bu duayı hayatım mı oluşturuyor?

Cevap: Elbette. Bu bir felsefe değildir.

Soru: Bütün hayatım onda mı birikir?

Cevap: Hepsi. Kişi tüm hayatı boyunca dualar oluşturur.

Soru: Cevaplanacak gerçek bir duayı yükseltmek için hayatımı nasıl yaşamalıyım?

Cevap: Kalbinizi açmaya çalışmalısınız, içinde duanın ne olduğunu ve nasıl çıktığını göreceksiniz. Ama bunu gerçekten bu şekilde yapmalısınız. Aksi halde dua olmaz.

Soru: “Kalp” derken ne demek istiyorsunuz?

Cevap: En derin arzularınızı ve hayallerinizi kastediyorum ama daha da iyisi, hayattan taleplerinizi.

Soru: Bütün bu imkansız arzular nelerdir?

Cevap: Onlarla birlikte Yaradan’a gelmek istediğiniz anlamına gelir. Ve O’nun bunları neden yerine getirmediğini size açıklamasını istersiniz.

Soru: İmkansız arzularımdan hangisi cevaplanacaktır?

Cevap: Sadece biri; eğer bir şeyi arzuladıysanız, bu arzuların Yaradan tarafından yerine getirilmesini bekliyor muydunuz? Aslında istediğin bu değildi! Aksine, onları yerine getirecek Yaradan’ı arzu ettiniz. Bu onların yerine getirilmesi olacaktır.

Yani ne ve nasıl olursa olsun parayı, mutluluğu, şöhreti, şansı arzulamadınız ama Yaradan’ın bunu yapmasını beklediniz çünkü O’nun arzularınızı yerine getirmesini istediniz ve sadece bu sizi tatmin edecekti. Başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok! Sadece O! Onu bir damlayla doldursa bile yeter çünkü bunu O yaptı!

Daha Yüksek Olan Doğaya Benzer Hale Gelin

Soru: Kısıtlama tek seferlik bir hareket mi yoksa her seferinde mi yapılmalı?

Cevap: Sürekli yapılmalıdır, koşullara bağlı olarak her seferinde farklıdır. Kabalist’e bazı hazlar gelir ve aynı zamanda o, dünyamıza bir ışık iletkeni olduğu için bunları kullanıp kullanamayacağını sürekli hesaplar.

Soru: Bir Kabaliste gelen şeyler nedir?

Cevap: Diyelim ki her gün bir milyon dolar alıyorsun.

Yorum: Ama bu gerçekçi değil. Günlük bir milyon dolar alsaydım, elbette hesaplamalar yapardım.

Cevabım: Yapardın, şayet alamayacak olsaydın.

Soru: Bir Kabalist’e sürekli olarak yukarıdan bu tür teklifler mi verilir? İlginç bir hayat olduğu anlaşılıyor!

Cevap: “İlginç” ile ne kastediyorsun? Ortaya çıkan şudur ki hayatı sürekli bir gerilim içindedir ve doğru davranması gerekir.

Bulunduğunuz seviyede, dünyayı ıslah etme arzunuzu gerçekleştirmenizi sağlayacak koşulları yaratmaya başlayın. Ve o zaman size nasıl daha büyük güçlerin ve bilginin geleceğini göreceksiniz. Ve sonra, belki de milyonlarca dolar. Her şey onları ne kadar doğru uygulayabildiğinize bağlıdır.

Soru: Burada elbette en önemli şeyi, amacı anlamanız gerekiyor: Ne uğruna bunu yerine getiriyorum?

Cevap: Bu, tüm dünyada, tüm doğada sadece ihsan etme ve sevginin üst gücü adına olmalıdır.

Soru: Bunun basit bir hesaplamadan farkı nedir? Ben doğa tarafından öyle yaratıldım ki, karar veren otomatik bir programım var ve ben bununla hemfikirim. Ve burada, dediğiniz gibi, düşünmeniz, biraz çaba sarf etmeniz gerekiyor. Ne için?

Cevap: Eğer iradeli çabanızla daha yüksek doğaya, Yaradan’a benzemek istiyorsanız, ona nasıl benzeyeceğinizi araştırmalısınız. Ve bu güç gibi olmak, iyilik yapmak demektir.

Soru: Evet, ama bir insanda bunun için bir tür eğilim olmalı. Neden bu güç gibi olayım ki? Özellikle bunun sevgi ve ihsan etme gücü olduğunu ve benim için bundan bana hiçbir şey gelmeyeceğini söylerseniz.

Cevap: Bundan bir şey elde edemeyeceksiniz ve bunun için hiçbir şey almayacaksın.

Soru: O zaman neden?

Cevap: Yaradan gibi olmak için. Aksi takdirde, ücret karşılığında çalışmak istersin. Bu işe yaramayacak.

Doğa içimize güçler, arzular koydu ve onlar bizi buna götürecek. Ancak düşüncelerimizle, bunu düşünerek bu dönüşümü hızlandırabiliriz. Ve gerçekçi görünmese de, başka seçenek yok. Herkes buna gelecek.

 

Birinci Kısıtlama ile İkinci Kısıtlama Arasındaki Fark

Soru: İkinci kısıtlama (Tzimtzum Bet) açıklanırken materyali çalışmakta neden güçlük çekiyoruz?

Cevap: Çünkü ilk kısıtlama, bizde doğal olarak bulunan egoist alma arzusu üzerine yapılır.

Ve ikinci kısıtlamada, ne üzerinde çalıştığı tam olarak belli değildir. Alma için hiçbir fırsatın olmadığı gerçeğiyle, sadece hiçbir alım olmaksızın ihsan etme niteliği gibi olmak için çalışır.

Yani, ben aldığım anda bu ilk fırsat vardır ve niyetim O’na haz vermek için Veren’in uğruna almaktır. Ve ikincisi, O’nu memnun etmek için alamadığım için, almadığım zamandır.

Soru: Örnek verebilir misiniz? Diyelim ki birkaç milyon dolarım var ve hiç kullanmıyorum çünkü onları kendim için kullanacağımı ve üst güçle bağ kurmayacağımı anlıyorum ve onunla temas halinde olmak benim için önemli. Bu ilk durumdur.

İkinci durum, örneğin bir 100.000 doları kendim için değil, başkaları için kullanabileceğime karar verdiğim zamandır. Ve sonra bu fırsatı başkalarının iyiliği için kullandığım ölçüde Yaradan’a bağlanırım. Bu doğru mu?

Cevap: Evet. Ama bu ikinci kısıtlama değildir. Sadece sahip olduğun kaynakları kullanmaktır.

Eğer bir Masah‘ınız yoksa ve kendinizi sadece almaktan engelleyebiliyorsanız, buna ilk kısıtlama denir. Buna ek olarak, başkaları uğruna kendinizi tamamlama fırsatınız varsa, örneğin, başkalarına aktarmak için 100.000 $ karşılığında bir şey almak ama kendiniz için hiçbir şey almamak gibi, o zaman bu zaten ilk kısıtlamanın üzerinde güç kullanılması demektir.

Ve ikinci seçeneği gerçekleştiremezseniz, o zaman belki de almadan, kendinizi başkaları gibi yapma fırsatınız vardır. Ama bunlar tamamen manevi kavramlardır ve o zaman başkaları gibi olursunuz, almazsınız.

Soru: Peki, dünyamızdaki ikinci kısıtlamaya bazı örnekler verebilir misiniz?

Cevap: Evet. Birinden bir şey alıp başkasına ilettiğiniz zaman; örneğin, birinden bir milyon aldıysanız ve tıpkı Bina‘nın Keter‘den alıp aşağıya iletmesi gibi, onu kendiniz için almak yerine aktaracak gücünüz varsa.

Mevcut Yaklaşımdan Vazgeçin

Yorum: Baal HaSulam, her bir koşulun bizlere onun kötülüğünü, sonluluğunu fark etmek ve yeni bir koşula geçmek için verildiğini yazar. Kabala’nın, kişinin bir öncekini kötü olarak algılayarak bir koşuldan diğerine hızla geçmesine yardımcı olmak tasarlanmış olduğunu söyler.

Cevabım: Doğrudur. Hayal edin: Şimdi, deyim yerindeyse, üzerinde çalıştığımız mevcut aşamanın kötülüğünün farkına varmalı ve bir sonraki aşamaya geçmeliyiz. Bu da şu anda içinde bulunduğumuz yaklaşımı tamamen terk etmek anlamına gelir.

Bunu nasıl yapabiliriz? Bu adımdan kurtulmak için çok büyük ıstıraplardan geçmemiz gerekiyor. Başka bir deyişle, ne ailenin, ne sanatın, ne bilimin, ne mesleklerin ne de insanlar arasındaki ilişkilerin ve en önemlisi insanın doğayla ve kendi kendisiyle ilişkisinin artık bu biçimde işlemediğinden emin olmalıyım. Bunların hepsi krizdedir.

Ama bu kriz hala yetersizdir, onun durgun seyrini görebiliyoruz. “Aslında bunların hiçbiri yok” diyerek onu karartmaya, geciktirmeye, onun içinde oynamaya çalışıyoruz. Bu durumda daha kaç on yıl geçirebileceğimizi hayal edin.

Bu durum daha da kötüleşecek ve kendimizi her zaman bir çeşit ağrı kesici ile besleyeceğiz ve her şeyin o kadar korkutucu olmadığını söyleyeceğiz. Düşünün bir kere, insanlar boşanıyor, çocuklar aileden ayrılıyor ve biz birbirimizi canlı canlı yiyip bitirmek istiyoruz. Düşünsenize artık bilim ve kültür yok, insan korku içinde yaşıyor.

Yani bu koşuldan çıkmak ve sonrakini görebilmek için onu kötü olarak idrak etmemiz gerekir.

“Evren Nasıl Başladı?” (Quora)

Her şey ihsan etme arzusuyla başladı.

İhsan etme arzusu yaratılışın temelidir. Bu arzuda, zıt bir arzu ortaya çıkmaya başladı, yaratılışın başlangıcı olan alma arzusu.

Alma arzusu, ihsan etme arzusunun önemini vurgulamak için vardır.

İhsan etme arzusu nerede? Onu neden hissetmiyoruz?

İhsan etme arzusunu tek başımıza keşfedemeyiz. Bir ihsan etme arzusu geliştirirsek, o zaman bu arzuyu keşfedebiliriz ve onun ifşasına “Yaradan’ın ifşası” veya “üst gücün ifşası” denir.  Yani ihsan etme arzusu, evrende var olan ilk güçtür ve bizim (yaratılanların) özümüz olan alma arzusu ikincildir.

Evrenimizin bir başlangıç noktası olup olmadığı konusunda Kabala bilmi, başlangıç ve son olmadığını belirtir. Yeri bizim arzumuz belirler.

Kelimenin tam anlamıyla zaman ekseninde ileri geri gidebiliriz. Var olan tek şey ihsan etme arzusu olduğundan ve bizim egoist arzumuz ihsan etme arzusu içinde şekillendiğinden, o zaman onun hakkında düşünme ve ihsan etme arzusunun noktasını egoist arzumuzun içinden geliştirme yeteneğine sahibiz. Kendimizi, “Yaradan” olarak adlandırılan genel ihsan etme arzusuna uyumlu hale getirmeye doğru ilerleyebiliriz ve egoist gelişimimizin sonunda keşfedeceğimiz şey budur.

Böylece zaman yolculuğu, arzumuzu değiştirerek mümkündür. Alma arzumuzu, onun önemini azaltacak şekilde değiştirebiliriz ve ihsan etmenin önemini, alma sırasında artırabiliriz. Almanın önemini azaltmak ve ihsan etmenin önemini artırmak, zaman ekseninde ilerlememizi sağlar.

“İhsan etmek” ne demekti? Basit bir ifadeyle, başkalarına iyilik yapmak anlamına gelir. Başkalarının yararına niyet ederek, üst güce, yani dünyamızda etkili olan ve alma arzusu ortaya çıkmadan önce, yani bildiğimiz şekliyle zaman ekseninin başlangıcından önce etki etmiş olan güce girebiliriz.

Sonunda, yalnızca ihsan etme arzusu kalacak ve gerçekliği dolduracaktır. Ancak, alma arzusunun başlangıçta ve sonunda gerçeklik içinde nasıl işlediği arasında bir fark vardır. Aradaki fark, sonunda alma arzusunun tam olarak gelişmesi ve ihsan etme arzusuna değer verecek hale gelmesidir.

Alma arzusu, ihsan etme arzusunun önemini artırmamıza yardımcı olur. İhsan etme arzusu bizim için son derece önemli hale geldiğinde, onu kendimize çeker ve bu dünyada deneyimlediğimiz her şeyin ötesinde yeni bir gerçekliği hissederiz.

İhsan etme arzusunun önemini alma arzusunun üzerine çıkarmak, farklılıklarının üzerinde bağ kurmayı kabul eden ve ilişkilerinde ihsan etme arzusunu çeken bir grup insan arasında böyle bir takdiri canlandırarak mümkündür. Böyle bir grupta, aramızdaki boşluğu dolduran ve bizi kucaklayan ihsan etme gücünü çektiğimiz noktaya kadar bağımızı inşa ederiz. Daha güçlü bir kuvvet yoktur ve onu keşfettiğimizde, başka hiç bir kuvvetin var olmadığını anlayacağız.

İnsanın İçsel Düzeni Ne Verir?

Soru: Diyelim ki kişinin çektiği acılar onu hayatın anlamı sorusuna yönlendirdi. Kendi içinde insan seviyesini geliştirmeye nasıl başlar?

Cevap: Kişinin gerçekten hayatın anlamı hakkında gerçek bir sorusu varsa, Kabala’ya gelir.

Kişi içgüdüsel olarak, bir yerlerde kendisine bu sorunun cevabını verebilecek bir kaynak olduğunu hisseder. Araştırma sürecinde, çalışması beş ila yirmi yıl süren çeşitli sahte kaynaklara rastlar. Ama sonunda bunlarla yetinmez ve Kabala ilmini bulur.

Soru: Ama Kabala çalışan bir kişi de toplum içinde yaşamaktadır. O normal bir vatandaştır, çalışır, orduda görev yapar ve evlenir. Onun manevi gelişimi ile diğer her şey arasındaki doğru denge nasıl kurulur?

Cevap: En yüksek olan için, kendini anlamak ve idrak etmek için çabalamak, hayatının geri kalanını belirleyecektir.

Akıllı olmak; bu hayatı nasıl düzenleyeceğini düşünmek zorunda değil. Doğanın genel yasalarını bilmeden, onu daha iyi düzenleyemeyecektir.

Ve Kabala’nın ortaya koyduğu uyumu elde etme, üst gücü anlama çabası, tam olarak Kabala çalışmasıyla kişide meydana gelen içsel düzenlemedir. Onun nitelikleri, amaçları, arzuları, değişimleri, kendi içinde yaşadığı tüm bu metamorfozlar, kendisini, dünyaya karşı tutumunu ve nihayetinde dünyayı yeniden inşa etmek zorunda kaldığı bir koşula getirir. Bu koşul her şeyi belirler.

Yani kasten, yapay olarak bu dünyada bir şeyleri zorlamamıza gerek yok. Kendimizi değiştirerek, çevremizdeki dünyayı yavaş yavaş değiştireceğiz.

Manevi Açısından Taş Kavramı

Soru: Peygamberler kitabında “taş” kelimesi sıklıkla kullanılmaktadır. Bu farklı yorumlanabilir. Bunlar nelerdir?

Cevap: Esas olarak “Avana” kelimesinden gelen taş (Even), anlayış, farkındalık, idrak anlamına gelir. Bu nedenle, her durumda, bazı olayların temel anlayışı anlamına gelir.

Bir sunağın taştan yapıldığı söyleniyorsa, öyleyse burada kurbanın ne olduğunu anlamak gerekir. Sonuç olarak, kişi egoizmini alır, ondan üzerine yükseldiği özel bir yapı inşa eder ve tüm egoist arzularını kurban eder – onları ihsan etme niteliğine dönüştürür. Bu kurban etmedir.

Bedenin gömülü olduğu ve mezarın taşlarla kapatıldığı söylendiğinde, çok daha farklı bir şey kastedilmektedir. Beden öldüğünde toprağın tozu gibi olur. Bu, ihsan etmek için, birlikte çalıştığımız arzularımızın şimdi bittiği ve bu nedenle onları daha fazla kullanmadığımız anlamına gelir.

Buna ölen, yani Izdahechut Ha-Partzuf (Partzuf‘un zayıflaması) denir. Ne zaman manevi bir eylem olan Partzuf varsa, kişi onunla çalışmayı bırakır. Artık bu arzusunu ihsan etme, sevgi, başkalarıyla iletişim için kullanmasına gerek yoktur ve bu nedenle öldüğüne inanılır. Sonra onun yerine yenisi gelir.

Bir mezara konulan taş, kişinin geçmişe ne olduğunu anlayarak saygı duymasını ve bir sonraki aşamanın başladığını sembolize eder.

İlk kaynaklarda “dökme taşlar” tabirine halen rastlanmaktadır. Doğal olarak, bu fiziksel bir eylem değildir. “Taş” (“Avana” – anlayış, farkındalık kelimesinden gelir), birinin diğerini veya kendisini zapetmesi ve önceki anlayışlarını yeni kavramlarla değiştirmesi anlamına gelir.

Aslında bu aydınlatıcı ve yükselticidir. Mesele şu ki, geçmiş anlayışların artık herhangi bir idrake ihtiyacı yoktur ve bunun yerine yeni bir aşama ortaya çıkar.