Daily Archives: Şubat 21, 2021

Yükselişler ve Düşüşler Arasında Boş Zaman İçin Yer Yok

Yükselişler ve düşüşler bize bir yaşam hissi verir. Hayatta bir değişiklik olmasaydı, o zaman yaşam değil ölüm olurdu. Salgın bizi felce sürükledi ve durgun bir yaşam sürmeye zorlandık, evlerimizde kilitli kaldık.

Görünüşe göre bu, borsada ve hayatlarımızı dolduran gündelik çekişmelerde değil, yeni yaşam biçimlerinde, farklı düşüş ve yükselişler bulmamıza yardımcı olacak.

Ve böylece kendimizi karantinada buluyoruz, böylece hayattaki değişikliklerin farklı derecelerde olabileceğini ve bunlara hayat dendiğini hissediyoruz. Yükselişlerin imkânsız olduğu düşüşleri takdir etmeye başlayacağız.

Yaratılışın en başından Yaradan, ortak ruhun parçalanmasıyla bizim için büyük bir düşüş düzenledi. Ve bu kabı kendi çabalarımızla toplamalı ve eski durumuna getirmeliyiz. Ancak katılımımızı, arayışımızı, boşluğumuzu, duamızı, arzumuzu, birleşme zorluğumuzu da ekleyerek ilk yükselişi 620 kat arttırıyoruz.

Adam HaRishon’un ruhunun parçalanmasından önce varlığımız bilinçsizdi. Ancak şimdi, tüm hazırlıklardan dolayı, yükselişler ve düşüşleri hissetmeye başlıyoruz ve her düşüşten sonra kendimiz yükselmeye çalışıyoruz: cansız seviyeden bitkisel, hayvansal ve insana. Sonunda insan olmanın ne anlama geldiğini, ne için yaşadığımızı, durumumuzun insan yaşamına ne kadar uzak veya yakın olduğunu hissetmeye başladık.

Böylece, düşüşlerde ve yükselişlerde, yavaş yavaş yaşamın özünü, amacını, varoluşumuzun anlamını keşfederiz, duyu organları geliştiririz, bir düşüş veya yükselişte ölü ve diri olmanın ne anlama geldiğini öğreniriz.

Biri diğeri olmadan olamaz. Her şey düşüşle başlar. Yaradan, gelecekteki tüm koşullarımız için hazırlıklar yapmak için kabı paramparça eder. O, her şeyi, geceyle, ayrılıkla, Yaradan’dan, hedeften, dostlardan kopma duygusuyla başlayacak şekilde belirlemiştir. Sadece bu koşuldan itibaren büyük, son bir yükselişe ulaşmak için parçalarımızı toplamaya başlayabiliriz.

Kendisinden önce bir düşüş yoksa, yükseliş mümkün değildir. Yükseliş, düşüşü anlamak ve onun üzerine çıkmayı istemektir. İşte bu yüzden Yaradan, yükselmemizi, ayrılığı birliğe, nefreti sevgiye çevirecek bir şeyimiz olsun diye bizim düşüşümüzü düzenler.

Bundan, yükseliş ve düşüşün, egoizmimize göre değil, başarmamız gereken tam bağ koşuluyla ilişkili olarak gerçekte ne olduğunu anlayabiliriz.

Düşüşlerin ve yükselişlerin sayısı, bunların frekansı, derinliği, maksimum hızı ve çokluğu, son ıslaha doğru ilerlememizi belirler. Herkese, ortak ruha katılması için, aynı zamanda her onlu için ve hepimiz için kendi özel Kli’sinde sınırlı sayıda yükseliş ve düşüş verilir.

Yükseliş ve düşüşlerin gücü ve değişme hızları hesaba katılır. Yükselişi ve düşüşü uzun süre esnetmeyin. Maneviyatta zaman yoktur; her koşul için bir dakika yeterlidir. O ifşa olur olmaz, derhal bir sonraki koşulla değiştirilmelidir.

Düşüşler ve yükselişler arasında ve hatta yükselişler ve düşüşler arasında kesinti için yer kalmasın diye bağımız üzerinde çalışmanın yoğunluğunu artıralım. Önemli olan, koşulu ve onun bir sonraki adım için faydalarını hızlı bir şekilde açıklığa kavuşturmaktır.

Hem düşüşleri hem de yükselişleri, yukarıdan bilgiymiş gibi, yapıcı bir şekilde ele almaya çalışmalıyız. Onlar zaten üst güç tarafından hazırlandılar ve hepsinden geçmek zorundayız. Sadece sıklıkları bize bağlıdır.

Her şey bizim hazırlığımıza bağlıdır. Düşüş ve yükselişleri, kendi duygularımızla değil,  insanlığın genel ıslah süreciyle ve hedefimiz olarak Yaradan ile ilişkilendirirsek, o zaman her an, bu yolda iyi ve doğru bir adım olur. Ve tek yapmam gereken, nihai hedefe yaklaşmak için daha da ileriye gitmektir. Sonra tüm yükselişler ve düşüşler bir araya gelecek ve bu iki koşulu bir bütün olarak hissedeceğim: “Karanlık ışık gibi parlayacak.”

Genç Yeteneklerin Trajedisi

Soru:  Erken çocukluktan itibaren, “En iyisi kim?” gibi sorular dikkatimizi çekmeye başlar. Yetişkin bir ünlünün, ne kadar zeki olduğunu, ne kadar iyi çaldığını veya ne kadar güzel konuştuğunu göstermesi gereken üç yaşındaki küçük bir çocukla konuştuğu birçok TV programı var. Çocuklar şarkı söylüyor ve perde arkasında duran anne babalar gözyaşlarına boğuluyor.

Rekabet etme ve kazanma felsefesine uyuyorlar, hayatı tam, canlı ve anlamlı hale getiriyorlar; bu genç yaşta başlıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Buna şiddetle karşıyım. Sonuçta, hiçbir şey aramızdaki bağa yönelik doğru tutum dışında mutlu geleceğimizi garanti edemez. Keşke bu yarışmalar, birbirine yakınlaşmanın insanları nasıl yücelttiğini, daha iyi ve saf hale getirdiğini ve ne kadar mutluluk getirdiğini göstermek için yapılsaydı!

Ne söylerseniz söyleyin, Sovyetler Birliği’nde bazı iyi karakter oluşturma örnekleri vardı. İnsanlarda karşılıklı yardım, bağ ve destek geliştirmek iyidir. İnsanın egosuna, doğamıza tamamen zıt olsa da, bir çocuğu sürekli olarak yönlendirmemiz gereken yer burasıdır.

Hala çeteler, tecavüzcüler, katiller vb. olmasına rağmen, Rusya, nezaket, karşılıklı yardımlaşma, sevgi ve özveriliğin erdemlerini yaymada bu yönlerden tüm gezegenin önündeydi.

Yorum: Bununla birlikte, genç yaşta gruba liderlik eden Robertino Loretti gibi şarkı söyleyen bu genç yeteneklerin hayatlarının sadece Sovyetler Birliği’nde değil, tüm dünyada çok zor kaderleri olduğunu söylemeliyim.

Cevabım: Pekala, onlara çok şey vaat edildi! Geleceklerini hayal ettikleri şey! Onlar sadece çocuk, tüm bunların nasıl sona ereceğini ve sonrasında nasıl olacağını anlamıyorlar. Sesleri kaybolduğunda ve artık popüler olmadıklarında, dinleyici artık onlara bir tür idol olarak tapmaz, hepsi bu!

Yorum: Sadece birkaçının iyi bir kaderi var. Bu genç yeteneklerin geri kalanı bu yangında tüketilmektedir.

Cevabım: Aynen. Ve daha kötüsü, çocuğun egosunu güçlendirmeyi bitirirsiniz. Bu, onun yeteneğiyle hayatının ilerleyen dönemlerinde başarılı olup olamayacağıyla ilgili değildir. Sorun, eskiden başkalarından aldığı karşılığı artık almamasıdır.

O, her seferinde milyonlarca kez daha fazlasını alacağına inandığı noktaya kadar geldi. Aniden her şey azalmaya başlar ve zavallı çocuk nereye döneceğini veya ne yapacağını bilemez.

Yorum: Tüm bunları, çocuklarını büyük bir sevinçle bu sahnelere çıkaran ebeveynlere iletmeyi çok isterim.

Cevabım: Artık popüler olmadıklarında, yetenekleri gereken karşılığı almadığında, alkışsız bırakıldığında bu çocukların her birini bekleyen trajediyi bilmiyorsunuz.

Soru: Tüm bunlardan ne gibi sonuçlar çıkarabiliriz? Bu şovların farklı bir türle değiştirilmesi mi gerekir?

Cevap: Elbette. Onları başkalarına verme konusunda var olmaya dönüştürün. Kişi, herhangi bir olası geri dönüş olmadan kendisinden giderek daha fazlasını talep ederken, bizler yalnızca ihsan etme yoluyla daha yüksek koşullar bulabiliriz.

Yorum: Bu harika olurdu!

Cevabım: Bunu göstermek mümkündür. Bizler bunu daha fazla geliştirebiliriz. Onu yükseltebiliriz. Kişinin ondan çıkaracağı şey daha az önemlidir. En azından bu örnekler kalacaktır. Yoksa  kişi hiçbir şey bırakmayacaktı.

Soru: Öyleyse böyle bir sinematik illüzyonun devam etmesini destekliyor musunuz?

Cevap: Evet, tabii ki.

Yorum: Ama şimdi “realite televizyonu” var. Hayat ve gerçek hakkında!

Cevabım: Bu egoistik gerçektir. Hâlâ yalandır. Sınırlıdır. Trajedilere yol açar. Ama burada değil. Size gerçek gösterilir ve doğanızla bu gerçeği tam olarak uygulayamayacağınızı anlamaya başlıyorsınız. Gördüğünüz şey ideallerdir. Ve bu idealler gereklidir.

Yorum: Yani gerçeğin çirkin tarafının gösterilmesine, çöpü “realite TV” bayrağı altında dışarı atmaya karşı mısınız?

Cevabım: Hayır. Bu, asla kişiyi doğru yöne hedeflemez. Sonuçta, kişi egoisttir.  Aksine, onunla çocuklarımıza yaptığımız gibi oynamalıyız.

Soru: Böylece o kişi, bu idealist, güzel örneklerle oynayarak mı büyür?

Cevap: Evet. Bu tıpkı çocuklu bir oyun gibidir, tüm insanlığın içinden yetişkinler nasıl yapılır! Tüm insanlık çocuktur! Öyleyse neden onlarla kendi çocuklarınıza yaptığınız gibi davranmıyorsunuz?

Sevgiye Geçişin Tek Yolu

Baal HaSulam, “ Özgürlük”: Tora ve Mitzvot, yalnızca İsrail’i arındırmak, içimizde doğuştan yerleştirilmiş olan ve genellikle kendini sevme olarak tanımlanan, kötülüğü tanıma duygusunu geliştirmek ve Yaradan’ın sevgisine giden bir tek geçiş olan “ başkalarını sevmek” olarak tanımlanan saf iyiliğe gelmek için verildi.

İnsanlar asla birbirleriyle birleşmezler, ancak Yaradan’ı özledikleri ve O’nu ifşa etmek istedikleri için, bu özlem onları birbirine bağlar. Başka hiçbir şey, ne bir anneyi çocuklarıyla ne de bir kocayı karısıyla, ailesiyle, akrabalarıyla, milletlerle veya insanlıkla gerçekten birleştiremez. Bu nedenle, örneğin, homojen bir karışımdan başka hiçbir şeyin kalmadığı karışık gazlar veya sıvılar gibi, mutlak kaynaşma içinde olduğumuz manevi kökenimize özlem duymalı ve ona dönmeliyiz. Bunun için Kabala verildi – bizi karıştırmak ve birleştirmek için.

Birleşmeye çalıştığımızda, bunu ne ölçüde başaramayacağımızı anlamaya başlarız ve Yaradan tam olarak birbirimize bağlı olduğumuz ölçüde algılanır. Bunun işe yaraması için ne yapmalıdır?

Hiçbir şey yapamayız! Ve bu “yapamayız”, bizim doğamızdır ve tıpkı bir mıknatısın aynı iki kutbunun birbirini itmesi gibi, birbirimiz tarafından itilmiş hissetmemize neden olan mutlak kötülüktür.

Kötülüğün farkındalığı, doğuştan kim olduğumuzu ve tek bir bütün olmak için ne ölçüde bağ kuramadığımızı gösterir. Bu, karşılıklı reddetme, egomuz, öz sevgimiz olarak tanımlanır.

Egonun gerçek gücünü, reddetmeyi, nefreti, başarısızlığı, birbirimize karşı uyanma eksikliğini hissetmeye başladığımızda,  tam tersi olan başkalarına sevgiyi hayal etmeye başlayabiliriz.

Büyük öğretmenimiz Baal HaSulam, bunun Yaradan sevgisine tek ve eşsiz geçiş olduğunu söyler. Bu nedenle, birleşmek için, güçsüz olduğumuz bir duruma ulaşmalı, onu tüm gücümüzle uzaklaştırmalı ve onu artık hiç istememeliyiz.

Sizden geriye hiçbir şey kalmadığında, kişinin sevgi gibi bir duyguya, başkalarının içinde tamamen fesholmaya nasıl dayanabileceğini hayal etmek zordur. Aslında size sevgi ve bağın gerçekte ne olduğunun farkına varmanızı sağlayan şey, başkalarının içinde tamamen fesholamayacağınız duygusudur.

Başka bir deyişle, reddetmenin sonucunda ona ulaşmazsak, sevgi bağını sürdüremeyiz. Nefret ve birleşememe durumundan sevgiye geçiş yapmanın tek yolu budur.

Nefreti Sevgiye Dönüştürme (Linkedin)

Sevgi, nefret ve arasındaki her şey. Bu, dünyamızın nasıl bölündüğüdür. Nefret ettiğimizde veya sevdiğimizde, benzer fizyolojik süreçler vücudumuzda da meydana gelir – kalp atış hızı, kan basıncı, kas gerginliği, asit ve hormon salgılanması değişiklikleri – ve beyindeki sadece küçük bir nokta, hissettiğimiz şeyin bir nefret durumu ya da bir sevgi durumu olup olmadığını ayırt eder. Dünyanın daha az korkunç, daha dostça ve bize karşı sevgi dolu olması için içimizde tam olarak neyin değişmesi gerekiyor?

İyileşme bir teşhisle başlar. İçimizdeki yönetici, memnuniyet ve tatmin alma arzusu, haz alma arzusudur. Birine zevkle baktığımda, bunun nedeni o kişiye karşı sevgi hissettiğim ve hatta o kişinin neşesinden mutlu olduğum içindir. Ondan nefret edersem, üzüntü hissederim. Kulağa ne kadar tatsız gelse de, davranışımızın bilincinde olsak da olmasak da gerçek budur. Öte yandan, sevdiğim birinin acı çektiğini gördüğümde, bu kederi paylaşırım, acı çeken kişiden nefret ediyorken de mutlu olurum ve o kişinin bu acıyı hak ettiğini düşünürüm.

Bundan şu sonuca varabiliri ki; bizim haz aldığımızı ya da acı çektiğimizi belirleyen, önümüzde meydana gelen bu durum değil, bizim etrafımızdakilere karşı olan tutumumuzdur.

Etrafımdaki herkese karşı davranışımın sevgi dolu bir davranış haline gelebilmesi için kendime nüfuz edebilseydim ve içimdeki en içsel tanımları değiştirebilseydim, o zaman tüm dünya görüşüm ve gerçeklik deneyimim değişirdi. İnsanlar, dünya ve her şey bana gerçek bir cennet gibi görünürdü.

Bilgeler, “Kişi diğerlerini kendi kusurlarına göre yargılar” derler. Etrafımdaki dünyanın herhangi bir anında gördüğüm şey, içsel durumumun bir kopyasıdır, tıpkı 3-Boyut sinemadaki gibi içimde saklı olanın bir yansımasıdır. Kendimiz tarafından sözde “tarafsız olarak tanımlanmış” denecek hiç bir şey yoktur. Dünyanın şekli, benim kendi içsel yapıma göre, arzu, ilgi ve niyetlerime göre önümde resmedilir. Buna göre, içimdeki kusurları bir şekilde düzeltebilseydim – yani çevremdeki herkese ve her şeye karşı tutumum – dünya da bana daha düzeltilmiş görünürdü.

Doğada her şeyi dolduran bir ihsan etme ve sevgi niteliği vardır, ancak şu anda kesinlikle onun algısına sahip değiliz çünkü sürekli olarak kendi çıkarının peşinde koşan egoist bir durumda var olduğumuz için, ona karşıyız. Özen gösterme ve karşılıklı olma özelliklerini geliştirerek doğaya benzediğimiz anda, onun gerçek formunu algılamaya ve hayatın her yönünün ardındaki iyiliği ifşa etmeye başlayacağız.

Gerçeklik deneyimimi değiştirmek; kendime bir şekilde dünyada hiçbir sorunun olmadığını söyleyerek kendimi psikolojik düzeyde ikna etme meselesi değil, gerçeklik deneyimimin inşa edildiği bakış açısını değiştirme meselesidir. Düzeltmenin esası, alma arzusu adı verilen doğumdan beri beni harekete geçiren içsel yöneticinin iyileştirilmesine bağlıdır. Çevreden haz ve zevk almaya yönelik egoist olan doğal arzu, etrafımdaki her şeyi olumlu yönde etkilemek için başkalarını düşünen, doğaüstü bir arzu ile yer değiştirilmelidir. Kabala bilgeliği, bu zorunlu geçişi, grup çalışması ve uygulama yoluyla mümkün kılan bir metottur. Kademeli olarak, adım adım, deneyim ve kontrolle, davranışlarımın nefretten sevgiye doğru bu dönüştürücü düzeltmesi, benim gözümde dünyayı kötülüğün olmadığı, sevilenlerle dolu bir dünyaya çevirir. Ve her şeyin bizim elimizde olduğunu fark ettiğimizde, başkalarının daha iyi için değişmesini beklemenin gereksiz bir utanç olduğu anlaşılır.

Örnek vermek gerekirse: Birine karşı nefretim olduğunda, sorunun karşımdaki kişi olmadığını ve doğanın yüce gücünün bana onunla bağlantı kurmam ve bu bağ aracılığıyla bütün bu nefretin üzerinde sevgiyi artırarak onun niteliklerini edinmem için bana bir davetiye gönderdiğini kendime söylemem gerekir. Kendim üzerinde çalışmayı ve ortaya çıkan her gerçeklik resmine karşı tavrımı düzeltmeyi başardığımda, bu kadar acıya neden olan o kötü karakterlerin bir anda ortadan kaybolduğunu ve geriye yalnızca sevgi ve bütünlüğün kaldığını göreceğim.