Daily Archives: Ocak 17, 2022

Devamı Olmayan Koşul

Lut’un, Sodom’dan ayrılırken arkasına bakıp tuzdan bir sütuna dönüşen karısı hakkında iyi bilinen bir dini hikayesi vardır. Bu, geçmiş durumlara bakıp onlara geri dönmek istemememiz gerektiği, yoksa tuzdan bir sütununa dönüşeceğimiz anlamına gelir.

Mısır’dan çıkış gibi diğer manevi durumları öğrendiğimizde, kişinin bunlardan nasıl çıkabileceğini anlayabiliriz.  Ama “Sodom” koşulundan çıkmanın bir yolu yoktur çünkü kimseyle bir şey değiş tokuş etmiyorsunuz, iletişim kurmuyorsunuz, almıyorsunuz, vermiyorsunuz. Burada hiçbir şey yok! Gerçekten tuzdan bir sütuna yani bozulmayan bir malzemeye dönüşüyorsun.

Kendinizi bu durum içinde muhafaza ediyorsunuz ve bu yüzden herhangi bir devamı yoktur.

İsrail Evinin Kölesi Olmak

Soru: İsrail evinin kölesi olmak ne anlama gelir?

Cevap: Kendinizi ihsan etme ve sevgi niteliğine tabi kılmak anlamına gelir. Ev bir kaptır (Kli) ve İsrail (“Yashar Kel”) “ Yaradan’a doğru” anlamına gelir.

Soru: Bir kişinin Yaradan’a bir şey yapmasını talimat vermesi ne anlama gelir?

Cevap: Bazen bu olabilir çünkü Yaradan öyle ister. “Oğullarım Beni yendi.” dendiği gibi. Eğer kişi kendisi, kendi çabalarıyla, yaratılış amacı için, ıslah için çabalarsa ve kendisinden mümkün olan her şeyi eklerse, o zaman bu şekilde anlaşılır.

İstikrarlı Bir Temel Üzerinde Üç Nokta

Yorum: Zulmün iyi bir nitelik olmadığını ve zulmün üzerine kurulu bir toplumun ayakta kalamayacağını söylediniz. Doğanın en kalıcı özelliği merhamettir. Ancak, başkalarına yardım ederek onlara yardım etmeyeceğimizi ve hiçbir şeyi düzeltmeyeceğimizi söylüyorsunuz. Burada belirli bir çelişki var.

Benim cevabım: Bunda özel bir çelişki görmüyorum. Başkalarına yardım etmek ne anlama geliyor? Birine bir şey verirsek, ona gerçekten yardım ediyor muyuz? Sorun bu.

Merhamet edip, diyelim ki bir katili veya hırsızı serbest bırakırsak, herhangi bir merhamet eylemi yapmıyoruz ve hatta belki de dünyaya onarılamaz zararlar veririz.

Her zaman sorunun daha derin özünü ve eylemlerimizi ima ederim. Merhamet niteliği, dünyayı ıslah edebileceğiniz nitelik değildir. Dünya genellikle sağ ve sol, merhamet niteliği ve yargı niteliği olan iki çizgiyi yan yana koyduğumuzda orta çizgi olarak adlandırılan şeyle ıslah edilir ve bunlar birlikte Yaradan’ın benzerliğine yönlendirilebilirler.

Her bir eylemi, her bir niteliği, her bir fikri, doğru seviyeye, sağlam bir temele yükseltmek için üç noktaya, “bir masanın üç ayağına” ihtiyacımız var. Bu minimumdur.

“Üç bacağın” özü aşağıdaki gibidir. Bize ihsan etme niteliği ve alma niteliği verilmiştir ve bu iki niteliği doğru bir şekilde uygulamalıyız. Birbirlerine karşı nasıl doğru bir şekilde yan yana konulabilirler? Nerede daha fazla merhamet olmalı ve yargının, kısıtlamanın nitelikleri nerededir? Dövmek ya da dövmemek, idam etmek ya da affetmek? Bunun için mutlaka Yaradan’ı ifşa etmeliyiz.

Her iki niteliği de birleştirip Yaradan’a yönlendirdiğimizde, onları içsel olarak nasıl doğru bir şekilde yan yana koyabileceğimiz konusunda O bize açık bir kılavuz verir. Ve o zaman bizler gelişiriz.

Yani üç noktaya ihtiyacımız var: iki sözde melek, iki kuvvet, alma ve ihsan etme ve onlar içimizdedir. Ama en önemlisi, üçüncü noktaya, Yaradan’ın ifşasına ihtiyacımız vardır.

Bu nedenle, Kabala bilgeliği bize sadece O’nu anlayabilmemiz için verilmiştir. Fakat O, kişiye yalnızca, Yaradan’a benzerliğini içsel olarak O’ndan nasıl gerçekleştireceğine dair bir örnek almak istediği ölçüde ifşa edilir.

“Egoizm Demokrasiyi Yıkacak” (Linkedin)

Son yıllarda belki de en çok göze çarpan olgulardan biri, halkın yetkililere olan güveninin sarsılmasıdır. İster Covid kısıtlamalarına karşı gösteriler, ister ekonomik reformlara karşı protestolar, isterse eğitimden göçe ve savunmaya kadar herhangi bir konuda politikalara karşı isyanlar olsun, halk demokratik ülkelerde seçilmiş yetkililere olan güvenini kaybediyor. Sorun şu ki, en bencil ve sömürücü olanlar en üst konumlara ulaşıyor ve insanlar buna kör değil. Biz ilişkilerimizin istismarcı doğasını ıslah edinceye kadar, tamamen dağılıncaya ve savaş ve şiddet yerini devralıncaya kadar, rejimler giderek daha fazla yozlaşacaktır.

Çağdaş demokrasi, 17. yüzyıldan itibaren parlamentoların oluşmaya başlaması ve krallar ile din adamlarının iktidarı seçilmiş organlara devretmeye başlamasıyla şekillenmeye başladı. Demokrasi, demokratik ülkelerin dünyayı Almanya, İtalya ve Japonya’daki despotlardan kurtardığı iki dünya savaşından sonra en yüksek konumuna ulaştı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ilk hükümetler arası örgüt, asıl görevi dünya barışını korumak olan ve adını daha sonra Birleşmiş Milletler olarak değiştiren Milletler Cemiyeti ortaya çıktı.

Ancak ne demokrasi ne de Birleşmiş Milletler verdikleri sözleri tutmadı. Demokrasi, bir süreliğine bize sanki öyleymiş gibi hissettirmesine rağmen gerçek bir ifade özgürlüğü sağlamadı ve dünya barışını koruma, hatta ilerletme konusuna gelince BM tamamen başarısız oldu.

Daha da kötüsü, son yıllarda hızlanan ve hala da devam eden bir eğilim olarak, insanlık giderek daha bencil hale geldi. Günümüz insanı o kadar bencildir ki, onları sadece birkaç on yıl önce kullanılan standartlarla test ederseniz, narsistler olarak “nitelendirilecekler”.

Biz narsist olduğumuz için, narsistleri alıp ülkelerimizin başına koyuyoruz. İhtiyaçlarımızı karşılayacak insanları seçmek yerine, en “açık” toplumlarımızı yönetmesi için en egoist insanları seçiyoruz. Son zamanlarda, liderlerin bencilliği onları o kadar yozlaştırdı ki, insanlar artık bunu görmezden gelemezler. Sonunda insanlar uyanıyor ve kızgınlar.

Bir yandan, vatandaşların hükümetlere karşı artan kızgınlığı, insanların liderlerimizin bizi iyi bir yere götürmediğinin farkına vardığını gösteren iyi bir işarettir. Öte yandan, toplumsal gerilimlerin değişkenliği, doğası ve sonucu herkesin tahmin edebileceği yoğun şiddet patlamalarına yol açabileceğinden, bu tehlikeli bir durumdur.

Artan narsisizmden kaynaklanan bir diğer tehlike de, hükümet bize tam olarak istediğimizi vermedikçe, onun meşruiyetini kabul edemeyiz. Demokrasi, azınlıkların ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, çoğunluğun yönetimi üzerine kuruludur. Kendi yönetimi altında, azınlıkların sürekli olarak altüst ettiği bir durumu ihtiva etmek için kurulmamıştır. Artan istikrarsızlık iki sonuçtan birine yol açabilir: anarşi veya savaş. İkisi de hoş karşılanmaz.

Kaçınılmaz bir kıyamet senaryosu gibi görünen şeyi önlemek için, özgür toplumların çözülmesinin temel nedenini ele almamız gerekiyor: insan egoizmi. Bunu ancak işbirliği yapmanın ve birbirimize karşı düşünceli olmanın kendi yararımıza olduğunu göstererek, egoizmimize hitap edersek yapabiliriz.

Mevcut gerçeklik, diğer birçok insanı etkilemeden hareket edemeyeceğimizi çok iyi gösteriyor. Hemen hemen her ürünün üretiminde veya tedarik zincirinde herhangi bir gecikme, anında dünya çapında ekonomileri engelleyen ve dünya çapında milyarlarca insanın hayatını bozan gecikmelere neden oluyor.

Bunu idrak etseydik ve bu idrake göre hareket etseydik, bambaşka bir dünya yaratırdık. Totaliter rejimler hakkında endişelenmemize gerek yok, çünkü başkalarının özgürlüğünü inkar etmek, kendi özgürlüğümüzü inkar etmekle aynı anlama gelir.

Karşılıklı bağımlılık yakınlık yaratır. İnsanlar birbirlerine sempati duyduklarında, sadece duygusal düzeyde değil, aynı zamanda fiziksel ve maddi düzeyde de birbirleriyle ilgilenmeye başlarlar.

İnsanlık her şeyin bolluğunu üretir. Şayet birbirimizi önemseseydik ve bunun böyle olmasını isteseydik, dünyadaki her bir insan tatmin olabilirdi.

Bu nedenle, başkalarının egolarını boğmaya çalışmak veya (daha kötüsü) sahte gülümsemeler perdesi altında kötülüğümüzü arkamızda bıçaklarla saklamaya çalışmak yerine, bencil eğilimlerimizi ortak faydamız için kullanmalıyız. Her birimizin, hepimize bağımlı olduğunu fark edersek, her birimizin tatminkar ve mutlu olmasını sağlamak için egolarımız bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir.

Hangi Dua Cevaplanır?

Dua asla cevaplanmamalıdır: eğer öyle olursa dua olmaktan çıkar ve yazışma haline gelir (Oscar Wilde).

Cevabım: Temel olarak, dua, onun ifadelerinden birinden ikinciye, sonra üçüncüye akmalıdır ve böylece Yaradan onun içinde kıyafetlenmeye hazır olacak bir forma gelene kadar devam etmelidir. O zaman her şey dengeye gelecektir.

Soru: “Yaradan içinde kıyafetlenir” ne anlama geliyor?

Cevap: Dua, hayatım boyunca, yaşadığım her şey aracılığıyla, onun kaynağına Yaradan’a olan davranışımdır; hayatla ve onun aracılığıyla hayatın kaynağıyla olan en derin ve genel ilişkimi ifade eder. Bu gerçek bir duadır.

Soru: Onu ben mi inşa ediyorum yoksa bilinçsizce içimde mi doğuyor?

Cevap: O yavaş yavaş şekillenir.

Soru: Bu, onu basitçe oluşturamayacağım anlamına mı geliyor? Bu duayı hayatım mı oluşturuyor?

Cevap: Elbette. Bu bir felsefe değildir.

Soru: Bütün hayatım onda mı birikir?

Cevap: Hepsi. Kişi tüm hayatı boyunca dualar oluşturur.

Soru: Cevaplanacak gerçek bir duayı yükseltmek için hayatımı nasıl yaşamalıyım?

Cevap: Kalbinizi açmaya çalışmalısınız, içinde duanın ne olduğunu ve nasıl çıktığını göreceksiniz. Ama bunu gerçekten bu şekilde yapmalısınız. Aksi halde dua olmaz.

Soru: “Kalp” derken ne demek istiyorsunuz?

Cevap: En derin arzularınızı ve hayallerinizi kastediyorum ama daha da iyisi, hayattan taleplerinizi.

Soru: Bütün bu imkansız arzular nelerdir?

Cevap: Onlarla birlikte Yaradan’a gelmek istediğiniz anlamına gelir. Ve O’nun bunları neden yerine getirmediğini size açıklamasını istersiniz.

Soru: İmkansız arzularımdan hangisi cevaplanacaktır?

Cevap: Sadece biri; eğer bir şeyi arzuladıysanız, bu arzuların Yaradan tarafından yerine getirilmesini bekliyor muydunuz? Aslında istediğin bu değildi! Aksine, onları yerine getirecek Yaradan’ı arzu ettiniz. Bu onların yerine getirilmesi olacaktır.

Yani ne ve nasıl olursa olsun parayı, mutluluğu, şöhreti, şansı arzulamadınız ama Yaradan’ın bunu yapmasını beklediniz çünkü O’nun arzularınızı yerine getirmesini istediniz ve sadece bu sizi tatmin edecekti. Başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok! Sadece O! Onu bir damlayla doldursa bile yeter çünkü bunu O yaptı!