Gelişim Yapısını Açıklamak

Gelişim Yapısını Açıklamak

Bugün, bizimde bir parçası olduğumuz doğanın tek yasasından bahsedeceğiz. İlerledikçe belli bir gelişim yapısı olduğunu görürüz. Nesilden nesle binlerce yıl süresince doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyesinin gelişimini izledik.

Gelişimimiz aşama aşama gerçekleşir. Nesilden nesle, yıldan yıla ve hatta günden güne sürekli gelişiriz, ama nereye doğru? Bu soruya cevap vermek için, üzerimizde işleyen bu yasayı açıklığa kavuşturmamız gereklidir.

Bizim üzerimizde işleyen bir çeşit mekanizma vardır ve bu mekanizma tüm doğayı daha karmaşık, daha kaliteli, bütün parçaların birbirine bağlanarak daha iyi bir form aldığı belirli bir yöne doğru ilerletir. İstesek de istemesek de, bizi etkileyen ve gelişmeye zorlayan bu yasaya uymaya mecbur kalırız.

Bu ortak bir yasadır. Her şey onun etkisinde var olur: gezegenimizde gördüğümüz her şey, doğan ve hareket eden her şey.

Doğanın yasalarını bilimin sayesinde öğreniriz ve bir şeyi başarmak istersek, bu yasaların bilgisi başarı elde etmemize yardım eder. Kötü olandan kaçmayı ve iyi olana yakınlaşmayı, yanlışlarımızı ve hatalarımızı nasıl düzelteceğimizi daha iyi anlamaya başlarız.

Bu sebeple, diğer tüm yasaları da kapsayan (fizik, kimya, zooloji, biyoloji, botanik, astronomi, tıp, psikoloji –çok azının farkında olduğumuz ama yine de kendimiz için keşfetmemiz gereken-) bu yasayı bilirsek, bu bilgi bizi başarıya ulaştırır.

Bilim hayatımızı iyileştirir ve kolaylaştırır. Önceleri insan sabahtan akşama kadar çalışırdı, şöyle söylendiği gibi, “alnının teriyle, ekmek yemek”, fakat şimdilerde insan teknolojinin, kimyanın ve tüm tarımsal endüstrinin sayesinde binlerce insana ekmek sağlayabiliyor. Aynı şey giyim, inşaat, eğitim, kültür endüstrisi içinde geçerlidir.

Bugün öyle gözüküyor ki, tüm yasaların bilgisi ve sahip olduğumuz güçle, kendimiz için harika ve muhteşem bir yaşam kurabiliriz! Dünyanın hali hazırdaki durumunu ve nüfusun yapısını incelediğimizde görürüz ki, herkesin normal düzeyde, fakirlik sınırının üstünde yaşamasını sağlayacak, kaliteli ve farklı ürünler üretebiliyoruz.

Sorun, insanın egoist yapısı faktöründen ve doğa yasaları bilgisinden aldığı tüm potansiyeli doğru şekilde kullanmayı becerememesinden, kaynaklanmaktadır. Bize büyük bir bolluk verilmiştir, oysa bazılarının elinde çok fazla güç vardır: para, donanım ve pek çok şey, diğerleri ise yaşamak için gerekli olan şeylere sahip bile değildir.

Bu demektir ki insan doğası, güzel ve verimli olan bu gezegende iyi, rahat, huzurlu ve güvenli bir yaşam kurmamıza izin vermiyor. Bu sebeple amacımız insan doğasını anlamak ve hayatlarımızı nasıl iyileştirebileceğimizi anlamaktır ki böylece hem kendimiz hem de başkaları için doğru ve iyi bir yaşam kuralım.

Bu ancak yasanın bilgisiyle mümkün olabilir ve şimdi bu zamanda yasa açığa çıkmaya başlamıştır. Bu yasa diğer tüm güçleri içinde barındıran küresel gücün yasasıdır ve arzularımızı dikkate almadan (çünkü bunu artık istemiyoruz), insanları, ülkeleri ve medeniyetleri daha çok bağ kurmaya zorlamaktadır.

Yeni Bir Çağa Girerken

Bilimsel araştırmalara göre, gelişim yolumuz bizi ilerleten ve tek bir yapıya getiren genel yasayla belirlenir. Tüm insanlığın birbirine bağlanmış olduğunu hissetmemize olanak sağlayan, aramızdaki bağı keşfetmek zorundayız.

Birçok bilim adamı bunun, gelişimimizin yolu olduğunda hemfikir. Bu yasayı kabul etmeye hazır olmayışımızın sebebi, doğamıza ters düşmesidir.

Her insan sadece kendini düşünmeye alışmıştır ve başkalarına bağlı olduğunu anlamak istemez. Ancak, eğer insan başkalarına bağlı olduğunu idrak edip, bunu kendi gözleriyle görürse, önceliğini başkalarının iyiliğine verecektir ki böylece o da karşılığını alsın!

Sorun, dünyanın yuvarlak olduğunu ve her şeyin birbirine bağlı olduğunu görmek istememizdir. Esasında, bugün yaşadıklarımızın sebebi budur. Son birkaç yüzyıldır alışmış olduğumuz yaşam biçiminden bizi zorla ayıran bir kriz aşamasında olduğumuz kesindir.

Çok çalışmaya, çok kazanmaya ve çok harcamaya alıştık. Sadece satmak için yararsız şeyler üretiyoruz. Hepimiz bir güvenlik çemberine ihtiyaç duyuyoruz: banka hesabı, emeklilik fonu, sağlık sigortası, güzel bir ev ve hayatımızın sonuna kadar bizi ve çocuklarımızın güvenliğini sağlayacak olan pek çok şey. Amacımız bu.

Şimdi bunun doğru olmadığı ortada! Doğa bütün planlarımızı bozuyor. Zengin insanlar, nüfusun geri kalanı, sözde orta sınıf ve fakirler, şimdilerde artık rüyalarını gerçekleştiremiyor.

Doğa bizi sadece kendimiz için iyi bir hayat kurma arzusunu yerine, aramızdaki bağda güven, refah, gelişim ve iyilik talep edeceğimiz, bir yöne doğru ilerletiyor.

Tüm geçmiş kuralları yıkan, genel kriz sayesinde bunları görebiliyoruz. Şimdi yeni bir döneme giriyoruz!

Tek Yasanın Şemsiyesi Altında

İlk kez olarak, kaotik gözüken ve doğanın birbirine bağlı olmayan sayısız, farklı yasaları yerine, üzerimizde işleyen tek bir yasayı hissetmeye başlıyoruz. Hepimiz onun şemsiyesi altındayız ve beraberce tek birlik olarak aynı yöne doğru gidiyoruz.

Daha önce insanlığın benzer bir durum yaşaması hiç olmamıştı. Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa ve Afrika, Asya ve Sibirya, hatta Avustralya ve Yeni Zelanda hepsi düşüş sürecinde, depresyon aşamasında ve hangi toplumda yaşadığımız, hangi dine ya da medeniyete ait olduğumuz ve toplumun yapısının nasıl olduğu, hiç fark etmiyor. Devasal bir bulut dünyamıza doğru alçalıyor ve hepimizi sarmalıyor.

Gerçekten birbirimize bağlıyız. Bilim adamları bunu keşfediyor, bizde kriz sayesinde ve aramızdaki bağın sonucu olarak bunu hissediyoruz. Herkes dünyadaki herkese zincirle bağlı; bir “kelebek etkisi” durumu; bazı araştırmalar gösteriyor ki, bir insanın düşüncesi iklimi etkiliyor ve depremler ve tsunamiler insanlar ve onların yaşam tarzıyla bağlantılı.

Bu demektir ki, hepimiz bizi zorla bağlayan tek bir yasayla yüz yüzeyiz ve eğer daha iyi bir yaşam istiyorsak, doğadan uzaklaşmadan ona nasıl yaklaşacağımızı, herkesle doğru, iyi ve güzel niyetlerle bağ kurmayı nasıl isteyeceğimizi öğrenmek zorundayız.

Sonra doğanın yasalarına karşı gelmeden beraberce ilerleyeceğiz ve her durumda doğa kazanacak! Doğanın yasalarını değiştiremeyiz; çünkü onlar ticari kaygılara dayanarak toplum yasalarını şekillendiren hükümet yasalarına benzemez.

Bu yasa bizim üzerimizdedir, tıpkı fizik, kimya ve biyoloji gibi. Tek yapmamız gereken onları öğrenip, doğru şekilde kullanmaktır. Bu sebeple bu yasayı anlamak zorundayız ve ona mümkün olduğunca bağlanmak zorundayız. Bu yasa tüm doğanın genel yasasıdır.

İnsan Doğasının Analizi

Konuyu netliğe kavuşturmak için şu soruyu sorabiliriz: “Doğaya benzer olabilmek için, kendimizde tam olarak neyi değiştirmemiz gerekir?” Eğer onunla ahenge ve dengeye gelirsek, huzur, doyum ve barışı hissederiz. Kartopu gibi gittikçe büyüyen sorunlarla, savaşlarla, ailelerin kopmasıyla, hastalıklarla, salgınlarla, tsunamilerle ve doğal afetlerin diğer manifestolarıyla açığa çıkan doğanın baskısını, bu şekilde hissetmemiş olacağız. Öyleyse, kendimizde gerçek anlamda neyi değiştirmemiz gerek?

Bu soruya cevap arayışı bizi insan doğasını incelemeye yönlendirir. İnsanın içsel doğası arzudur: yaşamak, iyi hissetmek ve haz almak, diğer bir deyişle bitmeyen doyum arayışı. Ve bu arzuların bir kısmı belli bir noktada boştur. Diyelim ki, dinlenmek istiyorum, bu demektir ki dinlemek arzusunu doyurmak istiyorum, eğer yiyecek arzumu doyurmak istersem, o zaman yemek yerim.

Genellikle yiyecek, seks, aile, para, şeref, güç ve bilgi gibi arzularımız vardır. Tüm bu arzular diğer arzuları da içinde barındıran temel arzulardır. Bedenimin yiyecek, üreme gereksinimlerini karşılayan arzular ve bunlarla beraber zenginlik, şan, güç ve bilgi gibi “insan” arzuları, diğer birçok arzuya ve onun türevlere bölünmüştür. Eğer başka seçeneğim yoksa bu arzuların yardımıyla, doğanın gücüne benzer hale gelmek için diğer insanlarla birleşmem gerektiğini anlar, sonrada her bir arzumu düzeltirim.

Sonuç olarak, tüm bu arzulara “zevk peşinde olmak” ya da “haz alma arzusu” denir. Onları düzeltmek için onları neye yönlendirmem gerekir? Herkesin menfaatine doğru yönelmelidir. Sadece kendimi hazla doldurursam böyle bir arzuya “egoist arzu” denir. Dolayısıyla, her bir arzumu ortak iyiliğe yönlendirmeliyim ve sadece herkesin iyiliği için olan arzuları kabul etmeliyim.

Başka bir şansımız yok gibi görünüyor. Eğer hepimiz bir aileysek, o zaman herkesi dikkate almalı ve herkesi bir bütün olarak düşünmeliyiz. Bizi buna zorlayan yasa tektir. Bu sebeple her bir arzumu herkese doğru yönlendirmeliyim. Ancak burada bir sorun ortaya çıkıyor: Bu nasıl başarılacak?

Ben bunu idrak etsem, bilim adamları onaylasalar bile (psikologlar, sosyologlar ve başka bir şansımızın olmadığını söyleyen bilim adamları), doğamın tam tersine, kendi hayat tecrübemden görürüm ki başka bir seçeneğim yok. Doğam önce kendisi için almaya, kendi ihtiyaçlarını karşılamaya ve başkaları için endişelenmemeye inanır. Belki de başkalarıyla ilgilenmeliyim, sadece bu kendimi daha iyi hissetmeme neden olabilir.

Ancak, bu yeterli değildir. Her şeyden evvel, ailemle ilgili olarak böyle hissetmem. Tüm aile üyelerini bir kişi olarak ve karşılığını alacağım hesabı yapmadan nasıl mutlu edeceğimi, düşünürüm.

Bu yasa bizi herkesi bir görmeye zorlar, tüm dünyayı tek bir aile gibi, böylece bu bizim için bir alışkanlık olur. Bunu yapmak için tam olarak neye ihtiyacımız var? Her birimiz başkalarıyla ilgilenmeli ve hep beraber bizi birbirimize bağlayacak, yeni bir bütünsel eğitim sistemi oluşturmalıyız, edindiğimiz izlenimler ve yaptığımız eylemler başka bir yolun olmadığının kanıtı olacaktır.

Alışkanlık İkinci Doğamızdır

Doğada egolarımızın üstesinden gelebilme ve birbirimize yakınlaşma umudunu bize veren, genel bir yasa mevcuttur. Bu yasa alışkanlıklarımızın bizim ikinci doğamız olacağını ifade eder.

Bunu kendimizde görebiliriz. Diyelim ki çocukluğum ve tüm hayatım boyunca, olumlu sonuçlar elde etmek ve istenmeyen sonuçlardan kaçınmak için bazı eylemler yapmaya alışkınım. Sıkça tekrar edilen bu eylemler nedeniyle bir alışkanlık oluştururum. Bu benim için haz alma arzusuna benzer bir durum haline gelir, çünkü alışkanlıklarımdan haz alırım.

Kişi bu eylemleri alışkanlık haline getirir. Her şey, çevrenin kişiyi bir şeyler yapması için nasıl zorladığına, kaç kişinin bu şekilde davrandığına ve onu çevreleyen her şeyden ne kadar destek aldığına bağlıdır.

Dolayısıyla, eğer bir eğitim sistemi oluşturur ve her insana destek sağlayacak bir çevre organize edersek, kişi herkesin birbiriyle ilgilenmesi unsurundan etkilenmiş olacaktır. Bunu oluşan olumlu havada ve medyada bulacaktır.

Buna ilaveten, herkes bunu bir amaç doğrultusunda yaptığımızı bilecek. Sanki hepimiz tek bir aileymişiz, kendimizle ilgilendiğimiz kadar başkalarıyla da ilgiliymişiz gibi birbirimize rol yapıp, iyi davranacağız. Bu oyunu sürekli oynamak zorundayız. Sanki ıslah olmuşuz gibi davranacağız. Peki bunun bize yararı ne olacak?

Bu alışkanlık nedeniyle aşamalı olarak, kamuoyu ve çevrenin de etkisiyle, bu yönde düşünmeye başlayacağım ve bu davranıştan bir izlenim edineceğim. Bir alışkanlık yaratacağım ve farklı bir şekilde davranmayacağım. Bu niteliği talep etmemiş, geliştirmek için kendimi zorlamış ve başka şansım olmadığı için onaylamış olsam bile, bu nitelikler benim doğam olacak, sanki bu şekilde doğmuşum gibi davranacağım.

Dolayısıyla, şu yasayı anlamak zorundayız, “alışkanlık ikinci doğamız olur”. Her şey kişinin bu oyunu unutmaması ve bu şekilde ilerlemesi için kendinin ve çevresinin baskısı altına ne kadar girdiğine bağlıdır. Bizde küçük çocuklar gibi bunu oynayacağız.

Çocuklar oynadığı zaman, kendilerini önemli bir şey yapıyormuş, yeni bir şey inşa ediyorlarmış gibi hayal ederler. Fakat biz bunun oyun olduğunu biliriz, ciddi değildir ve eylemlerinde gerçek olan bir şey yoktur. Yanlışlar yaparlar, yıkıp,  yaparlar, tekrar yıkıp, tekrar yaparlar. Ancak, bu tarz oyunlar sebebiyle gelişir, büyür ve akıllanırlar.

Oyunlar olmadan çocuklar vahşiler gibi büyür, tıpkı küçük bir hayvanın büyümesi gibi. Psikologlarda dahil en parlak beyinleri kullanan enstitüler, çeşitli materyaller (Legolar ve oyun hamuru gibi) kullanarak çocukların oynayacağı bu özel sistemleri, onların ilgi alanlarını dikkate alarak (arabalar, bebekler gibi) yaratırlar. Bunun için çeşitli araç ve bilgisayar programı kullanırlar. Bu sebeple de çocuklar gelişir.

Oyunlar olmadan fiziksel gelişim de mümkün olmaz. Biz buna spor diyoruz, çünkü spor aynı zamanda eğitim almayan ve spor yapmayan ortalama bir insanın gücünün çok üstünde bir başarı elde etmek için yaptığımız fiziksel aktivitelerden oluşan bir oyundur. Sürekli çalışma alışkanlıkları sebebiyle atletlerin büyük başarı elde ettiğini görüyoruz.

Uzun yıllar beraber yaşayan insanların da aynı bakış açısına sahip olduğunu da görürüz; birbirlerini kelimeler olmadan anlayabilirler. Tüm bunlar aynı çatı altında yaşama alışkanlığının, birbirini görme ve farkında olmadan hissetmenin, bir sonucu olarak ortaya çıkar ve bu şekilde aralarında ortak bir anlaşmaya varırlar.

Aynı şekilde uluslar ve medeniyetler, farklı ve birbirine yabancı insanların, o ulusa özgün belirli bir nitelik oluşturuncaya kadar, birbiriyle iletişim kurmalarıyla meydana gelmiştir.

Alışkanlıkların bizim ikinci doğamız olması yasası bizim için özellikle gereklidir, böylece arzu etmediğimiz eylemler ve bize doğal gelmeyen ilişki şekilleri vasıtasıyla, kendi doğamıza karşı olan nitelikler edinmiş oluruz. Bu yeni nitelikler içimizde vardır ve onlar sayesinde kendimizi yeniden inşa ederiz.

Amacımız Doğayla Ahenge Gelmektir

Bizler sadece haz alma arzusuyla doğmuşuz ve hayattaki diğer her şey bizim için önemli değildir. Annesinin rahminden ayrılan bir bebek için de aynı şey geçerlidir; kendini düşünür, sadece kendini hisseder ve etrafındaki dünyanın farkında değildir. Birkaç hafta sonra, gözlerini açmaya, duymaya, algı organlarını kullanmaya ve diğer insanları fark etmeye başlar. Böylece tüm ihtiyaçlarını doyurmak için yaşamdan, çevresinden (öncelikle annesinden)  istediği şeyleri alır.

Egoist arzuların bize doğuştan bir amaç için verildiğini anlamalıyız, böylece ikinci doğamız olan alışkanlıkların yardımıyla, yeni bir özgecil formu onun üzerine inşa edebiliriz: ihsan etme ve birlik formu.

Şimdi bunun tersi bir aşamadayız; bölündük; her birimiz bir başkası pahasına kazanmak istiyoruz; kimse bir diğerini hesaba katmıyor ve ayrıca birbirimizin tersine hareket ediyor, anlaşmaya varamıyoruz. Ancak, doğa amaçlı olarak bize bu negatif niteliği verdi, emrimizdeki bu gücü kullanarak, aramızda pozitif, iyi bir bağ kurabiliriz.

Bunu kapsamlı ve bilinçli bir şekilde yapmalıyız. Bu şekilde, doğanın ihsan etme niteliği olan sevgi ve iyiliğin genel yasasına benzer bir insan imajı yaratarak, birliğe varabiliriz.

Aslında bu yasasının kötü olmadığını ve etkilerini sıkıntı olarak hissettiğimiz bize negatif gibi görünen, tüm kötü güçlere (örneğin boşanma, uyuşturucu bağımlılığı, terörizm, nükleer savaş tehdidi ve korkusu, ülkeler arasındaki çatışma, hastalıklar ve çevresel, ekonomik ve finansal kriz) ihtiyacımız olduğunu idrak edip, onları sevginin ve birliğin gücü olan ihsan etme gücüyle dengeleyebiliriz. Bugün, eğer bu yasanın etkisinin negatif olduğunu düşünüyorsak bunu sebebi bizim ona ters olmamızdır.

Gündelik yaşantımızda da bunu hissederiz. Eğer sıcak ya da soğuk olursa, bu değişimleri dengeye getirmek için ne yapılması gerektiğini bilmem ve ısıyı normal değerlere getirmem gerekir. Eğer suyun altına batarsam, kuvvetli bir basınç hissederim. Eğer dağların tepesine çıkarsam, oksijen eksikliğine maruz kalır, nefes almakta zorlanırım. Bu sapmaları telafi etmek için, kendimi doğayla dengeye getirmem gerekir.

Bize birçok sıkıntı veren doğayla, ahenge gelmek için ne yapmalıyız? Her yönden gelen darbeleri hissediyoruz. İnsanlık, başına gelen ortak tehdit altında kendini birleşmiş hissediyor.

Niteliklerimizin doğanın niteliklerinin tersi olduğunu biliyoruz, bunu dengelemeli ve bu niteliklerin tersine hareket etmeliyiz.

Eğer doğa üzerimize negatif bir etki uyguluyorsa, bunun üstesinden gelip, kendimizi düzeltmeli,  niteliklerimize göre ona karşılık vermeli ve bu darbeleri pozitif ve dengeli olarak algılamalıyız. Bunu yaparsak çevresel sorunlar, aile ilişkileri düzelir, ülkeler arasındaki bağ ve ekonomi güçlenir ve yaşantımız mutlu ve rahat olur.

Bu fırsatlar, kendimizde ve aramızdaki ilişkilerde değişiklikler yapmamız için bize verilmiştir. Bu şekilde doğaya yaklaşır ve kendimizi onunla ahenk içinde hissederiz.

Ayrılmak İstemiyorum!

Doğanın tek yasasının bizi bir bütün olarak etkilediğini ve bizi onunla dengeye getirmek istediğini biliyoruz. Bir olmak için birleşerek, yaşadığımız dünyayı anlamaya başlarız.

Hiç istemediğimiz halde birbirimize karşı iyi düşünceler oluşturarak ve “alışkanlıklar ikinci doğamız olur” kuralını oyun vasıtasıyla uygulayarak, bu bağa geliriz. Bunu nasıl başaracağız? Etrafımızı saran çevrede ve toplumda bunu gerçekleştirmek zorundayız.

Topluma karşı her insanın belli bir konumu vardır. Birey ve toplum arasında, herkesin kendini topluma karşı yükümlü hissedeceği, toplumun iyiliğinin ona bağlı olacağı ve kendi iyiliğinin de topluma bağlı olacağı, bir ilişkiler sistemi kurmak zorundayız.

Bunu başarmak için, egomuzun yönlendirmesiyle gelişen insan ilişkileri yapısını ve “herkesin egoist ihtiyacına göre” prensibinin özünü, tekrar düzenlemeliyiz. Bugün bu prensip çalışmamaktadır ve yaşadığımız kriz genel ve bütünseldir.

Bu sebeple çevremizle, birbirimize bağlı olduğumuz gerçeğine dayanan, yeni bir ilişki yapısı oluşturmalıyız. Eğer çevre kişiden iyi bir tutum sergilemesini talep ederse, doğru davranış örneğini tıpkı bir annenin çocuğunu yetiştirirken yaptığı gibi, vermelidir.

Bizi çevreleyen toplum, üzerimizdeki etkisini tamamen değiştirmelidir. Her şeyin ötesinde bu medyaya ve eğitim sistemine bağlıdır. En kısa zamanda tekrar yapılandırılmalı, birbirimizle ve çevremizle olan ilişkilerimizi düzeltme ihtiyacı hissini vermek için, değiştirilmelidir. Çevre, içinde geliştiğimiz bir çeşit kuluçka makinesidir. Isı, nem, oksijen seviyesi ve tüm parametreler kuluçka makinesine en optimal şekilde yerleştirilir, böylece sağlıklı tavuklar rahat bir ortamda çabucak yumurtlar.

Etrafımızda içinde kendimizi rahat, sıcak ve mutlu hissedeceğimiz, ayrılmak istemeyeceğimiz, verimli bir “sera”, yani çevre inşa etmeliyiz! Tıpkı normal bir gelişim için her şeyin oluşturulduğu annesinin rahminde, tam bir güvenlik içinde büyüyen bir bebek gibi, bizde herkesin düzgün ve rahat bir şekilde geliştiği bir çevre inşa edebiliriz.

Kendimizin ve diğer herkesin yararı için (herkes diğeriyle ilgilenmek zorunda) böyle bir çevre oluşturarak, büyük bir aile oluşturabiliriz, o zaman hepimiz kardeş oluruz.

Yeni bir Meslek: İnsan

Doğaya ve bir bütün olarak birbirimizle bağ kurmaya bizi zorlayan yasaya olan tavrımız, çevrenin içinde açığa çıkar. Bu sebeple çevreye olan tavrımız, doğanın kendisine olan tavrımızdan daha önemlidir. Önemli olan insanın kendine bir çevre oluşturmasıdır.

Binlerce, milyonlarca insanın işlerinden çıkmaya zorlanarak işsiz kalması boşuna değildir; öğretmenler, eğitimciler ve yöneticiler için kurslar açmalıyız. Bu çalışmayla her birimiz bir öğretmen, bir eğitimci olacak ve başkalarına yardım edecektir. Dolayısıyla, herkes bu eğitim sürecinden geçmek zorundadır ve  “İnsan” olmak için yeni bir “meslek” edinmelidir. Her birimiz doğada ne olduğunu ve içimizde neler olduğunu, aramızda ne tip bir ilişki kuracağımızı anlayabileceğimiz, bir seviyeye yükselmek zorundayız.

Araştırmalara göre, eğer kişi kendisini karşılıklı iletişimin olduğu bir çevrede bulursa, ondan kaçamaz. Bu çevre onu zorlar, sarmalar ve bilerek ya da bilmeyerek onu değiştirir. Örneklerden çevrenin çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğini görüyoruz. Çevre bizi eğitir ve bu şekilde yeni davranış kalıpları, ilişkiler ve yeni değerler oluştururuz.

Bu sebeple, yiyecek, seks, aile, para, güç, bilgi ve yüzlerce çeşit arzumuzu dikkate bile almayız. Bu arzuları nasıl kullandığımıza değil, onların gittiği yöne bakmalıyız (bu en önemlisidir!). Diğer bir deyişle en önemli şey, tüm arzularımla beraber kendi “ben”imi kullanırkenki niyetimdir. Becerilerimi toplumun yararı için kullanmalıyım, böylece “ben”, “biz”e dönüşür. Tüm insanların bir araya gelmesi demek olan “biz” kavramından, “Bir” olma kavramına geliriz. “Bir” kavramı hali hazırda bizi yöneten tek yasayla birlik içinde ve denge halindedir.

O zaman kişi, “insan” olur kendi doğasını ve genel doğayı anlamaya başlar. Bu yolda ilerlerken birçok içsel yasayı, psikolojinin ve evrenin yasalarını öğrenir ve bizi etkileyen tek gücün derecesi olan en yüksek dereceye ulaşarak, doğada var olan her şeyi idrak ederiz. Bugün kriz olarak algıladığımız durum, bizi bu yola yaklaştırır. Bu kurs kişiye insan olmayı ve en iyi, en güvenli, en rahat ve en sağlıklı aşamaya nasıl ulaşacağını, öğretmek için düzenlenmiştir. Dolayısıyla, bizi yeni bir çağa, iyilikle dolu yeni bir dünyaya yönlendiren bu aşamaya, şükretmeliyiz.

Ancak bugün, henüz bu sürece başlamadık ve halen daha farkında değiliz; hayatımız amaçsız gibi görünmekte; çocuklarımızı ve torunlarımızı bekleyen acılardan korkmaktayız. Bu yüzden insanlar çocuk yetiştirmek istemiyor ve onların bu dünyadaki yerini bile tam anlayamıyor. Oysa her şey bunun tam tersidir! Kelimenin tan anlamıyla, “kriz” demek yeni bir doğuş, yeni bir insanlığın başlangıcı demektir.

Bu tek yasayı anlamaya başlamak zorundayız ve kısa bir zaman sonra birkaç hafta içinde, bunun ne kadar işe yaradığını, alışkanlıklarımızın nasıl ikinci doğamız olduğunu ve birbirimize iyi davranmadan yaşayamadığımızı, göreceğiz. Eğer kaza eseri bunu unutursak, kendimize birbirimizle bağ içinde olduğumuzu, herkesin bir diğerini hissettiğini, bunun ne kadar sıcak ve arzulanan bir aşama olduğunu, öyle ki bunu tekrar yaşamak isteyeceğimizi, hatırlatmalıyız.

Umalım ki, karşılıklı destek sayesinde, sevginin iyi doğasını edinmemize yardım edecek alışkanlık oyunuyla, bu aşamaya gelebilelim.

İki Güç – Bir Yasa

Soru: Tüm yaratılışı kontrol eden tek bir üst gücün varlığı ile ilgili soru, insanlar arasında tartışmalara sebep oluyor. Bazıları var olduğuna, bazıları da olmadığına inanıyor. Siz birinci gruba, dinlere bağlı olan yaklaşıma mı dahilsiniz?

Cevap: Hayır, bunun dinle bir ilgisi yok. Ben hiçbir varsayım olmadan tamamen doğanın nesnel ölçümleriyle ilgileniyorum. Bu yaklaşım, ne dine ne inanca ne de tarihsel kökleri olan hiçbir yöne bağlı değildir.

Soru: Doğanın çalışmasına dayanarak, şunu nasıl anlamalıyız “tüm yasaları içine alan yasa”?

Cevap: Eğer bu konuşmayı araştırma ve deneylerden elde edilen bilimsel verilere dayandırırsak, bu sorulardan önce gerçek kanıt gelecektir. Bu konuda pek çok fikir var, fakat biz doğanın ve toplumun verilerine dayanıyoruz.

Doğanın bir olma düşüncesi vardır ve biz bundan sadece birbiriyle ilgisi yokmuş gibi görünen bilgi parçacıkları çıkartıyoruz. Fakat şimdi fizik, kimya, biyoloji, zooloji ve diğer bilimler iç içe geçmiş durumda. Biz her maddenin yapısını, atomları ve her türlü bağlantıyı öğreniyoruz. Bu yapılar geniş bir yelpazededir, ortak güçlerdir, fakat doğanın her seviyesinde (cansız, bitkisel, hayvansal ve insan), o seviyeye bağlı olarak çalışırlar.

Örneğin, atomun içindeki güç, parçacıklara saldırıp, onları iterse, hayvansal bir bedende ciğerlere baskı yapar ve onu büyütür, beyin seviyesinde ise uzlaşma ile şüphe arasında bir karşıtlık yaratır. İki zıt güç çalışır, fakat tüm doğa dengeye doğru hareket ettiği için, onları dengeleyen tek bir güçle kontrol edilirler.

İki gücün doğadaki varlığı, her iki gücü de kontrol eden bu tek yasayla ters düşmez. Modern bilim, birbirimize ihtiyacımız olduğunu ortaya koyar ve insan seviyesindeki bu kriz bizi, tek bir sistem içinde var olduğumuzu anlamaya zorlar. Bu sadece doğaya değil, “insan” doğasına da aittir.

İklimi ve diğer süreçleri incelediğimizde, meydana gelen her fenomenin, herkesi ilgilendirdiğini öğreniyoruz. Ancak, şu andaki durumda tamamen kırılmış bir tablo var, çünkü sadece realitenin küçük bir kısmını algılıyoruz. Acı çektiğimiz ve hoş olmayan durumlar yaşadığımız için, mümkün olduğunca kısa bir sürede tüm bunları öğrenmeli ve negatif güçleri olumluya çevirmeliyiz.

Vahşiden İnsana

Eğer “doğanın gücü” terimi tam anlamıyla açık değilse, gelişim aşamalarını, iyiliği arayan sıradan bir insana, deneylerin delilleriyle açıklayabiliriz. Hepimiz için açıktır ki, birbirimize karşı iyi davranışlarda bulunmamız, suçun olmaması, huzur ve güvenlik içinde olmamız, iyi bir şeydir. Eğer birbirimize yardım edersek ve herkes diğerlerinin sahip olduklarına sahip olursa, bunun şu andaki acınası yaşantımızdan daha iyi olacağı kesindir! Herkes bununla hemfikirdir.

Güzel! O zaman şimdi çevrenin üzerimizdeki etkisini hayatın her alanında karşımıza çıktığı için, kabul edelim. Herhangi bir grup, üyelerini ikna yoluyla değiştirebilir. Bir insan, eğer etrafında siyahın beyaz olduğunu söyleyen 20-30 kişi varsa, kendi de tamamen farklı düşünmeye başlar. Bu inkar edilemez şekilde kanıtlanmış bir durumdur.

Dolayısıyla, eğer çevre bireyin üzerinde bir etkiye sahipse, herkesin birbirine iyi davrandığı, yapay bir çevre yaratabiliriz. Herkesi bu şekilde davranmaya mecbur ederiz ve önceleri her aykırı davranış nazik bir uyarıyla cevap bulurken, sonraları kesin olarak ret edilir.

Başka seçenek yoktur. Her şeyden önce bir insanın sahip olmak istediği pek çok şeyi yaşamak istiyoruz: bir ev, yiyecek, aile, sağlık, tatil ve bunun gibi. Tüm bunlar banka hesabındaki birçok sıfır şeklinde değil, standart oranlarda olmalıdır, yani kişinin doğal ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde.

Eğer bunu arzularsanız, herkesin herkesle ilgilendiği böyle bir çevreyi oluşturma şansınız var. Bu ancak birbirimize karşı davranışımızı değiştirdiğimizde gerçekleşir. Ayrıca, birbirimize ilgili davranır, bu davranış biçimini benimser ve iyi bir çevredeymişiz gibi hareket edersek, alışkanlıklarımız ikinci doğamız olur. Tam anlamıyla böyle olmalıyız!

Şimdiye kadar etrafımızdaki her şeyi yutmaya hazırlanan, vahşiler gibiydik. Bu oyuna katılarak, kendimizi bir eldiven gibi tersine çevirebiliriz. Bir zaman sonra, herkes değişecektir ve vahşiden insana dönüşecektir.

Sonuç olarak, tamamen yeni bir toplum olacağız: Daha fazla fırsatlara sahip olacağız. Doğayla dengeye geldiğimde, onu hissetmeye ve sonra da içimde yarattığım mekanizmaların ve tersine dönmüş dünyaların yardımıyla, kelimenin tam anlamıyla yeni beceriler edineceğim. Doğanın tüm yasalarını biliyor olacağım çünkü aslında ona benzerim.

Bunda gerçek olmayan ne var? Haydi birlikte oynayıp, böyle ilişkiler kuralım. Başka seçeneğimiz yok! Her şey eğitime bağlıdır, yani çevrenin etkisine. Bizler yeteri kadar büyüdük, tecrübe edindik ve zeki insanlarız. Tehditkar bir gelecek görüyoruz ve burada hiç mistik olmayan bir tutam tavsiye veriyoruz.

İnsanlığın bu gelişimden kaçma şansı hiç yok ve bu hastalığı engelleyecek, bir çare öneriyoruz. Doğanın tüm negatif etkilerini, onunla uyumsuz olduğumuz için yaşıyoruz. Dolayısıyla, tecrübe ettiğim her darbe doğayla dengesiz olduğumu gösterir. Örneğin, eğer soğuksa, ısıyı yükseltir ya da üstüme sıcak kıyafetler giyinirim; eğer gürültülü bir ortamdaysam, ya ses azaltıcı bir sistem kurarım ya da kulaklarımı tıkarım. Diğer bir deyişle, her fenomenin karşılığında bir eylem yaparım.

O Önemli Kelime “Doğa”

Soru: Ders sırasında neden “doğa” kelimesini, çok kullanıyoruz?

Cevap: Çünkü bizi etkileyen ve reaksiyon göstermeye zorlayan belli bir alanda kendimizi bulduk. Her taraftan sarılmış durumdayız ve kaçacak yerimiz yok. Dolayısıyla, ben bu fenomene “doğa” diyorum ve onun içinde her seviyede herkesi etkileyen tek bir yasa görüyorum: küresel ve bütünsel sistemlerin genel eşitlik yasası.

Farklı sistem araştırmaları gösteriyor ki, tek bir yasa çalışan tüm sistemleri dengelemeyi amaçlıyor. Doğa en huzurlu, en rahat ve dengeli bir aşamayı maksimize etmek eğiliminde. Suyun en düşük seviyeyi doldurmayı istemesi gibi, doğada bu şekilde hareket ediyor. Bu eğilime göre ayrılmak yerine bizler de birleşmeli ve bir olmalıyız. Toplumu çalışan bilim adamları tarafından yapılan sayısız çalışma, bunu kanıtlıyor.

Soru: Ekolojinin ve bedenimizin durumunun doğaya bağlı olduğu açık; doğayı belirleyici bir faktör olarak kavramlaştırıyoruz. Ancak, doğa ekonomik krizi, işsizliği ve iflasları kontrol ediyor gibi görünüyor.

Cevap: Bütünsel ve küresel dünyada insanlığın genel eğitimiyle ilgili olarak konuştuğumuzda, dünyayı eksiksiz olarak inceliyoruz demektir. Dünya ortak bir sistemi temsil ediyor ve “bütünsel” kavramı, sistemin tüm parçalarının birbirine bağlanması ve onları bağa ve dengeye getiren bir yasa, bir güçle, çalıştırılması demektir. Ben buna doğa diyorum.

Diğer bir deyişle, cansız, bitkisel, hayvansal ya da insan seviyelerine ait olmayan bir şeyden bahsetmiyorum. Sadece var olan tüm yasaların bütünsel, küresel sisteme ait olduğunu ve tek yasanın kontrolü altında olduğunu söylüyorum: eşitlik yasası, homeostaz.

Bu yasayı fizikte de görüyoruz: Beden dinlenmek, hareketsiz kalmak ve enerjiyi minimal düzeyde harcamak ister. Sıcaklık ve basınç arasındaki farklılıkların, benzer olmak için dengeye gelmesi gibidir. Burada tartışılacak bir şey yoktur.  Bunlar okulda öğrendiğimiz termodinamik yasalarıdır.

Bunu insanlığa açıklıyorum, çünkü herkesin birbirine bağlı olduğu küresel dünyayı algılamak, tek yasanın etkisini tecrübe etmek ve bunu izlenmek gerekmektedir. Benim amacım insanlığı bu dünya görüşüne getirmektir. Eğitime ilave olarak, ayrıca bilgi de veriyorum. İnsanların felsefeye, psikolojiye ve büyük çaplı bilgiye ihtiyacı var. Bu öğrenme süreci kısa bir kursla bitmez, tüm insan hayat boyunca devam eder.

Acil Bir Müdahaleye İhtiyaç Var

Soru: Doğada var olan gelişim programı fikri, genellikle dinsel görüş açısıyla bağdaştırılır.

Cevap: Bu doğru değil! Gelişim programını üst güçle bağdaştırmam. Eğer bir fenomeni 1.aşamadan daha gelişmiş 2.aşamaya ilerletmek isterseniz, her iki aşamanın da gelişim metodunu bilmek zorundasınız. Bu şekilde olur. Doğa yanlış yapmaz; her yaratılmışı en iyi şekilde nasıl yönlendireceğini bilir: neye doğru? Çevreyle dengeye gelmeye!

Her aşamada, doğa her tip arzudan çevre için uygun olan gelişmiş bir form yaratır. Burada üst güce ihtiyaç yoktur. Bu gelişim yasasıdır ve bizi bu şekilde etkiler.

Toplum olarak biz şimdiki aşamamızdan, bir sonraki aşamaya çevremizle beraber kendimizi iyi hissetmek için, dengeye nasıl geleceğiz? Burada gelişim yasası durur çünkü kişi bir sonraki dengeli formu idrak etmeli ve kendi başına ona doğru ilerlemelidir.

Bu demektir ki, özel bir krizin içindeyiz, çünkü gelişim sürecinde insanın müdahalesine ihtiyacımız var. İnsan daha akıllı olmak ve doğanın yasasını, gelişim kavramını anlamak ve çevresine göre gelişmek zorundadır. Yani kendimi çevre vasıtasıyla geliştiririm ve doğa, buna olan ihtiyacı içimde uyandırır. Huzurlu olamam; krizi hissediyorum, fakat bundan nasıl çıkacağımı bilmiyorum.

Neden? Çünkü gelecek aşamayı bilmeli, keşfetmeli, anlamalı, yokluğunu hissetmeliyim ve çevrenin yardımıyla beni doğru geliştirecek doğayı kendim yaratma oyununu oynamalıyım.

Bu mümkün mü? Evet, mümkün! Şimdi doğanın programının bizi itmesine gerek kalmadan harekete geçmek, bu programı anlamak, bir gelişim programı oluşturmak için aklımızı çalıştırmak ve ilerlemek, zorundayız.

Tartışma | Share Feedback | Ask a question




"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed