Beyninizin Tam Potansiyelini Nasıl Kullanırsınız?

Soru: Bir kişinin beynindeki potansiyelin yalnızca yaklaşık% 5’ini kullandığı söyleniyor. Bunun bireysel hayvan ihtiyaçlarımızı karşılamak için yeterli olduğunu varsayabilir miyiz? Ve bütün toplum için çalışırsanız, geri kalan % 95’i gelişecek mi?

Cevap: Toplum için çalışmak demek; egoizminizin üzerine çıkmak, toplumun nihai hedefi için, bütünsel, küresel hale gelmesi için tüm topluma yararlı olan hedefleri kendinize vazife edinmeniz demektir.

Toplum egoizminin üstüne çıktığında ve yalnızca özgecil bir şekilde çalıştığında, potansiyelinizin% 5’inden çok daha fazlasını kullanabileceksiniz.

Soru: Prensip olarak, küçük bir kişisel sorunu kendi başıma çözmem gerekirse, minimum potansiyel yeterlidir. Ama örneğin bir salgın sorununu çözmek gerekiyorsa ve bir grup bilim insanı virüse karşı bir aşı bulmaya çalışıyorsa, o zaman birlikte bir tür küresel zihne bağlanıp bu sorunu çözebilirler mi?

Cevap: Hayır. Bunun mümkün olduğunu sanmıyorum çünkü hepsi egoist ve herkes kendi iyiliği için çalışıyor. Bunu yapmak için, birbirlerini sevmek, birini diğerinin içine dahil etmek anlamına gelen, kendi üzerlerine çıkmaları gerekir.

Soru: Sadece% 5’ini kullandığımız, büyük bir potansiyele sahipsek, potansiyelimizi nasıl kullanabiliriz?

Cevap: Bunu yapmak için, içinde doğduğumuz egoist doğamızın üzerine çıkmalıyız ve başka bir özgecil doğa edinmeliyiz, “komşunu kendin gibi sev”.  O zaman başkalarıyla tek bir bütün halinde, tek bir zihin içinde, tek bir arzu içinde birleşebileceksiniz. Tüm içsel verileriniz ortak hale gelecek ve herkes herkesin yararına çalışacaktır.

Twitter’da Düşüncelerim / 15 Eylül 2020

Ego (Firavun) o kadar gelişti ki, otoritesi keyifli olmaktan dayanılmaz hale geliyor ve bu sebeple bizi ondan kurtulmanın bir yolunu aramaya zorluyor.

En canlı kombinasyonlar ve lezzetli aromalar, incelemelerin tüm güzelliği onluya ilave eklenerek elde edilir. Bizim dünyamızda olduğu gibi olmazsa olmaz bir temel vardır ama güzellik; lezzet, aroma, renk katan ilaveler ve baharatlar sayesinde elde edilir.

Yaradan’ın ifşaları hem niceliksel hem de niteliksel seviyelerde gerçekleşir. İfşanın gücü, Kli’mizi genişletme ve ona daha fazla onlular ilave etme başarımızla belirlenir. İfşanın niteliği de artar.

Onluda birleştiğimiz ölçüde, birliğimizin sınırlarını genişleterek kendimizi gittikçe daha fazla onluya bağlama zorunluluğunu hissetmeye başlayacağız, çünkü bu, Yaradan’a daha da yaklaşabilmemizin tek yolu.

Yeni Hayat 1136 – İnsan Kötülüğünün Gerçek Özü

Dr.Michael Laitman, Oren Levi ve Nitzah Mazoz ile söyleşide

Kabala bilgeliği kötülüğü kişinin kendi çıkarına yönelik egoist bir düşünce veya arzu olarak tanımlar çünkü o kesinlikle başkalarının pahasına ortaya çıkar. Doktor gibi biri başkalarına fayda sağlayabilir çünkü bu onu iyi hissettirir ancak bunun da kötü olduğu düşünülmektedir. İnsan egosunu aşarak, “üst dünyayı”, “tanrısallığı” ve her şeyi yöneten sistemi keşfetmek mümkün hale gelir. İnsan kötülüğünün sınırı yoktur. Elimizde olan sadece kötülüğü iyiliğe nasıl dönüştürebileceğimizi öğrenme yeteneğidir.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1136-insan-kotulugunun-gercek-ozu/

Embriyodan İnsana Dönüşüm

Doğa, doğum sürecini neden bu kadar büyük bir ıstırapla birlikte gerçekleştirmekte? Gerçek şu ki, daha sonra bu acı güce dönüşmektedir. Bir kadının doğum sırasında yaşadığı acı onu güçlendirir ve hayatının ilerleyen dönemlerinde ona muazzam bir güç verir, bu da bebeğe bakmasına ve hayatın sıkıntılarına dayanmasına imkan verir.

Doğum sırasında yaşanan acılar kadının vücudunu güçlendirir. Bu nedenle doğum yapmış bir kadın, doğum yapmamış bir kadından daha güçlüdür, bir erkekten de daha güçlü ve daha sabırlıdır.

Doğum sancıları sağlık açısından çok faydalıdır, kadınlara hayatta sabır ve direnç kazandırır. Bu nedenle, insanlığın şu anda Koronavirüs ile ilgili olarak yaşadığı acılar, ona gelecekte büyümesi için güç verecektir.

Sonuçta, bir annenin rahminden doğan ve bir embriyodan insana dönüşen bir bebek gibi, bir dünyadan diğerine geçmek zorunda kalacağız. Doğumdan sonra bebek, tamamen farklı bir şekilde davranmaya ve anne rahminin dışında yeni bir gerçeklik ve yeni bir dünya ile tanışmaya başlar. Yeni doğmuş bir bebeğin bedeni bağımsız hareket etmeye başlar: çocuk ağlar, gülümser, dinlemeyi, görmeyi ve sonra konuşmayı öğrenir.

Çocuk da anne kadar güçlü olmasa da doğum sancılarını yaşar. Annesinin içindeki tüm hislerini kaybeder. Annesi onu dışarı iter ama kendisi de dışarı çıkmak için çaba gösterir. Elbette, ne yaptığını anlamaz, ancak doğanın çağrısı üzerine içgüdüsel olarak hareket eder.

Doğa, bebeği başını aşağı çevirmeye zorlar ve doğması için dar doğum kanalından, rahimden çıkma gücü verir. Bebek de doğumda harika bir iş çıkarır.

Bugün her birimiz böyle bir embriyoyuz ve anne rahmi bizim çevremizdir. Çevrenin yardımıyla doğmalı ve yeni bir çevrede yaşamaya başlamalıyız, çevreyi ruhumuzun bir Partzuf’u (İbranice-yüz) olarak hissetmeliyiz.

Bizler, kendimizi sıcak, kendinden emin, korunduğumuzu hissettiğimiz eski dünyadaki olağan hayattan vazgeçmeye zorlanıyoruz. Şimdi bu yeri terk ediyoruz ve bilmediğimiz yeni bir dünyaya gidiyoruz. Bu durumu nasıl aşabiliriz, bu engelle nasıl başa çıkabiliriz?

Rahmin açılmaya başladığı henüz görünmüyor. Kasılmalar çoktan başlamış olsa da şimdilik her şey kapalı. Ancak bu kasılmalar, yani rahim içindeki insanlık üzerindeki baskı henüz yönlendirilmedi. Embriyo henüz başını aşağı çevirmedi ve doğması zaman alacak.

Baş aşağı dönmek, daha önce önemli olan her şeyin bir değer değişimidir. Başın yukarıda olması, benim için en önemli şeyin, egoizmim ve kendi bencil varoluşum olduğu anlamına gelir. Ama şimdi bu yaklaşımı terk etmek, iptal etmek, kendimi unutmak ve yeni bir şekilde davranmaya başlamak istiyorum, bu da tersine dönmem anlamına gelir.

Daha önce benim için önemli olan her şey artık önemli değildir, ancak şimdi önemli olan, öncekinden tamamen farklı bir şeydir: ihsan etme, birleşme, kişinin komşusunu sevmesi. İnsan toplumunun eski değerleri, yemek, seks, aile, para, güç, bilgi, tüm bunlar hepimizin birlikte doğacağımız yeni dünyada değerlerini yitirir. Kişi tamamen farklı ilkelere göre hareket eder.

Bizim için en önemli şey birleşmek ve aramızdaki bağda yeni bir gerçekliği, daha yüksek bir gücü ortaya çıkarmak, onunla birleşmek ve bu teması sürekli güçlendirmektir.

Toplu Bir Darbe İçin Toplu Bir Çözüm

Facebook Sayfamdan Dr. Michael Laitman 13.08.2020

Herkes aynı darbeyle vurulduğunda, ayrı ayrı çözüm aramanın hikmeti nerede? Neden güçlerinizi birleştirip, omuz omuza çalışıp Covid-19 için bir aşı veya çare bulmuyorsunuz? Cevap, birlikte bir şeyleri çözmede para ve şöhretin olmadığıdır.

Bu, bugüne kadar sahip olduğumuz tutumun tipik bir örneğidir ve çoğunlukla, hala yapıyoruz. Ancak Koronavirüsten öğrenilecek bir ders varsa, o da çözümün soruna uyması gerektiğidir. Toplu bir darbe olduğunda, toplu bir çözüm gerektirir.

Covid sadece habercidir. Tüm krizlerin, kelimenin tam anlamıyla küresel olacağı bir zamana giriyoruz, çünkü bugün aldığımız darbelerin tüm amacı birlikte çalışmamızı sağlamaktır. Bunu yapmayı öğrenene kadar, darbeler daha güçlü ve daha acı verici olacaktır.

Yeni bir döneme girdik: birlik çağı. İnsanlık, bir olarak işlev görmeyi ne kadar çabuk öğrenirse, yeni çağa geçişimiz o kadar kolay ve sorunsuz olacaktır. Ve krizlerle,  birlikte başa çıkmayı öğrendikçe, tüm doğayla uyum içinde, kalbimizde daha da yakınlaşacak ve karşılıklı sorumluluk ve gerçekten sürdürülebilir bir toplum geliştireceğiz.

Ebeveynlerin ve Çocukların Ebedi Sorunu

Soru: Neden çocuklar yetişkin olduklarında,  bizden memnun kalmıyorlar ve ideal ebeveynler olmadığımıza inanıyorlar?

Cevap: Çünkü onları egoist olarak yetiştiriyoruz.

Ben de kendim ebeveyn olana ve aynı şeyi çocuklarımdan talep edene kadar, ailemden memnun değildim, onlardan daha fazlasını istedim. Ne yapabiliriz ki?

Dünya değişene ve iyileşene kadar böyle olacak.

Yeni Hayat 1135 – Birey ile Toplum Arasındaki İlişki

Dr.Michael Laitman, Oren Levi ve Yael Leshed-Harel ile söyleşide

Toplum, onu dalgalar üzerindeki bir sal gibi koruyacak bir mekanizmaya ihtiyaç duyar – bireysel egonun üstünde bir bağa. Ego, herkesi anarşist bir yöne çeker. Neyin gerçekten iyi olduğunu kimse bilmiyor. Toplum, insanlar ve genel doğa kanunları arasında sürekli denge kurmayı bilen bir lidere ihtiyaç duyar. Lider, Kabala bilgeliğini çalışan, doğanın kanunlarını tartışan ve insanlara öğreten büyük bilge insanlardan oluşmalıdır.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1135-birey-ile-toplum-arasindaki-iliski/

“Covid-19, Yüksek Öğrenimin Titreyen Mumunu Söndürdü” (Medium)

Covid-19, uygarlığın akla gelebilecek her yönünü felce uğrattı. Yine de bazı yönler o kadar büyük bir darbe aldı ki, büyük olasılıkla, ölüm öncesi spazmlarına şahit oluyoruz. Bu yönlerden biri yüksek öğrenimdir. On yıllarca süren hızlandırılmış etik ve politik çöküşün ve zengin bağışçıların peşinde gönüllü olarak akademik dürüstlüğün bir kenara atılmasının ardından, Fildişi Kule’den geriye kalan tek şey boş bir kabuktur. Şimdi, şükür ki, sosyal mesafe, bir zamanlar insan etkileşimlerinin zirvesi olan şeyin, insan hoşgörüsünün en alt noktası olduğunu ortaya çıkararak, onu da şişirdi.

Platon Akademi’yi kurduğunda, bakış açılarının çeşitliliğini ve alternatif görüşlerin tartışılmasını teşvik etti. Akademi’ye katılmak, Platonik Ortodoksluğa bağlı kalmayı gerektirmiyordu. Bu, her akademik kurumun savunduğu bugünün açık siyasi gündeminden ne kadar keskin bir çelişkidir. Belirli bir akademik kurumun öğrencilerinin mezuniyette hangi siyasi görüşlere sahip olacağını söylerseniz, bu, akademik veya entelektüel bütünlük iddiasını bile ortadan kaldırır.

Daha da kötüsü, her öğrenci çalıştığı kuruma göre eğitildiğinde, fikirlerinizi tanıtmak için ne kadar çok kurum satın alabilirseniz, mezunlar ülkenin kurumsal dünyasında ve siyasi liderliğinde yerlerini aldıklarında, birkaç yıl içinde ülkenin liderliğini o kadar çok kontrol edeceksiniz.

Orta Çağ’ın başlarında Avrupa’da üniversiteler gelişmeye başladığında, dini çalışmaların yanı sıra liberal sanatlara (gramer, mantık ve retorik, müzik, aritmetik, geometri ve astronomi) odaklanan manastır (veya katedral) okulları olarak başladılar. Antik Yunan’da olduğu gibi, odak noktaları düşüncenin geliştirilmesiydi, ama aynı zamanda da bilginin sağlanmasıydı. Orta çağ dönemde ve özellikle Orta Çağ’ın sonlarında üniversiteler İtalya, İngiltere, Fransa ve Avrupa’nın başka yerlerinde bağımsız kurumlar olarak ortaya çıkmaya başladı. Rönesans döneminde, bunlar tamamen gelişmiş akademik kurumlardı ve birçoğu Kilise tarafından değil Krallık tarafından finanse ediliyordu.

Ancak bunu yaparken akademik bağımsızlıklarını da kaybettiler. Hayırseverin iyiliğini korumak için, akademik kurumlar sponsorlarının görüşlerini karşılamak için, bilimi “eğmek” zorunda kaldılar ve objektiflik pencereden uçtu.

Beşeri bilimler söz konusu olduğunda taraf tutmayı kabul etmek mümkün olsa da, müspet bilimler söz konusu olduğunda bu çok daha az kabul edilebilirdir ve insan hayatını ve insanların sağlığını ve refahını ilgilendiren tıbbi araştırmalar ve diğer araştırma alanları söz konusu olduğunda ise düpedüz zararlıdır. Geçtiğimiz birkaç on yılda, fon sağlayanın ilgisini karşılamak için tıbbi araştırmaların çarpıtıldığı ve tıbbi kanıtların gizlendiği ve çoğu insan için korkunç sonuçlara yol açan çok sayıda vaka oldu. Örneğin, 1950’lerin sonu ve 1960’ların başındaki Thalidomide dağıtım skandalı, dünya üzerinde kalıcı bir etki bıraktı. 1950’lerin sonlarında yatıştırıcı bir ilaç olarak piyasaya sürülen Thalidomide’in hamile kadınlarda sabah bulantısının etkilerini hafiflettiği de bulundu. İlaç, gelişmekte olan fetüslerin gelişimini engelleyebileceği, ölüme ve korkunç doğum kusurlarına neden olabileceği keşfedilmeden önce beş yıl boyunca tezgahta satıldı. Bu beş yıl boyunca 10.000’den fazla çocuk etkilendi, bunların yaklaşık % 40’ı öldü ve geri kalanı kol, bacaklarda ve vücudun diğer kısımlarında anormalliklerle doğdu. Ve hepsinden kötüsü, en azından İngiltere’de, Thalidomide dağıtan ve satan şirket, piyasadan çekilmeden yaklaşık altı ay önce, bunun korkunç şekil bozukluklarına ve bebeklerin ölümüne yol açtığına dair inandırıcı iddiaların olduğunu biliyordu.

1960’larda durum daha da kötüye gitti. İlaç bile bu şekilde satılık olduğunda, her şey satılabilir. Bugünün üniversiteleri çoğunlukla özel olarak finanse ediliyor veya bütçelerini güvence altına almak için büyük ölçüde özel bağışçılara güveniyor. Bu meblağlar bedelsiz değildir. Üniversiteler bireylerden, şirketlerden veya yabancı hükümetlerden para almaya karar verdiğinde, ödemeyi kabul ettiği çok net ve yüksek bir fiyat etiketi taşırlar. Bu bağışçılar genellikle müfredatın çoğunu, öğretim görevlilerini ve hatta üniversitenin bağışçıları ilgilendiren konularda yaptığı bazı kamuoyu açıklamalarını belirler. Aslında bunlar bağış değildir, mukabeledir.

Ama neyse ki, Koronavirüs sayesinde zaman değişiyor. Covid-19, tıp camiasının en kötü durumunu ortaya çıkardı ve neredeyse her resmi tıbbi kişiliği, desteklediği mali veya politik çıkarların bir destekçisi olarak ifşa etti.  Virüsün doğası ve onunla baş etme yolları hakkında sözde “uzmanlar” arasındaki görüşler o kadar çelişkili ki hiçbirine kamu menfaatini dikkate alarak konuşmak için güvenilemeyeceği anlaşıldı. Böyle bir durumda halk virüs hakkındaki gerçeği bilemez çünkü kendi menfaatini desteklemediği için ya kimse bilmiyor, kabul etmiyor ya da hiç kimse doğruyu söylemiyor.

Daha da önemlisi, iş piyasasının yüzyılın başından beri geçirdiği dönüşüm, üniversiteleri neredeyse gereksiz hale getirdi. Bugün bilgisayar bilimi okuduğunuzda, örneğin mezun olduğunuzda, ilk yıl öğrendiklerinizin en az yarısı değişmiş ve bilginiz önemsiz hale gelmiştir. Bugünün işverenleri, adayların mesleki deneyimlerine ve bağımsız öğrenme becerilerine akademik geçmişlerinden çok daha fazla ağırlık veriyor. Bu bağlamda, 3.000’den fazla ABD’li genç ve yetişkinin üzerinde yapılan bir araştırmada, genç Amerikalıların yarısının, derecelerinin işleriyle alakasız olduğunu düşündüğünü ortaya çıkardı.

Bu, genç yetişkinlerin öğrenmeye ihtiyacı olmadığı anlamına gelmez. Öğrenmeleri gerekiyor ve çok şey öğreniyorlar ama üniversitelerde değil. Kendi alanlarında özel, profesyonel eğitimlerin çok daha ilgili, uygun fiyatlı ve etkili olduğunu görüyorlar. İhtiyaç duyduklarını bu kısa, genellikle çevrimiçi kurslardan alıyorlar, bu da onları kendi alanlarında daha profesyonel hale getiriyor ve onları gelecek on yıllarca borç içinde ve yığınla alakasız bilgi yığınlarıyla bırakmıyor.

Covid-19 tüm ülkede sosyal mesafeyi zorladığında, üniversiteler kapandı. Neyse ki, önümüzdeki sonbaharda yüzlercesi yeniden açılmayacak, ancak çevrimiçi öğretmeye devam edecekler. Bunu yaparken de, üniversitelerin sahip olduğu küçük çekiciliği – kampüs atmosferini – ortadan kaldırmakta.

Bence öğrenmede bir sonraki aşamaya geçme zamanı. Halka fayda sağlamayan dev kurumlara fon sağlamanın bir anlamı yok. Tıbbi araştırma kurumları, objektifliği ve çeşitli kazanılmış menfaatleri karşılamaya değil, kamu yararına odaklanma becerilerini sürdürmek için yalnızca hükümet tarafından finanse edilmelidir.

Sosyal bilimler ve beşeri bilimler bu şekilde olmadığı için, bilim olarak görülmemelidir. Onları çalışmak isteyenler bunu yapabilmeli ancak kurumlar hangi ideolojiyi desteklediklerini açıkça itiraf etmelidir ki insanlar orada okuduklarında, çıktıklarında görüşlerinin ne olacağını bilsinler. Ek olarak, şu veya bu kurumdan bir mezunu dinleyen kişiler, ne bekleyeceklerini bilecek ve bu kişinin nesnel olarak araştırılmış bilgiler sunduğunu düşünerek yanıltılmayacaktır.

Bu, akademi’nin uzun süredir gecikmiş temizliğidir ve Koronavirüs bunu hızlandırdı. Yakın gelecekte, yüksek öğretimin tamamen yeni ve çok daha sağlıklı bir form alacağına inanıyorum.

Dünyayı Başkalarının Aracılığıyla Görün

Soru: Bir insan, dünyada gördüklerinin, düzeltilmemiş dünya görüşünün, ıslah olmamış niteliklerinin sonucu olduğunu nasıl anlayabilir?

Cevap: Bu kolay değildir. Kişi sürekli olarak kendini kontrol ediyorsa yani kendi kendini analiz etme ve kendi kendini incelemeyle meşgulse ve kendinden tarafsız bir şey oluşturmaya çalışırsa, o zaman tepkilerinin ne olduğunu anlar.

Doğru çevre içinde bulunarak ve sürekli olarak bu davranışın herkese bir örneğini göstererek, açıkça ayırt edeceği şekilde gerçeklik algısını ayarlayabilir: ben bunu her zaman, yükseltilmesi ve ıslah edilmesi gereken egoizmimde hissederim. Ve böylece o, dünyayı farklı görecektir.

Soru: Bu öğretilebilir mi?

Cevap: Evet, ama her şey çok zordur. Prensip olarak, hiç kimse bununla uğraşmaz çünkü bu, kişinin beceri edinirken veya ticaret yaparken kendi başına yaptığı olağan çalışması değildir, ancak dünyaya karşı yeni bir bakış açısı elde etmek için net bir yöndür.

Yeni bir dünya görüşü, kişi için tamamen farklı bir durumdur, başkalarına ihsan etme ve sevme niteliğidir; kendini değiştirmenin gerekli olduğu zamandır. Bu tamamen farklı bir değişim metodudur, mesleki gelişim değildir, düzenli egzersizlere ve aktivitelere maruz kalarak kendinizi değiştirmek değildir, ama kişinin dünyayı başkaları aracılığıyla yani başkalarının gördüğü gibi görmesine yol açabilecek çok özel egzersizler ve faaliyetlerdir.

Yorum: Yani bu, başkalarının, kendisi için bir ayna gibi olması demektir. Prensip olarak, bu tüm sorunlarımızı çözecektir. İnsanların kimseye karşı hiçbir şikayeti olmadığını hayal edin – ne eşlerin eşlerine ne de ülkelerin ülkelere – o zaman sadece kendimizi ıslah etmekle meşgul olurduk, başkalarını değil.

Benim Yorumum: Bu tamamen doğru.

Soru: Ama bu, ancak onu anlayan ve geliştiren iyi bir çevre ile mümkündür. Yine de, kişi bunu yapmak için biraz eğilime sahip olmalı mı?

Cevap: Evet, ama bu herkes olmaz. Her nesilde böyle çok az insan vardır.

Soru: Bu doğuştan gelen bir şey mi? Ya da uygun bir çevre varsa bu herkese öğretilebilir mi?

Cevap: Prensip olarak evet. Yine de, kendilerini değiştirmeye ve dünyayı başkaları aracılığıyla gözlemleme yatkınlığıyla doğan insanlar vardır.

Bunun için kişi, egoizminin üzerine yükselmeli ve başkalarıyla sevgi ve bağ niteliği edinmelidir. Dahası, bazı kural tanımayanlarla veya başkalarıyla değil, güvenilir olumlu bir çevreyle, ancak bu şekilde kişi dünyayı tamamen farklı gözlemleyebilecektir, egoist “ben”i aracılığıyla değil.

 

Yeni Hayat 1134 – Anarşizm

Dr.Michael Laitman, Oren Levi ve Yael Leshed-Harel ile söyleşide

Her varlık, doğası gereği bir egoisttir ve sınırlandırılmak istemez. Dünyanın kralı olma arzusu, ancak her bireyin küresel sistemde herkese fayda sağlayan benzersiz yerini bulmasıyla gerçekleşebilir. İnsanlık gerçekten özgür olmak için doğal güçler ağını ve onun nihai yasalarını keşfetmelidir. Herkes herkesin iyiliğini önemsediğinde, hepimiz dünyanın kralı gibi hissedeceğiz ve tüm kısıtlamaları aşacağız.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1134-anarsizm/