Category Archives: Eğitim

Öğretmen ve Öğrenciler: Makale Yazımı

Yorum: Öğrencilerinize sıklıkla farklı tavsiyeler verirsiniz, örneğin makale yazmaları gibi. Ancak, kişinin yazacak gönlü olmadığı, düşüncelerinin tamamen kaybolduğu öylesi durumlar vardır. Öğretmenin sözlerinin yerine getirilemediği için büyük bir pişmanlık hissi vardır.

Cevabım: Ben kendim uzun zamandır yazmadım. Facebook, Twitter, yazabileceğiniz çeşitli kaynaklar var. Temel olarak, öğrencilerim için bazen küçük “maddeler” tweetliyorum. Aynı gün farklı dillere çevrirler ve insanlar okur.

Onlar, geçmiş dersten alınan materyallere veya dünyada neler olup bittiğini ya da yarın için planlanan bir sonraki dersin konusuna dayanmaktadır.

Bazen saat 12’de kalkıyorum ve dersten önce Twitter’ı doldurabiliyorum, bazen de gün içinde yapıyorum. Orada yazdıklarımın çok önemli olduğuna inanıyorum ve bunun sınırlı olduğu ve oturup hesap yaptığınız böyle bir fırsat olduğu için mutluyum, gerçekten hesaplıyorsunuz, böylece her kelimenin kendi ağırlığı var ve mesaj izin verilen harf miktarının ötesinde gitmiyor.

Makaleleri ben yazmıyorum. Detaylı bir yazıyı bile karalamıyorum ama bu tür yeteneklere sahip insanlara fikirlerimi veriyorum. Ve esas olarak dört dilde: İngilizce, İspanyolca, Rusça ve İbranice yazan onlardır.

Dolayısıyla, bir yerlerde “Michael Laitman” imzalı güncel makalelere rastlarsanız, bunlar öğrencilerim tarafından ifade edilen benim fikirlerimdir.

Soru: Bundan dolayı çarpıtmalar olmuyor mu?

Cevap: Hayır. Yazanları biliyorum ve açıkça kontrol ediyorum ve bu nedenle bu konuda çok rahat konuşuyorum. Bu yazıları kesinlikle benim olarak kabul edebilirsiniz.

Soru: Ama Twitter kişisel bir kullanım mı?

Cevap: Evet. Bu şahsen benim.

Bir Çocuğu Lider Haline Getirmek

Yorum: Videolarınızdan biri, çocukların yıldızlara dönüşüp lider olmalarıyla ilgiliydi. Sahnede nasıl yükseldikleri ve şarkı söyleme ya da dans etme konusunda en iyisi haline geldiler. Bu klipte sevgiden, yakınlaşmaktan ve rekabetin gerçekte ne olması gerektiğinden bahsettiniz.

Sonra size gelen şu mektubu aldık: “Sağlıklı rekabet başarıya, liderliğe ve iyi sonuçlara götürür. Tembel olmak asla iyi bir şey değildir. Sevgi, yakınlık ve empati yanlış ideallerdir. Daha iyi olmak istiyorum, öyleyse olmalıyım; daha başarılı olmak istiyorum, öyleyse olacağım. Kazanmak, kendine ve hayata güven verir ve daha fazla başarıya götürür.

Eğer liderlik becerilerine sahip olmasaydı veya kazanan olma eğilimi olmasaydı, Bay Laitman’ın şu an olduğu gibi ortaya çıkacağından şüpheliyim. Numara yapmayı kesin! Yalnızca bir ot kendi kendine büyür. Bir hasat yetiştirmek ve yabani otları yenmek zorundayız. Yalnızca liderlik yoluyla, yalnızca kazanarak başarılı olabiliriz: Bu, en güçlü olanın hayatta kalmasıdır.”

Benim Cevabım: Söylediği şey doğru! Ama yabani otlar arasında bunların hepsi iyidir. Sonunda bir adam diğerlerine değil, kendisine galip gelmek zorunda kalır. İçsel benliğini ve dışarıdan onun aksine davranması gerektiğini görmesi gerekir. Bunu söylediğimde demek istediğim bu, insanlardan yabani ot olarak bahsetmiyorum.

Soru: Kimin en iyi sese sahip olduğu veya kimin en iyi dansçı olduğu konusunda çocuklar arasındaki rekabet durumu ne olacak?

Cevap: Sonuçta, bunda iyi bir şey yoktur. Hiçbir şey! Bir çocuğu daha iyi, daha yüksek ve daha güçlü olması; kazanması ve zaferden memnun kalması için eğitiyorsunuz. Ancak sonunda, kişiyi hayatta kazanan yapanın, bu olmadığını anlıyorsunuz.

Soru: Yani lider olmak için büyümüyorlar mı?

Cevap: Hayır. Sadece kişinin kendine karşı bireysel bir zaferi, işte kazanan olması gereken yer burasıdır.

Soru: Başka bir deyişle, modern dünya bu kavramlar üzerine kuruludur, bunu ret mi ediyorsunuz?

Cevap: Kesinlikle. Sanırım beni işiten, yazdıklarımı okuyan herkesin, modern dünyayı değiştirmek için, onu olduğu gibi kabul ettiğimi anladığını düşünüyorum.

Otur ve Oku!

Soru: Henüz Kabalistik terminolojiye aşina değilseniz, Kabalistik kitapları okumanın doğru yolu nedir?

Cevap: Yaklaşım, düzenli çalışmalarla aynıdır – becerilerin aşamalı olarak edinilmesi.

Kabala derslerine ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum. Bana şöyle söylendi: “Otur, kitabı aç, oku.” Onu açtım. Bu, Zohar Kitabı’nın önsözlerinden biri olan, Kabala Bilimine Giriş’ti. Okumaya başladık. Ve hepsi bu kadardı. Giriş yok, hazırlık yok.

Bugün farklı. Giriş sohbetleri ve ön etkinlikler var. Ve daha önce, her şey çok basitti: İsterseniz oturun ve okuyun.

Soru: Belki de bu yüzden ciddi literatüre başlamadan önce kullanabileceğiniz daha hafif kitaplar mı var?

Cevap: Evet, bugün böyle çok kitap var. Fakat ben şahsen, bana öğretildiği şekilde öğretmenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Çevreleyen Alanı Algılama Bilimi

Soru: Elinize ilk geçen ve içinizdeki maneviyat özlemini ortaya çıkaran Kabalistik kitap hangisidir?

Cevap: Kabala Bilgeliğinin Önsözü, bu çok karmaşık bir kitaptır.

Pek çok farklı kitap ve makale okudum. Derhal ciddi şeyleri derinlemesine araştırmaya çalıştım ama kafam karıştı ve öğretmenimi bulana kadar nasıl ve ne olduğunu bilemedim. Bu, çeşitli sözde Kabala üstatlarından geçtiğim üç ila dört yıllık bağımsız çalışmadan sonra oldu.

Ama öğretmeni bulduğumda, hayatının geri kalanında onunla kaldım. Ben onun asistanıydım, kişisel öğrencisiydim. Ve ondan sonra onun faaliyetlerine devam ettim.

Soru: Kabala çalışmaya başlamak için önereceğiniz ilk kitap nedir?

Cevap: Kabala bir bilimdir. Bu nedenle, cazip gelebilir, ancak yalnızca bir ölçüye kadar. Sonuçta, bir insan hayatın anlamını keşfetme arzusuna sahip olmalıdır.

Eğer birisi buna sahipse, Kabala’nın bu anlamı nasıl açığa çıkaracağı, kişinin kendini nasıl değiştireceği, hayatını nasıl değiştireceği ve bunun için hangi içsel araçlara sahip olduğu sorusuna cevap verdiğini anlayacaktır. Onlar kişinin içindedir. Genel olarak, bu kavrama bilimidir ve çevreleyen alanı anlamaktır.

O zaman kişi, etrafındaki her şeyle etkileşim halinde, aktif olarak bu alanı daha genişletilmiş bir biçimde görmeye başlayacaktır. Çevreye olan tutumunu değiştirerek, yani kendini değiştirerek, çevrenin kendisine olan tepkisini değiştirir.

“Egoist İnsanların Egolarının Arkasında Ne Vardır? Birisi Egolarını Kırıp İçeri Girerse Ne Yaparlar? ” (Quora)

Tüm insanlar egoisttir. Egoizm, insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Yani, insan doğası bir haz alma arzusudur ve ego, başkalarının ve doğanın pahasına haz alma niyetidir.

Haz alma arzumuz, kendimizi ve insan türünü korumak adına yemek, seks ve aile için olan bireysel arzular ve başkalarının sahip olduğunu istediğimiz, egoist arzularımız tarafından harekete geçirilen para, onur, kontrol ve bilgi için olan sosyal arzular olarak bölünür. Sosyal arzularımız her türlü bireysel, toplumsal ve ulusal gelişmeyi beraberinde getirir. Ayrıca yaşamın anlamını ve amacını sorgulayan ve bize bireysel ve toplumsal arzuların artık bizi tatmin edemeyeceği hissini veren bir manevi arzu çekirdeğine sahibiz. Birbirini izleyen her arzu seviyesinin ortaya çıkışı, gelişimimizin kapsamına bağlıdır.

Egonun sorunlarımızın ve krizlerimizin nedeni olduğunu ve ego olmadan hayatımızın çok daha huzurlu olacağını düşünmek yaygındır. Bununla birlikte, egonun varlığı için çok iyi bir neden vardır.

Ego, bizi hayvanlar aleminden ayıran şeydir. Yaptığımız her şeyin arkasında çalışan motordur. Gerçekten çok fazla zarar getirmesine rağmen, ego bizi dünyadaki en güçlü ve etkili varlıklar yapmıştır. Ego ile ilgili sorun, onu yanlış uyguladığımızda ortaya çıkar. Aksine egoyu olumlu, doğru ve faydalı bir şekilde kullandığımızda hayatlarımız uyumlu, dengeli ve huzurlu hale gelir.

Egoyu olumlu, doğru ve faydalı bir şekilde kullanmak ne demektir?

Bu öncelikle, parçası olduğumuz tek bir sistem olan, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir doğada nasıl var olduğumuzu keşfetmeye bağlıdır. Tek bir sistemde var olduğumuzu hissettiğimizde, o zaman kendimizi çok daha büyük bir sistemin küçük parçaları olarak hissederiz. Dışımızdaki daha büyük doğa sisteminin büyüklüğünü hissederek, bu sisteme fayda sağlayacak şekillerde düşünme ve hareket etme ihtiyacını hissederiz. O zaman hücre ve organların, parçası oldukları tüm organizmaya hizmet etmek için ihtiyaç duydukları şeyleri almalarına benzer şekilde, buradaki varlığımızla diğer insanlara ve doğaya fayda sağlamak istediğimiz hesaplamasıyla doğal olarak hayatın tadını çıkarmaya başlarız.

Doğuştan gelen yaşama hissimiz, kişisel çıkarımızı başkalarına göre öncelik vermektedir. Bu nedenle, doğanın birbirine bağlılığı ve karşılıklı bağımlılığı, anlayışımıza ve duygularımıza rehberlik eden yeni bir tür eğitime – integral (bütüncül) eğitime – ihtiyacımız vardır. Mutlu ve kendine güvenen bireylerden oluşan uyumlu bir dünya, egomuzun birbirini ve doğayı hiç durmadan sömürmesine, suistimal etmesine ve manipüle etmesine izin vermenin yol açtığı tüm sorunlardan arınmış bir dünya yaratmanın anahtarıdır.

Kıskançlık – Büyümenin Motoru, Yıkımın Aracı Olduğunda” (Linkedin)

Küçükken, başkalarına bakıp onları taklit ederek büyürüz.  Onlara zarar vermek veya arzu edilen özelliklerini veya sahip olduklarını reddetmek istemeyiz, aksine sahip oldukları şeye sahip olmak ve yaptıklarını yapmak isteriz.  Bu sağlıklı kıskançlıktır;  bizi geliştirir ve ileriye götürür.  Başkalarından daha fazlasına sahip olmayı, başkalarını kontrol etmeyi istemeye veya başkalarının sahip olduklarını reddetmeye başladığımızda, bu, büyümenin motoru olan kıskançlığın yıkımın aracı haline geldiği zamandır.

Başkalarını yok etme arzusuna bağlanan kıskançlık, bizi yok eden egoizmdir.  Tarih boyunca ülkeler bu yıkıcı güçle birbirleriyle yarışmış, dünyanın zirvesinde olma arzusuyla birbirlerine acı ve ıstırap çektirmişlerdir.

Bu gücü ortadan kaldıramayız;  bu doğamızın özünde vardır.  Yapabileceğimiz ve yapmamız gereken şey, onu çocukların kendilerini geliştirmek için kullandıkları gibi kullanmaktır.

Bunu yapıcı bir şekilde nasıl kullanacağımızı öğrenmek için, öncelikle başkalarını sakatladığımızda veya zarar verdiğimizde kendimize zarar verdiğimizi anlamalıyız.  Birbirimize bağlılığımızın gerçeğini, hepimizin tek bir sistemin parçaları olduğumuzu, birimleri mükemmel bir şekilde iç içe geçmiş ve dengeli bir mekanizma olduğumuzu hissetmeye gelmeliyiz. Bu, milyarlarca parçadan oluşan karmaşık bir makine gibidir ve bunların tümü makinenin sorunsuz çalışması için gereklidir.  Bir birimi sakatladığınızda, sizin de parçası olduğunuz tüm makineyi sakatlamış olursunuz.

İnsan vücudunu düşünün.  İnsan vücudunda yaklaşık 10 trilyon hücre bulunmaktadır.  Bunlar çok sayıda doku, organ ve organ sistemi halinde düzenlenmiştir.  Bu doku ve organların birbirine düşman olması durumunda ne olacağını hayal edebiliyor musunuz?  Binlerce yıldır her gün birbirimize yaptığımız da budur.  Yaşadığımız dünyanın bizi güçlükle ayakta tutabilmesi bir mucize değil mi?

Öğretmenimin babası, 20. yüzyılın büyük Kabalisti Baal HaSulam, insanları okula geri gönderme ve onları yeniden eğitme ihtiyacı hakkında kapsamlı bir şekilde yazdı.  O, egolarımızla nasıl çalışılacağını öğrenmemiz gerektiğini kastetti.  Şu anda, başkalarına zarar vermemiz gerektiği bilgisini kullanıyoruz ve bunu yaparken kendimize zarar veriyoruz.  Koronavirüs, bize de zarar verdiği için başkalarına zarar veremeyeceğimizi anlayana kadar, giderek daha sık hale gelecek küresel darbe türlerinin sadece ilk örneğidir.  Kişisel, sosyal ve uluslararası düzeylerde komşularımıza duyduğumuz yıkıcı kıskançlık bizi mahvediyor.  Kendimizi yeniden eğitmeli ve kıskançlığımıza sadece büyümek için bizi motive ettiği zaman bakmalıyız, ama başkaları pahasına değil.  Baal HaSulam’ın okula geri dönmemiz gerektiğini yazarken kastettiği şey buydu.

Eğitim, yavaş ve aşamalı bir süreç gibi görünür, ancak kullanabileceğimiz kısa yollar vardır.  Çünkü hepimiz birbirimize bağlıyız, bir makinenin parçalarıyız, bir fikri düşündüğümüzde, diğerleri de bizden duymasalar bile onu düşünmeye başlar.  Bu düşünceyi başkalarına aktardığımızda, düşünce insan ağına ve sisteme yayılmaya başladığında, iletişim kurduğumuz insanların çok ötesine taşırız.  Sadece karşılıklı bağımlılığımızı ve yıkıcı kıskançlığımızı durdurma ihtiyacını düşünmek, bu düşünceyi başkalarında da üreten sisteme dalgacıklar gönderir.  Birdenbire insanlar sanki kendi düşünceleri gibi onun hakkında konuşmaya başlayacaklardır.  Onu bilmeyecekler ama bu sizden gelecektir.  Bizler, kıskançlıkla yapıcı bir şekilde çalışmayı öğrendiğimizde, başarıya giden yolumuz açılır.

Rehber Olmadan Maneviyata Ulaşmak İmkansızdır

Bilgelere inanç olmadan, mantık ötesi inanca ulaşmak ve Yaradan ile bağ kurmak imkansızdır. Sonuçta, egoist arzumuz ile ihsan etme arzusu arasında doğrudan bir bağ yoktur.

Egoizmin içinde olduğumuz için, ihsan etme arzusuna sıçrayamıyoruz ve ne olduğunu ya da ona nasıl yaklaşacağımızı bile anlamıyoruz. Bu nedenle, bizi bu dünyanın hissinden üst dünyayı hissetmeye götürebilecek bir rehbere ihtiyacımız var.

Biz bu dünyadayız yani alma arzusu içindeyiz ve dünyayı ancak onun aracılığıyla hissediyoruz. Egoizm, tüm niteliklerimizi belirler, kalbimizi ve zihnimizi kontrol eder. Aynı zamanda bizler, ihsan etme arzusu içinde gerçekliği hissetmek isteriz.

Ancak, “zıt bir dünya göreceğim” denildiği gibi, ihsan etme arzusunun ne olduğunu ve başka bir gerçekliği hissetmek için onu nasıl geliştireceğimizi bilmiyoruz. Uzun zaman alabilen ve bu dünya ile bir sonraki dünya arasında birçok ara durumu, alma arzusunun hakimiyetini ve ihsan etme arzusunu içeren özel bir koşuldan geçmemiz gerekiyor.

Böyle bir geçiş bir anda olamaz, ancak söylenenlere göre: “Hayatımın her günü beni sadece iyilik ve merhamet takip edecek.”

Bu nedenle, her iki dünyada aynı anda yaşayan ve bize böyle bir geçişi nasıl yapacağımızı öğretebilecek bir bilgeye ihtiyacımız var. Manevi dünyanın edinimi içinde olan herkes böyle bir rehber olamaz. Bu, her iki dünyayı anlamada duygu ve anlayışta tutarlılık ve bir dünyadan diğerine adım adım nasıl geçiş yapılacağına dair bilgi gerektirir.

Bu rehberin niteliğine Musa denir. Bir yandan Yaradan’ın nitelikleri içindedir, öte yandan “sadık bir çoban” gibi, bu dünyadan manevi dünyaya, insanlara öğrencilere rehberlik etmek ve Yaradan’ın talimatlarını yerine getirmek için bu görevi üstlenebilir.

Manevi yolda öğretmen anlamına gelen, bilgelere inanç, yolun kendisine inanmakla, Yaradan’a ve gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlere inanmakla aynıdır. Başarı, öğretmene ne kadar bağlı olduğuma ve onu ne kadar takip ettiğime bağlıdır. Bu sanki ciddi bir yürüyüşte, tehlikeyle dolu bilinmeyen bir bölgeden geçerken, ıssız yollarda, uygun kıyafetlere ve ayakkabılara, uygun bir bastona sahip olmanız, önünüzde giden kişiyi takip etmeniz ve önünüzde olanın izini takip etmeniz gerektiği gibidir. O zaman güvenle ilerleyebilirsiniz.

Bu, yeni başlayanların manevi yola girerken öğrenmesi gereken ilk kuraldır, ona bilinmeyen ve kafa karıştıran, basılmamış bir yoldur. Bu nedenle, ilk yürüyen, çok fazla deneyime sahip ve bu yolu zaten kendi başına yürüyen bir kişidir. Ama onu takip edenler yolu bilmemektedir.

Bunu fiziksel bir yürüyüşte ve hatta daha da ötesi manevi bir yürüyüşte yapmak gelenekseldir, çünkü orada tek bir doğru adımı atmak için ne yapmamız gerektiğini hiç bilmiyoruz. Dahası, egoizm her zaman kafamızı karıştırır ve bizi yoldan çıkarır. Bu nedenle, tökezlemeden ve düşmeden ilerlememize yardımcı olacak, mümkün olduğunca çok sayıda net göstergelere sahip olmamız gerekir.

“Barış Nedir?” (Quora)

İbranice’de barış kelimesi, (“Şalom”) bütünlük ve mükemmellik (“Shlemut”) kelimesinden gelir. Bu, bütünlüğe ve mükemmelliğe ulaşmak istiyorsak oraya barış yoluyla varmamız gerektiği anlamına gelir.

Dolayısıyla barış, geçmişimizin ve mevcut durumumuzun yanı sıra ateşkesler ve çeşitli anlaşmalarla ilgili anlayışı içerebilir, ancak en çok emin olduğumuz şey nihai hedefimizdir: mükemmel ve bütün bir koşula doğru ilerlemek istediğimizdir.

Mükemmel ve bütün bir koşul, çeşitli zıtlıkların birbirini tamamladığı ve bütünleştirdiği bir koşuldur. Bu nedenle, barış hakkında sık sık düşünülenin aksine, savaşsız barış olması imkânsızdır ve başkalarını bizim gibi düşünmeye ikna ederek veya zorlayarak barışı sağlamaya çalışmaya odaklanmamalıyız çünkü bu olmayacaktır.

Bireysel olarak hiç kimsenin içinde birbirini tamamlama, bütünlük ve mükemmellik koşulu yoktur, fakat bu, her birimiz bireysel benliklerimizden koptuğumuzda ve egolarımızın üzerinde birbirimizle pozitif bağda yeni bir varlık yarattığımızda ortaya çıkar.

Bu nedenle barış, eğitim içeren uzun bir süreçtir, böylece her birimiz mevcut koşulumuzdan kopabilir ve birlikte olduğumuz, yukarıda inşa ettiğimiz ve kendimizden koptuğumuz yeni mükemmel ve hepimizin bir olduğu bir yerde, bütünlük koşuluna bağlı kalmamız gereken bir koşula ulaşabiliriz.

Böyle bir koşula ulaşmak için, egolarımıza karşı hareket etmemize yardımcı olacak şekilde aramızda barışı sağlamak için, doğanın pozitif gücünü birbirimizle olan tutum ve ilişkilerimize çekmemiz gerekir. Bu süreç egolarımızı bastırmadan veya silmeden gerçekleşir. Aksine, egolarımızla birlikte, doğanın pozitif gücü bizi bölücü insan egosunun üzerinde sevgi ve ihsan etme eğilimi olan varlıklara dönüştürecektir. Başka bir deyişle, doğanın pozitif gücünü, onun sevgi, ihsan etme ve bağ örtüsüyle egomuzu sarmak ve örtmek için çekeriz ve bu bize doğru davranma ve barış koşuluna ulaşma yeteneği verir.

“Çevrimiçi Yaşam Rehberi” (Linkedin)

Beğenelim ya da beğenmeyelim, çevrimiçi yaşıyoruz. Evde kalmak, pandeminin bir yıldan fazla sürmesinden sonra küresel boyutlara ulaştı. Artık birbirimize bağımlı olduğumuz, çeşitli çevrimiçi iletişim araçları ve platformları aracılığıyla birbirimizi sürekli etkilediğimiz her zamankinden daha açıktır. Bu yeni gerçeklikten en iyi şekilde nasıl faydalanabiliriz? Yeni ilişkilerimizin doğasını incelemek için doğru “gözlükler” takarak nihai faydayı elde edeceğiz.

Uzayan COVID-19 krizinin bir sonucu olarak, iş yerlerinin ve işletmelerin uzun süre kapalı kalması, şu anda sanal olarak çalışan, okuyan, iletişim kuran ve sosyalleşen dünya çapında milyonlarca Amerikalı ve insan için istihdam ve yaşam tarzını değiştirdi. Çevrimiçi yaşamın, sağlık krizi sona erdikten sonra bile yaşam tarzımızın uzun süreli bir parçası olarak kalması bekleniyor. Yakın zamanda yapılan bir Pew Research araştırması, ankete katılan kişilerin tam zamanlı olarak evde çalışanların % 71’inin, kendilerine böyle bir seçenek sunulsa bile pandemi kontrol altına alındıktan sonra bile bunu yapmaya devam etmek isteyeceğini ortaya koydu.

“Normal” hayat dediğimiz şey asla tam olarak geri dönmeyeceğinden, yeni çevrede uygun ve anlamlı bir şekilde yaşamayı öğrenmemiz iyi olur. Tüm kalpleri, tüm zihinleri, tüm arzuları, tüm düşünceleri birbirine bağlayan – her şey ve herkes arasında bağlantı kuran görünmez iplikleri hayal edin. Bu bağlantı ağının iki olası durumu vardır: ilk doğal durum ve proaktif seçim ve farkındalık yoluyla ulaşmamız gereken daha gelişmiş bir durum.

İlk durumda, ağ içindeki bireyler yalnızca kendi çıkarlarını hissederler ve arzularını yerine getirmek için başkalarını kullanmaya çalışırlar. Böylesine kendine odaklı bir yaklaşım, ağ atmosferini olumsuz ve yıkıcı bir rekabetle, kontrol, bölünme ve nefret duygusuyla doldurur. Temel olarak, hiç kimse sakin bir biçimde uyumaz; herkes şu ya da bu şekilde acı çeker.

Daha gelişmiş durumda, bireyler ortak bir hedefe sahip bir kolektifin parçası olduklarını ve tamamen birbirlerine bağımlı olduklarını hissetmeye başlarlar. Kolektifin üyeleri arasındaki ilişki karşılıklılık, tamamlama, verme ve sevgiye dayanır. İkinci senaryodaki başarının tanımı, herkesin başkaları için en iyisini yapmaya çalıştığı toplumsaldır.

Bu iki durum birbirine tamamen zıttır. Birinci durumda hissedilen dünya zor bir dünya iken, ikinci durumda hissedilen dünya güzeldir. Nerede yaşayacağımı belirleyen kim? Başkalarına karşı tavrımla, ben belirlerim!

Herkesle egoist bir kendini tatmin etme bakış açısıyla ilişki kurarsam, ilişkilerimizin her geçen gün kötüleştiği bir dünyada her zamanki gibi yaşarım. Ama kişisel egoizmimin üzerinde, ben olmayanların endişelerini de içeren bir tavır geliştirmeyi başarırsam, ters bir dünya bana açılacaktır, daha yüksek ve daha olumlu bir dünya ifşa olacaktır. Bunu şimdi hissedemememin nedeni, onu anlamak için gerekli nitelikleri henüz geliştirmemiş olmamdır. Bu, radyo yayınlarının çalışma şekline biraz benzer: hangi istasyonu dinleyeceğimi belirleyen şey, alıcımın ayarlandığı dahili frekanstır.

İçinde yaşadığımız ağ, tek ve aynıdır, herkes arasındaki bağlantılar, onları hissetsek de hissetmesek de zaten vardır. Eğer  “Komşunu kendin gibi sev” şeklinde yeni bir doğa geliştirmeyi başarırsam ve başkalarına sevgi ve düşünceli davranırsam, bu ilişkiler ağında beni iyilikle dolduran sonsuz ve eksiksiz bir güç hattı olduğunu hissetmeye başlayacağım.

Bu güç kaynağı bizi mükemmel bir şekilde yönlendirir ve hayatın hiç kimse veya hiçbir şey tarafından engellenemeyen çok yüce bir amacı olduğunu ifşa etmek için, anlayışımıza ışık tutar. Bu tutum değişikliği, insan ilişkilerimizde uygulamaya konulursa, sanal çevremizi aydınlatacaktır ve hayatımızın her anının, bir parmak dokunuşuyla tüm yaratılışı dolduran sevginin gücüyle bağ kurmak için bir fırsat haline geleceğini anlayacağız.

Eşitliğe Nerede Sahip Olmalıyız?

Hepimiz doğa tarafından farklı yaratılmışız; bu farklılıkları etkisiz hale getirmeye, silmeye veya yok etmeye veya onları kötü, gereksiz veya tamamen yararsız olarak görmeye gerek yoktur. Aksine, aramızdaki tüm farklılıkları olabildiğince vurgulamalı ve onları daha belirgin hale getirmeliyiz.

Eşitlik nerede olmalıdır? Her insanın her an, mümkün olduğu kadar çok şey yapıp tüm topluma fayda sağladığından emin olunmalıdır.

Yorum: Ama burada bile eşit değiliz. Siz daha fazlasını yapabilirsiniz, ben daha azını yapabilirim.

Benim Cevabım: Ama ben her şeyi kendi gücüm dahilinde yaparsam ve siz her şeyi kendi gücünüzle yaparsanız, o zaman eşsiz yeteneklerimize göre eşit oluruz. Siz bu şekilde yaratıldınız, ben böyle yaratıldım. Bu yüzden elimden geldiği kadarını yapıyorum ve siz de yapabildiğiniz kadarını yapıyorsunuz. Biri akıllıdır, diğeri güçlüdür.

Soru: Bunu kim belirleyebilir?

Cevap: Hiç kimse yapamaz. Bizlere doğayı doğru bir şekilde anlamamız öğretilmelidir. O zaman bir kişiyi topluma katkısına göre değil; çünkü bazıları farklı nicelik ve nitelikte daha fazlasını yapabilir ve diğerleri daha az yapabilir, ancak kendine özgü koşullara göre ve kendini ne kadar verdiğine göre değerlendireceğiz.

Yorum: Bununla birlikte, kişi eşit fırsatlara sahip olmalıdır. Yetiştirilme tarzı ile ilgili konuşuyorsunuz, ama herkes aynı değil.

Benim Cevabım: Bu başka bir meseledir. Herkese, aynı değil ama uygun bir eğitim ve yetiştirilme sağlamalıyız.

Doğa açısından bakıldığında, kişiye toplumda doğru gelişim için ihtiyaç duyduğu en uygun imkânlar sağlanmalıdır, böylece toplum, kişiden kendi yararına verebileceğini azami ölçüde alır. Fırsat eşitliği budur.

Soru: Peki toplum için neyin iyi olduğunu kim belirler?

Cevap: Toplumun kendisi ve eğitim sistemi. Her şey eğitime bağlıdır. İnsanları, toplum için elinden gelen her şeyi yapma ihtiyacını hissetmeye zorlayacak şekilde olmalıdır. İdeal olarak, toplumun tüm üyeleri böyle hissettiğinde, o zaman onların eşitliğinden söz edebiliriz.