Category Archives: Dünya

İnsan Derecesi Ve Geri Kalanı Arasındaki Fark

Soru: İnsanlar uzun zaman ülkelerin kurulmasıyla ilgilendiler. Bu konuda yaygın olarak kabul edilen dokuz teori var. Kabala bu süreci alma arzusunun gelişimi olarak görüyor. Nedir bu süreç?

Cevap: Ben ne siyaset bilimcisiyim ne de devletlerin oluşumunda uzmanım. Ama bilim adamlarını dinlediğimde, ne kadar anlaşılamaz olduklarını görüyorum: her birinin kendi teorileri var ve bu teorilerden bir sürü var, bilim adamları onlarla dolu.

Kabala her şeyi çok daha basit bir şekilde açıklar. Yaratılış özü, haz alma arzusudur yani egoist bir arzudur.

Cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada bu arzu, varlığının korunmasında ilkel bir biçimde kendini gösterir.  Kristaller, mineraller ve metaller yapılarını korumaya çalışırlar, kristal kafes, atomlar veya moleküllerin yapısında olduğu gibi.

Bir bitki, doğal olarak, zevk alma, hayatla dolma arzusuna en uygunu ilkesine göre var olabilmek için hayatta kalmaya çalışır. Hayvan organizmaları da hareket etme, belirli bir şekilde çoğalma yeteneğine sahiplerdir, çünkü egoizmleri böyle bir gerçekleşmeyi gerektirir.

İnsana gelince, bu arzu kendini, kişinin kendini başkalarıyla kıyaslamasıyla yeni arzular edinmesiyle kıskançlık, çekememezlik ve acı şeklinde gösterir; başkalarına bakarak yeni arzular çeker. Yani yabancı arzuların akışı nedeniyle gelişmek için sonsuz bir yeteneği vardır. Kıskançlık ve çekememezlik yüzünden her zaman kendisi için yeni hedefler bulur.

Bu nedenle, insan seviyesi diğerlerinden çok farklıdır. Örneğin, Büyük Patlama’dan ve evrenin daha da genişlemesinden sonra oluşan cansız doğa, belirli yasalara göre gelişir ve bununla ilgili herhangi bir sorun yoktur.

Bitkisel doğa var olur, ölür, yeniden doğar ve böylece milyonlarca yıldır değişmektedir. Canlı doğada da özel bir şey olmaz; hayvanların alışkanlıklarını ve karakterlerini biliyoruz. Doğru, farklı hayvanlar ve hatta çeşitli türleri nispeten farklı karakterlere sahiptir ama hayatı boyunca önemli değişiklikler yaşayan bir insan gibi değil.

İnsanlar kendi aralarında doğal olmayan, anlaşılmaz kombinasyonlar kurarlar. Bu, bir çiftin yavruları doğurduğu, büyüttüğü hayvanlar dünyasında olduğu gibi sadece bir aile değildir,  varlıklarının amacı da budur.

Hayvanlar, belirli gruplar veya daha büyük sürüler kurarak, hiç hata yapmaksızın içgüdüsel doğa yasasına göre yaşarlar. Fakat bütün bunlar içgüdüyle yönetilir ve asla değişmez. Liderler değişir, ancak yaşam tarzının kendisi her hayvan türü için sabittir.

Bir insan için böyle değildir. Egoizmi değiştikçe, kendi etrafında yarattığı şeyler de değişir. Bir zamanlar insanlar da hayvanlar gibi gruplar halinde yaşamışlardı. Belki de ortak çocukları, ortak eşleri ve ortak kocaları vardı.

Daha büyük egoizmin tezahürü ile paylaşılmaya başlandı. Fakat birbirlerini destekleme, kendilerini vahşi hayvanlardan koruma ya da birlikte avlanmaya gitme ihtiyacı ortadan kalktığında, insanlar birbirlerinden ayrılmaya ve kendi hanelerini kurmaya başladılar. Yavaş yavaş, uzmanlıklar bu şekilde oluştu: biri ayakkabıcı, biri demirci vs.

Yani çeşitli gruplar ve klanlar oluşturulmuş, insanlar arasında çok karmaşık bir ilişki sistemi kurulmuş, avukatlara, ekonomistlere ve diğer uzmanlara ihtiyaç duyulmuştur.

Bütün bunlar antik dünyada bile bağlantı sistemini korumak için vardı: mahkemeler, ordu, vergi tahsildarları ve diğer her şey.

İçsel egoizmi nedeniyle sürekli gelişen insan bedeni bizden, sıradan bir insanın anlayamadığı yeni, giderek karmaşıklaşan ve kafa karıştırıcı bir organizasyon talep etmektedir.

Bilgenin Gözleri

Dünyanın siyasi haritasına baktığımızda birbirini yok etmeye çalışan iki çizgi görüyoruz sağ çizgi ve sol çizgi. Onlar hâkimiyette değişiyorlar ve mücadeleleri giderek daha vahşi ve yıkıcı hale geliyor. Fakat doğanın geri kalanına baktığımızda orada savaş yok, tamamlayıcılık var. Mücadeleler bile rakip tarafları güçlendiriyor ve onları daha sağlıklı hale getiriyor. Açıkçası bir şeyleri kaçırıyoruz.

Dengeli ilerleme her zaman iki taraf içermelidir: Sağ ve sol. Sağ taraf, yarını bugünle aynı kılmak için istikrar ve gelenek eğilimidir. Sol taraf devrim yapma, yenilik yapma, geleceği sorgulama eğilimidir. İki taraf birbirini tamamladığı zaman toplum daha iyi sonuçlar çıkarabilir, daha doğru kararlar verebilir ve başarılı bir şekilde ilerleyebilir.

Kral Süleyman “Bilgenin gözleri kafasındadır” (Vaiz 2:14) demiş. Diğer bir deyişle doğa bizi her zaman ileriye doğru iterken, biz onu anlamaya eğilimli ve hazır olmalıyız. Hazır olmadığımız zaman, şanssızlıklar bizi şaşırtır ve sıkıntılar bizi korunmak için araştırmaya zorlar. Doğa her zaman evrim geçirdiğinden, yarın istikrarı korumak, geleceğe bugünden hazırlanmamızı gerektirir. Bu sağ çizgi ve sol çizgi arasındaki doğru kombinasyondur ve buna “orta çizgide ilerlemek” denir.

İnsan egosu sürekli değiştiği ve geliştiği için orta çizgiyi korumak zordur. Ne kadar gelişirsek, duyularımız o kadar yeni heyecanlar talep eder ve zevk ve tatmin için daha fazla açlık hissederiz. Aynı zamanda, dünyamız giderek daha fazla bağlantılı hale geliyor ve bir kişinin yaptığı herhangi bir hareket diğer tüm insanları etkiliyor. Birbirimize yabancılaşmamız yoğunlaşırken karşılıklı bağımlı hale geldik.

21.yüzyılda hayatta kalmak için, büyüyen egolarımıza hizmet etmek ile başkalarına karşı düşünceli olmak arasındaki orta çizgiyi bize öğretecek küresel eğitim sistemleri kurmaktan başka seçeneğimiz olmayacak. Yapıcı bir orta yol bulmayı öğrenmedikçe, doğa bizi baskı ve acı yoluyla bunu yapmaya zorlayacaktır.

1930’larda, büyük Kabalist ve düşünür Baal HaSulam, “Dünyada Barış” adlı ilham verici makalesinde şunları yazmıştı: “Bizim neslimizde, dünyadaki tüm ülkeler her insana mutluluğu için yardım ettiğinde, birey, bir makinedeki dişli gibi, farkında olmadan tüm dünyanın kölesi olur. Bu aslında bilinmesine ve hissedilmesine rağmen, dünyadaki insanlar hala onu tam olarak kavrayabilmiş değiller. Neden? Çünkü doğadaki gelişme davranışı böyledir: Eylem anlayıştan önce gelir ve ancak eylemler kanıtlayacak ve insanlığı ileriye itecektir.”

Bu nedenle, kaybedecek zamanımız yok. Yarın iyi bir karşılama istiyorsak, bugün üzerinde çalışmalıyız.

Hangisini Seçmeli: 10 Milyon Dolar Mı Yoksa Hayatın Anlamı Mı?

Soru: Zor bir dönemden geçiyoruz, insanlar açıkça olgunlaştı, birçoğu hayatlarını yeniden gözden geçiriyor ve geleceği düşünüyor. Bu çerçevede sosyologlar basit bir soru sordular: “Ne tercih edersiniz: hayatın anlamını aramak mı yoksa piyangoda 10 milyon dolar kazanmak mı?” %85’i parayı seçti.

Yakın gelecekte Kabala kursları açacağız. İnsanlara ne söylerdiniz? Bu kurslarda ne bulacaklar? Hayatın anlamı mı ya da ya da paranın eşdeğeri günümüze, geleceğe ya da başka bir şeye güvenmek mi?

Cevap: Dünyamızın küçük bir küre olduğunu anlıyorsunuz ve üzerinde uçuyoruz, onu Munchausen gibi [Baron Munchausen’in Rusya’daki Muhteşem Seyahatleri ve Kampanyalarının Anlatısında] çekirdekten havasız boşluğa, henüz bizi canlandırmaya, desteklemeye, beslemeye veya sulamaya kesinlikle hazır olmayan, karanlık uzaya, ölü uzaya dek sürüyoruz.

Bu durumda, yalnızca evrenimizin bu küçük parçasında özel koşullar olması nedeniyle yaşıyoruz. Dahası, evrende bu tür koşullar ne kadar aranırsa aransın, asla mevcut değildir!

Bu mavi gezegen çok özeldir. Ve eğer ona özen göstermezsek, o zaman orada varlığımızı sonlandıracağız. Dolayısıyla bizim için en önemli şeyin para olmadığını düşünüyorum. Bizim için en önemli şey gezegenimizi korumaktır.

Fakat onu korumak için, var olan ve onun bağlı olduğu güçleri bilmemiz gerekir. İşte bu yüzden Dünya denen bu küçük canlı organizma gerçek canlı bir organizmadır! Onun sayesinde varız, o da var olmalı. O yüzden, her şeyden önce bunu düşünmeliyiz.

Dünyada her yıl kitle imha silahlarına trilyonlarca dolar harcandığını duyduğumda kendimi çok kötü hissediyorum. Çünkü bugün bu dünyanın yanlış yöne sürüklenmesi için güçlü, modern bir atom bombası yeterli. Bariz bir şekilde yanlış yola!

Yörüngesi azıcık kaysa, bir şey olsa, bittik! Hayat, yaşadığımız küçük bir pandemi yüzünden değil, çevresel koşulların bu kadar çok bozuluyor olmasından değişiyor, nefes bile alamıyoruz, bu kadar radyasyonla var olamayız vb.

Bence bu en önemli şeydir. Dünyanın sürdürülebilir gelişiminin gerekliliği ve içinde bulunduğumuz koşullar gereği, öncelikle atmosfere, içinde yaşadığımız çevreye özen göstermeliyiz. Kabala tam olarak bundan, geleceğimize nasıl düzgün bir şekilde bakmamız gerektiğinden bahseder.

Soru: Ve bu mavi küreyi her şeyin temeli olarak mı koydunuz?

Cevap: Evet. Mavi çünkü hala üzerinde küçük bir oksijen bloğu var. Ama uzanması için oksijen bloğu kalmadığında, o zaman işler değişecek! Mars gibi kırmızıya, Venüs gibi maviye ya da başka bir şeye dönüşecek. Kırmızıya, maviye dönecek ve bitecek.

Soru: Ya sonra? Kabalistler ekolojist değiller, hadi “Ekolojiyi kurtaralım” demezler.

Cevap: Hayır. Ancak ben sadece var olmaya devam etmek isteyen, bu Dünya’da yaşmaya devam etmek isteyen insanlara sesleniyorum. Bu yüzden diyorum ki, 10 milyon dolar yerine hayatınız, güvenliğiniz ve gelişiminiz için çok daha fazlasını yapabilirsiniz.

Soru: Peki hayatın anlamını bunun içinde bulacaklar mı?

Cevap: Kabala ilmine iyice dalmadıkça hayatın anlamını hiçbir şeyde bulamazlar. Daldıklarındaysa sadece hayatın anlamını değil, hayatın kaynağı ile de bir bağ kuracaklar. Ve onun aracılığıyla, genel olarak var olan her şeyin, evrenin, Dünya’nın, kendilerinin, her dakika başlarına gelen her şeyin, olmuş ve olacak her şeyin anlamını zaten bulacaklar. Bütün bunları ancak dünyayı doğru anlamaya başlarlarsa bulacaklardır.

Soru: Sizce Kabala kurslarımızda buna gelecekler mi?

Cevap: Evet. Bunu başka hiç bir yerde bulamazlar. Bence bu zaten kanıtlanabilir ve başka bir yerde bir şey bulmaya çalışmanıza gerek yok. Kabala bilimi, diğer tüm bilimler, teoriler, felsefeler vb. ile karşılaştırıldığında, böyle pratik bir metodoloji ortaya koyar ve cinsiyeti veya dini ne olursa olsun herkesi bu konuda ustalaşmaya ve hayatın anlamı sorusunun ötesine, yani hayatın kaynağına davet ediyor.

Ve o zaman kesinlikle kişinin içinde ortaya çıkan tüm sorular, soruyu sormadan önce bile ona net hale gelir.

Sizleri dersleri almaya davet ediyorum. Günümüzde bir kişi bu soruları kendisi için cevaplayamıyorsa, o zaman kendini düzgün bir şekilde donatamayacağına inanıyorum.

Soru: Hangi sorular?

Cevap: Hayatın anlamı. Neden bunlar oluyor? Her şeyi nasıl düzeltebilirim? Bunlar varoluşun en temel sorularıdır.

O halde bu bilimde ustalaşmak zorundayız. Zor değil. Laboratuardaki bir bilim adamı vb. gibi içinde olmaktan, içinde çalışmaya başlamaktan bahsetmiyorum. Hayır.

Bu, bir insanın kendi kaderinin yaratıcısı olabileceği ölçüde, formdadır.

Soru: Yani kendi kaderinizin yaratıcısı olabilir misiniz?

Cevap: Elbette! Yaratıcı olun!

Soru: Kendi kaderinizin yaratıcısı olmak mükemmel bir şey mi?

Cevap: Evet. Olmalıyız da. Yaradan her şeyi yaptı, hazırladı, yarattı ve bize ihtiyaç duyulan her şeyi bilme, anlama, değiştirme ve düzeltme fırsatı verdi ve böylece kendimiz için mümkün olduğunca rahat hale getirebileceğimiz bir dünyada yaşamamızı sağladı.

Yaradan’ın Kontrolü Altında Bir Kişi

Soru: Dünyada Hitler ve Stalin gibi büyük kötü adamlar var. Arkalarında sanki Yaradanmış gibi yenilmez bir güç olduğu hissi vardır ve sonra bu gücü kaybederler. Neden işler bu şekilde olur?

Cevap: Şayet bir kişi Yaradan ile bağa yönlendirilmezse, özellikle Hitler ve Stalin gibi büyük olumsuz insanlar veya büyük olumlu insanlar, sadece üst güç tarafından yönetilirler.

Kişinin bunun üzerinde hiçbir kontrolü yoktur. Kabala ilminin perspektifinden bakıldığında, Yaradan ile bağa ulaşanlar veya bu bağı amaçlamayı isteyenler hariç, tüm insanlık köleleştirilmiştir, onlar hayvan egoizmi tarafından yönetilmektedir. Dolayısıyla onlardan bir şey talep edemeyiz. Ne de olsa nasıl hareket edeceklerini, üst takdirin onları nasıl yönettiğini ve neden bir şeyleri şu ya da bu şekilde yapmaya zorlandıklarını bilmiyorlar.

Elbette dünyaya yapabilecekleri kötülük sınırlı olmalı, ama bunun için onları kınayamayız. Doğanın bizi yöneten gerçek gücünü nasıl doğru bir şekilde ortaya çıkarabileceğimizi onlara göstermemiz ve açıklamamız gerekiyor ki onu ifşa edelim.

Onlarla farklı ilişki kuramayız. Maddesel düzeyde onlardan nefret edebileceğinizi ve onları yok etmeye hazır olabileceğinizi ve onlara iyi bir şey dileyemeyeceğinizi anlıyorum. Ama öte yandan, kişinin içinde onu işletmesi için Yaradan’ın ona koyduğu güçler tarafından köleleştirildiğini ve kontrol edildiğini anlamamız gerekir. İnsan Yaradan’ın yarattığı bir varlıktır.

Ancak Yaradan’ın kişiye verdiği korkunç niteliklere ek olarak, bu nitelikleri ıslah etme yöntemini, yani onları düzeltme yeteneği edinirse, böyle bir kişiye şu soruyu sormak ve talep etmek mümkündür: “Aldıklarınla mı yaptın? Islah yöntemini uyguluyor musunuz? Sana verilen koşullarda bunu doğru kullanıyor musun?”

Ama kişiye kendini ıslah etmesi için şartlar verilmemişse, ondan bir şeyi nasıl talep edebilirsiniz?

Dünyaya Kabala bilgeliği açısından bakarsak, bu kişiyle farklı bir şekilde ilişki kurmamız gerekir. Böyle insanları Yaradan’ın yaratılanı olarak görmemiz gerekir. Hepimiz seçmediğimiz temel niteliklere sahibiz. Nerede doğacağımızı, nasıl yetiştireceğimizi vs. biz seçmedik. Belki ben de farklı bir ailede, farklı bir toplumda, farklı bir ülkede, farklı bir zamanda doğup büyümek isterdim.

Bunu kimse seçemez, öyleyse neden biri bana: “Neden işleri bu şekilde yapıyorsun da başka türlü yapmıyorsun?” diye şikâyet etsin. Bunu yapıyorum çünkü ben böyle yetiştirildim ve Yaradan’ın bana verdiği nitelikler bu şekilde gelişti, hepsi bu.

Kabala bilgeliğinin bizi tamamen farklı bir gerçeklik algısına yönlendirmesinin nedeni budur, böylece kendimizden başka hiç kimseye şikâyetimiz olmaz. Dünyayı ıslah etmek mi istiyorsunuz? Yaradan’ı hedefleyin ve dünyayı ıslah etmesi için talep edin, isteyin, deneyin ve O’na doğru harekete geçin.

 

Dünya Savaşlarını Önlemek

Soru: Bir Kabalist, Yaradan’ın dünya savaşları ve felaketler gibi eylemlerini haklı çıkarmalı mı yoksa onları engellemeye mi çalışmalı?

Cevap: Bunları önlemek veya haklı çıkarmak farklı şeylerdir. Bir Kabalist her durumda bu eylemleri engellemeye çalışmalı ve ayrıca onları haklı çıkarmalıdır.

Soru: Bnei Baruch bir üçüncü dünya savaşını önleyebilir mi? Yoksa Yaradan’ın bu eylemini haklı mı çıkarmalıyız?

Cevap: Bu bize bağlıdır: Birliğimizin dünya çapında ne kadar ifşa olacağına, dünyayı kendi egoizminden koruyan bir koruyucu haline ne kadar geleceğine bağlıdır. Sorun şu ki, egoizm durmaksızın büyüyor ve dünya savaşları gibi sorunları tetikleyip bunlara davetiye çıkarıyor. Burada yapacak bir şey yok. Baal HaSulam’ın üçüncü ve hatta dördüncü dünya savaşı olasılığı hakkında yazdığını görüyorsunuz. Yine de eylemlerimizin bunu engelleyeceğini ve birlik metodunu tüm dünyaya yaymamızı mümkün kılacağımızı umuyoruz. Eylem! Kendi aranızda ve çevrenizde harekete geçin.

Bizim Islahımız Nedir?

Baal HaSulam, “Dünyada Barış”: Nesiller boyunca, dünya yenilikçilerinin zayıflığını anlamanın anahtarı budur. Onlar; insanı düzgün işlemeyen ve tamire ihtiyacı olan bir makine gibi, yani bozuk parçalarını çıkarmak ve onları iyi parçalarla değiştirmek olarak gördüler.

Gerçek şu ki, insanda hiçbir kusur yoktur ve onda hiçbir şeyin değiştirilmesi gerekmez. Her şey ona doğa tarafından verildi, birbirinden çok farklı olumsuz nitelikler ve hatta öldürme, soygun yapma arzusu vb. hepsi ona Yaradan tarafından verildi.

Islah, kişiyi hapse atmak ya da asmak değil, içselliğini düzeltmesi gerektiğini anlayabileceği çerçevelere entegre etmektir, böylece başkalarıyla ilgili en olumsuz dürtülerinin ötesinde başkalarıyla bağ kurma dürtüsü hissedebilir.

Kişinin olumsuz niteliklerini yok etmeden bir sonraki seviyeye yükselmesi ve diğerleriyle ilgili olumsuz dürtüleri yerine olumlu dürtüleri edinmesi gerekir.

Negatif ve pozitif dürtülerini bu şekilde sergilediğinde, aynı alanın negatif ve pozitif kutupları arasında olduğu gibi, aralarındaki manevi durumu hissetmeye başlayacaktır. O zaman üst dünyayı hissetmeye başlayacaktır.

Doğanın Dilini Anlamak

Ya yabancı bir gezegene geldiysek, yerel yaratıkların dilini konuşmadığımız ya da hareketlerini, kültürlerini anlamadığımız bir yere? Yapacağımız utanç verici gaflar şöyle dursun; asıl sorun bizi ve başkalarını ciddi tehlikelere sokacak hatalar yapmamız olurdu.

Bu teorik bir soru değil, bizim günlük hayatımızdır. Bizler, evimiz olarak düşündüğümüz bu gezegende uzaylılarız. Onun dilini, hareketlerini, ya da kültürünü anlamıyoruz. Bu nedenle yaptığımız hatalar kendimiz, başkaları ve dünya sakinlerinin geri kalanı için ciddi derecede tehlikelidir.

Daha da kötüsü, uzaylı olduğumuzu bilmiyoruz. Son birkaç bin yıldır burada olmamıza rağmen gezegenin yerlileri olduğumuzu düşünüyoruz. Tarih öncesi çağlarda, hominidler (insanlar da dahil olmak üzere Hominidae (büyük maymunlar) ailesinin üyeleri) yaşadıkları doğal sistemlerin ayrılmaz bir parçasıydı. Esasen ekosistemin dokusundaki başka bir hayvan türüydüler.

Zaman içinde geliştikçe, arazi tarım teknolojisini, endüstriyi ve ekonomiyi geliştirdikçe, giderek daha baskın hale geldik. Sonunda en azından kendi gözümüzde dünyanın “hükümdarları” olduk. Şimdi sanki gezegenin sahibiymişiz gibi yaşıyoruz. Ormanları gelişigüzel yerle bir ediyoruz, hayvan türlerini ayrım gözetmeksizin tüketiyoruz, narsist zihnimizin uydurduğu ideolojilere dayalı hükümetler ve rejimler kurup bunların uygulamasında araç olarak soykırımlar yapıyoruz. Bizim gibi düşünmeyen herkesi hor görüyor, onlardan nefret ediyor, iftira atıp şeytanlaştırıyoruz, adalet ve özgürlük adına onları hapsediyor ve öldürüyoruz.

Bizler, Dünya’nın üzerinde ağırladığı en son misafirler, ev sahibimizin evini, izin istemeden, hiç düşünmeden ve hiç pişmanlık duymadan dev bir çöplüğe dönüştürdük. Aslında, ev sahibimizin onayını almak isteseydik bile, doğanın dilinde nasıl iletişim kuracağımızı öğrenmek için hiç uğraşmadığımızdan, bunu yapamazdık.

Yine de, Dünya kendini bizim zehirli varlığımızdan korumak için bize yangınlar, seller ve depremler gönderdiğinde şikayet edecek kadar küstahız. Gerçekten de, insanın küstahlığı sınırsız ve tükenmezdir. Bu yaz tanık olduğumuz doğal felaketler Dünya’nın hastalığının belirtileri değil; iyileşebilmesi için kendisini insan parazitinden arındırma çabalarıdır.

Doğanın kültürü dengedir. Her şeye ihtiyaç vardır ve her şeyin zıttı vardır. Kış ve yaz, med cezir, tropikaller ve çöller, hatta yaşam ve ölüm bile birbirini tamamlayan karşıtlardır. Birlikte, her şeyin doğru zamanda ve doğru hızda gelişmesini ve sona ermesini sağlayan Doğa’nın dinamik dengesini yaratırlar.

Doğanın dili karşılıklı sorumluluk dilidir. Tüm yaratılanlar birbirine ihtiyaç duyar, karşılıklı cömertlikleriyle var olurlar ve gerçekten ihtiyaç duyduklarından fazlasını almazlar. Bu şekilde, herkes herkesi desteklemeye yardımcı olur ve gezegendeki küresel ekosistem gelişir.

Doğa onaylamadığını gösterdiğinde, aşırı hava koşulları, depremler ve aşırı yoğunluktaki diğer doğal afetler gibi “haberciler” kullanır. Bu habercileri anlamadığımız zaman, daha güçlü olurlar. Eğer yine de fark etmezsek, şiddete dönüşür. Eğer hala dikkat etmiyorsak, zarar verenleri yok eder.

Bugünlerde Doğa, bu gezegende istenmediğimizi gösteriyor. Doğanın düşünce ve denge dilini bir an önce öğrenemezsek, her birimize verdiği hayatı elimizden alacaktır. Sonuçta, hepimiz doğanın yarattıklarıyız, tam tersi değil.

“Arzular Değiştikçe Beynimiz De Değişir” (Linkedin)

İnsan vücudu temelde diğer memelilerinkinden ve elbette diğer maymunlarınkinden farklı değildir. Yine de homo sapiens’e evrilen maymun türü hominidler, besin zincirinin dışına sıçradığımız ve yalnızca tüm canlılar üzerinde değil, tüm gezegen üzerinde mutlak hakimiyet kazandığımız noktaya kadar evrimleşmeye devam etti. Hominidler hakkında, onları öne çıkaran fark neydi? Doğa onlara gelişen arzular aşıladı. İnsanın sürekli gelişiminin nedeni bu arzulardır.

Diğer hayvan türlerindeki arzular çağlar boyunca neredeyse hiç değişmediğinden, diğer türler çok yavaş evrimleşir. Temel olarak, bir hayvanın midesi dolar dolmaz dinlenmek ister. Çiftleşme mevsimi boyunca bir eş arar ve çiftleştikten sonra iki temel arzusu olan yemek ve dinlenmeye geri döner. Dişiler (ve bazen erkekler de) kendi arzularına olduğu gibi, yavrularının da bu iki temel arzusuna bakmak için ek bir arzuya sahiptir.

Talmud’daki bir söz bu fikri özetler: “Bir günlük buzağıya öküz denir” (Baba Kama 65b). Bir günlük buzağı, tam olarak yetişkin bir boğanın istediğini, beslenmeyi ve dinlenmeyi istediğinden, aralarında temel bir fark yoktur.

Ama bir insan yavrusu ve büyümüş bir yetişkin dünyalar kadar birbirinden ayrıdır, kesinlikle karşılaştırılamazlar. Büyüyen bir insanın değişen arzularına uyum sağlamak için beyin sürekli olarak yeni taleplere uyum sağlamalıdır. İşte bu yüzden ihtiyaç (arzu) keşfin anasıdır deriz.

Ama insanlık bir yol ayrımında. Gelişen arzularımız, tüm dünyayı yutmak istediğimiz bir noktaya geldi. Sonuç olarak, bunu başarmak için teknolojiler ve araçlar geliştirdik. Ama onları uygularken evimizi yok ediyoruz. Bizi tüketmeden önce kendi arzularımızın evrimini kontrol altına almalıyız.

Dünya gezegeninin tek bir sistem olduğunu zaten biliyoruz. Bu nedenle arzularımızın evrimindeki bir sonraki aşama, ona boyun eğdirmek ve onu yok etmek yerine ondan yararlanmayı öğrenmektir.

Ondan nasıl yararlanacağımızı ancak onun bir parçası olduğumuz noktaya gelene kadar ona sempati duyduğumuz zaman bileceğiz. Bir şeyi kontrol etmek yerine onun parçası olduğumuzda, güçten vazgeçmeyiz çünkü o şey artık bizim bir parçamızdır. Kendimizi hissettiğimiz gibi onu da içimizde hissetmeye başlarız. Kontrolümüzü kısıtlamaz; algımızı tüm dünyayı kapsayacak şekilde genişletiriz.

Bu duruma ulaştığımızda, dünyayı ve kendimizi mükemmel bir şekilde nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Bütün kontrol bizde olacak ve herkes bilgimizden faydalanacak.

Arzuların gelişimini durduramayız, ancak yönünü bilirsek hızını artırabilir ve hedefimize hızlı ve hoş bir şekilde ulaşabiliriz.

“Neden Bağımız Yangınları Durdurabilir?” (Linkedin)

Dünya yangınlar tarafından yanıp yok olurken, sel baskınlarına maruz kalırken ve küresel bir salgın tarafından sekteye uğramışken, bize sadece bir çare gerçekten yardımcı olabilir: birlik! Sadece bizim dayanışmamız, bizim karşılıklı sorumluluk duygumuz bizleri doğanın bize yüklediği bozuklukların üzerine çıkarabilir. Her krizi ayrı ayrı ele almamız gerektiğini düşünebiliriz ama yanılırız. Krizlerin hepsi kökünden birbirlerine bağlıdır, bu yüzden ortak kökü tedavi edersek krizleri çözeceğiz.

Doğanın bize fiziksel cezalandırmalarla vurması ve bizim onlara bağ kurma ve karşılıklı sorumluluk gibi duygusal çözümlerle karşılık vermemiz garip görünebilir. Mesela, sel ve sevgi arasındaki bağlantı nerede?

Doğadaki tüm sistemlerin birbirine bağlı olduğu bilimsel olarak zaten kanıtlanmıştır. Küresel ekosistemimizin yani Dünya gezegenimizin ve hatta güneş sistemimizin, uzayda yer aldığımız Samanyolu Galaksisi’nin ve nihayetinde tüm evrenin parçaları arasındaki bağları ve karşılıklı bağımlılıkları araştıran sayısız bilimsel disiplin ve disiplinlerarası çalışma var. Her şey birbirine bağlıdır ve her şey diğer her şeyi etkiler.

İklimin açıkça ters gittiği bu yılın yazında olduğu gibi, bir işlev bozukluğu ortaya çıktığında, yalnızca olağanüstü olayın meydana geldiği bölgesel bir hava durumunu değil, bununla ilgili her şeyi incelememiz gerekir. Sonuçda, şiddetli dolu fırtınaları gibi yerel olayların bile dünyada olup biten her şeyle bağlantılı olduğunu görüyoruz.

Sorunların nedenini bulmak için sistemdeki hangi öğenin veya öğelerin işlevsiz olduğunu bulmalıyız. Bunları bulup düzeltirsek tüm sistem yeniden dengesini bulur ve afetlerin oluşmasına neden olan kelebek etkisi olmaz.

Doğanın tümüne baktığımızda, eylemleri diğer her şeyle giderek uyumsuz hale gelen böyle tek bir unsur var: insan ya da daha belirgin olarak- insan davranışı.

Özellikle son yıllarda, egolarımızın çılgına dönmesine ve ne isterlerse talep etmelerine izin verdik. Kaygısız, dikkatsiz ve çoğunlukla düşüncesiz davranışları kutsallaştırdık ve sorumluluk düşüncesini kararlılıkla reddettik. Sonuç olarak, özgür olmak yerine gezegenimizi yok eden, milyonlarca insanı öldüren ve tüm türleri yok eden egolarımızın kölesi olduk. İronik bir şekilde, özgürlük adına, sayılamayacak kadar çok başkalarının özgürlüğünü reddettik ve bunu yaparken biz de özgür olmadık; egomuzun hizmetkarı olduk ve dünyamızı mahvettik.

Şimdi mahvolmuş dünyamız artık bizi daha fazla destekleyemeyeceği için parçalanıyor, çöküyor. Oturduğumuz dalı kesen bizler, artık onunla birlikte düşmek üzereyiz. Kendimizi yok olmaktan kurtarmanın tek bir yolu var: aşırı egoizmimizi dizginlemek. Birbirimize karşı düşünceli ve karşılıklı sorumluluk sahibi olursak, doğayı inkar ettiğimiz dengeyi yeniden kurarız ve doğanın yeniden kurulan dengesi fırtınaları dindirecektir. Biz doğayı bir kenara ittik; fırtınaları üzerimize saldık ve dengeyi yeniden kurabilir ve dünyayı sakinleştirebiliriz. Bunun için sadece kendimizi düşünmeyi bırakıp herkesi dikkate almaya başlamaya ihtiyacımız var.

Uyanın-Yangın!

Dünyada olan her şeyde, bize sadece iyiliği getiren Yaradan’ın iyi ve iyiliksever yönetimini görmeliyiz. O, bu şekilde ruhları ıslah eder ve onları tek bir ortak ruhta birbirine bağlar.

Ancak, bizler her şeyi farklı bir şekilde görüyoruz ve soru, Yaradan’ı haklı çıkarmak ve O’na bağlı kalarak iyiliğinden dolayı O’na minnettar olmak için gerçeği keşfetmeyi ne kadar istediğimdir. Bu benim ıslahımdır.

Bozulmuş bir dünya görüyorsam, kusurlarımdan hüküm verdiğim içindir. Dışımızda hiçbir şey görmeyiz, sadece her birimizin ve beraberce hepimizin içinde neler olduğunu görürüz. Tüm seller, yangınlar ve pandemiler kendi hastalığımızın belirtileridir.

Her birimize ve hepimize birlikte teşhis koyabilecek bir doktora gitsek, hastalığımızın ne kadar ciddi olduğunu görünce dehşete düşerdi. Şöyle derdi: “Yangınları görüyor musunuz? Bu, yüksek ateşiniz olduğu içindir. Selleri görüyor musunuz? Bunlar da içinizdeki hastalıklardır. Bir noktada Gevura’nın güçlerinin sağ tarafta seller gibi göründüğünü ve başka bir zamanda solda bir ateş olarak göründüğünü hissediyorsunuz. Ortada, aralarında başka bir darbe daha var, pandemi. Sağda, solda ve ortadaki birçok darbeyi henüz ifşa edemediniz, çünkü bu tür darbeler dışında sizi ıslah ihtiyacına ikna etmenin başka bir yolu yok.”

Şimdi içinde bulunduğumuz zor durumda olmamızın suçlusunun biz olduğumuz ortaya çıktı çünkü çok yıllar geçti ve ıslahlar için hâlâ hiçbir şekilde uyanmadık.