Category Archives: Maneviyat

Islahın Dört Aşaması

Herkes İçin Zohar, Şemot, Madde 81: Kuşun sol kanattan attığı oku aldı ve kokladı. O zaman solun rengi, Nukva’yı belirten siyah ateş ortaya çıktı. Ve o, HGT’ın üç çizgiden gelen gökkuşağının üç rengine (beyaz, kırmızı ve yeşil) dahil değildir ve içlerinde siyah yoktur.  O, solun ışığını yukarıdan aşağıya doğru uzatan Mısırlıların yönetimini kaldırdıklarını ve bir Roma kralının tüm Mısır topraklarını geçip, Mısır’da bakanlar ve savaş kışkırtıcıları atayacağını söyledi. Ayrıca sol tarafta inşa edilip genişletilen binaları yıkacak, sağdan geldiği için yıkılan kalıntıları, Mısırlılar hiç arzulamadığı için, inşa edecektir.

Mısır ana egoistik niteliktir. Mısır’a inen İsrail, özgecil niteliğiyle, bu egoist niteliğe dalmak ve sanki oradan kişinin daha da yükselebileceği egoist arzuları toplamak amacıyla kendini ona daldırmak için, orada kendini gösterir.

Gerçek şu ki, insanlık ve insan, içselegoizme sahip değilse, manevi olarak yükselip büyüyemez. Egoyu geliştirerek büyüyebilirsiniz, ama onu sadece ihsan etme ve sevgi için kullanabilirsiniz. Şöyle söylenir: “Kötü eğilimi ben yarattım…” çünkü onsuz yapamazsınız. Bu nedenle, tüm yaratılış yılandan, egoizmin ifşasından başlar; aksi takdirde imkânsızdır. Bu insan doğasıdır, bu bizim özümüzdür.

O zaman “Mısır” denen bu egoist köken, manevi olarak büyüyen bir kişide, sürekli kendini gösterir. Ancak bunun modern bir devlet olarak Mısır veya eski krallık ile ilgisi yoktur. Mısır, kişinin yükselmek için her seferinde daldığı, çeşitli nitelikler içindeki egoizm anlamına gelir.

Diyelim ki, belli bir seviyede olduğum için, belirli bir egoizme düşüp yükseliyorum.  Buna,  Mısır köleliğinde olmam ve ondan çıkmam denir. Bir dahaki sefere, Babil veya Nebukadnetsar denen farklı bir egoizme düşerim. Ondan yükseldikten sonra sanki “Antik Roma” ya düşüp yeniden yükselirim. Ve sonra son sürgüne düşerim.

Bunlar, egoizmin, insanın içinde ifşa olan ve onların üzerine çıkmak için kullanmam gereken kısımlarıdır.

Sonuç olarak, içimizdeki “İsrail” (Yaradan’a doğru) niteliğinin, çeşitli egoizm türlerinin kullanımı sayesinde sürekli olarak yükseldiği ve büyüdüğü anlaşılmaktadır.

Bu, her birimiz tüm egoizmi, bu dünyada yaşam için çabalayan tüm insanlığı, birlik içinde, komşunu kendin gibi severek, Yaradan’ı anlama, O’nu kucaklama ve birleşme çabasıyla, onun üzerine çıkmak için kullanana kadar devam eder.  Bu sadece egoizme dört dalma ve onun üzerine dört yükseliş sırasında mümkündür.

Her insan bundan geçmek, tüm bu durumlardan çıkmak ve sonunda ruhun tam olarak ıslahını sağlamakla yükümlüdür. Bu dünyadan üst dünyaya çıkış, yaratılışımızın hedefidir.

Maneviyatı Kendi Kendinize İfşa Etmek Mümkün Mü?

Soru: Kişi kendi başına maneviyatı içsel yansıma yoluyla ifşa edebilir mi?

Cevap: Hayır. Bu çok zordur. Yıllar ve yıllar süren bir araştırma gerektirir. Bunun mümkün olduğuna inanmıyorum. Prensip olarak, tarihte bu tür vakalar olmuştur, ancak ben bunu beklemezdim.

Sadece doğanın olumlu gücünü edinmiş olanların önerdiği yöntem burada bize yardımcı olabilir. Onu takip etmeli ve kendi içinizde ifşa etmelisiniz.

Soru: Tek bir kişi bunu yapamaz, ancak bir grup insan, üst doğaya bağlanabilir mi?

Cevap: Evet. Bu olumlu gücü, aralarındaki uyum arayışında bulurlar.

Musa’nın Elindeki Asa

Musa, bir kişinin tüm arzularını ortaya çıkarmak isteyen bir güçtür. İyi olmaya, maneviyat ve ihsan etme özlemine, dostlarımla bağ kurmaya, herkesi sevmeye ve bu dünyanın pisliği üzerine yükselmeye karar veririm. Karar verdim! Ama bir sonraki an iyi niyetimi unuturum ve her şey yine eskisi gibi devam eder. Bu herkesin başına gelir. Öyleyse ben ne yapacağım?

İlerlemeye ve insanların diğer tüm arzularını çekmeye karar veren güce Musa denir. Ve Musa diğerlerini kendisiyle birlikte çıkaramayacağını görür. Sonra Yaradan’a: “Ama bana inanmayacaklar!” diye yakınır.

Bedeninizi, çalışmak için yataktan kalkmanız, dostlarınızla bağınızı güçlendirmeniz ve bağlantınız üzerinde birlikte çalışmanız gerektiğine ikna edersiniz. Kalbimi ikna etmeye çalışırım, ama o beni dinlemek istemez. Ricalarımdan etkilenmez, yani bunun yapılması gerektiğine inanmaz.

O zaman Yaradan, Musa’ya asayı yere atmasını emretti, asa bir yılana dönüştü. Musa çok korktu ve kaçtı. Gerçek şu ki, sadece iki durum vardır: egoizm veya kutsallık ve orta yol yoktur. Eğer onu yere atarsan, aynı asa yılana dönüşür.

Maneviyata bu dünyanın değerlerinden daha fazla değer vermezsem, o zaman asam bir yılana dönüşür ve tabi ki manevi yoldan kaçarım. Bu nedenle maneviyatın değerini görmesem bile onu arttırmalı, yılanı kuyruğundan tutmalı, kaldırmalıyım ve o, asa haline gelecektir.

Asa mı yoksa yılan mı olduğu sadece kişinin kendisi tarafından belirlenir. Yani, ya maneviyata, bağa ve ihsan etmeye ya da bedenselliğe, dostlarımdan ve ihsan etmekten ayrılığa doğru, nasıl ilerleyeceğime ben karar veririm ve buna asa ya da yılan denir. Her şey neye daha çok ya da daha az değer verdiğime bağlıdır, yani öncelikler ölçeğime göre çalışmam gerekir.

Bu çalışma esas olarak dostlarımın maneviyata ne kadar değer verdiğinden etkilendiğim onlu içinde yapılır. Herkes, maneviyatın onun için bedensellikten çok daha önemli olduğunu dostlarına göstermekle yükümlüdür ve bu nedenle: “Her biri dostuna yardım etti.” denir. Bu en önemli şeydir.

Yılan, benim için tüm niyetleri temsil eder ve üstlerinde olmak için onları başından tutmalıyım.

Yaradan, Musa’nın gelişmesi ve ilerlemesi için, ona asayı vererek öğretir. Bu, bedenselliğin her zaman maneviyattan daha düşük önemi olacağı anlamına gelir ve bu da yolu açacaktır. Fakat maneviyatın önemini yüksek tutmazsanız ve asayı yere atarsanız ve maneviyatın özellikle önemli olmadığına, cennetin dünyadan daha önemli olmadığına karar verirseniz, o zaman asa hemen bir yılana dönüşecektir. Bu şekilde Yaradan, manevi yükselmenin korunması gerektiğini gösterir.

 

“Kutsal Kitaptaki İlk Emrin Anlamları Nelerdir: ‘Sizi Mısır Topraklarından, Kölelik Evinden Çıkaran Efendiniz Tanrınız Ben’im. Benden Başka Tanrınız Olmayacak’ Mı Demek? ”(Quora)

Bu en temel emirdir. Bu, dünyada her şeyin üstünde ve ötesinde olan tek bir güç olduğu anlamına gelir. Bu güç bizi doğanın cansız, bitkisel ve canlı seviyelerinden, İbranice’de “Adam” olan, “konuşan” veya “insan” olarak adlandırılan seviyeye kadar geliştirir.

“Adameh le Elyon” dan (“en yüksek olana benzer”) gelen Adam (“insan”), doğanın her şeyi kapsayan gücü olan Yaradan’ı anlayan ve onunla bağlantı hisseden kişidir.

İnsanlık bilim, teknoloji ve sanattaki ilerlemesine rağmen, insanlığın büyük çoğunluğu hayvansal seviyede var olmaktadır. Hayvansal seviye yani hayvan halimiz, başkalarına ve doğaya fayda sağlamaktan ziyade kendi kendine fayda sağlamaya yönelik temel düşüncemizi tanımlar. Başka bir deyişle, doğuştan gelen egoist doğamızda hapsolduğumuz zamandır.

Bizler egoist doğamızdan yani “Mısır topraklarından, kölelik evinden” çıkabiliriz ve gerçeklikte daha yüksek gücün yani Yaradan’ın ya da emirde yazıldığı gibi “Ben senin Efendin Tanrınım” ın etkisini kabul ettiğimiz insan seviyesine yükselebiliriz.

Sonsuza Kadar Mısır’da Kalmayın

Sonsuzluk ışığına ulaşma arzusunu nereden bulabiliriz?  Şimdi sonsuz bir ışık okyanusundayız, ancak bundan yoksun olduğumuzu düşünüyor muyuz?  Asla.  Bizler, önümüzde gördüklerimizi, egoizmimiz tarafından algılanabileni arzuluyoruz.

Ve işte bu yüzden İbrahim Yaradan’a sordu: “Onu miras alacağımı nasıl bileceğim”, çünkü onlar Kelim [kaplar] ya da oğullarıma vereceğinizi bana gösterdiğiniz büyük mirasa ihtiyaç duymuyorlar;  ihtiyaçları yok.”  Sıradan bir insan bu tür düşünceleri nereden alır, çünkü sadece sessiz bir hayat istiyor ve başka bir şey istemiyorlar?

Ancak Yaradan şöyle der: “Hayır!  Sizin için tüm kötülüklerin özü olarak Mısır sürgününü hazırladım.  Bu döneme girecek ve öyle arzular edineceksiniz ki onlardan kurtulmak isteyeceksiniz.  Size zararlı olduklarını hissedeceksiniz.”

Bir yandan onlardan kurtulmak için güç yok, diğer yandan onların içinde kalmak imkansızdır.  Sürgün öyle bir hapishanedir ki sizi boğan, nefessiz bırakır ama ondan o ölçüde de kaçamazsınız ki egoizm sizi boğar.

Ve sadece, her şeyi kendisi için almak olan egonuz için çalıştığınızı görürsünüz.  Sanki deliklerle dolu bir kovadan içmeye çalışıyormuşsunuz gibi: suyu alırsınız, susuzluktan ölürsünüz, ağzınıza getirirsiniz ve o boştur.  Ve sonra bu hapishaneden kaçmaktan başka çare kalmaz.

Egoist olarak kalan ve vermeyi öğrenmek istemeyen kişiye Yahudi değil Mısırlı denir.  Ne de olsa Yahudi birlik (Yihud) demektir ve bir Mısırlı, birlik için çabalamaz ve Mısır’da kalır.

Yaradan tüm bunları İbrahim’e açıkladı.

Twitter’da Düşüncelerim / 6 Nisan 2021

Toplumda işleyen iki güç vardır: birleşme gücü, sevgi, yakınlaşma, diyalog, işbirliği ve insanları ayıran, onları birbirine düşüren ve rekabet yaratan güç. Bu gelişmelerin her birinin dönemleri vardır. Bu tür süreçleri kontrol edemeyiz.

Ne birbirimizle birleşemeyiz , birlik olmadan da var olamayız. Birbirimizi yenemeyiz ve kendimizi kötülüğün, egoizmin gücünden de kurtaramayız. Bir çıkmazdayız ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ancak öyle ya da böyle sonucu değiştirme fırsatımız var.

Birleşme, insanın arzusu içinde gerçekleşir. Tüm arzular birleşir ve tek arzuda Üst güce benzemeye başlar. Her şey benzerliğe gelir: “Aşağıda” insanlar ve “yukarıda” doğanın Üst kuvveti. Aralarında temas ve destek geliştirirler ve birbirlerini hissetmeye başlarlar.

Üst güç, doğanın genel gücüdür. Tüm doğa bir programdır, tüm parçaları birbirine bağlıdır ve birleşiktir. Üst Güç ile uyum bize iyi bir gücün içinde yaşama hissini verir – herkes yaptığı her şeyde başarılı olabilir, çünkü bunların hepsi birleşmeyi amaçlamaktadır.

Dünyamızda, gerçek bir yalandır. Onsuz yaşayamayız. 1 Nisan Şakası sadece yılın bir günü değil. Yıl boyunca sürekli birbirimize yalan söylüyoruz. Kötü eğilim, egoizm bizi yalan söylemeye zorlar çünkü birbirimize gerçeği değil, bize faydalı olanı söylemek istemeyiz.

Çevremizdeki her şey bir yalandır. Bir yalanı Yaradan’dan geliyor, bizi doğru safhaya yönlendiriyor gibi ele alırsak, o zaman bizim için bu yalan gerçeğin bir parçasıdır. Beni gerçeğe götürürse bir yalanda olmaya hazırım.

Sonra anlayabilirim, hissedebilirim ki o beni değiştirecek, beni gerçeğe götürecek.

Yaratan Üst Güçtür ve gerçek O’nun programıdır. Program, ters formu, yalan içeriyorsa çalışabilir. Yaradan’da yalan, O’nun zıddıdır. Yaradan’ı anlamak için yaratılanlar iki formdan yaratılmalıdır: hakikat ve yalan.

Gerçek ile yalan arasında, Yaradan denen forma girebiliriz. “Bo-re” – “gel ve gör”. Bir yalandan geliyorum, O’nun zıt halinden, O’na, gerçeğe. Tüm edinim gerçeğin açığa çıkmasıdır. Gerçek, her şeyi keşfettiğimiz ve hissettiğimiz yaşamın kaynağıdır.

Ruhsal ilerleme, birbirimize karşılıklı dahil olmamız yoluyla gerçekleşir: aramızdaki mesafe ne kadar küçükse, Yaradan’a o kadar yakın oluruz. Bunun aynı mesafe olduğunu hissetmeye başlayacağız. Ve sonra, bizi ayıran Firavun’un bizim iyiliğimiz için çalıştığını göreceğiz.

 

 

Kabala ve Sufizm – Tek Öğretinin Dalları

Soru: Sufizm’in canlanmasına katkıda bulunan biriyle ilgilenir miydiniz? Aslında bu da Kabala ama İslami.  Aynı zamanda daha anlaşılır çünkü daha geniş bir insan kitlesine yöneliktir.

Sufizm bir şekilde yeniden doğarsa, bu iki akım bir çekişme yaratmadan aynı anda var olabilir mi?

Cevap: Birincisi, Sufizm ve Kabala asla birbiriyle ter düşmeyecektir. Aralarında herhangi bir çekişme olamaz.

İkincisi, hem Sufizm hem de Kabala dışlanmıştır çünkü her iki öğretiden de hem İslam’ın hem de Museviliğin dini liderleri nefret etmektedir.

Üçüncüsü, yeniden canlanmaya ihtiyaçları olduğu için Sufizm ile Kabala arasında henüz bir bağlantı olamaz. Her ikisine de hayat vermeliyiz. Sufizm sürgünde.

Sufilerle yurtdışında tanıştım: Hollanda’da, İngiltere’de, Amerika’da. İran ve Irak’tan kaçmak zorunda kalmışlar. Ama olgun ya da yaşlı insanlardı. Artık bizimle olduklarını sanmıyorum. Ve hemen hemen hiç öğrencileri yoktu.

Ama gerçekten umuyorum ki Kabala Musevilik’te yeniden doğuyorsa, Sufizm de İslam’da yeniden doğacak ve tüm dünyaya yayılacaktır. Sufizm ile ilgilenenler onu uygulamaya başlayacak. Kabala ile ilgilenenler bunu uygulayacaklar. Bu önemli değildir! Asıl mesele, bir insanın kendi üzerinde çalışması ve kendini geliştirmesidir.

Uygulama olarak hem Sufizm hem de Kabala aynı şeyi öğretir. Sufizm, Kabala gibi, İbrahim’den doğmuştur. Ancak Sufizm’i manevi bir öğreti olarak en büyük oğlu İsmail’e, Kabala’yı ikinci oğlu İshak’a geçirdi. Ama aslında, bunlar birbiriyle ilişkili yöntemlerdir.

Aralarında çelişki yoktur. Önemli olan onları geliştirmek ve yaymaktır.

Ancak, onları karıştırmanızı tavsiye etmem. Bırakın gelişsinler. Ve sonra düşünmeye ve harmanlanmasının uygun olup olmadığını ve nasıl olduğunu anlamaya başlayacaksınız.

Yaradan, Firavun’u Bize Getiriyor

Bu dünyadan manevi dünyaya yükseliş, Yaradan’ın yardımına giderek daha fazla ihtiyaç duyduğumuz gerçeği sayesinde gerçekleşir. Ve O’nun niteliklerini edinmemize yardım etmek için, Yaradan bize kalbin yükünü, O olmadan baş edemeyeceğimiz hissini verir. Her yerde, herhangi bir manevi koşulu yerine getiremeyeceğimize inanırız.

Ama biz de Yaradan’a soramıyoruz; nasıl yapılacağını bilemiyoruz. Bu inanç eksikliğini gösterir. Yani, Yaradan’ı hissetmeyiz, O’nun var olduğunu ve bize yardım etmeye hazır olduğunu hissetmeyiz ve sadece O’nun yardımıyla manevi koşulları yerine getirebilir, bağ kurabilir, ihsan edebilir ve dünyayı tek kaynaktan yaratılmış olarak görebiliriz.

Bu nedenle, birbirimizle ve Yaradan ile bağ kurmamıza izin vermeyen kötülük gücümüzü daha fazla açığa çıkarmamız gerekecek. Ve bağ kurma ve ihsan etme yeteneğimiz olmadığını hissettiğimizde, bunun, Yaradan’ın bize aramızda duran ve bizi duvara götüren Firavunu gösterdiği, bağa doğru ilerlememizi ve tek kalp tek adam olmaya yaklaşmamızı engellediği anlamına gelir.

Ve tüm bu kalbin yükü, Yaradan’a inanmamanın, yani bu gücün var olduğu ve önümüze her türlü engeli koyanın sadece bu güç olduğu duygusunun yokluğunun bir sonucudur.

İçsel çaresizliğimizden emin olabilmemiz için egoizmimiz olan Firavun’u bize karşı koyan Yaradan’dır. Harekete geçmem gerekir ama yapamayacağımı hissederim, egoizmimi en küçük şekilde bile alt edecek gücüm yoktur.

Ve ne kadar ileri gidersek, o kadar zayıf hissederiz, en ufak bir ihsan etme eylemini gerçekleştirmekten aciz kalırız. Ama Yaradan bunu, Mısır’da köleliği altında olduğumuz Firavun’un gücünün üzerimizdeki tam gücünü gösteren egoizme dalmamız için kasıtlı olarak ayarlar. Sadece Yaradan bizi egoizmden çekerek kurtarabilir, başka herhangi bir güç değil. Bu nedenle, Yaradan’ın bize verebileceği ihsan etme gücüne giderek daha fazla ihtiyacımız var.

Bu iki güç, Firavun’un gücü ve Yaradan’ın gücü birbirine karşı durur ve Musa, ortadaki güç, Yaradan’ın tarafına doğru ağır basmak ve Firavun’un kontrolünden çıkmak için onun üzerine yükselmek isteyen bizizdir. Ancak bu kuvvet çok zayıftır. Ve ancak Yaradan’a olan inancımızın ölçüsünde, bizi Firavun’un elinden kapıp kurtarabileceği gerçeğiyle, iyinin gücünün kötülüğün gücü üzerindeki hakimiyetini kurabiliriz.

Yaradan, Firavun’un gücünü uyandıran on darbe gönderir. Musa’ya: “Firavun’a gelin, çünkü onun kalbini katılaştırdım” diyor. Ve neden Firavun’u katılaştırarak onu daha da güçlü kılıyor?

Musa, Firavun’dan kaçmak ve bizi egoizmden çıkarmak isteyen güçtür. Musa, kendi başına çıkamayacağını, ancak Yaradan’a sarılması gerektiğini, bir bebeğin tüm gücüyle annesine sarılması gibi, O’na sarılması gerektiğini anlar. Kendini güvende hissetmesinin tek yolu budur.

Her iki güç de Yaradan’dan gelir: verme gücü ve alma gücü. Sadece ihsan etme gücünün, alma gücüne üstün gelmesi ve pratik ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmemize izin vermesi için dua etmek bize düşmektedir.

Ve özgecil eylemlerde bulunmayı öğrendiğimizde, Yaradan’ın varlığını, O’nun gücünü ve yardımını hissedeceğiz. Böylece, daha sonra manevi bir kap, ruhumuzu, bir manevi grup formu oluşturacağımız ihsan etme arzularımızı toplamaya başlayacağız.

Bu nedenle, asıl mesele, Yaradan’ın ihsan etme uğruna manevi bir eylemi gerçekleştirme, onu gerçekleştiremememizin farkına varma ve yardım için Yaradan’a dönme ihtiyacını nerede aldığımızı düşünmektir. Sonra bu gücü O’ndan alırız ve ihsan etme eylemini gerçekleştiririz. Egoizmin üzerine bu yükselişe Mısır’dan göç denir.

Twitter’da Düşüncelerim / 1 Nisan 2021

Yaradan bizi zıt olarak yarattı – hepimiz nefrette ve itilişte yaşıyoruz. Ancak kırılmayı hesaba katmamalıyız. Aksine, “Sevgi tüm günahları örter”. Ne kadar günah ifşa edersek edelim, onların üstündeki sevgiyi ifşa etmeliyiz.

Aramızdaki güçler ağında, birbirimize zıt olarak ve aynı zamanda, reddedişin üzerine çıkarak üst gücü ifşa ederiz. Ancak tüm farklılıkların üzerinde birleştiğimizde üst güç açığa çıkar ve üzerimizde hükmeder.

Kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışarak iyi bir toplum örgütleyemeyeceğiz. Haklı olan, kendisine karşı olanlarla birleşmek isteyen kişidir. Böylelikle Yaradan’a ifşa ve yönetmek için bir yer veriyoruz. Sadece bir hükümet başkanımız var – o da “yukarıda”.

Bu Dünyadan Geçmek

Soru: Manevi gerçekliği keşfetmek için maddesel süreci, onların anlamlarını ve kaynaklarını tamamen farklı bir seviyede anlamaya başladınız mı?

Cevap: Kabalistik kaynakları anlamaya başlıyorsunuz. Sağlıklı bir insan zihnine sahip olduğum için maddesel kaynakları da bu şekilde anladım. Elbette Einstein değilim ama okuldan ve üniversiteden başarıyla mezun oldum, doktora derecem var ve farklı ilginç araştırmalar yaptım. Ancak bunun Kabala bilgeliğiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Kabala bilgeliğini çalışmaya başladığınızda, içinizde bir değişim olur.

Sıradan bilimle uğraşırken, kişi kendi içinde biriken farklı gerçeklere ulaşır ve bunları özümser. Fakat kişi Kabala bilgeliğiyle meşgul olduğunda, Kabalistik bilginin özümsenmesi kişiyi değiştirir.

Soru: Bu, kişinin farklı bir analize sahip olduğu anlamına mı gelir, örneğin, insanlık tarihine bakış açısı değişebilir mi?

Cevap: Sıradan bir insanın, insanlık tarihine bakış açısı bile, onunla meşgul olduğunda değişebilir. Ancak maneviyatta değişen kişinin kendisidir. Bundan hareketle kişi, kendi içinde var olan her şeyi yeni seviyesine göre algılamaya, hissetmeye ve özümsemeye başlar. Alma niteliği yerine ihsan etme niteliği edinir.

Onun içinde giderek daha fazla tezahür eden bu yeni ihsan etme niteliğinde, dünyayı farklı bir şekilde görmeye başlar: uçtan uca, zamanın, mekanın ve hareketin dışında. Maddeden içsel niteliğine ve bu dünyadan geçene kadar, kişi dünyaya tam olarak her zamankinden daha büyük bir kompaktlık, yaratılışın tüm unsurlarının karşılıklı bağımlılığı açısından bakmaya başlar.