Category Archives: Hayat

” Pandemik Kabuslar Görmek” (Linkedin)

Uyanık ya da uykuda, geçtiğimiz yüzyılda hiçbir olay tüm insanlığı pandemiyle ilgili düşünceler kadar rahatsız etmemiştir. Dünyanın dört bir yanındaki Covid-19 kabusları, en son araştırma konularından biridir. Harvard Üniversitesinin araştırması, dünya çapında insanların, küresel sağlık acil durumunun bir sonucu olarak, hayallerinin sıklığında ve doğasında dikkate değer değişiklikler yaşadıklarını doğrulamıştır. Bu ayrıca virüsün insanlığı tek bir vücut olarak etkilediğini, bu nedenle bizlerin de böyle davranmaya başlamamızın tam zamanı olduğunu doğrulamaktadır.

Koronavirüsün yansımaları münferit olaylar değil, tüm insan ırkını etkileyen küresel olaylardır. Harvard Tıp Fakültesi araştırmasına göre, salgınla ilgili gündüz korkuları ve endişeleri, geceleri uyurken insanların zihninde hapsolmuş durumdadır. Araştırma, insanların konumu ve mesleği ne olursa olsun, katil böcek sürülerinin benzer tuhaf hayallerini ve diğer virüsle ilgili görüntüleri anlatan küresel bir ankete binlerce yanıtı değerlendirmiştir.

Rüyalar, kişinin gün içinde biriktirdiği bir dizi düşünce ve arzudan oluşur. Farkında olmasa bile kişinin bilinçaltında kalırlar. Bir kişi başını yastığına koyup uykuya daldığında, artık düşüncelerini ve gizli arzularını kontrol edemez. Uyku sırasında onlar bireyin hafızasından çekilir ve rüya şeklinde ortaya çıkar.

Duygularımız, düşüncelerimiz, hislerimiz ve arzularımız sınırlamalardan, dış dünyanın baskısından ve fiziksel sınırlardan arınmış olduğunda, çoğu zaman mantıksız ve tuhaf bir şekilde tezahür eden unsurları ve deneyimleri karıştırarak, bir rüyaya bağlanır ve bütünleşir. Bu süreç, kökenleri ve yorumlanmaları hakkında her türlü teori ve spekülasyona yol açmıştır. Ancak rüyalar bundan başka bir şey değildir, psikososyal ve fizyolojik bir süreçtir. Günün sonunda, bizi sürekli uyandıran ve beynimiz artık tam güçle çalışmadığında, uykumuzda bile dinlenmemize izin vermeyen iç sinir sistemiyle bütünleşmiş olduğumuz şeydir.

Rüya görme, görüntüleri işlememize ve onlardan kurtulmamıza izin veren önemli bir mekanizmadır. Bazen rüyalar basit değildir, bizi hoş olmayan durumlara, strese ve korkulara sokabilirler. Bu nedenle yatmadan önce yatıştırıcı ve hatta komik bir şeyler okumanız tavsiye edilir. İlahiler okumak, düşünceleri iyi bir yöne yönlendirmeye de yardımcı olabilir. Ayrıca seks de stresi azaltabilir ve vücudu gün boyunca biriktirdiği gerginlikten kurtarabilir.

Koronavirüs salgınından bu yana günlük hayatımızın stresi dünya çapında bir fenomen haline geldi. Kabala bilgeliğine göre bu dönem, insanlığın bireysel gelişim aşamasını tamamladığı ve tüm bireylerin tek bir beden, tek bir aile, tek ruh olarak bağlandığı daha yüksek ve yeni bir aşamaya geçtiği bir dönemdir. Bu nedenle, dünyanın kendisi küresel ve daire haline geldiği için, artık kabusların bile küresel olarak benzer olması doğaldır.

Hepimiz birbirimize bağlandık, ortak zorlukları ve deneyimleri paylaşıyoruz. Aynı pandemiyi yaşıyoruz ve uyanıkken aynı krizlerle karşılaşıyoruz. Herkes kişisel hayatı, ailesi ve işi hakkında düşünse de, bu bireysel düşünceler artık dünyanın kolektif bilincinde birleştiğinden, deneyimlerimiz giderek benzer hale gelmektedir. Bu yeni koşullar, kâbusumuzu daha hoş bir dünya ve canlı gerçekliğin hayaline dönüştürmek için dikkate değer bir fırsat sunmaktadır.

İnsanları Birlikte Çalışmaya Ne Motive Edecek?

Soru: Ekonomistler günümüzde, çalışan motivasyonunun en büyük zorluklardan biri olduğuna işaret ediyor. İşyeri koşulları, ikramiyeler ve maaş artışları artık işe yaramıyor. Son zamanlarda özellikle Koronavirüs döneminde, motivasyonun temeli değişti. Kendi içlerinde motivasyon bulamayanlara ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Cevap: Sanırım yakında öyle bir duruma geleceğiz ki insanlar ıstırap içinde,  aydaki kurtlar gibi ulumaya başlayacaklar. O zaman, mutlak umutsuz durumlarından çıkmak için en ciddi motivasyona, güce ve yeteneğe ihtiyaç duyduklarını anlayacaklar. Onlara bu motivasyonu verebilecek birini aramaya başlayacaklar ve bize gelecekler.

Soru: Araştırmalar, bir astını dinleme becerisine sahip bir patronun, bir çalışanı işyerinde kalmaya motive etme olasılığının, maaşından 13 kat daha fazla olduğunu göstermekte. Bunun bir geleceği var mı sizce? Sonuçta, çoğu kişi için çalışmanın tek nedeni maaş.

Cevap: Hayır. Böyle bir duruma, bir kişi köle gibi çalışma motivasyonuna sahip olmayacak kadar maddi durumundan memnun kaldığında ulaşacağız. Çalışmasında yalnızca yaratıcı bir bileşen aramaya başlayacak. Sanırım buna yakında geleceğiz.

Soru: Sizin görüşünüze göre bir çalışma ekibini motive etmenin en etkili yolu nedir?

Cevap: Bağ kurmak ve özel bir hedefe ulaşma, tam olarak birliğin içindedir; burada, kendisi ve başkalarıyla ilgili devasa çalışma katmanları ortaya çıkar. Kişi, kendisinin ve başkalarının o kadar içsel olasılıklarını açığa çıkarmaya başlayacak ki içinde ve çevresinde ne gibi inanılmaz olayların gerçekleştiğini görecektir.

Soru: Öyleyse ortak çalışma yapan insanlar, birlikte iyi çalıştıkları gerçeğinden enerji mi alacaklar?

Cevap:  Yalnızca bu değil. Birbirleriyle doğru bir şekilde bağlılarsa o zaman kendi aralarında duygusal, manevi, onlara hiçbir meslekte görmeyecekleri bir ödül veren, bir üst koşul bulacaklar. Onlar her şeyi, doğrudan bir takım içinde kendini gerçekleştirme arzusundan algılayacaktır.

Kronik Yorgunluktan Nasıl Kurtulunur?

Soru: Son yıllarda, birçoğu uzun dinlenme ve uykudan sonra bile kronik yorgunluk sendromu geliştirdi. Hastalığın nedenleri hala bilinmemektedir ve buna göre etkili bir tedavi yoktur. Bazı araştırmacılar, virüslerin bu hastalığın tetikleyicisi olduğuna inanıyor.

Kronik yorgunluk sendromu, insanlara ve ekonomiye çok büyük zararlar verir. Yalnızca Britanya’da 250.000 kişiyi etkiliyor ve ekonomiye milyarlarca pounda mal oluyor.

İnsanlar,  tam anlamıyla yatakta oturdukları yerde yatalaktırlar ve bu konuda ne yapacaklarını bilemezler. Yaşama gücünü nereden alsınlar?

Cevap: Bu sorun kasıtlı olarak ortaya çıkar, böylece hayatın gerçek anlamını buluruz ve onu önemsiz şeyler için boşa harcamayız.

Bu nedenle bir amaç olmadan, yaşamak için hiçbir nedenimiz olmadığını hissediyoruz. Herkesin kendine ait amacı olabilir ama onu bulmalıyız. Bizim evrimimiz, memnuniyet/doyum isteyen içimizdeki egoizmi geliştirmektir. Ve doldurma yoksa onu biz kendimiz aramalıyız. Bu nedenle, bir yandan çok bencil olduğumuz, diğer yandan da çok boş olduğumuz ortaya çıkar. Böylece sorunlar belirir.

Egoizmin büyümesiyle birlikte, onu sürekli dolduracak,  yaratıcı, gerçekten saygı duyulan bir şey aramamız gerekiyor. Bu nedenle, insanları sakinleştirici ile doyurmamalıyız. Bugün dünyada ilgisizlik, tarafsızlık ve her türlü sorun,  egoizmin büyümesi nedeniyle çok yaygındır ve biz insanlar ona doğru doygunluğu veremiyoruz.

Bencillik bizden tek bir şey ister: Bana hayatın anlamını ver! Aksi halde neden yaşamalıyım ki? Sorun bu. Hayatın anlamını bulmalı ve herkese sunmalıyız. Herkes onu bulsun, ancak dertlerimizi unutturan ama bizi doldurmayan küçük şeylerde değil.

İnsanlığın, hayatın anlamını bulacağını düşünüyorum. Ben şahsen buldum. Ama bunu herkese sunamam. Dileyen herkesi davet ediyorum.

Sanal Topluluğu Kim Yönetmeli?

Soru: Sanal topluluğun nasıl ve kim tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Cevap: Bu, iletişimimizin tüm özelliklerini, her türünü ve biçimini düzenleyecek özel bir manevi organ olmalıdır. Her şeyin üzerinde olmalı ve dünyaya buyruklar verebilmiş büyük Kabalistik düşünürlerden oluşan bir topluluğu temsil etmeli ve dünya, onları dinlemenin arzu edildiğini anlamalıdır.

Soru: Peki ya bugün sahip olduğumuz yatay bağlar, artık işe yaramıyor mu?

Cevap: Bugün herkesle bağlantılı olarak oluşturulan bu yasalar, tamamen bencilce, tamamen zorlayıcı yasalardır.

Soru: Gelecekte sanal bir dünya hükümeti oluşturulabilir mi?

Cevap: Elbette.

Faydalı Tembellik

Soru: Bilim adamları, tembelliğin en yararlı özelliklerden biri olduğuna inanıyor. Tembelliğin sağlığı iyileştirdiğini, bizi daha üretken hale getirdiğini, yaratıcılığı artırdığını, beyni aşırı yüklenmeden koruduğunu, konsantrasyonu iyileştirdiğini, sağlığı artırdığını ve yaşamı uzattığını kanıtladılar.

Tembellikle nasıl savaşırız ve onunla savaşmalı mıyız?

Cevap: Bizler, sürekli olarak teknik ve psikolojik bir evrim içinde gelişiyoruz. Sonuç olarak, teknolojimiz ve en son iletişim araçlarıyla, kendimizi giderek daha fazla bağlıyor ve durmaksızın çalışıyoruz.

Bu daha önce böyle değildi. Tam tersine, insanlar zamanlarının çoğunu köylerinde evlerinde geçirdiler, başka birçok faaliyetle meşgul oldular.  Sıradan insan bile şafaktan alacakaranlığa kadar çalışmadı.

Her şey on dokuzuncu yüzyılda buhar motorlarının ve diğer teknik yeniliklerin geliştirilmesiyle başladı. Görünüşe göre ne kadar çok icat edebilirsek, o kadar çok çalışırız, kendimizi çekmek zorunda olduğumuz  bir arabaya koşarız.

Kişi daha az çalışmalıdır. Antik çağlardaki gibi ateşin yanında oturmalı (mecazi anlamda), çayırda dans etmeli, arkadaşlarını ve akrabalarını ziyaret etmeli, zamanının çoğunu her türlü evde veya sosyal etkinliklerde geçirmeli ve dinlenmek için zaman ayırmalıdır. Ama ne olursa olsun, tüm zamanınızı kimsenin ihtiyaç duymadığı çalışmaya ayırmayın, bu sadece birinin hesabına sıfır eklemek için yapılır.

Bu nedenle tembel olmak kötü değil, hatta faydalıdır.

Soru: Bir kişinin manevi gelişiminde tembellik diye bir şey var mı?

Cevap: Evet, bizler bunu hoş karşılarız. Manevi tembellik, kişinin gereksiz bir şey yapmamasına yardımcı olur, aksi takdirde tüm dünyayı yıkıma götürür. Bu nedenle şöyle denir:  “Ayakta durmak yerine oturun. Yürümek yerine ayakta durun ” ve bunun gibi. Yani tembellik faydalıdır. Daha az hareket daha az soruna yol açar.

Başkalarına Yardım Etmek, Hayatta Anlam Bulmanıza Yardımcı Olabilir Mi? (Quora)

Hayatın anlamını bulmak için birbirimize iyice bağlanmış olmamız gerekir, çünkü hayatın anlamı gerçekten mevcut hayatımızın üzerinde bulunabilir.

Bu nedenle, hayatın anlamını kendimizden çıkarak elde edebiliriz ki bu, başkalarıyla bağ kurmakla- kendi kişisel çıkarımızın ötesinde onların yararını dileyerek mümkündür.

Kendine hizmet eden arzularımız hayatın anlamı hissini engeller. Onlar, başkalarının ve doğanın pahasına kendi kendini memnun etme arayışındadırlar ve böyle bir memnuniyet, bizim onu almamızın üzerinde çözülür.

Kendimizden çıkarak ve başkalarının arzularını kendimizinmiş gibi hissedeceğimiz bir şekilde başkalarıyla bağ kurarak, çok daha büyük bir yaşamın ifşa olduğunu görmeye başlarız. Bu, kişisel dar arzularımızın sınırlarının dışında ve başkalarının arzularının içinde bir yaşamdır: her an yerine getirilmeye hazır arzular. Başka bir deyişle, hayatın anlamını başkalarının içinde olarak buluruz.

Hayatın anlamını elde etmek, bireysel dar algılarımızın üzerinde uyandırılmış hale gelmek için özel bir pozitif bağa ihtiyacımız vardır. Diğer bir deyişle, hayatın anlamını, hayatın gelip bize girdiği aynı yönde keşfederiz.

İnsanlık Tarihinde Tekrarlanan En Eski Yalan Nedir?

Bu, düşmanımızın dışımızda olduğunu düşünmemizdir.

Düşmanımızın, farklı bir gruba, kabileye, partiye, ırka ait olduğunu veya bir şekilde daha yüksek sosyal tabakadan daha çok tercih edilen, daha zengin, daha zeki, daha çekici veya daha şanslı olduğunu düşünüyoruz.

Ancak, tüm bu “düşmanlar” bizim hayal gücümüzün bir ürünüdür.

Gerçek ve tek düşmanımız dışımızda değil, içimizdedir. Bu, bizim aşırı egoist doğamız, her arzumuzun, düşüncemizin ve eylemimizin arkasındaki işletim sistemidir.

İnsan egosu üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. O içimizde büyür ve kişisel kimliğimizin bir parçası haline gelir ve hiç hissetmediğimiz bir noktaya gelir ve bunu hissetmediğimizden, bunu bir sorun olarak da hissetmeyiz.

Bununla birlikte, egonun, içimizde nasıl işlediğine ve onun üzerine nasıl yükselebileceğimize dair farkındalık kazanamazsak, o zaman sorunları diğer insanlarda (farklı görüşlere sahip olan veya bizimkinden farklı özellikler sergileyen bazı kişileri değiştirmemiz ve hatta yok etmemiz gerekliliği gibi) algılamamıza neden olmaya devam edecektir.

Dışımızda düşmanı algılamaktan hiçbir olumlu sonuç ve kazanan çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü bu yanlış ve eksik bir algıdır.

Bununla birlikte, algımızı değiştirirsek, düşmanı her arzu ve düşüncemizin içinde kurnazca konumlanmış ego olarak algılarsak, yani dışımızda algıladığımızı kendimize fayda sağlamak için kullanma arzusu olarak, o zaman bizi gerçekten zafere götürecek bir savaş (herkes için çok daha iyi bir yaşam) için kendimizi konumlandırırız.

Böyle bir savaşta, bize benzemeyen insanlara, kayıtsız, eleştirel ve hatta nefret duyduğumuz, bizimle aynı takımda duran insanlara ihtiyacımız vardır. O zaman onlara yönelik istemsiz olumsuz dürtülerimizi hissedebilir ve bu dürtülerin üzerinde olumlu bağ kurabiliriz.

Bununla birlikte, öfkeli egonun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmanın daimi amacı, bunun üstesinden gelmek isteyen toplumun tüm üyelerinin oybirliğiyle ön koşullu bir anlaşmayı gerektirir ki tüm bölücü egoist dürtülerin üzerinde birliği hedeflemek, egoizmimize teslim olmaktan daha önemli ve toplum için daha faydalıdır. Bu noktada toplumun tüm üyeleri arasında bir anlaşma olmazsa, o zaman tek bir kişinin, egonun kişisel kazanç taleplerine başkalarının zararına kurban gitmesi yeterlidir ve sonuç olarak herkes düşecektir.

Birbirinden nefret eden insanlar arasında birleşme çabası gerçek olamayacak kadar romantik ve ütopik görünse de anlaşmazlıklarımızdan ne kadar çok gelişir ve acı çekersek, başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını o kadar çok anlayacağız.

Kısacası, egoist farklılıklarımızın üzerinde birleşemezsek, hepimiz kaybederiz.

Bugün, her zamankinden daha fazla, istesek de istemesek de hepimizin herkese bağlı olduğu gezegende, karşılıklı bağımlılığımızın artan baskısına tanık oluyoruz. Birleşmek için herhangi bir eylem yapmadan kendimizi daha da geliştirirsek, o zaman artan miktarda olumsuz fenomenin bizi baskı altına almasını bekleyebiliriz.  Ya farklılıklarımızın üzerinde birleştiğimizi ve o köşeden bir çıkış yolu bulduğumuzu göreceğimiz bir köşeye yönlendirilecek ya da dayanılmaz acılara katlanacağız.

Farklılıklarımızın üzerinde birleşmeye ihtiyaç duyma fikrini desteklemek için, canlı organizmalardan bir örnek alabiliriz: Bir organizma, çok sayıda zıt hücre, organ ve parça, artılar ve eksiler içerir ve hayatta kalması, tüm organizmanın sağlıklı çalışması için tüm parçalarının birbirini tamamlamasını sağlayan kuşatıcı bir sistemik eğilimden kaynaklanır.

Bu nedenle, akşam olmadan sabah, gece olmadan gündüz veya karanlık olmadan ışık olmadığı gibi, dünyaya tek taraflı bakış açımızın üzerine çıkmamız ve tüm farklı nitelikleri ve görüşleri tamamlama zorunluluğunu hissetmemiz akıllıca olacaktır.

Şimdiki şartlara göre, kendimizi egoist kabuklarımızda gittikçe daha fazla köşeye sıkışmış bulunuyoruz, sorunlarımızın kaynağı olarak parmaklarımızla başkalarını işaret ediyoruz. Bu şekilde gelişmeye ne kadar devam edersek, toplumumuz o kadar çok parçalanacak ve hepimiz daha çok acı çekeceğiz. Bu tamamen sürdürülemez bir davranış tarzıdır.

Bu nedenle, hayatımızdaki tek gerçek düşmana- her birimizin iç içe geçmiş insan egosuna- uyanmaya başlamalı ve onun üzerinde birleşmek için oybirliğiyle bir çözüme ulaşmalıyız. Böylesi bir uyanışa giden yolumuzu hızlandırmak için, bütün bölünme biçimlerinin üzerinde birliği övdüğümüz, birbirimizin olumlu bağ kurma hareketlerini desteklediğimiz ve bu süreçte çeşitli görüşleri, ırkları, ulusları ve nitelikleri kucakladığımız yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır.

Bu ortak farkındalık seviyesine ulaşırsak, yepyeni ve uyumlu bir dünya keşfetme yolunda ilerliyor oluruz. Böylece her birimiz o zaman, daha önce hiç hissetmediğimiz, yeni keşfedilmiş mutluluk, sağlık, özgüven ve güvenliği yaşayacağız.

“Hayatın Amacı Nedir?” (Quora)

Hayatın amacı, doğanın bizim için hazırladığı en yüksek ve en yüce duruma ulaşmaktır: Doğuştan gelen egoist benliklerimizin üzerine çıkmak ve doğanın tüm seviyelerinde neden var olduğumuza dair- cansız, bitkisel, hayvansal ve insan- net bir anlayış, algı ve his kazanmaktır.

Dahası, matematiksel yasaları, kedilere kanıtlayamadığımız gibi, hayatın amacı da kimseye zorlanamaz veya gösterilemez. Bunun yerine, her insanın kendisi için hayatın amacını keşfetmesi gerekir: tam bir vizyon ve gerçeklik hissi kazanana kadar, kendisini algılama ve hislerde yükseltmek.

Doğuştan gelen egoist doğamızın üzerindeki yükseliş, doğanın bütünlüğünün keşfi, insan olmanın tam anlamıdır. İbranice’de “insan” kelimesi, “Adameh le Elyon” (“en yükseğe benzer”) ifadesinden kaynaklanan “Adam”dır. Bu, dar egoist algımızın üzerine çıkıp gerçeklik algısını bütünüyle edinirsek, kelimenin tam anlamıyla “insan” olma rolümüzü yerine getirdiğimiz anlamına gelir.

Egoizmimiz, temel hayatta kalma ihtiyaçlarından – yiyecek, seks, aile ve barınak – başka bir şey talep etmeyen küçük bir haz alma arzusundan, sayısız sosyal bağlantıdan -para, servet, onur, saygı, şöhret, kontrol, güç ve bilgi- tatmin gerektiren daha büyük bir egoya doğru,  birçok nesil boyunca gelişmekte ve büyümektedir.

Çağımızda, egoist gelişimimizin çıkmaz bir noktaya ulaştığına tanık olduğumuz yani egoist arayışlardan tatmin olmanın gittikçe zorlaştığını hissettiğimiz, aynı zamanda toplumda bol miktarda olumsuz tutuma yol açan benzersiz bir geçiş noktasına ulaştık. İnsanlar, birbirleri üzerindeki tatminsizliklerini gittikçe daha fazla ortaya çıkararak, toplum genelinde kutuplaşmaya ve nefretin artmasına neden oluyorlar.

Günümüzün aşırı şişmiş egoizmi, bu nedenle, birbirimizle ve doğa ile dengeli ilişkiler kurabilmemiz için karşıt, pozitif ve özgecil bir güç çekme ihtiyacına işaret etmektedir.

Hem doğuştan gelen egoizmimiz hem de pozitif özgecil gücümüz doğadan kaynaklanır ve hayatın amacı, doğayla denge ve uyum içinde yaşayalım diye, doğanın pozitif özgecil gücünü egoist gücümüzün üzerine çekmek için kendimizi adamamızdır.

Hayatın Anlamı Tüm İnsanlık İçin Aynı Mıdır?

Soru: Tarih boyunca insanlar hayatın anlamı hakkında sorular sormuşlardır. Semavi dinlerde, yaşamın amacı Tanrı’nın bilgisi, itaat ve O’na hizmettir; Budizm’de acının son bulması; Hinduizm’de, yüce mutluluğun elde edilmesi ve Konfüçyüs’e göre, cennete benzer şekilde mükemmel bir toplum inşa etmektir.

İlginçtir ki bilim, hayatın anlamı sorusunu hiç incelemez. Yalnızca yeryüzünde yaşamın ortaya çıkış koşullarını inceler.

Hayatın anlamı tüm insanlık için aynı mı olmalı, yoksa herkes kendine ait bir anlama mı sahip olmalıdır?

Cevap: Gerçek şu ki, sürekli gelişen ve yavaş yavaş büyüdükçe dünya ve yaşam hakkındaki görüşleri değişen çocuklar gibiyiz. Bu doğaldır. O yüzden, çocuğa bu şekilde davranırız. Beş yaşında anladığı şey, 10, 15 ve 20 yaşlarında anladığı şeyden farklıdır. Bir bakıma tamamen farklı insanlardır. Çocuk büyüdükçe, kendi varlığının farkındalığının da arttığını görürüz. İnsanlıkta da durum aynıdır.

Bu nedenle, tüm insanlık için ortak bir şey hakkında konuşamayız. Onu bulunduğu seviyeye bağlamalıyız. Örneğin, rastgele iki kişiyi alıp karşılaştırmaya başlarsak, o zaman önce her birinin neden böyle düşündüğünü ve inandığını ve başka türlü düşünmediğini anlamanız gerekir ve ancak bundan sonra onlara karşı doğru bir tutum sergileyebilirsiniz.

Soru: Yani insan hayatının en yüksek amacı kendini anlamaktır, doğayı tanımak sonu olan bir şey değil midir? Hakikaten, başka hedefler de var mıdır?

Cevap: Prensip olarak, ne için var olduğumuzu anlarsak, bu zaten bizi yaratan gücü incelemeye başladığımız yüce bir eşiktir. Bu, ilk olarak bizden daha yüksektir. Bizler bir sonraki bilinç seviyesine yükseleceğiz ve yeni bir seviyeye ulaşacağız.

Bu seviyeye çıkanlara, daha sonra ne olacağını söyleyemem. Bu, on yaşındaki bir çocuğun mantığını anlamayan beş yaşındaki bir çocuk ile yirmi yaşındaki birini anlamayan on yaşındaki bir çocukla aynı örnektir.

Yeni Hayat 1155 – Sağlıklı Yaşam Biçimi

Dr. Michael Laitman, Oren Levi ve Nitzah Mazoz ile söyleşide

Kabala bilgeliğine göre kişi orta çizgide var olmalı çünkü denge sağlığa götürür. Ne için yaşadığımızı anlayıp, düşüncelerimizi, arzularımızı ve niyetlerimizi netleştirerek orta çizgiye ulaşırız. Kendimizi insanlar, toplum ve doğa arasındaki orta çizgide ayarlamamız, sıkıntılardan ve problemlerden kaçınmamız mümkündür. Sağlıklı bir yaşam tarzı, genel doğa sisteminin merkezine ulaşmamızı ve orada kalmamızı gerektirir.

 

Söyleşinin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.kabala.info.tr/kutuphane/michael-laitman/dr-laitman-ile-yeni-hayat/yeni-hayat-1155-saglikli-yasam-bicimi/