Category Archives: Maneviyat

Atzmuto ve Işık Arasındaki Fark

On Sefirot’un Çalışılması’nda, Atzmuto ile ışık arasında bir fark olduğu yazılıdır. Atzmuto ulaşılamaz bir şeydir – yaradılışın köküdür. Ve ışık, bu kökten kaynaklanan, yayılan ve birçok farklı türde yaratılış oluşturmaya devam eden şeydir.

Baal HaSulam, ışığın tam olarak Atzmuto’dan farklı olduğunu yazar çünkü yaratılanın niteliği, alma arzusu zaten ışığın doğasında vardır. Ve Atzmuto, buna sahip değildir.

Soru: Atzmuto’nun Yaradan’ın özü olduğunu söyleyebilir miyiz? Yaradan’da kendisi için bir şey alma düşüncesi hiç yok mu?

Cevap: Yaradan, var olan her şeyin kaynağıdır. Her şey onun içindedir. Ama O’nun hakkında çok fazla konuşamayız çünkü O’nun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

İnsanın Yaradan İle Diyaloğu

Dua, MAN‘ı (dişi sular) yükseltmek denilen, Yaradan’a bir yakarıştır yani kişinin kendisinden Yaradan’a yükselttiği büyük bir arzusudur. Elbette o zaman Yaradan onun isteğine cevap verebilecektir. 

Dua, kişinin Yaradan’dan samimi bir talebidir, Yaradan onu bekler ve cevap verir. Dua, kişinin Yaradan ile olan bağıdır.

Duanın sadece insana özgü olduğunu düşünmeyin. Cansız, bitkisel ve hayvansal doğa kendi içinde sürekli dua halindedir. Ama onların duaları organik olarak doğanın bir parçasıdır çünkü bir taşın, bir bitkinin veya bir hayvanın ne isteyeceği önceden bilinir. Bu nedenle arzularının özel bir ifadeye ihtiyacı yoktur; otomatik olarak hareket eder.

Oysa insan, duası üzerinde çalışmakla yükümlüdür ve bu nedenle kendisine özgür irade verilmiştir. İnsan, duasını Yaradan’ın kendisine vermek istediği şeye göre düzenlediği ölçüde, başarıya ulaşır ve Yaradan’la karşılıklı bir bağ kurar: “Ben sevgilim için,  sevgilim benim için.”

Yaradan kişi için önceden bir cevap hazırlar ve böylece onu dua etmeye uyandırır. Kişi, Yaradan’a kendisine cevap verme ve yardım etme fırsatı vermek için hangi dua ile hitap edeceğini araştırmalı ve bulmalıdır. Sonra aralarında “Ben sevgilim için, sevgilim benim için” şeklinde karşılıklı bir bağ kurulur.

İstediğimiz o anda, Yaradan zaten bize yardım ediyordur ve hatta daha öncesinde, çünkü O bizi Kendisine dönmemiz için uyandırdığında, zaten bununla yardım eder, söylendiği gibi: “Sadece iste ve Ben cevap vereceğim.”

Evrensel Egoizmin Tezahürü

İbrahim’in grubu, “İsrail topraklarının keşfi” döneminden geçtikten sonra, aralarında ortaya çıkan arzudan, karşılıklı ihsan etme ve sevgi için ortak bir arzu yaratmayı başardılar ve bu arzuda üst gücü yani Yaradan’ı ifşa ettiler.

Diğer bir değişle, O’nun derecesine yükselerek ideal bir duruma geldiler. Ama ona ulaşır ulaşmaz, daha da büyük bir egoizm kendini göstermeye başladı çünkü Babil’den kendileriyle bile ilgili olmayan ve ihsan etme ve sevgi niteliğiyle ilgili olan, tüm büyük egoizmi yanlarına aldılar.

Böyle, bir sonrakinin evrensel egoizm, daha da yüksek derecede, sadece bu küçük grubun değil, tüm insanlığın doğasında olan, her zaman büyümelerine ve güçlenmelerine rağmen, tüm kitlenin doğasında kendini göstermeye başladı.

Rambam’a göre 5.000 kişi Babil’i terk etti ve İsrail toprakları derecesine ulaştıklarında sayıları 3.000.000’du. Bu 2.700 yıl önceydi.

Zohar Benim İçimde İfşa Olur

Zohar Kitabı’nda, üst sistemlerin yapısı hakkında okuduğumuzda, her zaman (ve en önemli şey de budur!) bu sistemlerin nerede konumlandığını düşünmeliyiz. Onlar her birimizin içindedir. Bizler onları ifşa etmeliyiz.

Partzufim, Sefirot adlarını ve çeşitli eylemlerin adlarını -Atik, Arik Anpin, birini diğerinden ayıran Parsa, yükselişler, düşüşler, bağlanmalar ve ayrılıklar-  dinlediğimde tek bir şeye bakmam gerekiyor: “Tüm bunların benim içimde olduğunu ne zaman hissedeceğim?! Bu nitelikler ve eylemler benim içimde ve duyumlarımda nerede? İşte Atik. Ve işte orada Arik Anpin. Ve burada, Parsa’nın ortasında, bu hissetmemi engelliyor!”

Bütün bunlar kişinin içinde ifşa edilmelidir. Sonuçta, maneviyat bizim içimizdedir. Bize öyle geliyor ki manevi dünya çok uzaklarda bir yerlerde, bir takım boşlukların içinde. Ama biz “gerçeklik algısı”nda çalışıyoruz ki tüm gerçekliği kendi içimizde hissediyoruz ve bu manevidir; en derin içsel katmanımızdır.

Bu nedenle, bir cerrah gibi, Zohar’ın bahsettiği üst sistemi kendi içimde, duyularımın derinliklerinde ifşa etmeye çalışmalıyım.

Ve sonra, “üst düşünce”, “RADLA”, “Atik”, “Arik Anpin” ve “Keter’e yükselir” sözcüklerini okuyarak, bunun içimde nasıl olduğunu hissetmeye çalışmalıyım. Zohar metninde yazılan her kelimenin bende kendi hissine sahip olmasını istiyorum.

Sürekli bunun üzerinde çalışıyorum. Buna maneviyatı ifşa etmeye çalışıyorum denir. Unutmayın!

Her dersten önce, Zohar’dan okuduğumuz her pasajdan önce, bu niyete geri dönmek, şimdi Tora’nın içsel kısmıyla, kişinin içinde ifşa olan içsel Tora ile uğraştığımızı hatırlamak gerekir.

İçimizde çeşitli düşünceler, arzular ve nitelikler vardır ve bunların en derinlerinde, Zohar Kitabı’nda okuduğumuz manevi gerçeklik ifşa olur.

Bu nedenle tüm dikkatim ve tüm beklentilerim kendi içimde ifşa edeceklerime odaklanmış olmalıdır.

Her şeyden önce, kendi içimde bu sözlere karşı herhangi bir hareket veya tepki görmeye çalışarak, bununla her zaman ilgilenirim.

Onları hayal etseniz bile, önemli değil. Asıl mesele, bu içsel hareketleri kendi içinizde hissetmeye çalışmaktır.

Bu istek başlı başına bir duadır. Metni bu şekilde ele almaya alışacağız ve sonra bu alışkanlığa aramızda bir bağ ekleyeceğiz.

Sonuçta, Zohar Kitabı sadece aramızda bir bağ oluşturmak için yazılmıştır. Bu bağ, bedenler arasında değil, daha çok içimde, içimdeki tüm ruhların noktaları arasındadır.

Bu bağı kendi içimde, “ben” imajı ile “diğerleri” imajı arasında kurmalıyım. İçimde yarattığım bu bağda, manevi algı kabımı, Kli’mi inşa ederim ve maneviyat onun içinde ifşa olur.

Bu nedenle tüm dikkatim kendi içimde yoğunlaşmalı. Ve kelimeler, metinler veya anlamları ne olursa olsun, her zaman içimdeki olgulardan bahsederler.

Kelimenin kendisini duymak istemem; içimde nasıl yankılandığını hissetmek isterim. Bu, onun anlamıdır. Ne de olsa, tüm kelimeler bu dünyadan alınmıştır, ancak onlar beni içimdeki üst dünya hissine götürmeliler.

Zohar Bize Ne Öğretir?

Zohar bize ne öğretir?  Kabala biliminden bilinir ki, Yaradan, içinde tüm ileri gelişimin yer aldığı, tek bir arzu yarattı.

Bu tek arzu, ortak bir ruh olan, Adam adı verilen, tek bir sistemde birbirine bağlı çok sayıda özel arzuyu içerir.

Sonra Yaradan, Kendi programına göre, bu her arzunun parçaları arasında var olan bağı yok etmeye başladı.

Onlar, organları birbirleriyle düzgün bir şekilde etkileşime girmeyen hasta bir bedendeki gibi, birbirleriyle bağlarını kaybetmeye başlarlar, bu da bir dengesizliğe yol açar ve hissettiğimiz şey, hastalığın semptomlarıdır: basınç veya sıcaklık artar, kimyasal içerikler, kanın bileşimi vb. yani vücut kendi kendini dengede tutmaz. Bu bir hastalıktır.

Yaradan ruhlara bunu neden yapar? Bozulmayı hissedelim ve sonra ıslah olalım diye.

Bu hastalık orijinal halimize nüfuz eder, bizi tek bir sistemin parçası yapan aramızdaki bağı bozar ve birbirimize giderek daha az bağlı hissetmeye başlarız.

Aramızdaki bu bağ kaybında, sonsuzluktan birbirimize sonu olmayan şekilde bağlı olduğumuz ve bu bağın tamamen kaybolduğu bir duruma kadar, 125 derece iniş vardır.

Ve daha da fazlası, 125 derecelik seviyeden aşağı inildiğinde, Parsa denilen daha da büyük bir hasar meydana gelir ve pozitif bir bağ yerine, onun yokluğunun ardından yeni negatif bir bağ oluşur.

Ve artık herkes başkalarını kendi çıkarları için kullanmak ister. Beden sadece ölmez, aynı zamanda kendini tamamen yiyip bitirir.

Alma arzusu içine, başkalarını kullanma arzusu içine bu düşüş, birbirimizle olan tüm bağımızı, hem ihsan etme uğruna pozitif, hem de alma uğruna negatif bağı tamamen kaybettiğimiz bir duruma ulaşana kadar devam eder, bu da bizi maneviyatla tamamen çelişkiye ve onun farkındalığının veya bilgisinin yokluğuna getirir. Bu, birbirimizden ayrılmamızın bir sonucudur.

Ve sonra bu dünyayı hissederiz – hayali bir gerçeklik. Neden hayalidir? Çünkü bu, Yaradan tarafından bize O’nun yokluğu illüzyonunu vermek için özel olarak yaratılmıştır.

Ne yapmalıyız? Aramızdaki bağı ıslah etmemiz gerektiğini anlamalıyız. Aramızdaki bağ arttıkça, ruh bu dünyamızın duyumlarından sonsuzluğa doğru yükselir. Aramızda yeniden bağ kurmak bir yükseliş yaratır.

Bu nedenle, tüm ruhlarla, yaradılışın tüm parçalarıyla ile bağda olduğumuzu hayal edebildiğimiz ölçüde, Zohar Kitabı‘ndan aldığımız hazzı artıracağız.

Ne de olsa o, sonsuzluğun yüceliğinden yazılmıştır. Zohar Kitabı’nın yazarları bu çalışmayı 125 derece yükseklikte birbirleriyle bağ kurdukları yerden yazdılar.

Bu nedenle, Zohar‘ı çalışırken, birbirimizle bağ kurma arzusu duymalıyız. Özel bir bilgeliğe gerek yok. Her şeyi ancak birbirimizle bağ kurarak kavradığımızı hatırlamak yeterlidir.

Ve aslında, Zohar sadece ruhların bağından bahseder. Bana, Adam adı verilen evrensel sistemle, diğer tüm ruhlarla bağımın ne olduğunu ve hepsini ıslah olmuş, sağlıklı ve düzgün işleyen bir sisteme bağlamak için bunu nasıl kullanmam gerektiğini açıklar.

Zohar‘ın bahsettiği tek şey budur. Herkes için bu ıslah eylemini gerçekleştirmek için burada olduğumu vb.ni açıklar.

Egoizm Dağının Üzerine Yükselmek

Tora’da anlatılan bütün koşullar, coğrafyadan, İbrahim’in grubunun Mısır’dan ayrılıp Sina Dağı’na yaklaşmasından, çölü aşıp İsrail Toprağı’na girişinden değil, insanların içsel koşullarından söz eder. Onlar, büyük bir egoizm gelişimi hissetmeye başladılar. Onlar için zordu ama yavaş yavaş birbirlerine bağlı olarak sürekli yükselip düştükleri ve sevgi, dostluk ve “komşunu kendin gibi sev” koşulunda kalmaya çalıştıkları bir noktaya geldiler.

Bu bazen işe yaradı bazen de yaramadı ama egoizmden kurtulmaları gerektiğini anlayana kadar böyle devam etti çünkü egoları o kadar büyük hale geldi ki onunla başa çıkmak imkânsızdı.

Bu dağa hemen atlayamazsınız, ancak yavaş yavaş egoyu kullanabildiğiniz ölçüde ortaya çıkarırsınız, onun üzerine yükselirsiniz ve böylece içinizde sürekli olarak olumsuz nitelikler ifşa olsa da kendinizi yükseltirsiniz. Ama onlardan korkmazsınız. Onlar sayesinde, onları doğru kullanarak yükseldiğinizi anlarsınız ve bu sizin manevi yükselişinizdir.

İbrahim’in grubu birbiriyle bağ içinde, “Mısır” denen egoizmden bu şekilde koptu, ayağa kalktı ve kendi üzerlerinde çalışmaya başladı. İlk olarak, birbirlerine zarar vermemek için karşılıklı yardım ilişkisi kurmaya başladılar çünkü bundan önce birbirlerine bağırıp çağırmaya hazırdılar. Sina Dağı, aralarındaki nefret dağını temsil eder.

Onların bu koşullarına, “çöl” denilebilir çünkü ihsan etme çalışması, egoizme herhangi bir doyum getirmediği için, bundan tat almamışlardır. Böylece, tamamen Bina seviyesine yükselene kadar, 40 yıl boyunca kendi üzerlerinde çalıştılar.

Sonra, sözde çölde 40 yıl dolaşma koşulundan geçtiler.  Dolaşmak, sürekli bir arayışı sembolize eder: Kendimden sürekli yükselttiğim bu egoizm içinde, Bina niteliğini, ihsan etme niteliğini nerede bulabilirim?

Sadece Kabul Edin – Ve O Ortaya Çıkacak!

Zohar‘ı okumaya hangi bölümden ve tam olarak nereden başladığımızın bir önemi yoktur. Kişi bir dersi ilk defa duysa bile hiç fark etmez. “Tora’da zaman yoktur”; o manevi durumlardan bahseder ve tüm bunlar içimizde olur ama biz henüz hissetmiyoruz.

Fakat bu önemli değil. En yüksek, en inançlı ve güçlü kaynak olan, Zohar Kitabı‘ndaki ışığı uyandırmak bizim için önemlidir. Hiçbir kitap, ruh üzerindeki etkisi açısından Zohar Kitabı ile asla karşılaştırılamaz.

Onun ışığı bize tesir edecek şekilde kişinin onu kendi üzerine çağırması ancak niteliklerde ona benzemekle mümkündür. Bu nedenle, Zohar Kitabı’nı birlikte okuyoruz yani her şeyden önce, bu Kitabı açmadan önce, herkes kendini başkalarıyla bağa hazırlamalıdır.

Tora’nın armağanı hakkında da yazılmıştır ki, “tek kalp tek adam gibi” olmayı ve (gelecekte) kardeş sevgisini elde etmeyi kabul ederseniz (bunu yapamayacağınız açıktır, ancak sadece kabul edersiniz!) o zaman Tora’yı yani kaynağa, Yaradan’a dönen ışıkla ıslah metodunu alacaksınız. O zaman bu ışık sizi etkileyecek ve sizi kaynağa, iyiliğe, Yaradan ile eşitliğe döndürecektir.

Bu nedenle, Zohar Kitabı‘nı okurken, her zaman şu koşulu yerine getirmeye çalışmalıyız: ışığın bizi etkilemesi için birleşmeye hazır olmak ve birliğimizde, tek bir ruhta olduğu gibi, ışığı, Yaradan’ı ifşa edeceğiz. Ne de olsa, bireysel bir ruh, yalnızca şimdi algıladığımız mevcut gerçekliğimizi hissedebilir.

Bina’nın 50. Kapısı

Bu sarayda üst üste pek çok gizli hazine vardır. Bu sarayın içinde gizlemek ve ışıkları durdurmak için yapılmış kapılar vardır. Onlar elli tanedir…(Zohar Kitabı’na Girişi, Bölüm “Kilit ve Anahtar”).

Zohar Kitabı’nı çalıştığımızda, bu kitabın biz alttakiler ile üstteki Yaradan arasında bir aracı olduğuna ve tüm bu bağın Rabbi Şimon grubu sayesinde gerçekleştiğine inanmalıyız.

Kapılar, uymamız gereken şartlardır. Kapılardan geçebilmek için onlara yaklaşmanız ve kendinizi belirli niteliklere göre ayarlamanız gerekiyor. O zaman kapıların bir kısmı açılıyor, bir kısmı iptal oluyor, bir kısmını da entegre ederek düzeltmemiz gerekiyor.

Her kapıdan sonra, kendi içimizde ihsan etme arzusunu giderek daha fazla ifşa ederiz, Yaradan’a gitgide daha çok yaklaşırız ve yaradılışı Yaradan’a bağlayan tüm sistemi daha iyi anlarız. Böylece geçtiğimiz her kapıda, Yaradan’ın sarayına doğru daha da ileriye gidiyoruz.

Sonuncunun, 50. kapının ardında, kesinlikle her şey ifşa olur, tüm Malhut, üst güçle tamamen yapışır.

Yaratılış Nedeni

O’nun eylemlerinin mükemmelliğini, O’nun isimlerini ve unvanlarını gün ışığına çıkarmak için dünyaları yaratma ve yaratılan varlıkları ortaya çıkarma konusundaki basit arzusuna (30) yükseldiğinde, bu dünyaların yaratılışının sebebiydi (On Sefirot Çalışması, Kısım 1, Bölüm 1).

Soru: Bu, Yaradan’ın dünyaları ve varlıkları Kendi eylemlerinin mükemmelliğini göstermek için yarattığı anlamına mı gelir?

Cevap: Temel olarak, evet. Yaradan, O’nun eylemlerini edinebilecek ve bu eylemler aracılığıyla O’na ulaşabilecek varlıklara Kendi mükemmelliğini ve eylemlerinin mükemmelliğini göstermek için, dünyaları ve yaratılanları yaratmıştır. 

Yaradan’ın kendisi gizlidir, O ulaşılmazdır. Sadece O’nun eylemlerine ulaşılabilir çünkü O, kendini bunlarla ifşa eder. Yaradan’ın gerçek özü, bizim için ulaşılamaz olsa da, O’nun eylemleri aracılığıyla O’nun kim olduğunu hayal edebiliriz.

Yaradan’a Girişi Açan Anahtar

Manevi çalışmada, içine bir anahtarın sokulması gereken bu dar anahtar deliği nedir?

“Dar”’ın tanımı, Hasadim (merhamet) eksikliği anlamına gelir. Bu eksikliği gidermeyi başardıysam, bu kilidi açmaya hazırım demektir.

Önümüzdeki tüm yol bir kilittir. Her adımda, daha fazlasını ortaya çıkarmak ve böylece hedefe doğru ilerlemek için, onunla belirli bir anahtara yani ihsan etme niteliğine uymamız gerekir.

Her aşamada kendimizi daha fazla ifşa ederiz ve kendi içimizde artan bir ihsan etme niteliği tezahür ettiririz ve böylece Yaradan’a yaklaşırız. Ve bunun için kilide tam olarak uyan anahtarı bulmamız gerekiyor.

Bizden ihsan etme niteliğini gizleyen kilit gruptur ve anahtar, bu gruptaki ilişkiler, dostlar arasındaki bağ ve sevgidir. İnsan kendinden kopmalı, on dostuna bağlı kalmalıdır. Benim için onlu manevi bir Kli’dir. Bu Kli’ye girmek için kendimi doğru bir şekilde yeniden biçimlendirirsem, kilidi bir anahtarla açarım ve Yaradan’a ulaşırım.

Anahtarı bulmam, onu incelemem, kilide uydurmaya çalışmam ve anahtarı anahtar deliğine nasıl sokacağımı ve nasıl çevireceğimi öğrenmem gerekiyor. Anahtarı kilide sokacak güce sahip olduğumda kilidi açabilirim.

Sadece anahtarı kilide sokarken dostlarınızla çok güçlü bir bağ kurmanız gerektiğini hatırlayın. Eğer dostlarımla bağ kurarsam ve kendimi giderek daha fazla iptal edersem, sonunda anahtarı anahtar deliğine sokabileceğim ve onu çevirmeye hazır olacağım.

Ama kilitteki anahtarı çevirebilmek için, Yaradan’a dönüp bu kilidi açacak gücü O’ndan istemem gerekiyor. İşin üç aşaması vardır: Kendinizi kilide uygun bir anahtar olarak ayarlayın, ardından kilide girin ve son olarak kilidi açın.