Daily Archives: Haziran 27, 2022

“Düşünce Nedir?” (Quora)

Düşünce, doğadaki en büyük güçtür. O, zaman ve mekânın üzerinde işler.

Düşünce, insan doğasının en yüksek gücüdür. Kabalistik metinlerde “her şey düşüncede netleşir” diye yazılır.

Düşünceler, hepimizin her yerde var olduğu yaratılış düşüncesinden gelir ve düşünce doğada var olan her şeydir.

Bizim de varlığımız düşüncededir. Bizler,  görme, işitme, koku alma, tatma ve dokunma duyularına sahip olduğumuzu ve galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin vb. olduğu bir evrende yaşadığımızı hissederiz.

Ancak, her şey düşüncedir.

Düşünceden başka bir şey yoktur. Madde yoktur sadece düşünce vardır. Aynı şekilde, kontrol edebileceğimiz tek şey düşüncelerimizdir, başka bir şey değil. Örneğin, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, kontrolümüz dışındadır.

Düşüncelerimizi değiştirebileceğimiz ne anlama gelmektedir? Bu, diğer insanlar aracılığıyla, bizi harekete geçiren her şey aracılığıyla doğaya karşı tutumumuzu değiştirebileceğimiz anlamına gelir. Bunu yaparak, Kabala bilgeliğinde “ıslah” olarak adlandırılan şeye ulaşırız yani düşüncelerimizin yönünü değiştirmekten gelen doğayla denge durumuna – kişisel faydadan başkalarına ve doğaya fayda sağlama durumuna ulaşırız.

“Acı ve Bağışlama Arasında” (Medium)

Başkaları tarafından incitildiğimizde, son derece acı verir ve bu hayatımızda her an olabilir. Hemen sorular ortaya çıkar: Ne zaman affetmek için yer vardır ve ne olursa olsun affetmek nedir?

Haz almak, bize iyi gelen her türlü şeyle kendimizi tatmin etmek insanın doğasında vardır. Yemekten, seksten, aileden, paradan, onurdan, kontrolden, bilgiden ve her şeyden önce bunların birleşiminden haz almak isteriz. Arzularımızı yerine getirmek için sürekli çalışırız ve beklenen sonuca bağlı olarak belirli bir şeye ne kadar enerji yatırmamız gerektiğini düşünürüz.

Örnek olarak, özellikle bayram zamanı için güzel bir takım elbise almak istediğimizi varsayalım. Neredeyse bir haftalık bir işe eşdeğer miktarda para yatırırız ve büyük bir keyifle satın alırız. Uzun zamandır beklenen gün gelir, yeni takım elbiseyi giyer ve ağzı kulaklarına varan bir gülümsemeyle herkesin arasında dolaşırız. İnsanlar, “Ne güzel bir takım elbise” derler. Göğüs gururla kabarır.

Ve aniden birisi herkesin önünde, “Giydiğin o komik takım elbise nedir? Bu nasıl bir kostüm?” der. Ve o andan itibaren gerçeklik değişir. Herkes kıkırdar ve biz utançla dolarız.

O akşamın ilerleyen saatlerinde yine aynı kişiyle karşılaşırız ve o bize sessizce “Daha önce uygunsuz bir şey söylediysem özür dilerim” der. Hemen bir reddetme ile cevap veririz. Böyle bir af talebi, yapılan zararın tazmini midir? Kesinlikle değildir. Bu yüzden onu kabul etmeyiz.

Gerçek bağışlama, takım elbiseyi satın almak için yatırdığım büyük meblağ için, iltifat, saygı ve tanınma umutları almak için sahip olduğum ve aşağılama, alay ve utançla yer değiştiren tüm beklentilerimi telafi eden biri olmalıydı. İçimde biriken her şey için uygun bir telafiye ihtiyacım vardır.

Özür, genellikle yapıldığı gibi intikam yoluyla veya alternatif olarak, söz konusu kişinin samimi bir gönül almayla bana gelip, bana verilen zararı ve korkunç hakareti anladığına beni ikna etmesiyle yapılabilir. Diyelim ki kişi, örneğin on takım elbisenin daha satın alınmasını kapsayacak bir çek yazdı. Bu durumda, özrün gerçekten samimi olduğunu hissedersem ve çek de benim için yeterince saygın görünüyorsa, o zaman a, davayı hiç affetmeye ve olayı hiç olmamış gibi silmeye hazırımdır.

Esasen darbenin boyutu, onu kapsayabilecek telafinin boyutudur. Bağışlama, intikam, küçümseme, hakaret, yatırım, bunların hepsi yalnızca benim egosal haz alma arzumla ilişkili olarak ölçülür. Ego hala incinmiş hissediyor ve intikam istiyorsa, incindiği yer uygun telafi ile doldurulmadığı anlamına gelir. Kalpte açılan oyuk hala açıktır, bu yüzden gerçekten affedemeyiz.

Şimdiye kadar, hepimizin bildiği fenomenleri analiz ettik. Bir noktada, bir insanda intikam alma, onur arama, kontrol için mücadeleler ve savaş arzusunun bizim için son derece yorucu hale geldiği bir duygu ortaya çıkabilir. Bu, sağlığımızı, ilişkilerimizi, tüm hayatımızı mahveder. “Bütün bunlardan ne kazanacağım” diye kendimize sormaya başlarız, “Yaşamaya değer ne var? Hayattaki görevim bu mu, tek yapmam gereken bu mu?”

Bu içsel soruların uyanışı, bizi içsel gelişim arayışına, egoist doğanın sınırlarının üstesinden gelmenin bir metoduna götürür. Bu bilgelik, dünyadaki varoluşumuzun en büyük amacının doğanın evrensel gücünü, sevgi ve verme niteliğini keşfetmek olduğunu öğretir ve ona benzer bir nitelik kazanarak keşfedilir. Bu ifşa, maneviyat olarak adlandırılır çünkü her insanı daha yüksek, ebedi ve eksiksiz bir varoluş seviyesine yükseltir.

Bu nasıl olur? Genel olarak konuşursak, laboratuvar görevi gören küçük bir grupta sevgi dolu ilişkiler geliştirerek, birbirimizi tek başımıza başaramayacağımız şekillerde tamamlarız. Bir bedendeki farklı organlar gibi, birbirimizle uyum içinde bağ kurmayı öğreniriz. İncinme, telafi, intikam, bağışlama, bütün bu oyunlar, birbirimizle savaşmadığımızı anladığımız için, anlamını yitirir ama ortak bencil doğamız karşısında hep birlikte sınırlı hesaplamalarımızın üzerine çıkarız.

Birini incittiğimi fark ettiğimde, doğrudan o kişiye gider ve ona berbat ettiğim şeyi telafi etmek için ne yapabileceğimi sorarım. Ona daha yakın olmak, o kişiyle bağ kurmak ve aramızdaki sevginin gücünü geri kazanmak, elimden gelen her şeyi yapmak için. Ve eğer biri beni incittiyse, bunun onun suçu değil, insan egosu olduğunu hatırlarım ve o kişinin bunun üstesinden gelmesine yardım etmeye çalışırım. Bu şekilde yavaş yavaş dünyamızın, yaşamanın eğlenceli olduğu bir yer haline geldiği bir duruma yaklaşırız. Doğanın en yüksek gücüyle, karşılıklılık, destek ve güven içinde.

Umutların Olmadığı Bir Dünya

Yorum: Kabala, arzunun yapısının tüm kısımlarını açıklar ve siz onun nasıl çalıştığını görürsünüz.

İnsanlar neden birçok şeyi yeniden gözden geçirmeleri ve hayatlarını yeniden inşa etmeleri gerektiğini anlayamıyor ve kabul edemiyor?  Bir tür soyut yığınların olduğu büyük bir dünyada yaşamak, ufkun ötesinde umutların olması onlar için daha hoş. Bu bir yetişkin olabilir, hatta hayatını yaşamış ama yine de çocuk gibi düşünen yaşlı bir insan da olabilir.

Cevabım: Bugün umutlar yok, hala umutlarla yaşayan insanlar görmüyorum çünkü dünya onları tüm umutlardan mahrum bırakıyor. Her şey o kadar beklenmedik bir hızla değişiyor ki, her şey kapanıp açılıyor, böylece kişi hiçbir şey planlayamıyor ve bu nedenle tabiri caizse duruma göre yaşıyor. Ayrıca yeni nesil çok özel, dünyaya yönelik tamamen farklı bakış ve yaklaşımlara sahipler.

Soru: Bu ani kavrayış, yeni bir anlayışa geçiş neye bağlıdır?

Cevap: Bu, değişime duyulan ihtiyacın farkındalığına, kötülüğün farkındalığına bağlıdır, mevcut koşul içinde artık daha fazla böyle yaşamayacağım zamandır.

Nihayetinde insan bizim topluluğumuza gelir, çünkü dünyanın amacına ulaşmadan onun içinde olmanın bir gerekçesi olmadığına, var olmanın da bir anlamı olmadığına inanır: “Anlamalıyım, fark etmeliyim, neden yaşadığımı, her şeyin neden var olduğunu; her bir eylemimin ve her günümün ne anlama geldiğini anlamalıyım. Öylece yaşayamam, anlama, amaca, tatmine ihtiyacım var, yoksa hareket için enerjim yok.”