Monthly Archives: Kasım 2023

Başkalarının Arzularını Sahiplenme

Kişi sadece kendi başına yaşasaydı, sadece kendini fark etseydi ve daha fazlasını yapmasaydı yani egoizmimiz başkalarını taklit etmeye çalışmasaydı ve kendisine tamamen yabancı yeni görevler icat etmeseydi, o zaman mutlu olurduk ve bizim için her şey basit olurdu. Bütün sorun, kıskançlık, şöhret ve güç arzusunun yardımıyla sahiplendiğim başkalarının arzularını fark etmekte yatıyor ve bu arzular benim arzularım haline geliyor.

Bu bizim ileriye doğru ilerlememiz! Başkalarının istediğini istediğim gerçeğiyle (birden bire ben de onu istiyorum) gelişiyorum. Ancak bu arzular bana başkalarını hissedip onlarla bağ kurabilmem, onların arzularını yerine getirebilmem ve bundan haz alabilmem için veriliyor, onların arzularını kendime mal edip onları yerine getirmeye çalışmam için değil. Bu şekilde asla haz alamam ve asla tatmin bulamam.

Başkalarının arzularını sahiplendiğimizde ve “istiyorum!” diye kendi içimizde onları yerine getirmeye çalışmaya başladığımız zaman, kendimizi yerin dibine batırmaya başladığımız zamandır.

Eğer tersini yapsaydım, bu arzuları kendimde değil de başkalarının içinde, sahip oldukları biçimde, bulundukları yerde yerine getirseydim, o zaman sonsuz mutlu olurdum! Herkesle bağ kurardım. Bu yüzden, kıskançlık, haset, itibar, onur ve diğer tüm nitelikler bana verildi ki, böylece başkalarının niteliklerini hissedeyim ve onların içindeki bu arzuları yerine getireyim. Her şeyin ne kadar basit olduğunu görüyor musunuz?

Ama biz tam tersini yapıyoruz. Bu “zıt” yani başkalarının niteliklerini (kıskançlık, haset vb.) içimizde benimsemek, “Başkalarında ne var? Peki ya ben? Neden?” demektir. Bu, egoizmin gerçek bir ifadesidir. Bu bizleri yaratılış amacının aksi istikametine çevirir.

 

Kadınların Bağ Kurması

Yorum: Daha öncesinde sadece erkeklerin bağ kurabileceğini vurgulamıştınız. Ve şimdi bu durum hem erkekler hem de kadınlar için aynı hale geliyor.

Cevabım: Evet, kadınlar öne çıkıyor ve hayatın her alanında giderek daha aktif rol almaya başlıyor.

Önceleri kadın doğum yapar, yemek pişirir, temizlik yapar, herkese ve her şeye hizmet ederdi. Ve ona büyük bir saygıyla davranılmasına rağmen, herhangi bir manevi çalışma söz konusu değildi. Hatta ibadet yerlerinde bile onlara yer yoktu. Bu durum sadece 100 ila 200 yıl önce ortaya çıkmıştı.

Ama bugün her şey eşit düzeyde. Dünya, tüm toplumlarda kadınların eşit hale gelmesi gerçeğine doğru ilerliyor. Ve bu yalnızca biz çok iyi olduğumuz için değil, küresel ıslaha doğru bir hareket olduğu için böyle. Hiç şüphe yok ki, kadın tarafı ortak çalışmalarımızda giderek daha etkili ve gerekli hale geliyor.

Bu nedenle onlara çok önem veriyorum. Bunlar ciddi arzular, ciddi güçler ve tüm erkekler ve tüm dünya üzerindeki baskılardır.

200 yıl önce bir kadının siyasete girmesi mümkün müydü? Ama bugün, ülkelerin üst düzey pozisyonlarda birçok kadın var.

Yani bu küresel bir eğilim çünkü dünya büyüyor. Egoizm öne çıkıyor. Kadın, egoizmi, alma arzusunu temsil eder. Bu nedenle o, daha talepkâr ve daha bağımsız hale geliyor.

Kadınlara saygı duyulması gereken çok şey var. Çok tutarlı, çok ciddi ve çok titizler. Onların ıslahlarında belli bir sınırlama var ama bu onların sınırlaması değil, doğanın iki parçaya bölünmesidir.

Bu nedenle kadınların bağ kurmasını, çok büyük ve ciddi bir mesele olarak görüyorum.

“Toplumumuzdan Kim Daha Fazla Sorumlu, Erkekler Mi Kadınlar Mı?” (Quora)

İnsani yardım kuruluşu Care’in kadınlarla ilgili raporunda dikkate değer istatistikler var. İlk olarak dünya genelinde erkeklerden 150 milyon daha fazla kadın açlık çekiyor ve açlıktan ölen insanların yüzde 60’ı kadın ve ayrıca yine dünya genelinde on milyonlarca kadın en son ve en az yemeği yiyor.

Bu, kadınların ailelerine, çocuklarına ve çevrelerine karşı doğal bir sorumluluk hissettiklerine işaret ediyor. Kadına yüklenen bu doğal sorumluluk hakkında Tora, “kadın evdir” diye yazar.

Kadınların doğum yapabilme yeteneği, kadınların neden bu kadar doğal sorumluluk ve başkalarını kendilerinden önce görme niteliklerini barındırdıklarının bir yönüdür. Onlar daha içgüdüsel bir doğa hissine sahiptirler. Bu nedenle Tora’da Yaradan, İbrahim’e Sarah’ın söylediklerini dinlemesini söyler. Bu, kadınların sahip olduğu içsel doğal bilgeliği tanımlar.

Doğanın köklerine göre, kadınlar zaten doğanın içindedir, oysa erkeğin doğası, doğanın ıslahıdır -doğanın üstesinden gelme ve doğanın ihsan etme niteliğine benzer bir ihsan etme niyetiyle ona rehberlik etme yeteneğidir. Kadınların bu içsel doğal bilgeliğini dinleme eğiliminde olsaydık, o zaman dünyada kesinlikle daha fazla düzen, daha az savaş ve ızdırap olurdu.

“Bugün Hepimiz Kendimize Hangi Soruyu Sormalıyız?” (Quora)

İnsanlık, aralarındaki bağlarda düşmanlıklar ve çarpışmalar olan yozlaşmış bir toplum geliştirdiğini kabul etmek zorundadır.

Bugün kendi kendimizi sorgulamalı ve kendimize nasıl ve neden yaşadığımıza dair ciddi sorular sormalıyız: Ne için yaşıyoruz? Hayatın anlamı nedir? Amacı nedir? Yaşamanın ne anlamı var? Sadece burada bulunduğumuz birkaç yıl hayatta kalabilmek mi, yoksa kendimizi adamaya değer daha önemli bir şey var mı?

İlk 20-25 yılımız boyunca öğrenme ortamlarında büyürüz. Ardından hayatımızın sonraki büyük bölümünde oldukça sıkı çalışırız ve 60 ya da 70 yaşlarında hayatımızın sonuna yaklaşmaya başlarız. Çalıştığımız yıllarda, yetiştirmemiz ve onlara hayatın yolunu göstermemiz gereken çocuklara sahip oluruz. Onlar bizim inşa ettiğimiz bu toplumdan ne elde edecekler ki?

Sanki kendimizi çalkantılı sulara bırakmışız ve sonra da boğulmamak için bir şekilde şu üstünde kalmaya çalışıyoruz. Ancak nihayetinde, hayatlarımızdaki sürtüşmeler ve zorlukların hepsi, bizi hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki en temel sorulara yönlendirmek içindir ve ciddi bir öz-incelemeden geçmek zorunda kalana kadar ızdırap artacaktır.

“Bir Felaket Olduğunda Doğa Bize Ne Öğretir?” (Quora)

Doğal afetler bize doğayla uyumsuz yaşadığımızı gösterir.

Bizler doğanın bütünsel sisteminin parçalarıyız ve doğada cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelere sahibiz.

Doğa cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler arasında karşılıklı bağ ve bağımlılık ile tek bir organizma gibi hareket eder. Bizler de doğanın birbirine olan bu karşılıklı bağlılığının ve bağımlılığının parçalarıyız, ancak bunu algılamaktan ve hissetmekten yoksunuz. Bu nedenle, insan seviyesi iyi düzeyde olduğu sürece her şeyi yok etmeye hazırız.

Doğal afetler, bize bu şekilde yaşamaya devam edemeyeceğimizi, birbirimize karşı tutumumuzu değiştirmemiz gerektiğini göstermek için gelir: insanlığı hepimizin birbirine bağımlı olduğu tek bir bütünsel sistem olarak kabul etmek, birbirimize bakmak zorunda olduğumuzu ve bunu yapmazsak hayatlarımızın giderek daha acımasız hale geleceğini göstermek için.

Sağlıklı Egoizm

Yorum: Yaratılış planına aykırı olduğu için Kabala ile meşgul olmayan dış insanlara tüm sistemin tam bir resmini aktaramayacağınızı söylediniz.

Cevap: Onlar hiçbir şey anlamayacaklar! Mevcut nitelikleri göz önüne alındığında, onlara ne söylediğimi nasıl anlayabilirler? Ya da tamamen teorik olarak bile olsa, onunla nasıl bir şekilde aynı fikirde olabilirler? Peki o zaman ne olacak? Bu onların egoizmini yok edecek, bildikleri ve yaptıkları her şeyi yok edecektir.

Onların gözünde Einstein aniden küçük bir çocuğa dönüşecek, tıpkı farklı disiplinlerdeki diğer bilim insanlarının tamamen yüzeysel ve sığ görünmesi gibi. Sonra sırada ne var?

İnsanları küçük düşürmek neden? Ciddi katkıları, bağlılıkları için onlara saygı duyuyorum. Onlar sağlıklı egoizmlerinin farkına varırlar ve mümkün olduğunca çok şey bilmek ve elde etmek için çabalarlar. Bu, yine de Yaradan’a giden çeşitli yollar geliştirir. Bilim, üst gücün bir önsezisine giderek daha fazla yaklaşıyor.

Bu nedenle hiçbir şekilde müdahale etmek istemiyorum. Çünkü Kabala’yı öğrenirlerse hiçbir şey yapamayacaklar! Onlar bunu anında unutacaklar! Egoist kendini-savunma sistemi anında devreye girecek ve “Bilimsel alanıma geri döndüm, hiçbir şey bilmek istemiyorum!” diyecekler, hepsi bu.

“İnsanlar Kendilerinden Utanmaktan Nasıl Kaçınabilir?” (Quora)

Utanç duygusundan kaçınmak için sürekli olarak çeşitli davranış kurallarına uyum sağlarız.

Yiyecek, barınak, iyi hijyen ve ailelerimize bakabilmek gibi hayatın olmazsa olmazlarına özen göstermenin ötesinde, yaptığımız diğer her şey utançtan kaçınma ihtiyacımız tarafından motive edilir.

Utançtan kaçınma ihtiyacımızın nedeni, varoluşumuzun temellerinden, realitemizin oluşum sürecinden kaynaklanmaktadır.

Realitemizin yaratılış ve evrim sürecini açıklayan Kabala bilgeliği, Yaradan’ın (ihsan etme arzusu) yaratılanı (alma arzusu) yarattığını ve onu ışıkla (haz, doyum, keyif) doldurduğunu açıklar. Yaratılan, ışığın verdiği hazzı hissettikten sonra, duyduğu hazzın arkasında daha büyük bir nitelik olduğunu fark etti- hazzı vereni. Bu hazzı verenin var olduğunu ve kendisinin de bu hazzı alan olduğunu hissetmek, yaratılanın utanmasına sebep oldu. Başka bir deyişle utanç, yaratılanın onun Yaratıcısını hissetmeye verdiği ilk tepkidir ve bu nedenle Yaradan’a benzerliği edinmek için tamamlamamız gereken şey budur.

Bu nedenle, Yaradan ile yaratılan arasındaki bu verme-alma etkileşiminden doğan dünyamızda, toplum içindeki düşünme ve hareket etme şeklimizin arkasında utanç duygusu vardır.

“Tanrı Sizinle Nasıl İletişim Kurar?” (Quora)

Hayatımızın anlamı ve amacı hakkındaki düşünceler, Yaradan’ın bizi bir diyaloğa davet etme şeklidir.

Bu düşünceler, özel bir teslimatı bize bildirmek için kapımızı çalan kuryeler gibidirler.

Bizim yapmamız gereken sadece kapılarımızı açmak, paketleri kabul etmek, onları ambalajlarından çıkarmak ve içeriklerinden onları göndereni tanımak ve onlara nasıl yanıt vermemiz gerektiğini anlamaktır.

Birçoğumuz kapının sesini duyarız ama bekleriz, koltuklarımızda oturur, televizyon seyreder, telefonlarımıza bakar ve kuryelere paketleri kapının yanına bırakmalarını, onları daha sonra alacağımızı söyleriz.

Böyle bir tutum uyanışı yok eder ve kim bilir bir daha ne zaman kalbimizin kapılarının çalındığını hissedeceğiz?

Bu tür davetler aldığımızda, onları hemen hayata geçirmeliyiz. Paketleri açmak, Gönderici’nin adresini bulmak, O’nun en çok hangi özel teslimattan hoşlanacağını ve bu teslimatın karşılığını O’na nasıl gönderebileceğimizi hesaplamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

“Acı Çekmek Tanrı’nın Bir Cezası Mı?” (Quora)

Tanrı’nın cezalandırması, insanların neden acı çektiğimize dair ortaya attığı birçok teoriden biridir, yani Tanrı’nın bizi şu anki hayatımızda ya da geçmiş hayatlarımızda yaptığımız (ya da yapmadığımız) belirli eylemler için cezalandırdığıdır. Ancak teoriler dışında kimse neden acı çektiğimizi gerçekten bilmiyor.

Özellikle bizim içinde bulunduğumuz çağda, birbirimize küresel olarak bağımlı ve bağlı olduğumuzu görebiliriz. Ne kadar çok gelişirsek, küresel karşılıklı bağımlılığımız bize o kadar çok şeyi ifşa eder.

Tek bir küresel sistemde yaşıyoruz ve her birimiz, tüm sistemin refahı için karşılıklı bir sorumluluğu paylaşıyoruz.

Bedenlerimizin işleyişine benzer şekilde, serçe parmağımızdaki bir yarayı tüm vücudumuzda bir ağrı olarak hissederiz ve bu büyük bir yaraysa, o zaman bu tüm dikkatimizi gerektirir. Bugün dünyamızda bizler de kendimizi giderek daha fazla bu şekilde ortaya koyuyoruz.

Karşılıklı bağımlılığımızı tam anlamıyla kavrayıp hissetseydik, o zaman bağlarımızı ıslah etmemiz gerektiği sonucuna hemen varırdık: tek bir ailenin üyeleri – hatta daha yakın biri olarak birbirimize karşı olan tutumlarımızı iyileştirmek. Şayet bunu yaparsak, o zaman acıdan arınmış, kesinlikle mükemmel bir dünyada yaşadığımızı hissetmeye başlarız.

Engellerin Özünü Nasıl Anlayabiliriz?

Soru: Karşılaşılan tüm engellerde Yaradan’ı nasıl görebilirsiniz?

Cevap: Sizi sürekli bu koşulda tutması gereken bir grup ancak size bu konuda yardımcı olabilir.

Fakat size gelenleri nasıl deşifre edebilirsiniz? Bir engelle nasıl çalışabilirsiniz? Önce bu engeli inceliyoruz ve sonrasında kişi kendi içine doğru giriyor.

Neden çalıştaylar, söyleşiler, soru-cevaplar yapıyoruz ve makaleleri neden okuyoruz? Sonuçta, bütün bunlar bizim tüm çalışmamızı tanımlamaktadır. Elbette insan çeşitli koşullardan geçtiği zaman, bunun daha önce hayal bile etmediği bir şey olduğunu anlamaya başlar.

Ancak daha sonra, her yeni koşuldaki birincil kaynakları okuyarak, bunun ne hakkında olduğunu anlamaya başlar. Bu hep daha sonradır, bunu önceden hissetmez ve sonra onlarda yazılanların gerçekten olduğunu görür.

Bu en yüksek psikolojidir, bir sonraki seviyeye, bir sonraki boyuta kademeli, yumuşak bir geçiştir. Yoksa doğanın genellikle yaptığı şeyi mi yapmasını istersiniz? Yani bir tür ölür ve yerine başka bir tür gelir. Bu böyle de olabilir. Bugün biz bir seçimle karşı karşıyayız.

Soru: Neden her şeyi hemen değil de daha sonra anlamaya ve fark etmeye başlıyoruz?

Cevap: Eğer önceden bilseydiniz, egoistçe onun peşine düşmek isterdiniz. Bu nasıl mümkün olabilir?! Ve şimdi, yeni düşünceleriniz ve zihninizle anlıyorsunuz. Eskiden de aynı şeyi okuyordunuz ama şimdi onu yeni bir şekilde hissediyorsunuz çünkü içinizde yeni özellikler, yeni algılayıcılar, yeni duyumlar, değerlendirmeler ve içsel boyutlar doğdu. Kendinizi yeni bir seviyeden incelemeye başlıyorsunuz.