Neden Yaratanı Kıskanırım?

Soru: Yaratan’ı kıskanmak nasıl mümkün olur?

Cevap: Ben Yaratan’ı ihsan eden biri olmak için kıskanıyorum. Tüm bunlardan sonra, bu nitelikleri O’dan öğrenirim ve başka nasıl öğrenebilirim ki?

Buradaki problem kıskançlık bizim için direkt bir şekilde egoizme bağlı. Ve eğer ben birini kıskanırsam, o kişinin iyi bir şeye sahip olmasını istemiyorum anlamına gelir. Bu kötü kıskançlıktır.

İyi kıskançlık ise kıskandığım kişi ile benzer hale gelmeyi istediğim zamandır. Algımızdaki problem ise burada bu iki nitelik arasındaki farkı, her şeyi tanımlayan uygulamalarını, neyin iyi olmayan veya kendi başına kötü olanı görmüyoruz. Bizler bu niteliklere işin başında egoistik niteliklerle yaklaşıyoruz çünkü Malhut ıslah olmadığından egoistik arzuda kıyafetlenmiş ‘tüm 9 Sefirota’, tüm niteliklere bu şekilde yaklaşmaya alışmışızdır.

Hâlbuki eğer bizler tüm bu nitelikleri ıslah olmuş, düzeltilmiş Malhut’ta kıyafetlenmiş olarak görebilseydik o zaman kıskançlık, heves ve gurur yararlı nitelikler olarak görülecek ve bizlerin bu dünyadan çıkmamıza ve daha fazla yükselmemize yardımcı olacaklardır. Her şey bizlerin onları ihsan etmeye ulaşmak için kullanıp kullanmamamıza bağlıdır.

21.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 9

Adam Neyle Birlikte Başlar?

Adam mümkün olan en küçük kabın içindeki düşüncelerimizin ve arzularımızın birliği ile başlar. Ve daha sonra bu, daha ve daha küçük parçaların eklenmesi sonucu büyümesini genişletir. Bu şekilde kişi adam olmaya başlar Adam, evrenin sonuna dek genişler. Ve onun bağı, aklı ve kalbi her birimizin içindeki kırık parçalardan inşa edilir çünkü her parça kendi içinde akıl ve kalbi dâhil eder.

Bu güçlerin bağı dünyamızda duran, bitkisel ve hayvansal tüm gelişim boyunca maddenin nasıl form aldığına benzerdir. Madde de birleşmeye aynı formda başladı. Ve bizler de kendi parçalarımızı birleştirmeye başladığımız zaman, biz de aynı adımlar, duran, bitkisel ve hayvansal, insanlar arasındaki birlik vasıtasıyla ilerliyoruz. Bunlara manevi adımlar denir: anne karnında gelişme  – emzirme – gelişim (Ibur – Yenika – Mochin)

İşte bu yüzden bizim tüm işimiz bağ kurmamıza bağlıdır – içimizdeki ihsan etme niteliğinin bizi yönetmesi için, yani Yaratan için çalışmak, O’nun arzusu için veya kendimiz için kendimizi daha iyi yapmak için bu dünyada sadece kendi koşullarımızı ve kendi bedenimizi düşündüğümüz zaman. Yani kendi parçalarımızdan insan görüntüsünü bir araya getirmek yerine bizlerin kendi bedensel var oluşumuzla ilgili olduğumuz anlamına gelir.

İşte bu yüzden ’18 kutsamanın duası’ dünya ve insan toplumu üzerinde şimdi yükselmesi gereken manevi yolu aynı zamanda, yönü, niyeti bir sonraki adımın aciliyetini tarif eder. İşte birliğin ifşa olmasının gerekliliği budur. Tek soru: neyin hatırına bu oluyor?

Ve burada, insanlık iki parçaya ayrılır. İnsan görüntüsüne, insan seviyesine ulaşmak için birliğin gerekliliğini anlayanlar. Onlar bu oluşum için aktif olarak çalışıyorlar. Ve diğerleri arzularına bağlı olanlar ve onlar da bu dünyada daha iyi bir hayat için bağ kuracaklar.

İşte onlar bu yüzden ikiye bölünür: perdeye İsrail (Yaratana doğru arzusu olanlar) denir ve çalışmayı yapacak olan İsrail’e (fiziksel İsrail değil) yalnızca bağ kurmak isteyen tüm insanlara da arzu denir.

25.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati

İnsan Olmak İçin Bir Talep

Bugün bizler birliğin gücünü edinemezsek eğer ayakta kalamayacağımızı keşfediyor olduğumuz özel bir durumun içinde kendimizi buluyoruz. Fakat aynı zamanda, inceleme yapmalıyız: bu güce neden ihtiyacımız var?

Bu inceleme bu dünyanın seviyesinde hayatlarımızı daha rahat duruma getirmek için mi, öyleyse bizi yöneten bu kötü gücün yerine kendimizi kutsallığın gücüne doğru yönlendirmeli ve mevcut seviyemizle dengeyi kazanmalıyız? Veya ihsan etmenin gücüne yükselmeyi mi istiyoruz öyle ki bu güç bizde hâkim olsun ve bunun içinde ve kendisinde ihsan etmenin yüceliğini ifşa edelim?

Belki de bizler ihsan etmenin gücünü esas olarak bu dünyada barış içinde yaşamak ve almanın gücü ile dengeye gelmek için kullanmayı arzularız. Bu durumda, ihsan etmenin gücünü egoizmin gücüne yardım etmek için kullanmayı isteriz ki buna da almak için ihsan etmek denir. Veya bizler ihsan etmek için mi almayı edinmek istiyoruz?

Soru şudur: Bizler ihsan etmek niteliğini mi yönetmek istiyoruz yoksa egoistik niteliği mi? Bizim bütün özgür seçimimiz bu noktada yatmaktadır. Bu durum  ‘18 kutsanmanın duası’ denen duanın içinde tarif edilmiştir – hangi merhamet için talepte bulunuyorum?

Ben ihsan etmek seviyesine yükselmek ve Yaratan’a haz vermek, mantık ötesi inancı edinmek, tüm arzularımı ihsan etmek için kullanmak ve hatta tüm arzularım ihsan etmek için çalışsın diye ihsan etmek hatırına almak için mi istiyorum? Yoksa bu dünyada sadece daha rahat etmek için mi konuşuyorum?

Tüm fark burada ortaya çıkar: Hayvani seviyede mi yoksa insan seviyesinde mi var olacağım? Bu ikisi arasındaki fark sadece tek bir niteliktir. Hayvani seviyede hayatımızı bedensel bir hayat olarak hissediyor ve dünyayı şimdiki hissettiğimiz şekilde algılıyoruz: Bedenimiz ve bedenimizinde içinde olduğu her şeyi saran dünya.

Bizler bu bedenimizin varoluşu için yaşıyoruz, herkes kendisi için yaşıyor. İşte bu yüzden daha hoş daha rahat ve barışçıl bir varoluşu edinmek için hayatlarımız ile ihsan etmek gücünü dengeye getirmekte istekli davranıyoruz. Yoksa insan seviyesine ve bu alma maddesi üzerinde sonsuz bir varoluşu edinmeye mi yükseliyoruz?

Duran, bitkisel ve hayvansal seviyelerde madde daha alt seviyelerde sona erer. Dünyamızda başka bir derece yok, insan seviyesi yok bu dünyada. İnsan seviyesi akıl ve kalbi yani arzu ve düşünceyi, analizi içeren bir seviyedir.

Aklımızdan ve kalbimizden büyüyen budur, hayvani bedenimizden değil. Bilgi genleri (Reşimot), kırılmadan gelen veri birleşirler: kalplerin, arzuların hepsi tek bir kalpte tek bir adam gibi birleşir ve aynı zamanda tüm niyetlerimiz yani düşüncelerimiz ve aklımız da birleşir. Bu birlik adam görüntüsünü yaratır – madde içinde var olmayan kesin bir varlık, bir beden içinde atom ve moleküllerin katılımıyla birleşmiş bir varlık değil.

Bizler bunu düşüncelerimiz ve arzularımızın tümünün birleşmesiyle kendimiz yaratıyoruz. Yaratan’a ‘benzer’ (Dommeh) anlamına gelen insan derecesi (Adam) denen daha yüksek bir seviyede var olmaya başlamamız işte bu şekildedir. Daha sonra tüm arzularımız ve niyetlerimiz manevi bir kap gibi – içeride bir arzu ve arzunun üzerinde bir perde – hareket ederler.

İnsanoğlu veya AssiyaYetzira ve Beria dünyasının insanı,‘insan öncesi’ (Adam Kadmon) kelimesinin anlamı budur. Ancak bedenimize insan denmez. İnsan dediğimizden geleceği umuyoruz bizleri insan olacak hale getirecek seviyeye ulaştırmasını ümit ediyoruz.

İşte dua bunun için olmalıdır: kalplerimizi yani arzularımızı, düşüncelerimizi ve niyetlerimizi biraya getirmesi için bize yardım etsin öyle ki bunların dışına çıkarak, bağımsız bir bireyin, adamın görüntüsünü tamamlayabilelim.

25.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati

Sonsuza Dek Maneviyatta Kalmak

Sonsuza dek maneviyatta kalmak demek egonun asla dolmayacağı ile hemfikir olmak demektir. Hâlihazırda bizler manevi yolun başındayız ve zevk alma arzularımız artık doyum bulmuyorlar. Alma arzularımız daha ve daha fazla boş kalmaya devam edecekler ta ki bizlerin alma arzularımızın üzerine yükselmemiz gerektiği bizlere açık bir şekilde netleşene dek.

Bizlerin başka şansı yok. Önceki tüm yaklaşımlar kendisini bitirmiştir; bütün bu oyun bu dünyanın arzularının içimizde bittiğini büyütmek için Yukarıdan ayarlanmıştır. Bizlerin şimdi arzuların başka bir çeşidi üzerinde çalışmaya ihtiyacımız olacaktır. Ve bizler bu fenomeni çok yakında küresel ölçekte göreceğiz.

Egoistik arzularımızın içinde her şeyde bir eksiklik hissedeceğiz: güvenlik, güven, canlılık ve gelecek kaygısı. Aynı zamanda, Yaratan’la bağ kurmak ve O’na bağlanmayı talep etmek için bir fırsat yükselecektir.

Ve sizler O’na eksiklik ve boşluk hissiyatından saklanmak için geri dönmeyin zira bu durumda daha küçük bir doyumu daha büyük bir doyuma tercih etmiş olursunuz. Kim bunu ister ki? Sürekli gerçekleşen şey budur kişi ne zaman darbelere maruz kalırsa hemen Yaratan’ı hatırlar ve dua etmeye başlar.

Normalde hayvani bedeniniz sizin Yaratan’ı düşünmenize izin vermez ancak ne zamanki korkar veya tedirgin olursa sizi Yaratan’a yardım etmesi için iter. Ve sen (içindeki insan) Yaratan’ı arzularsın çünkü hayvanın seni O’na doğru iter. Bu sanki onun sana yiyecek bir şeylerin olmadığını söylemesi gibidir ve seni Yaratan’a yiyecek talep etmen için gönderir. Ve sen, insan, hayvanın için gider ve talep edersin. Yaşamımız bu şekilde…

Ancak eğer sen, insan, Üst Olan’ı arzularsan sıradan bir doyum içindeki bir eksikliği hissettiğinden dolayı değil, çevrenin sana sağlamış olduğundan ihsan etmenin önemini hissetmeye başlamış olduğundan dolayı, o zaman sen kişisel boş arzularının üzerinde manevi arzuları geliştirirsin. Eğer sen bunu kendi bireysel menfaatin için, kendini tatmin etmek için yapmazsan bu demektir ki sen manevi kabların için endişe duymaya başlamışsın ki bu da senin içsel bir devrimi kazandığını ifade eder.

18.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 53

Atzilut Dünyasının Anlamı ‘‘O’nun Evinde’’ Demektir

Kırık ruhlarımız BYA (Beria, Yetzira, Assiya) dünyalarındadır ve bizler birlik olduğumuzda, ‘onun evi’ (Etzlo) anlamına gelen Atzilut dünyasına yükseleceğiz. Eğer bizler oraya ‘aşağıdan yukarıya’, kendi gücümüzle yükselirsek o zaman son ıslahımızı ediniriz. Bu şekilde, Nekudim dünyasında yer alan kırıklığı ıslah ederiz.

Ancak, bizler tek bir ruhta birleşmeyi yapamıyoruz bu yüzden başka bir âlemdeyiz, Atzilutdünyasının Zer Anpin’i, Yaratan dedi ki ‘Ben kibirli bir adamla aynı yerde olamam’. Bizler ‘kibirli adamlarız’ ve Atzilut (Parsa) dünyasının sınırının aşağısındayız, ‘kutsallıktan ayrık’ olan BYAdünyalarındayız.

Ancak BYA dünyaları da aynı zamanda kişinin kendisini Yaratan’dan uzak ve ayrık hissettiği manevi bir seviyedir. Kişinin burada biraz anlayışı, bilgisi ve ıslah olmamış manevi konumunun hissiyatı vardır. Diğer taraftan ise, bir kişi bu yolda çalışmaya başladığında, o hatta daha alçaktır, bu dünyada sıradan bir hayat süren ve ihsan etmeye hareket etmeye başlamamış bir değil yani manevi merdivenle henüz hiçbir şekilde bağ kurmamış birisi.

Buna rağmen, çabamıza karşılık olarak karşılıklı manevi çalışmamızla ıslah eden Işığı çekebiliriz, bu Işık bizleri Atzilut dünyasının Malhutu ile bağ kurmamızı sağlayacaktır, aşağıdan yukarıya. Ve eğer bizler Malhuta ait olmak için çaba sarf edersek, bunu yaparak bizlerMalhutun ayrık organlarını geri getirir ve tekrar bir arada yapıştırırız.

Tüm ruhlar Parsa’nın altında iken, Atzilut dünyasının Malhutu sadece bir noktadır. Ve eğer bizler ihsan etmeye, birliğe, karşılıklı garantiye ait olmayı ve dost sevgisini talep edip arzularsak o zaman bizler ıslah eden Işığı üzerimize çekeriz ve Atzilut dünyasının Malhutuna – tüm ruhların olduğu yer – yükseliriz.

Oradan bizler Atzilut dünyasının Zer Anpin’ine, Yaratan’a benzer hale gelmek için manevi çalışmaya başlarız. Zer Anpin ve Malhutun birliği bizleri daha yükseğe çıkarır ta ki son ıslaha kadar.

21.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati

Ne Hissediyorsak Onu Görürüz

Kabalistlerin yazılarında tarif ettikleri son ıslah, dünyamızda, maddemizde, tüm bayağılığımızın içinde, en ‘materyalistik’ ilişkilerimizde gerçekleştirilmelidir. Bu, ‘karanlık Işık gibi parıldar’ (Psalms 139:12) ve ‘onun ayağı Zeytin Dağının üzerinde duracak’ (Zechariah 14:4) sözlerinin olduğu yerdeki ıslahtır.

Hayvansal parçam aynı kalacak. Bedenim ihsan etmek için çalışmaya başlamaz. Bunun yanı sıra, beden başlangıçtaki durumdaki şekilde hareket eder. Tüm doğa ihsan etmek için çalışır sadece adam buna uymaz. Bizler bu durumu her şeyi kendi standartlarımızda değerlendirdiğimiz için göremeyiz.

Bizler hayvanların her şeyi kendileri için yiyip bitirdiğini düşünürüz ancak realitede, bu gerçek değildir. Bizler temelde onlara ihsan etmek niyetiyle davranamıyoruz çünkü onları ne anlıyor ne de hissediyoruz. Ancak gerçekte, doğa onları ihsan etmeye yönelik hareket etmeye zorluyor ve onlar doğanın kurallarına boyun eğiyorlar. Hâlbuki aynısı adam için söylenemez. Adam kuralları kendi egoizmi için kullanıyor ki bu almak içindir ve daha ötesi adam doğayı kendi hatasına göre yargıladığı için doğayı da çamura batırıyor.

Adam kendini düzelttiği zaman, küresel formun üzerine gelir ve tüm resmi görür. Aynı anda, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri de düzeltilmiş olur fakat bu durum bizim yeni algımızda düzeltilmiş anlamına gelir. Hayvanların gerçek anlamda ıslah olmasına gerek yoktur. Kurt ve kuzuyu barış içinde yaşadığını görecek olan sensin, öyle ki bugün birinin ötekini yediğini gördüğün gibi.

Baal HaSulam’ın ‘Yaratan’ın Gizliliği ve İfşası’ makalesinde dünyadaki savaşları ve kargaşaları biz öyle olduğumuz için gördüğümüzü yazmaktadır.

18.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 5. bölümünden, ‘Ulus’

Alışkanlık Olmuş Egoizmin Ağırlığının Nasıl Üstesinden Gelebilirim

Soru: İçsel çalışmanın bir alışkanlık haline gelmesi gerektiği yazılır. Fakat diğer taraftan da, kişi kendi dünyasını ve tüm geçmiş alışkanlıklarını terk etmesi ve bilinmeyen bir yere girmesi gerekir, Yaratan’ın İbrahim’i gönderdiği gibi veya ‘Kızıl Denizi’ geçmek gibi. Bu yeni yolu nasıl yarabilirim zira hissediyorum ki eğer şimdiki durumumda kalırsam hep aynı yerde kalacağım?

Cevap: Bu çok bilgin bir gözlemdir. Alışkanlık mevcut seviyemizi edinmek için iyidir. Ancak bunun üzerine yükselmek için, kişi kendi toprağını terk etmelidir, İbrahim’in yaptığı gibi. Eski bir alışkanlığı terk etmek yeni bir alışkanlığı edinmeyi arzulamak demektir. Ancak bizler sürekli yeni bir alışkanlık, yeni bir doğa, yeni bir derece ediniyoruz.

Eğer bir şeyler öğrenmek istiyorsak o zaman bir uzmandan örnek almalıyım. O’na (uzmana) göre bu bilim alışkanlık haline gelmelidir, ancak benim için durum böyle değildir. O alışılmış bir anlayışa, edinime ve davranışa sahip oysaki ben değil. Ancak ben de onun gibi aynı hale gelmek istiyorum. İşte bu yüzden daha önce edinmiş olduğum ve halen mevcut alışkanlıklarımı arkamda bırakmak zorundayım. Bu seviyeyi geçtiğimde hemen daha yüksek olan bir şeye bağlanırım.

Hâlbuki maneviyatta bunu yaptığım zaman, Üst Olan’ın dışsal davranışından ziyade içsel davranışına bakmalıyım. Dışsal olarak baktığımda hiçbir şey göremeyeceğim. Ben bir şekilde onun içsel tarafına nasıl bağlanacağımı, onda hangi niteliği ifşa etmem gerektiğini, onun bu seviyesine yükselmek için onu nasıl kullanacağımı ve ondan ne öğreneceğimi incelemeliyim.

Beni yükseltmesi için ondan talepte bulunmalıyım çünkü kırıklıklarım gibi eski alışkanlıklarım tarafından geri tutulmaktayım. Bir taraftan, onlar (alışkanlıklarım) beni bu seviyede destekliyorlar ancak diğer taraftan ise onlar bana yapışmış durumdalar ve daha fazla yükselmeme izin vermiyorlar.

Bu alışkanlıklara, bu bağlanmalara karşı beni ileriye doğru çekecek özel bir güç edinmeliyim. Bu alışkanlıklar yer çekimi kuvveti gibidir, yeryüzünden uzaklaşmama izin vermeyen bir ağırlık gibi. Eğer 100 kilo ağırlığındaysam o zaman beni yukarıya çekmek için bu ağırlıktan daha büyük bir kuvvete ihtiyacım vardır. En azından 101 kilo olmalı aksi halde yukarı çıkamayacağım.

Maneviyatta da aynı şey geçerlidir. Üst Olan’dan şimdiki alışkanlık ve kuvvetimden daha büyük bir kuvvet vermesi için talepte bulunmalıyım. Bunlar çok basit mekanik örneklerdir.

Yaratan’dan alışık olduğum benim önceki tüm doğamı iptal etmesini nasıl talep edebileceğim! Bizler kendi eski battaniye ve yastıklarına çok bağlı küçük çocuklar gibiyiz ve hiçbir şey için bunların gitmesine izin vermekte hemfikir olmayız. İşte bu yüzden beni tutacak ve eski sevdiğim alışkanlıklardan beni alıkoyacak ve yeni daha yüksek alışkanlıklar bana kazandıracak bir çevreye ihtiyacım vardır!

Bu sanki içsel bir sesin size ‘kendi toprağından İleri git’ der gibidir – bu Yukarıdan bir uyandırılıştır. Yaratan’ın İbrahim’e dediği buydu. Bizler kendi alışkanlıklarımızın içine batmış durumdayız ve onların içinden çıkmayı dahi düşünemiyoruz. Alışkanlıklarımın içinde, kendimi emin ve daha güvende hissediyorum. Eğer bir kişi kendi alışkanlıklarını terk etmek için herhangi bir ilham hissederse işte bu ona Yukarıdan geliyor demektir.

19.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati

Her Şeyden Önce, Neyi Düzeltmeniz Gerektiğini Hesap Edin

Sadece kişi dostuna yakınlaşmaya çalıştığı ve onun bağ kurmaya çalıştığı zaman kendisinin 613 düzeltilmemiş arzunu ifşa eder. Sadece o zaman kişi kırık ruhunu açmaya başlar ve neyi düzeltmesi gerektiğini anlar.

Arzularımı ‘diğerlerine olan nefretimin üzerine çıkmak’ niyetinde düzelttiğim zaman, kendimi Bina’nın (Hafetz Hesed, merhamet içinde haz almak) seviyesinde düzeltirim ve Hassadim (merhamet) Işığı ile doldurulurum. Bu durum benim kendi egomdan tamamen özgür olduğum anlamına gelir. Daha sonra aşama aşama tekrar bu egoya dostuma hizmet etmek için dönerim, buna 365 arzuyu, AHP’yi ıslah ederek, ‘dostunu kendin gibi sev’ denir.

Bu her iki safha da sadece birbirimizle olan bağlantımızın içinde ifşa olan bu arzularla ilgilidir. Eğer diğerleriyle bağ kurmak arzum yoksa bu demektir ki neyi ıslah etmem gerektiğini henüz ifşa edemedim. Bizlerin genel arzuları yiyecek, cinsellik, aile, para, güç ve bilgi içindir ki bunları ıslah etmeye gerek yok. Bunları nasıl zevk alıyorsan öyle kullan.

Eğer ben bilgi ve güç için çabalıyorsam, bu diğerleriyle bağ kurmak için olan bir arzu değildir. Çalışma almak arzusunun yerine ihsan etmek arzusunu ifşa ederek bu bağlantı içerisinde ilerlemek için çabaladığımda başlar. Daha sonra bunu ne kadar istemediğimi ifşa ederim. Bu arzu eksikliğine ‘kötülük’ denir ve bu bana yaratılış olarak ifşa olur.

Tam olarak bu arzu, ihsan etmek niteliğini ifşa etmeye çalıştığım zaman diğer dostumla olan bağlantıyı bir itilme olarak hissederim, işte buna egoizmin kötülüğü denir. Bu durum ıslah edilmeli ve iyiye dönüştürülmelidir. Benim bu durumda sıkı bir şekilde yaptığım hareket ise ‘Kötü eğilimi Ben yarattım ve şifa olsun diye Tora’yı (Işığı) yarattım’ sözünde açıklanmıştır çünkü Tora’daki Işık ıslah eder ve ben bu formülü adım adım realize ederim.

15.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinden, Sevgi Gününden alıntılardan seçilmiştir.

Atlayın Ve Ardınıza Bakmayın

Soru: O’nun zamanında, Baal HaSulam, sanki kapalı bir kapıya dayanmış gibi görünüyor, halkı tehlike konusunda uyarmak için çaba sarf ediyor. Ve o neler olduğunu anlamıştı. O bu çıkmazda nasıl pes etmedi?

Cevap: Bu bir çıkmaz değil. Başarı bizim ellerimizde ve bizim gidecek başka bir yerimiz yok – hareket etmeliyiz, özellikle bu zamanda, tüm dünya krizde iken. Bugün bizler artık özel bir ulusun, İsrail’in hayatta kalması hakkında konuşmuyoruz çünkü çöküş gördüğün her yerin yakınına kadar geldi.

Herkesin artık her şeyin kötü olduğunu gördüğü ancak hiç kimsenin çözümünün olmadığı özel bir durum ortaya çıkmıştır. Bunlar zayıf ve güçlü arasındaki çelişkiler değil veya zengin ve fakir arasındaki ilişki ancak tersine, bir kaç ay içinde en radikal formda ifade edilir hale gelecek küresel bir problemle karşı karşıya kalacağız.

Bu koşullar altında bizler daha ve daha güçlü bir şekilde birlik olmalıyız. Şüphesiz, bu zor olacak. Kızıl Denizi geçmek gibi: suya atlayana kadar hiçbir yere gitmeyeceksin. Fakat atlamak için tüm koşullara sahipsin.

Mahsomu geçmek sorunlu bir çabadır. Ardınıza bakmadan atlamanız gerekmektedir ama bunu yapmayı başarabileceğiniz konuma erişmelisiniz.

14.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 5. bölümünden, ‘Ulus’

Islah Olmuş Kalpteki Hesaplama

Bizlerin bu dünyadaki çalıştığı enstrümanlar, Birbiriyle çelişki içinde olan fiziksel akıl ve kalbimizdir. Birini geliştirirken, kendimizi diğerinin ilerleyişinden alıkoyuyormuş gibi oluyoruz. Genellikle, bir kişinin eğilimlerinin çocukluktan kaldığını görebiliriz; ister bilimsel veya sanatsal yönleri. Bu tam olarak bir kişinin tercihleri ve karakteri ile tanımlanır.

Deriz ki: ‘Duygularına güvenme, mantığını kullan.’ Diğer taraftan ise, ekleriz: ‘Henüz hissetmiyorsun; ne zaman ki hissedersen, o zaman anlayacaksın.’ Diğer bir ifade ile kişinin duygularını değerlendirmesi için duygular mantığı kazanmaya yardımcı olur. Tüm bunlardan sonra düşünce hissiyattan türer. Ve yine de, aklımız ve duygularımız sürekli tartışırlar.

Manevi dünyada, duygular ve akıl birdir. Hissiyat anahtardır zira hissiyat bir düşünceyi doğurur ve anlayışta ve edinimde kişinin duygularına yardımcı olur. Gerçek manevi kap 0’dan 4’e kadar olan safhalar boyunca aklın ve duygunun birleşimdir. Ve bizler nihai olan safhaya yani 4. safhaya ulaşınca duygularımızda tam hissediyor olduğumuzu ve buna göre karar verdiğimizin anlayışına geliriz. Tam bu noktada kalp ve akıl arasındaki çelişki artık var olmaz.

Bu durum manevi dünyalar ve fiziksellik arasındaki muazzam farkı işaret eder.  İşte bu yüzden manevi varoluşa mükemmellik denir. Tüm bunlardan sonra, şöyle ki maneviyatta kişi iki zıt koşul arasında bu dünyada hislerinin merhametinde yaşadığında, çaresizlik yaşayarak beyinsizmiş gibi aptallıklar yapmaz. Aklı yanlış olduğunu söyler ama o yine kalbinin peşinden gider.

Mantık ve duygu bu dünyada dengede olmadıklarından ötürü bizlerin ıstırap çekmesine ve hatalara düşmesine sebep oluyorlar. Bu dünyadaki problemimiz ise, aralarında egoizmimiz durduğu sürece akıl ve kalbimizi birleştiremiyoruz.

Akılcı egoizm ve duygusal egoizm birbirine zıttır. Bu zıtlık birçok kez vukuu bulur aklımızın bakış açısından aksiyonumuzun mantıksız olduğunu anladığımız zaman bile bizler yine de kalbimize dayanırız zira bizler haz almak arzusuyuz ve bu böyle gider ve bundan daha sonra ıstırap çekeriz. Gerçekte, en sonunda, kalbimizi dinlediğimizde yapmış olduklarımız için akılcı hesaplamalara göre bedelini ödemeliyiz.

Ve burada buna karşılık tek bir çözüm vardır: adamın ıslahı zira akıl ve kalp sadece maneviyatta tek bir olurlar – ‘mantık ötesi’. Şöyle yazılır: ‘Kalp anlar’ çünkü anlayış özellikle manevi bir hissiyattan türer. Ve o zaman bizler yanlış yapmayı durdurur ve doğru bir hesaplama yaparız!

08.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 45