Category Archives: Realite

Öteki Boyuta Geçmek

Soru: Beden olmaksızın ya da onun dışında bir başka formda var olmanın anlamı nedir?
Cevap: Bilgi var; bilgi taşıyıcıdır ve bu bilgiyi hisseden insan var.  Ve onların hepsi değişebilir. Bilgi (zihin ve daha üzeri) sadece bir proteinde, silikonda veya diğer bir taşıyıcıda, bir materyalde bile ve hatta beyinde bile var olmaz.
Bilgi kendi özünde bir materyal değildir. Bilgi, bir materyal taşıyıcıdan geçmesi suretiyle onu algılayan bizleriz. Biz halihazırda bir proteinden, bir canlı taşıyıcıdan (beyinden) cansız olana bilgi aktarabiliyoruz. Bütün evrimimiz, bize aşamalı değişimlerle, ilk doğal formundan aşamalı uzaklaşarak bilgi taşıyıcısının içinde yol göstermektedir: Konuşmadan geçip, değişik taşıyıcılar üzerinde yazmaya ve ardından sanal uzayda bilgiyi kaydetmeye ve programlamaya.
Bugün, vücudun önemini kaybedeceği, hislerin başka bir boyuta aktarım yapacağı (verme niteliği) başka bir duruma açılan bir eşikte duruyoruz; şöyle ki bilgiyi beynin taşıyıcısından daha mükemmel olmak için alma niteliğinden daha başka bir niteliğe; verme niteliğine doğru değiştireceğiz.

Çocukluk Dönemi Bittiğinde

Her geçen gün dünya bizlere daha sert şekilde, ciddi ve inatçı bir biçimde davranıyor. İnsanlar, isteyerek ya da istemeyerek, bir şeyler olmalı veya zaten oluyor diye hissediyorlar. Dindar olanlar bu durumu daha yüksek bir güce bağlıyorlar; laik olanlar ise suçu doğaya yüklüyorlar. Öyle ya da böyle, dikkatimizi odaklamamız ve harekete geçmemiz için bizi zorlayan güçlü bir baskı altındayız.

Kabala bize, gelişimimizi en iyi koşula getirmek ve hızlandırmak için bir yol olduğunu öğretir. Bunun için, ne olduğunu fark etmeliyiz ve süreci bir bütün olarak gözlemlemeliyiz. Gelişmeye nasıl devam edeceğimizi her an seçmeliyiz. Bu, doğru ya da yanlış olma meselesi değil, aksine gelişimimizin doğanın programına uygun olması meselesidir. Her şey, doğanın bizden talep ettiği algoritmayı anlamamıza, kavramamıza, edinmemize ve onaylamamıza bağlıdır.

Bunu nasıl biliyoruz? Bugün, kendi deneyimimiz sayesinde bu sonuca ulaşabiliriz.

Bilim adamları, psikologlar ve felsefeciler, kötü ve iyi olmak üzere iki güç tarafından geliştiğimizi bir ağızdan tekrarlıyorlar. İyi, bize iyilik getirir ve kötü, kötülük getirir. Buna dair hiçbir şüphemiz yok, çünkü her birimiz iyi ve kötüyü değerlendirebilir.

İyi gücün etkisi özellikle, büyürken sevildiğimiz ve korunduğumuz çocukluk döneminde hissedilir. Doğa (veya Yaratan), anne ve babalarda, yakın ailede ve hatta uzak çevrelerde bile çocuklara karşı iyi bir yaklaşım ve sevgi ortaya çıkarır. Çocukların yaramazlık yapması veya bir şeyler kırması önemli değildir. Çocuk, bir yetişkin yaptığında asla affedilmeyecek şeyleri yaptığı zaman affedilir. Herkes çocuğun bir dediğini iki etmez ve çocuk onların iyi yaklaşımını kullanır.

Çocuk büyür büyümez, bu sevecen ve hoşgörülü yaklaşım birdenbire durur. Bu andan itibaren kendisine ve başkalarına bakması gereken biri olur; başkalarına “borçlu” olmaya başlar ve hareketlerinden sorumlu tutulur. Kısacası, talepler sevginin yerine geçer.

Bu neden olur? Çocukluk dönemini sorgulamıyoruz, ama neden doğa yetişkinlik döneminden bu kadar talepkâr oluyor, neden daha önce olduğu gibi sevecen olmayı durduruyor?

Bu durumun olumsuzlukla hiçbir ilişkisi olmadığını, aksine bizi büyümeye teşvik etmek için olduğunu anlamak şarttır. Eğer doğru şekilde gelişirsek, o zaman kötü etkiler hissetmek yerine, iyilik hissederiz. Bu yüzden, fark etmeliyiz ki, tüm doğa, yaşam ve dünya bize, dünyaya olan uygunluğumuza göre davranıyor. Dünyaya uyumlandığımız zaman, daha önce iyi ve kötü diye düşündüğümüz güçleri yeniden değerlendirmeye başlarız.

Bu olumsuz gücün bizi kendimizi düzeltmeye doğru teşvik ettiğini hissetmiyor olmamızın nedeni nedir? Eğer bu güç ile yeniden bağ kurarsak, yaşam tekrar, tıpkı her günün yeni bir şeyler getirmeyi vaat ettiği çocukluk dönemi gibi görünmeye başlayacak.

Her şey bizim hazırlıklı olmamıza ve eğitimimize bağlıdır. Eğer erken yaşlarımızdan itibaren doğru şekilde yetiştirilseydik ve olumlu tepkiler sağlamak üzere çevreyle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair ve doğa, toplum, aile ve kendimizle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımıza dair bir anlayışla olgunlaşan yetişkinler olmamızı sağlayacak şekilde eğitilseydik, o zaman yaşamlarımız mükemmel şekilde, sorunsuzca devam ederdi.

Ancak çocukluk döneminde, yetişkinlik dönemine dair doğru direktifleri almıyoruz. Kabalistlerin sözlerini kullanarak bu meselelerden bahsetmek kolaydır, fakat eğer Kabala öğretisine aşina değilsek ne yapabiliriz? Doğanın ipuclarını dinleyerek belli yönler bulabilir miyiz? Bizi çevreleyen her şeye karşı doğru yaklaşımı oluşturabilir miyiz? İnsanlık, acı çekmekten kaçınmanın yolunu bulma sorunuyla yüz yüze ve en az miktarda üzüntü yaşamak üzere hayatla nasıl ilişki kuracağını keşfetmeye çalışıyor. Şu an bile acı çekmeye devam ediyoruz ve daha da fazla acı çekeceğiz çünkü henüz bu sorunun cevabını bulamadık.

Ne istediğimiz ile aslında realitede neye sahip olduğumuz arasındaki karşıtlık, yetişkinleri daha ilerisini araştırmaya iter. Sonuç olarak, tarih boyunca bu soruna çeşitli yaklaşımlar geliştirdik. Baal HaSulam, “Barış” makalesinde bunlardan bahseder; eğer biz, dürüst ve gerçekçi bir şekilde doğayı, insanlığı ve yaşamı incelersek, Kabala öğretisinin bizlere öğrettiği aynı sonuçlara ulaşacağımıza işaret eder.

Esas olan, egoizmimiz tarafından ayartılmamak, aksine onun üzerine, mevcut hislerimize, eğilimlerimize ve düşüncelerimize bağlı olmadığımız objektif bir seviyeye çıkmaktır. Eğer bağımsız araştırmacılar olarak kendimizin üzerine çıkabilirsek, Kabala’da bulunan bazı bilgileri fark ederiz.

Öğretinin yaptığı budur: Kişiyi, kendi ego prizması olmadan realiteye bakabildiği bir seviyeye çıkarır. Eğer egoizmin “lenslerini” kaldırabilirsek, kolaylıkla Kabala bilgeliğini ediniriz. Baal HaSulam’ın “Barış” makalesine göre, bu bir bilimsel araştırmadır; istisnasız herkes için geçerli olan deneysel, deneyimsel ve uygulamalı bir temeli vardır ve bu herkesin komşumuza ihsan etme ihtiyacını keşfetmesine imkân verir.

Günlük Kabala Dersi, 4. Bölüm, 11/11/2011, “Barış”

Ne Kadar Dengedeyiz?

Entegral ve global bir tabiatın parçasıyız. Bu her zaman böyleydi, ancak bunu hiçbir zaman düşünmedik ve fark etmedik, ta ki tabiat bizi bunun farkına varmaya zorlayana kadar. Hatta son zamanlarda hayat bizi bu yönde sürekli daha fazla itmeye başladı: Her yönden tokat yemeye başlamış bulunuyoruz.

Diğer bir deyişle, sahip olduğumuz bu egoist hayatı idare edemiyoruz ve hiçbir konuda başarılı olamıyoruz. Ne ailede başarılı olabiliyoruz, ne çocuklarımızla, ne kendimizle, ne dünyayla, ne de güvenlik konusunda. Zor günler için yeteli birikimimiz var mı bilmiyoruz ve emeklilik fonları çöküşe geçmiş durumda.

İnsanda geleceğe dair emniyet, güven ve rahatlık hissini veren; güçsüzlük, hastalık ve yaşlılık durumlarında kendisine ve sevdiklerine emniyet sağlayan tüm sistemler değerlerini kaybetmekte ve yok olmakta. Kim bilir, belki yarın kendimizi sokakta bulacağız; cebimizde ve banka hesabımızda beş kuruşumuz olmadan.

Bu sorunlar insanı düşündürüyor. Eğer bu problemleri yaşamasaydık bu yönde düşünemezdik, çünkü hepimiz egoist bir alma arzusuyuz. Ancak bu durumla karşılaşınca “Neler oluyor?” diye kendimize sormaya başlıyoruz.
Durumu doğru bir şekilde incelediğimizde, kendimiz için yanlış sistemleri kurmuş olduğumuzu görürüz. Sonuçta, ben tabiatın bir parçasıyım ve bu durumda, sadece kendimi düşünerek, kafama göre hareket edemem; yani, realitede işleyen kuvvetleri göz önünde bulundurmadan, rastgele bir şekilde davranamam.

Gelişimimin seviyesine bağlı olarak, tabiatta daha derin ve hassas şeyler keşfederim. Önceleri benden gizli olan bu şeyler, şimdi yavaş yavaş meydana çıkmaya, ifşa olmaya başlar ve tabiatın bütün parçaları arasında olan kuvvetli ve karşılıklı bağı keşfetmeye başlarım. Tabiatın tümünde ve insanların da arasında bulunan bu bağ, tabiatın bütün seviyelerinde bulunan karşılıklı ihsan bağıdır ve sonuç olarak hepimizi etkiler.

Öyleyse; belki de tabiatta, bende ve insan toplumunda bulunan, ancak benim algılayamadığım veri, kanun ve ilişkileri göz önünde bulundurmuyor olabilir miyim? Gerçek şu ki, bunları hiçbir zaman göz önünde bulundurmadım, çünkü karşılaştığım bütün durumları aldırış etmeden, kaygısız ve ihmalci bir şekilde, sadece kendi çıkarımı düşünerek kullandım.

Bu kanunları nasıl öğrenebileceğim konusunda bir sorun mu var? Sonuçta; fizik, kimya, biyoloji, zooloji, botanik veya astronomi olsun, istediğimiz herhangi bir bilimi tabiatın mikro, makro ve tüm seviyelerinde incelediğimizde görüyoruz ki, tüm seviyeleri kapsayan tek bir kanun mevcut ve hüküm sürmektedir… Ve bu kanun, denge kanunudur.

Tabiatın tümü, denge sağlamak zorundadır ve sürekli olarak bu yönde hareket eder ve buna, Dünya gezegeni dediğimiz ufacık sistemimiz de dâhildir.

Yani, eğer barış içinde, dingin olarak ve diğer insanlar, aile vs. ile iyi bağlar içinde yaşamak istiyorsak, o zaman denge halinde bulunmamız gerekir. Formülümüz, alma ve vermeye ait olanı tüm pozitif ve negatif eylemlerimizin, biri bir diğerini geçmeyeceği şekilde denge halinde olmasıdır ki böylece her biri doyuma ulaşabilsin.

Bu durumda herkesin var olma hakkı olur; kimse bir diğerinden üstün olmaz ve hepimiz, genel olarak denge halinde olmamız gerektiğini ve bu dengeyi korumamız gerektiğinin farkında oluruz. Bu, tabiatın tüm kuvvetleri için geçerli olduğu gibi, insandaki tüm kuvvet, arzu ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, küçük bireysel sistemler ve entegral global sistemden oluşan sistemin bütününün iyiliği için gereklidir ve tamamen sistemin tüm bileşenlerindeki içsel dengeye bağlıdır.

İster bilgisayar sistemleri, ister kibernetik, sosyoloji, psikoloji, fizyoloji veya herhangi diğer bir sistem olsun, global tabiatı ve tüm alt sistemlerinin çalışma şeklini incelediğimizde, bu içsel dengenin gerekliliğini görürüz. Hatta gelişme aşamasında olan sistemler bile sürekli olarak kendilerini dinamik biçimde dengelerler ve düzeltilmesi gereken dengesizliklere karşı hassastırlar. Bu sebepten dolayı gelişimleri ve eylemleri daima başarıyla sonuçlanır, çünkü her zaman, pozitif ve negatif kuvvetleri arasında eşitlik sağlama kanununa göre çalışırlar.

Dolayısıyla, elbette ki, bu kanunu ailede, toplumda, eğitimde ve genel olarak insan seviyesine ait olan her yerde ne kadar uyguladığımıza bakmamız gerekir.

Yayınlanma tarihi 15 Ocak 2012, saat 14:52

Gerçek Nerede? – Doğada

Düşünce (Mikail P.Barbolin,PhD, Rus Eğitim Akademisi, Yetişkin Eğitimi Enstitüsü): “Ahlak bilim ve hayatın anlamı bugünün en tartışılan konuları haline geldiler. Ancak, genellikle birbirine bağlı olarak görülmüyorlar.

“Modern sosyal yaşamda insan ahlâkının gelişimi önemli bir rol oynuyor. Bu dürüst bir yaşama işaret ediyor, fakat kişinin ahlâksal nitelikleri ve içsel ahlâkıyla ilgili hiçbir şey söylemiyor. Şu açıktır ki, hayatın belirli kurallarının, sakıncalı olanın ihlâli söz konusudur, çünkü bir başkasına zarar verebilir.

“Fakat bildiğimiz gibi, iyi ve kötü kavramları görecelidir. Başkalarına, kendimize ve sadece insanlara değil, aynı zamanda doğaya ‘zarar vermemek’ için, takip edilmesi gereken sınır nedir? Bunu dengeleyen ve insan davranışını yönlendiren mekanizma nerededir? Bundan faydalanmak için ne yapmalıyız?”

Benim Yorumum: Öğretmenler, bu dünyadaki muhtemelen en tutucu insanlardır, subay, doktor, koruyucu ve anne arasında bir yerde dururlar. Uzun zamandır okullarımızın durumuyla ilgili mutsuzuz; her şeyden evvel eğer yetişkin eğitimine ihtiyaç varsa, bu demektir ki hayatları boyunca onlara “nasıl öğrenecekleri” öğretilmemiştir.

Fakat bu doğaldır, çünkü tüm plânlarımızda ve eylemlerimizde genel bir krize girdik. Bunun içinde yaşama ve hayatımızı kurma beceriksizliğimizi keşfettiğimizde, egoist arzuların gelişiminin sonunun, neticesi gibi olacaktır.

Öyleyse, hayata karşı ihsan etmeye dayanan yeni bir tavır seçtiğimizde, tüm eğitim sistemini yeniden yapılandırmak zorundayız. Bu hali hazırda bozulmuş olduğundan, sadece alışılmış değil fakat zararlı olan davranışları da, net bir zihniyetle temizlemeli ve doğayla benzer olmaya dayanan, dolayısıyla gerçek ve daimi olacak yeni bir eğitim sistemi yaratmalıyız.

Yayınlanma 14 Jan 2012

Yedi Milyar Dünya

Öylesine gizlilik altındayız ki bu gizliliği dahi hissetmiyoruz. Bütün realiteyi sadece kendi içimizde algılarız ve hissettiğimiz herşey gerçek anlamda var olmayan egoistik arzumuzun içindeki izlenimlerdir. Maneviyatta kendi hatırına almak olan haz alma arzusu gibi bir nosyon yoktur. Eğer arzu kendisine doğru yönelmeye niyetlenmişse hiç bir şey alamaz ve karanlıkta kalır. Ancak, bizim egoistik arzumuz, realitenin bir çeşidinin bize realite gibi görünen bir izlenimi, kendi içinde olduğunu hissetmemize olanak sağlayan alçak bir seviyede temellenir.

Bizler gelişmeye başlayınca ve ihsan etmek için daha büyük arzular ve niyetler kazanınca, üst sistemi hissetmeye başlarız. Bu durum olmadan önce her birimiz var gibi görünen hayali bir dünyayı sayıklama içinde hisseden bilinçsiz bir kişi gibiyiz, bir hayalde gerçekleşen birşeyler gibi, kendi kafasında değişik imajlar gören komadaki biri gibi.

Uyandığımız ve duyularımıza döndüğümüz zaman, arzumuz zaten başka bir seviyededir ve ihsan etmek niyetine sahiptir. Dolayısıyla, herşeyin arzumuzun içinde olduğunu ve dışarıda hiç birşeyin olmadığını hissettiğimizin farkına varırız. Daha önce dışımızda gibi görünende aynı zamanda alma arzumuzun içindeki bir hissiyattır.

Bizler maneviyatı alma arzumuzun içinde de ediniyoruz. Doğanın duran, bitkisel ve hayvansal seviyeleri, tüm insanlar, tüm bu büyük dünya ve bu dünyanın içinde olan herşey sadece, bana bu dünyanın değişiyor olduğunu hissettiren alma arzumun içindeki değişimlerdir. Diğer ruhları keşfederim yani yabancı arzuları öyle ki onları kendime ihsan etmek niyetiyle bağlayabilirim ve daha sonra onlar benim ne kadar ihsan etmek ölçüsünde olduğumu ölçmek için bana yardım eden parçalarım haline gelirler.

Kasıtlı olarak bu puslu, bulanık durumun içinde tutuluyorum öyle ki onları yakına getirmek için ve onları kendi ayrılmaz parçam olarak hissetmeye çalışırken onları hissedemeyeceğim durumda olayım. Bana dışsal olarak görünen tüm bu realiteyi kendime yakınlaştırmaya çalışırsam kendi ihsan etme kablarımı düzeltebilirim.

Dışsal, yabancı arzuları yakına getirebildiğim ölçüde: duran, bitkisel, hayvansal ve konuşan ve onları tek bir bütün içinde, ”beyin- kemikler- tendonlar- et- deri” yi (Mohin – Atzamot – Gidin – Basar – Orh) veya ”kök- ruh- beden- kıyafetler – saraylar” ı (Soreş – Neşema – Guf – Levuş – Heyhal) kapsayan tek bir manevi organizmanın içinde birleştirmek, benim gerçeğe yaklaşmamın ölçüsüdür. Daha doğrusu, tüm realiteyi kendi içimde hisseden ve dolayısıyla içinde Yaratanı algılayacak bir kap inşa eden benden başkası yok.

Tüm parçaları ”tek kalp tek adam” haline gelene dek bir araya getirmek zorundayım ve bana yabancı gibi görünen tüm insanlar benim ruhumun parçalarıdır. Haliyle, herbirimiz hiç kimseyi rahatsız etmeden ilerleriz. Her birimiz kendi dünyasını kendi düzlemi üzerinde, kendi parçasının içinde kendi içsel dünyası olarak bunu edinerek inşa eder. Ve Yaratan bu dünyayı doldurur yani kişi Işıkla, kendisini dolduran Yaratanla bağlanmak durumunda olur.

12.10.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin ilk bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Yaklaşım

Dünyada kişinin hayatında her çeşit olay yer alır ve bizler gerçekleşen her şeyin Yaratandan geldiğinin farkında olmalıyız. Bütün engeller dahil her şeyin Yaratandan geldiğini keşfedeceğiz. Bütün bu şeyler bizim neyi arzu etmemiz içindir; Yaratanın iyi olduğunu ve O’nun verdiklerinin sadece iyilik olduğunu fark etmeliyiz ve her şeyi bu şekilde algılamalıyız. Eğer aldığımız her şeye yaklaşımımız bu şekilde olursa o zaman ancak Yaratandan kuvvet talep ettiğimizde bütün engellerin üzerine çıkabilmenin yeteneğinde olduğumuzu keşfederiz ve bu sonuçta bizi, perdeyi (niyeti) ve Kaynağa geri dönen Işığı alabileceğimiz duruma getirecektir. Şüphesiz ki, bu durum ancak, karanlığın değişik durumlarında olduğumuzda, kafa karışıklığının her çeşidinden sonra bize gelecektir.

Eğer kişi bireysel olarak zor durumlarında bulunduğu zaman halen Yaratana yardım için hiç yaklaşmamışsa bu demektir ki onun niyeti yanlıştır; yani halen grubun desteğinden yoksundur ve o halde hepimiz daha iyi bir durumu yapmanın gerekli olduğuna dikkat etmeliyiz. Kendimizi kontrol etmeli ve bir engelle karşılaştığımızda nasıl hareket edeceğimizi kendi içimizde tanımlamalıyız. Böyle anlarda Yaratana yakarışta bulunuyor musun veya problemi kendi başına mı çözmeye çalışıyorsun? Herkes bu soruyu kendi başımıza diye cevaplayacaktır.

Doğru aksiyon şöyle olmalıdır; hepimiz birleşmeli ve birleşmenin üzerine, Yaratana yaklaşımda bulunuruz. Bu şekil reaksiyon ve yaklaşım içgüdüsel olmalıdır. Bu bir çocuğun bir problemle karşılaştığı zaman gibidir ve çocuk korkmaz çünkü içgüdüsel olarak annesinden yardım ister. Eğer her birimiz bu şekilde birlikte yanıt verirsek daha sonra her şey olması gereken yere yerleşecektir. Bizler problemlerimizi kendi başımıza çözmeye çalışmamalıyız. Kahramanlar kendi güçlerini kullanmaları sonucu kahraman olmadılar. Eğer halen problemlerini kendi başına çözebileceğini düşünüyorsan bu demektir ki, sen Yaratan’a olan yaklaşımında grupla yeteri şekilde pratik yapmamışsın. Bundan sonuçlar çıkarmaya çalışın.

Bugünün Temel Gerçeği

Basit tek bir gerçeği anlamalıyız, modern dünyadaki başarı aramızdaki uygun ve doğru ilişkiye bağlıdır. Bu durum bize genel kriz tarafından ifşa oldu. Kriz bize bir mesaj gönderiyor: “Yaptığın her şeyde başarı elde etmek istiyor musun? Sadece etrafına bir bak: Bu gün yapmış olduğun her şey krizin koşulundadır. Küresel ve entegral bir sisteme eşitlenmediğin sürece yaptığın hiçbir şeyde başarılı olamayacağın sana net olmalıdır.”

Bu uygunluk durumuna sorumluluk denir! İyi bir şeyler üretmek ve başarılı olmak senin küresel ağa olan doğru yaklaşımına bağlıdır ve bu yaklaşım sorumluluk olmaksızın mümkün değildir. Eğer bunu yapabilirsen, başarılı olursun. Eğer yapamazsan zaman kaybeder ve bu durumu kendin için sadece daha kötü yaparsın.

Başarıyı elde etmek zor değildir. Herkes karşılıklı sorumluluğun ne olduğunu hissedebilir ve herkes sıcak ve içten bir aileyi gözünde canlandırabilir.

Bununla beraber karşılıklı ortak sorumluluğun ne olduğu öğrenilmelidir. Herkes en sonunda Kabala’ya olan düşüncelerini değiştirmek zorunda olacaklar ve Kabala’nın daha yüksek bir bilgelik olduğunu anlayacaklar ve bu durumda kişi kendi ruhunun ıslahına bağlanacak. Kabala’dan korkmak fikrinden kurtulmalı ve bu bilgeliği olabildiğince doğal haliyle anlamalıyız. Kabala’nın içinde insan toplumunun aktif bir gücünü öğreniriz. Bu gücü bilmeliyiz yoksa var olamayacağız.

Kim bu gerçekle tartışabilir? Tüm her şeyden sonra, bu gücü ifşa etmeyene dek kendimizi tatmin edemeyeceğiz. İnsanlar Kabala’nın sanki bu dünyanın dışında daha üst diyarlardan bahseden bir bilim olduğunu düşünüyorlar. Ancak gerçekte, bize Kabala’dan daha yakın hiçbir şey yoktur.

Yeni Dünya’nın ABC’si

Bizler sıradan bir insanın ihtiyaçlarına göre, lükslerini bırakan kendisini mantıklı tüketime kısıtlayan, yeni bir dünyaya giriyoruz. Bizler, kişinin yeni bir tanesini alması için bugün kasten bu şekilde yapılmış üç – beş yıl içinde hizmet dışı kalan makineler falan üretemeyeceğiz.

Varoluşun yeni bir konumuna doğru hareket etmeliyiz. Dünya devletlerinin anlaması gereken budur. Ancak onlar kendi uluslarını nasıl sakinleştirecekler? Tüm bu faktörleri nasıl onlara izah edip eğitecekler?

İşte bu yüzden bizler eğitim kaynaklarını, herkese sunabileceğimiz açık ve mutlak net bir şekilde bir paket olarak hazırlamalıyız. Başka bir opsiyonumuz yok: yenidünyayı çalışmalıyız.

İşe gitmek zorunda olmayacaksınız. Bunun yerine okula gidiyor olacaksın, ancak öğrenmek için değil. Hayattan gerçek hazzı nasıl alacağınızı çalışacaksınız. Buna değer mi? Bir şekilde işe gitmeye devam edemeyeceksin; kimsenin sana ihtiyacı olmayacak. Büyük Buhran gelişimin bir parçasıydı, periyodik süreç içindeki bir ara düşüş, ancak şimdi tüm bunlar değişti. Bizler kaynakları tüketiyoruz. Yeni bir safhanın eşiğine gelmiş bulunmaktayız. Bunun hakkında yazılan yeteri yazı bulunmaktadır.

Dolayısıyla, işimiz insanları artık kendi neslinin sonuna geldiği konusunda bilgilendirmektir. Bundan daha başka işimiz olmayacak. Öyleyse insanlar nasıl geçimini yapacaklar? İyi, herkes için yeteri kadar sadece ihtiyacımız için çalışalım aynı zamanda yenidünyada nasıl yaşayacağımızı ve doğru bir şekilde nasıl dağıtacağımızı öğrenelim.

Herkese, insanoğlunun evrimini ve tarihini, egoizmin kendi son safhasına yükselişini, bütünleşme safhasını ve entegral sistem tarafından işleyen kanunları, entegral sistemin tüm parçalarının bağlantılarını ve karşılıklı ilişkinin ve gerçek bağlantının bunun içinde nasıl açıldığını anlatmalıyız. Bu, doğa’nın bizleri yapmaya zorladığı şey için olan tek seçeneğimizdir.

Doğa’dan sadece kendi hayatlarını sürdürebilmek için yalnızca ihtiyaçlarını alan hayvanlar gibi, tüketimin dengeli bir konumuna gelmemiz beklenmektedir. Hayvanlar bunu hesap yapmadan içgüdüsel olarak yapıyorlar, oysa bizler kendimiz kısıtlayarak, öğrenim vasıtasıyla, hassas bir şekilde doğa ile ilişkimizi inşa etmek zorundayız ve basitçe, kötü eğilimimizi evcilleştirmeliyiz, çünkü başka türlü göze alamadığımız anlıyoruz.

Bununla beraber, adam dünyayı tüketmek istiyor olduğu bu durumda ona sadece yemek ve barınakla mutlu olması istenildiği zaman, egolarımızı nasıl tatmin edeceğiz? Adam der ki, ben neyim? Mağarada bir ayı mı, kafeste bir kuş mu? Elbette değil, daha önce hiç sahip olmadığın hazdan daha büyük doyum alacaksın. Bu yapılabilir. Öyleyse nasıl bunu yapacağımızı bulalım?

Haliyle, insanlara öğretmek zorundayız, onlara öncülük etmek zorundayız. Hiç kimse bunu tek taraflı yapmak istemeyecektir; herkes hemen hazzı, tatmini araştırıyor. Bu yüzden, bizler eğitim kaynaklarının paketini ve halkın eğitiminin sistemini hazırlayacağız. Bu yavaşça başlayacaktır. Hemen şimdi, bunu dünyaya açıkça anlatamayız ancak krizlere neyin sebep olduğu hakkında materyaller hazırlamanın ve bunları dağıtmanın zamanıdır. Bu durum çözüme ışık tutacaktır. Tüm bunlardan sonra yapacak bir şey yok. Öyle veya böyle yapmanız gerekeni öğreneceksiniz.

“Egomuzun gelen bu son safhasında artık kendisini nasıl dönüştürmesi gerektiği konusunda yolu açıklayan bir makalesi.’’

Doğa’nın Darbelerini Atlatmak

Soru: Sevgili Dr. Laitman! Bizler, sizin Japonya’daki öğrencileriniz, Bize olan bu talihsizliğe neyin sebep olmuş olduğunu hakkında düşüncenizi bilmek istiyoruz: deprem ve ardı sıra gelen tusinami. Tahminlere göre, yakın gelecekte daha fazla darbe bekleniyor. Japonya’da ve genel anlamda tüm dünya’da bu tür olayları hep beraber atlatabilir miyiz?

Cevap: Doğa bizlerin kendisine benzerliğe ulaşıncaya dek evrimsel gelişim yolunda rehberlik eder. Hissettiğimiz darbeler ve ıstıraplar bizim doğaya benzerlik eksikliğimize onun tepkisidir. Tüm krizlere tek çözüm doğa ile denge haline ulaşmaktır.

Genel anlamda, bu durum, egomuzun ıslahı sonucu edinilir. Egoizmimiz tek bir bütün olarak insanlığın tümü ile bağ kurmaya olan yaklaşımımız tarafından değerlendirilir. Bunun sebebi doğa bize tam olarak bu şekilde davranır, tek bir bütün gibi. Bir olana dek, ıstırap çekeceğiz.

Zohar Kitabın da (”Zohar’a Giriş” madde 66–81) talihsizlik ilk önce en iyi olanlara olduğu söylenir: Bu durumda, Japonya. Ancak, darbeler şiddetlendiğinde daha kötü olanlarda aynı zamanda etkilenecek… Tek bir çözüm var: Diğerini sevmek ve küresel, entegral, tamamıyla doğaya benzer bir halde birleşmek. Daha sonra içimizde, Yaratan tarafından doyumu hissetmeye başlayacağız.

Doğa Bizden Ne Talep Ediyor?

Soru: Dünyamızda, birleşmenin birçok formu var. Doğa bizden ne talep ediyor?

Cevap: Doğa bizim tek kalpli tek adam, bütün, küresel, bütünleşmiş bir sistem, doğaya benzer olmamızı bekliyor.

Birbirimizi hissetmemizi istiyor, herkesin ihtiyaçlarını, düşüncelerde ve arzularda ve herkesin eksikliğini ve isteklerini yerine getirmemizi istiyor. Doğa bizden herkesi kolektif birlik içinde desteklememizi istiyor.

Burada birçok soru var, ancak nihayetinde doğanın bizden istediği bu. Doğa ona benzememizi istiyor: Tek bir olarak. Tüm bunlardan sonra, onun kendisi birleşik bir sistemdir.

Bu sistem içinde bizler herkese rahatsızlık veren ve genel mükemmellikten düşen parça olmamalıyız. Bedeni canlı halde yiyen kanserli tümör olmamalıyız. Kendimizi doğa ile dengeye getirmeliyiz öyle ki onun hızında ıslah olabilelim.