Daily Archives: Ocak 4, 2024

“Bütünlük Ne Demektir?” (Quora)

Bizler sevginin, ihsan etmenin ve bağın üst gücünün yaşamlarımıza girdiğini hissettiğimiz zaman, bütünlüğü anlayabilir ve takdir edebiliriz çünkü yalnızca bu güç, gerçekten bütündür.

Bu üst güce, Kabala bilgeliğinde hem “Yaradan” ve hem de “Doğa” denir; yani Yaradan ve Doğa, niyetimizde üst güç ile aynı yörüngeye ulaşarak bütünlüğü deneyimlememiz için bizi değiştirme yeteneğine sahip olan sevgi ve ihsan etme gücü ile eşanlamlı olarak ele alınır.

Bu nedenle Kabala çalışmanın amacı, başlangıçta üst gücün hissini edinmektir. Bundan önce bütünlüğün ne olduğunu anlayamayız ve üst güç, kendisini bize özellikle en eksik niteliklerimizle göstermeyi seçer.

“Sevginin Ve İhsan Etmenin Üst Gücü Olan Yaradan’a Dönmek” (Quora)

Yaşamlarımızdaki en önemli ve ihtiyaç duyulan eylem – sevginin ve ihsan etmenin üst gücü olan – Yaradan’a dönmek ve O’nun bizi yarattığı bu durumdan – kötü eğilimden, başkalarının zararına kendi çıkarımız için egoist alma arzusundan – kendimizi ıslah etmemize yardım etmesi ve bizi ihsan etme arzusuna yönlendirmesi için O’ndan yardım istemektir.

Bizler, bu şekilde ıslah olmuş olacağız yani egoist arzumuzun yerine ihsan etme arzusunu edineceğiz ve manevi gerçekliği hissetmeye başlayacağız.

Şu anda egoist arzularımızda yozlaşmış bir maddesel gerçekliği, kısa ömürlü, geçici hazların ve eksik algıların gerçekliğini hissediyoruz. Manevi gerçekliği keşfederek, varlığımızın üzerinde sonu olmayan bir dünyayı, sonsuz ve mükemmel bir yaşamı da hissedebileceğiz.

Böyle bir ifşayı harekete geçirecek olan tetikleyici, bizim kendi talebimizdir; Yaradan’dan bizi manevi gerçekliğe yükseltmesini istememizdir. O, bizden böyle bir talep umar ve bekler. Bu nedenle hayatımız boyunca duadan daha önemli ve özel bir eylem yoktur yani ben-merkezli arzularımızdan kurtulmamıza ve birbirimizle bağ kurmamıza yardımcı olması için Yaradan’a dönmek. Dahası, birbirimizle bağ kurduğumuz ölçüde, Yaradan’ın sevgi ve ihsan etme niteliğinin bağımızı aydınlatmasıyla birlikte, aynı şekilde Yaradan’la da bağ kurarız. Bu aslında hayatımızda çok büyük bir öneme sahiptir.

“İnsanlık Tarihi Nedir?” (Quora)

İnsanlık tarihine iki şekilde bakabiliriz: ya dünyevi bir gelişim yolu olarak ya da büyüyen arzularımız tarafından yönlendirilen bir evrim olarak.  Önümüzde, “bu dünya” olarak bilinen bir tür üç boyutlu küresel ekranda sergilenen tarihe tanıklık ediyoruz. İçimizde ve tüm çevremizde, aktif olarak katıldığımız canlı bir film gibi, bu gözler önüne seriliyor.

Yine de, bu içimizde yaşar.

Tüm dünyamız bizim arzularımızın merceğinden yansıtılır. Biz bunu kendi içimizde değil, yalnızca dışsal bir bakış açısından gözlemleriz. Dışarısı ile içerisi arasındaki ayrım önemsiz hale gelir; hepsi kişinin kendisinin bir uzantısıdır.

Bununla birlikte, algımızın yanılgısını bir kenara bırakmamız gerekir, zira evreni içgüdüsel olarak içimizde ve dışımızda olmak üzere ikiye ayırıyoruz. Bu bizim egoizmimizin, başkaları ve doğa pahasına kendi kendimizi tatmin etmeye yönelik içsel arzumuzun sonucudur. Bu algı dünya görüşümüzü bugüne kadar şekillendirdi. Egomuzun üzerine çıktığımız zaman, herkesle ortak bir “benlik” paylaştığımızın farkına varacak ve her şeyi dışımızda değil içimizde deneyimleyeceğiz.

Egoist arzularımız, Büyük Patlama’dan itibaren doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri boyunca evrimleşti.

Doğanın insan seviyesi MÖ 50.000 civarında ortaya çıktı ve o zamandan MÖ 5.000’e kadar, eşitlik ve ortak mülkiyetle karakterize edilen ilkel bir komünal toplum ortaya çıktı.

Başlangıçta arzular cansız bir düzeyde işliyordu, ancak zenginlik arayışı MS 5. yüzyılda gelişti. Sonraki dönem, öncü teknolojilerin ortaya çıkışıyla belirginleşen hızlı bir insanlık gelişimine tanık oldu.

MÖ 5. yüzyıldan MS 15. Yüzyıla, Orta Çağ’ın sonuna kadar amansız bir güç arayışı vardı. Eş zamanlı olarak Rönesans, önemli keşifler, matbaanın icadı ve diğer dönüm noktaları, 20. yüzyılın sonuna kadar devam edecek olan bilimsel ilerleme ve aydınlanma çağını başlattı.

21. Yüzyılda kendimizi, doğanın sınırlarını aşmak isteyen, doğanın kanunlarıyla uyum içinde olduğumuz daha yüksek bir varoluş düzeyini hedefleyen, yeni bir arzunun içimizde doğduğu, yepyeni bir çağda buluyoruz. Elbette bu yeni arzunun amacını, ilk ortaya çıktığında ifade edildiği kadar net bir şekilde tanımlayamayız ve daha üst bir gelişim seviyesine geçiş sırasında, mevcut evrim sürecimizin talepleri konusunda kendimizi tamamen cahil buluyoruz.

Hayatımızı nasıl ve neden sürdürmemiz gerektiğine dair çeşitli teori ve görüşler var, ancak hiçbiri herkesi tam olarak tatmin etmiyor. Bununla birlikte, doğanın bizi dünya çapında görünür-düzeyindeki, teknolojik ve ekonomik olarak birbirine olan bağlılığımızı sürekli artırmaya nasıl zorladığını gözlemleyerek, doğanın bizden birbirimizle olan bağlarımızda yeni bir birlik, karşılıklı bağımlılık ve bağlılık seviyesine ulaşmamızı talep ettiğini tahmin edebiliriz. Bu kavram Kutsal Kitabın “komşunu kendin gibi sev” ilkesiyle de uyumludur.

Bir Kişiyi Etkileme Seviyeleri

Soru: Bazen ders sırasında hiçbir şey duyamıyorum; bu sanki kütük gibi olmaya benziyor ve bazen de her kelimeye sıkıca yapışıyorum. Hangisi daha iyi ve neyi hedeflemeliyim?

Cevap: Kişinin dersteki insanların genel alanıyla iki türlü bütünleşmesi vardır. Eğer düşüncelerinde ve arzularında onlarla hiç birlikte değilse, o zaman sadece yer kaplıyor demektir. O sırada pratik olarak içinden neredeyse hiçbir akım geçmez; bir alıcı bile değildir.

Zaten pek de fazla bir şey ona bağlı değil, belki de kendisine belli bir içsel, duyusal bilinç bütünlüğü verilmiştir. Bazen her şeyi açık bir zihinle algılarız, bazen de yarı bilinçli, yarı uykuluyuzdur. Bazı içsel psikolojik durumların bize müdahale etmesi oldukça olasıdır. Ve tüm bunlar bizi etkiler.

Bununla birlikte kişi, birlikte çalıştığı kişilerin genel sistemiyle olan bağına, daha önce onlarla ne kadar bağda olduğuna, bugün daha pasif olsa bile yine de ona yardım edeceklerine ve onunla ilgileneceklerine dair, onlarla bir anlaşma yapıp yapmadığına bağlıdır. Onlar sadece onunla değil, bu genel sistem içerisinde görevlerini üstlenebilecekleri noktayı geçici olarak terk eden herkesle ilgilenirler.

İnsanlar arasındaki etkileşim çeşitli düzeylerde gerçekleşir: duyusal ve bilgisel düzeyde, ya bizim dünyamız düzeyinde ya da daha derin katmanlarda. Bu bizim çalışma şeklimizdir.

Baal HaSulam, bir kişi yalnızca Çince konuşsa ve derslere otursa bile yine de bir şeyler hissetmeye başlayacağını yazar. Elbette bu zaman alacaktır ama bunun bir önemi yok. Belki de bu duyguların içine daha da doğrudan girecektir, zira kendi içindeki üst dünyayı, bu sistemi, bu içsel bağı, bu zinciri ifşa etmeye başlayacaktır.

1983 yılında Kabala üzerine yazdığım ilk kitabımda, dünyamızın bu güçlerden örülmüş bir sistem üzerinde yer aldığına dair hislerimi paylaşmıştım. O zamandan bu yana uzun yıllar geçti, ancak bu izlenim değişmediği gibi daha da güçlendi ve kendini daha fazla ifşa etti. İzlenim doğruydu. Biz bu sistemi Kabala’da çalışıyoruz.

Yorum: Ama derslerde kendine hâkim olamayan ve uyuyan öğrenciler var.

Cevabım: Önemli değil! Onların zamanı henüz gelmemiştir. Şimdilik içsel potansiyel biriktiriyorlar ve sonra bunu başaracaklar. Bir kişinin bünyesinin ne kadar karmaşık, ne kadar ciddi olduğunun, sahip olduğu farkındalık ve duygu eksikliğinin kuluçka döneminin ne kadar şiddetli ve uzun olduğunun pek de önemli olmadığını söyleyebilirim. Bırakın devam etsin.