Monthly Archives: Mayıs 2021

“Karşılığında Bir Şey Beklemeden Vermeyi Nasıl Öğrenebilirim?” (Quora)

Karşılığında hiçbir şey beklemeden birine vermek ve ona yardım etmek gerçekten inanılmaz derecede zor ve hatta imkansızdır.

Yapmakta olduğunuz her şeyi verirken veya yardım ederken, bunu yaparak dünyaya pozitif bir güç kattığınızı düşünüyorsanız, öz saygınız, eyleminizin büyüklüğü artacaktır. Anahtar, dünyaya daha fazla iyilik getirerek dünyayı daha iyi bir yer yapmak istediğinizi düşünmektir.

Ancak, iyiliğinizin karşılığında bir şey kazanacağınızı düşünüyorsanız, “teşekkür ederim” kadar küçük bir şey veya fedakârlığınızı minnetle kabul eden bir gülümseme bile, o zaman aynı zamanda iş yapıyorsunuz demektir. Başka bir deyişle, başardığınız sonuçlardan sonra kendinizi iyi hissedersiniz.

 

Bir kez daha, karşılığında hiçbir şey beklemeden nasıl verileceğini öğrenmenin anahtarı, düşünceleriniz ve eylemleriniz aracılığıyla dünyaya iyiliğin nasıl girmesi gerektiğini, yani dünyanın daha iyi bir yer olmasını istediğiniz düşüncesini uygulamaktır.

Başkalarına nasıl iyi işler yapacağımız ve dünyaya nasıl olumlu ve şefkatli bir enerji getireceğimiz hakkında daha fazla düşünmek için kendimizi organize etmek akıllıca olacaktır.

Doğamız gereği, eylemlerimiz için her zaman kendi amaçlarına yönelik fayda arayan egoistleriz. Bu yüzden dünya için iyilik yaparak egolarımıza nasıl haz vereceğimizi aramalıyız. Dünyaya verdiğiniz için kendinize saygı duymanız olumludur.

Bununla birlikte, başkalarına fayda sağlamaktan çok kendi yararına öncelik veren değerlerle dolu bir toplumda, dünyaya verdiğimizde gerçekten kendimize saygı duyabilmemiz için, kendimizi kalibre edeceğimiz destekleyici bir çevreye ihtiyacımız var.

Kendimizi böyle bir yolla daha fazla verici hale getirmeyi başarırsak, o zaman dünya daha iyiye doğru değişecek. Bugün arttığını gördüğümüz olumsuzluk, nefret ve ayrımcılıkların yerine, dünyada birdenbire pek çok iyilik görmeye başlayacağız. Her şey dünyaya nasıl baktığımıza bağlıdır: Eğer niyetimizi bu dünyada olumlu bir verici güç olmak için ayarlarsak, o zaman başkalarına karşı daha verici ve anlayışlı olmak için ne kadar çok değişirsek, dünya da o kadar çok iyiye doğru değişecektir.

“Manevi Sağlığı Nasıl İyileştiririz?” (Quora)

Manevi sağlık, maneviyata daha fazla yakınlaşmak için birbirimize pozitif olarak bağlandığımız bir durumdur, yani birbirimizi sevmek ve önemsemek ortak niyetiyle birleştiğimiz bir durum.

Bu, bağlantılarımızdaki bu niteliklerle tek bir ruh olarak bağ kurma ortak niyetimiz aracılığıyla, gerçekliği dolduran sevginin, ihsan etmenin ve bağ kurmanın üst gücü ile bağ kurduğumuz bir durumdur.

Bunu yaparak, Kabala bilgeliğinde aramızdaki bağın “ıslah eden ışık” diye adlandırıldığı bir güç olan, sevginin, ihsan etmenin ve bağın üst gücünü uyandırırız ve bu güç ortak bir sevme, özen gösterme ve ihsan etme niyetiyle bizi birbirimize bağlar.

Pek çok insan, bunun mümkün olduğunu varsayarak kendi başlarına manevi sağlık ve esenlik durumuna ulaşmaya çalışır. Ancak manevi bir şeye tek başına ulaşmak imkansızdır.

Manevi sağlık ve esenliğe ulaşmak için, üst gücün, sevginin gücünün, ihsan etmenin ve bağın gücünün alanında olduğumuzu ve bu güce bağlı olduğumuzu hissetmemiz gerekir. Maneviyatla herhangi bir bağ kurmak için bu güce ne ölçüde bağlı olduğumuzu anlarsak, o zaman isteklerimizi, taleplerimizi ve dualarımızı, bir çocuğun ebeveynlerinin gitmesine izin vermediğinde onların elini tutmasına benzer şekilde, bu güce yönelteceğiz. Daha sonra kendimizle ilgili iyileştirmeler ve düzeltmeler yapmak için bu güce döneceğiz, kendimizde manevi olmayan egoist düşünceleri ve arzuları yani başkalarına ve doğaya fayda sağlamaktan ziyade kendi yararına öncelik veren düşünceler ve arzular keşfettiğimizde, o zaman bunu yapacağız. Bu düşüncelerin yönünü, üst gücün ihsan etme yönüne benzer şekilde, sevgi dolu, verici ve pozitif bağ kuracak şekilde değiştirmeyi talep edeceğiz.

Böylece maneviyatı öğrenerek, manevi ilerlememizi destekleyen bir ortama katılarak ve manevi güçlerin etkisini (“ıslah eden ışığı”) çekerek manevi sağlık ve esenlik durumuna doğru ilerleriz. Böyle bir süreç, manevi olarak nerede sağlıksız olduğumuzu keşfedene kadar, yani egoist doğamızın maneviyata nasıl karşı çıktığını ve direndiğini gördüğümüz, Kabala’da “kötülüğün farkındalığı” denen bir duruma ulaşana kadar gerçekleşir. Bu tür durumlar aracılığıyla, yavaş yavaş Kabala’da “ıslah” denen, manevi sağlık ve esenlik için gerçek bir talep geliştiririz yani insanlar arasında bölünmeyi ve nefreti ortaya çıkaran egomuzun, aramızda birlik ve sevgiyi – ruhun niteliklerini – ortaya çıkartan, onun zıttı olan özgeciliğe doğru ıslahıdır.

Manevi olarak sağlıklı olma şeklimiz budur. Kendimizi sevginin, ihsan etmenin ve bağın üst gücünün yerine yerleştiririz ve maneviyatı tamamen keşfedinceye kadar gittikçe bu güce benzer hale geliriz.

Bu nedenle, insanlar arasındaki bağı sevgi, özen gösterme ve verme bağlarıyla nasıl güçlendireceğimizi ve daha olumlu hale getireceğimizi düşünmeliyiz. Daha sonra, nihayetinde, tüm sistemin manevi sağlığını sürdürmek için, onun birbirini tamamlayan hücreleri ve organları gibi olduğumuzu algılayarak, hepimizin parçası olduğumuz büyük tek ruhu keşfedeceğiz.

Şimdilik böyle bir durumdan hala çok uzağız. Karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirimize bağlılığımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirme sürecine henüz başlamadık, burada hepimiz, diğerlerinin tüm egoist kayıtsızlık, ilgisizlik, bölünme ve nefret biçimlerini sevmeyi, ihsan etmeyi ve olumlu bir şekilde bağlantı kurmayı hedefliyoruz. Bu nedenle manevi sistemi birbirine bağlayan karşılıklı güvence ve karşılıklı sorumluluk yasalarını öğrenmek ve incelemek akıllıca olacaktır, bu da bizi manevi güçleri bağlantılarımıza çekebileceğimiz ve manevi olarak sağlıklı, barışçıl, uyumlu bir ilişki kurabileceğimiz aramızdaki dengeli durumu aktif bir şekilde aramaya yönlendirmelidir.

Yaradan’ın İsimleri – Manevi Yükseliş Ölçüsü

Soru: Kişi ne yapmalı, örneğin: Sizin için Yaradan iyidir ama benim için O korkunçtur.  Bu Yaradan’ın bizler için tamamen farklı olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Yaradan herkes için ve her an farklıdır.

Kabala bunu çok basit bir şekilde açıklar: Üst ışık mutlak durağandır. Onda hiçbir değişiklik yoktur, ancak tüm yaratıma baskı yapar ve yaratılışın her unsuru Yaradan’ı farklı isimlerle adlandırır.

Dahası, bizler Yaradan’ı iyilik yapan iyi, kötü, inatçı veya O’na verebileceğimiz adlar ne olursa olsun gelişi güzel adlandırmayız. Onlar sadece O’nu algılama şeklimizi gösterirler. Yani burada ıslahlar yapmak gerekiyor.

Yaradan mutlaktır. O’nun kötü olduğunu hissediyorsam, bu benim kötü özelliklere sahip olduğum anlamına gelir.

Bu nedenle, O’nun üzerimdeki tüm olumlu etkilerini kötü olarak yorumlarım. Öte yandan, Yaradan’a benziyorsam, O’nun üzerimdeki etkisini de o kadar iyi hissederim. Her şey, Yaradan’a ne ölçüde benzediğime bağlıdır.

Böylelikle, Yaradan’ın isimleri, manevi edinimimin derecesini, Yaradan ile manevi uyumluluğumu ifade eder. Ben ilerledikçe ve Yaradan’a yükseldikçe ve O’na daha çok benzedikçe, O’ndan daha olumlu bir şekilde bahsederim.

Bunu, Yaradan ile % 100 uyumluluğun (artı), Yaradan ile % 100 uyumsuzluğun (eksi) ve ortada nötr durumun (sıfır) olduğu bir ölçek olarak tasvir edebiliriz. Bu ölçekte nerede olduğuma bağlı olarak, niteliklerim, Yaradan’a ya daha zıttır ya da daha çok benzer. Genellikle tarafsız bir durumda doğarız ve yolumuza başlarız: biraz aşağı, biraz yukarı, biraz aşağı, biraz yukarı vb.

Soru: Öyleyse, “iyilik yapan iyi”den,  “kötüye ve en korkunç” olana gelebileceğimi mi söylemek istiyorsunuz? Yaradan’ın en olumsuz algısından, en olumlu algılamaya kadar böyle bir genişlik olabilir mi?

Cevap: Bu, olabilecek tek genişliktir. Tam ıslah seviyesine yükselmeden önce, tamamen zıt seviyedeyim. Hayat sürprizlerle doludur.

Farklı Arzulardan Bir Sistem Kurmak

Soru: İnsanlarda üst ışığı, Yaradan’ı edinme ve keşfetme arzusunu uyandırmak dünyamızda neden bu kadar zordur?

Cevap: Çok sayıda arzunun yoğunlaştığı bir sistem vardır. Başlangıç durumunda, tüm parçalar birbirine bağlıydı ve sistem kesinlikle dengeli bir sonsuzluk ve bütünlük durumundaydı.

Bundan sonra, bir kırılma meydana geldi yani sistemdeki parçalar arasındaki bağlantı ortadan kalktı. Sistemin bağlanmasını mümkün kılmayan bu kırık parçalara “egoizm” denir.

Bu neden iyidir? Bunun nedeni, yaratılanın Yaradan’dan uzaklaşması ve dolayısıyla içinde bağımsızlığın ortaya çıkmasıdır. Tamamen Yaradan’a benzeyen bir sistem O’na aykırı hale geldi.

Kırılmanın ardından, sistem dünyamıza doğru egoist gelişimini sürdürdü. Egoist güçlerin tüm sistem üzerinde tam kontrol sahibi olduğu bir duruma ulaştık. Ama Or Makif (Saran Işık), Yaradan, hala onun üzerinde işlemeye devam etmektedir.

Küçük bir egoizmden daha büyük ve daha büyük bir egoizme ve en büyük egoizme kadar, önce en dıştaki çemberi, sonra bir sonraki çemberi çıkararak ve izole ederek sistemi şekillendirmeye başlamaktadır.

Işığın etkisi altında, sistem ilk olarak doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinde toparlanmaya başladı. Ancak insan seviyesine ulaştığında, burada bir sorun ortaya çıktı çünkü burada, bulunduğumuz yerde bilinçli bir anlayış gerekliydi ve bunu bir araya getirmek ve yönetmek bize kalmıştı. Bu şekilde misyonumuz tamamlandı.

Bizim zamanımızdan başlayarak, sistem gelişmeyi durdurdu; cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerdeki bir önceki formlardaki gelişimini tamamladı ve insan seviyesine ulaştık. Bilinçli bir tutum, ne yaptığımıza dair bir anlayış, burada gereklidir. Yani basit olmayan bir zamanda yaşıyoruz.

Aramızdaki tüm çeşitli parçaları eski haline getirmeli ve yeniden inşa etmeliyiz, tüm sistemi tek bir bütün halinde toplamalı ve bir araya getirmeliyiz.

Bunu yapmak için birleşmeli ve onun sistemine katılmalıyız. Bunu nasıl yapabiliriz? İnsanlık sürekli kendini bir araya getirmeye çalışıyor çünkü doğa ve toplum onu buna doğru itiyor, ama hiçbir şey başarılı olamadı. Çünkü bunu yapmak için, bizi etkilemesi için daha yüksek bir gücü uyandırmalıyız.

Kabala Bilgeliği bize bu amaçla verilmiştir. Bizi şekillendirecek gücün nasıl çekileceğini açıklar. Sadece doğru bir şekilde sormamız, talep etmemiz gerekir. Sormadan önce soruyu, ihtiyacı formüle etmeliyiz. Tam da bu amaç için çalışıyoruz. Neredeyiz, ne sormalıyız, nasıl sormalıyız? Yani, ıslah edilmeye hazır bir arzuyu nasıl geliştirebiliriz? Tüm Kabala bilgeliği bizi sadece buna hazırlar.

“Dünyamızı Değiştirmek İçin, İnsanı Değiştirin” (Linkedin)

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Gutierres, Uluslararası Dünya Günü münasebetiyle “Bu intihardır. Doğaya karşı savaşımızı sona erdirmeli ve onu sağlığına kavuşturmalıyız” dedi. Artık kutlanacak pek bir şey yok – iklim değişikliği, ortaya çıkan salgınlar, hayvan ve bitki türlerinin neslinin tükenmesi ve yaygın kirlilik, aşırı derecede sıkıntılı bir gezegenin semptomlarından sadece birkaçı. Dünya nasıl iyileştirilebilir? Çözüm hem insanlar arasındaki hem de çevremize karşı egoist istismarcı tutumu değiştirmektir.

“Dünyamızı iyileştir”,  gezegeni etkileyen çevre sorunları konusunda dünyanın en büyük yıllık farkındalık ve eğitim etkinliği olmayı vaat eden bu yılki slogandır. Ancak, Dünya’nın bir tamirhanede tamir edebileceğimiz kırık bir makine gibi düşünülebileceğini varsaymak yanlıştır. Durumumuzun bu çarpık vizyonuyla onu iyileştirmekten bahsetmek imkansızdır. Daha derin bir dönüşümü, sadece yıkıcı insan doğamızı değiştirerek mümkün olabilecek gerçek bir değişimi hedeflemeliyiz.

Karşılaştığımız sorunlara verdiğimiz yanlış yanıtların bir örneği olarak, insan beslenmesindeki değişiklikler yoluyla Dünya gezegenindeki stresi ortadan kaldırmak için yapılan mevcut girişimlere bir göz atalım. Resmi verilere göre hayvansal tarım, küresel ısınmaya neden olan etmenlerden biri olarak, küresel sera gazı emisyonlarının %14,5’inden sorumludur. Ancak daha çevre dostu olduğu iddiasıyla  yapay “et” üretimi gibi yeni girişimler, doğanın doğrudan ürettiği şeylerin yerine işlenmiş ürünlerin tüketimine benzer şekilde, aslında uzun vadede daha maliyetli ve daha az faydalı olacaktır.

Başka bir deyişle, yapay çözümler üreterek, belirli diyetlerle veya uluslararası komiteler ve küresel zirveler aracılığıyla ekosistemimizi iyileştiremeyeceğiz. Sadece İnsanlar olarak birbirimizle ve çevremizle ilişki kurma şeklimize derinlemesine ve bütünsel bir yaklaşım, Dünya’yı rahatsız eden şeyleri iyileştirebilir.

Büyük işkencelerin ve çevresel felaketlerin bizi harekete geçirmesini beklememeliyiz. Bunu yaparsak, Dünya’dan yok olan dinozorlar gibi, kendimizin yok olma riskiyle karşı karşıya kalırız. Gezegenimizin ortak yuvamız olduğunun ve içinde ne olursa olsun, sonunda bizi etkileyecek sonsuz bir reaksiyonlar zincirine sahip olduğunu henüz anlayamadık. Bir gün, karşılaştığımız sorunların, kendini tatmin etmek için her şeyi elde etmek isteyen bireyci, ben merkezli, sömürücü ve dar bir vizyonla hareket eden insanın bencil doğasıyla başladığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacağız. Bireysel ve ulusal sınırları aşana ve küresel düşünmeye başlayana kadar, hiçbir şey bize yardımcı olmayacak. Biz insanlar, doğa durumunun, insanlar arasındaki ilişkilere ve insanın doğanın bütünlüğüne uyum sağlama isteğine bağlı olduğunu yani sadece egoist hesaplamaları dikkate almak yerine, yalnızca hayatta kalmak için gerekli olanı almak ve tüm sistemin iyi işleyişini dikkatle korumak olduğunu anlamalıyız.

İnsan ilişkileri doğada olan şeylerle nasıl bağlantılıdır? Doğada dört seviye vardır: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. İnsan dışındaki tüm seviyeler, doğanın karşılıklılık ve denge yasalarına göre var olur. Diğer seviyelerin hiçbir konuda özgür seçimi yoktur; içgüdüsel olarak hareket ederler ve sadece hayatta kalmaları için gerekli olanı alırlar. Farklı olan sadece insan seviyesidir. Yeryüzünde yalnızca insanlar şiddet uygular ve bunu kasıtlı olarak, bilinçli olarak, bazen sadece zarar vermek uğruna yapar. Doğadan aldığımız tüm olumsuz darbeler sadece onun tepkisidir, eylemlerimizin doğal sonuçlarıdır. Basitçe söylemek gerekirse, bu felaketleri başımıza bizler getiriyoruz.

Karşılaştığımız ekolojik ve sosyal tehlikelerin kapsamlı çözümü bizim elimizde; anahtar, küresel bağa yönelik çabalarımızda yatmaktadır. Uyumlu bir insan ilişkileri sistemi kurmaya çalışırsak, tüm doğa sakinleşir. Herkese ne kadar bağımlı olduğumuzu hissetmeye başladığımızda, birbirimize kötü muamelede bulunmadan önce iki kez düşüneceğiz. Sadece karşılıklı sorumluluk vasıtasıyla, ortak evimizi kurtarmak ve tek bir çatı altında, gezegenimiz Dünya’da  güvenli ve mutlu bir şekilde yaşamak için gerekli tutumu, doğru zihin yapısını edineceğiz.

Gerçekliği Algılamaya Yönelik Kabalistik Yaklaşım

Soru: Bireysel bilince neler dahildir ve kolektif bilince neler dahildir?

Cevap: Bireysel ve kolektif bilinç, genellikle psikoloji ve gerçekliğin ifşası açısından ele alınır. Kabala’da biraz  farklı şeylerle ilgileniyoruz. Burada ilkel doğal özelliklerimizi değiştirmeli ve onlara tamamen farklı bir algılama imkânı vermeliyiz.

O zaman, gerçeklik algılarını değiştirebilen yani egoizmleri tarafından etkilenmeden gerçekliği kabul eden insanlar, onu olduğu gibi algılarlar. Egoizm içinde doğan insanların geri kalanı, bencil arzularından geçen bir gerçekliğe kavuşur. Buna göre, o içlerinde modellenir ve bu modülasyon sayesinde kişi tarafından onu görmek istediği şekle göre algılanır.

Yani fark çok büyüktür. Tüm bilim adamları ve mevcut tüm bilimler, egoist bir gerçeklik içindedir ve doğal olarak Kabalistler, tamamen farklı algılama koşulları nedeniyle onlarla ortak bir iletişim alanına sahip değildir. Bu nedenle genel olarak bir şeyden bahsetmek imkânsızdır.

Herhangi bir bilim, bir kişinin yalnızca bireysel bir kavrayışı değildir, aynı zamanda aynı algı tarzına sahip olan ve algılayabilen, yansıtabilen ve görselleştirebilen diğer insanlara verinin uzantısıdır. Bu nedenle Kabala gizli bilimdir. Bu sadece yeni nitelikleri içinde onu anlayanlara ifşa edilmiştir.

Ondan diğer bilimlere bir miktar eklemenin nasıl yapılabileceğini veya onlarla bir şekilde bağlantı kurabileceğini hayal edemiyorum. Sonuçta, bir kişinin yeni nitelikler edinmesi gerekir.

 

“Yeryüzünde, Dünyaya Ne Yapıyoruz?” (Linkedin)

Bu hafta, dünya, 2021 Dünya Günü’nü kutladı. Tema “Dünyamızı Yenileme” idi. Gerçekten de Dünya, insanlığın kendisine uyguladığı eziyetleri çok uzun zaman çekti. Ne yazık ki, onu şu anda ve mevcut halimizle iyileştiremiyoruz.

Bozulmuş şeyi onarırsınız ve Dünya’yı onarmaya uğraşmak, Dünya’nın bozulduğunu kabul ettiğimiz anlamına gelir. Ancak Dünya ahengini kendi bozmadı. Onu biz bozduk! Bizler Dünya’ya ve birbirimize karşı bozuk tutumumuzla, şu anda düzeltmeye çalıştığımız iddia edilen tüm zararı verdik. Bir şeyi bozan şey onu öncekinden daha hızlı ve daha yoğun bir şekilde hâlâ bozuyorsa, onu nasıl restore edebiliriz? Önce kendimizi düzeltmedikçe, Dünya’yı restore etmekle ilgili herhangi bir ifade, kasıtlı bir aldatmaca değilse de, en iyi ihtimalle boş laftır. Bu nedenle yıllardır kuruluşumuz “Dünyayı değiştirmek için insanı değiştir” sloganıyla yola çıktı.

Oxford Üniversitesi araştırma merkezi Our World in Data tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırma, insanların gezegende baskın tür haline gelmesinden bu yana “vahşi memelilerin % 85 oranında azaldığını” ortaya çıkardı. Hayvanlara karşı da; toprağa, havaya veya suya ve Dünya’nın florasına karşı davrandığımızdan daha az kötü davranmadık. Aslında, 1986’da patlayan ve insanlar için radyoaktif bir yasak bölge oluşturan Çernobil nükleer santralinin etrafındaki vahşi yaşam, radyasyona rağmen daha önce hiç olmadığı kadar büyüdü. İzin verilmeyen bölgede yaban hayatını inceleyen araştırmacılar, yaban hayatı popülasyonundaki artıştan ve hayvanların güçlü sağlığından o kadar etkilendiler ki, insanların doğaya radyoaktif kirlilikten daha zararlı olduğu sonucuna vardılar.

Bu nedenle bizler,  kendimizi olduğumuz ben merkezli varlıklardan, birbirimizle ve doğa ile uyum ve barış içinde yaşayan, şefkatli ve bağlı bireylere dönüştürene kadar Dünya’yı restore edemeyeceğiz. Narsisizmden uzakta ve bağ, yakınlık, karşılıklı sorumluluk ve denge ile mutlu olan bir yaklaşıma doğru kendimizi eğitmeliyiz. Gerçeklik, çelişen unsurların entegre bir ağıdır ve yalnızca insanlar evrenin yegane yöneticileri olmaya çalışır.

Gerçeğin geri kalanı paylaşmayı kutlarken, biz onu küçümsüyoruz. Sadece her birimiz değil, bir bütün olarak, bir tür olarak. Yalnızca Dünya’yı değil, her şeyden önce birbirimizi sömürüyor ve tüketiyoruz. Bu nedenle, başlamamız gereken yer birbirimizle olan yer. Ancak birbirimize düşünceli davranmayı öğrendiğimizde, somut bir şekilde hissetmesek bile başkalarının iyiliğinin kendi refahımızı etkilediğini anladığımızda, başkalarının iyiliğinden ve refahından neşe duymayı öğreneceğiz. Bunu başardığımızda, nihayet mutlu olduğumuzu ve, yoksul ve eziyet çeken evimiz Dünya Gezegeni dahil her şeyin zenginleştiğini göreceğiz.

“Çip Yerleştirebilirsiniz Ama Mutluluğu Yerleştiremezsiniz” (Linkedin)

Geçen hafta, Elon Musk’ın nörobilim şirketi Neuralink, madeni para büyüklüğünde bir bilgisayar çipi yerleştirildikten ve beynine iki binden fazla elektrot bağlandıktan sonra sadece beynini kullanarak MindPong oynayan bir Makak Maymunu’nun videosunu yayınladı. Neuralink’e göre amaç, felçlilerin sadece zihinlerini kullanarak bugün yapamayacakları birçok şeyi bağımsız olarak gerçekleştirmelerini sağlayacak bir çip geliştirmek.

Bu kulağa müthiş gelebilir ama bana gerçekten sevinç vermiyor. Kabala bilgeliğine girmeden önce, bu tür haberleri duymaktan mutlu olabilirdim, ama şimdi, bu şekilde hissetmiyorum. Tek bildiğim, tüm hayvanları ve hatta kendimizi biyoteknolojideki yenilikler sunağında feda etsek bile, bu daha mutlu insanlar olmamıza yardımcı olmayacak. Tamamen farklı bir yol izlememiz gerekiyor.

Girişimcilerin neden bunları yaptıklarını anlıyorum: onlar çocuk ve bu tür oyunlarla oynamayı seviyorlar, ancak bu iyi bir örnek değil; gerçekten iyi bir örnek değil. Aksine, maymunlara yaptıkları bana Nazilerin insanlara yaptıklarını hatırlatıyor. Bunun hakkında böyle hissediyorum, gerçekten. Bilimsel kariyerime biyo-sibernetikçi olarak başladığımda, insan vücudundaki sistemlerin işleyişiyle de uğraştığım için bu tür şeyleri takdir etmiş olabilirim. Ama bugün, elli yıl sonra, buna olumlu bakamıyorum. Basitçe, hayatı daha iyi hale getirmenin yolu bu değil. Bu yatırımlarda herhangi bir fayda varsa, bu onların boşuna olduğunun ve mutluluk için başka yere bakma ihtiyacımızın farkına varılması olur.

Çipi olmayan ve yerleştirmemiz gereken şey, kalplerimize değer vermektir. Bu ameliyatla değil, eğitim süreciyle yapılabilir. Yıllar sürebilir ama sonunda biz gerçekten içten değişeceğiz ve sonra her şey dışarıdan değişecek. İhtiyacımız olan yeni teknoloji değil, yeni bir ruhtur – bir nezaket, şefkat ve karşılıklı sorumluluk ruhu. Bu ruhu topluma yerleştirmek için el ele verirsek, onu kalbimize de aşılarız.

“İyi Olmanın İki Yolu” (Linkedin)

İnceleyebileceğimiz her açıdan, bugün hayat her zamankinden daha iyi: Her zamankinden daha fazla yiyeceğimiz var, hatta çok fazla; daha iyi sağlık hizmetimiz var; daha uzun yaşıyoruz ve en azından yüz yıl öncesine kıyasla ifade özgürlüğümüz var. Teknoloji bize bolluk verdi; istediğimiz yere saatler içinde ve komik bir fiyata rahatça seyahat edebiliriz. Dünyadaki herhangi bir kişiyle sanki yanımızda duruyormuş gibi saniyeler içinde iletişim kurabiliyoruz ve modern tıp mucizeler yaratıyor (Covid-19 bile, sadece bir yüzyıl önce on milyonları öldüren salgınlara kıyasla hiçbir şey değildir). Görünüşe göre insanlar her zamankinden daha mutlu olmalıydı. Şaşırtıcı bir şekilde, bugün her zamankinden daha fazla depresyondayız. Bu bilmeceye bakarsak, büyüleyici bir şey bulacağız: Sadece hayatlarımız değil, hedeflerimiz de değişti. Hayatta kalmak isterdik; şimdi eğlenmek ve mutlu olmak istiyoruz. Teknoloji hayatı kolaylaştırmak için inşa edilmiştir, ancak bizi mutlu edemez. Mutlu olmak için ileri teknolojiye değil, sevgi dolu insanlara ihtiyacımız var.

Aslında, teknoloji ne kadar gelişirse hayatımızı da o kadar kolaylaştırır, bizi hayatın amacını sormaya daha çok yönlendirir. Hayatta kalmak için mücadele etmemiz gerekmiyorsa neden parmağımızı kaldırmamız gerekiyor? Ve bir parmağımızı bile kaldırmamıza gerek yoksa, o zaman gerçekten yaşıyor muyuz? Hala çoğunlukla bilinçaltımızda olsa da, bu sorular bizi giderek daha fazla rahatsız ediyor ve sahip olmamız gereken eğlenceyi bozuyor. Bu sorulara ne kadar çabuk ışık tutarsak, onları o kadar çabuk çözebilir ve gerçek mutluluğu bulabiliriz.

Tek istediğimiz hayatta kalmak olduğu sürece, mutluluğun ne olduğunu bilmiyorduk. En iyi ihtimalle, hayatta kalmamızı garantilersek, memnunduk. Ancak memnuniyet mutluluk değildir. Mutluluk, onları bizim bir parçamızmış gibi hissettiğimizde ve onlar da bize karşı aynı şekilde hissettiğinde, diğer insanlarla içten içe bağlantıdan gelir. Bu sadece fiziksel düzeyde karşılıklı bir sorumluluk değil, tüm insanlar arasında zihinlerin ve kalplerin birleşmesidir, ancak birbirimizi gerçekten önemsiyorsak veya bilgelerimizin ifade ettiği ” Komşunu kendin gibi sev” yani, birbirimizi kendimizi sevdiğimiz gibi seversek, kelimenin tam anlamıyla başarabileceğimiz bir durumdur.

Bunun olması için, öncelikle şu anki ruh halimizin tam tersi olduğunu kabul etmeliyiz: Birbirimize yabancıyız, düşmanca ve güvensiziz. Hayatta kalmayı istemekten haz almayı istemeye geçtik, ancak çevremizdeki insanların bize zarar vermek istemediğine güvenemezsek hayattan nasıl haz alabiliriz? Bu bizi sürekli tetikte ve stresli tutar. Hayattan haz almak için öncelikle çevremizdeki insanların bizim için en iyisini istediğinden emin olmalıyız. Başka bir deyişle, birbirimize iyi davranmalı, birbirimizi önemsemeliyiz. Ve bu hepimizi kapsamalıdır. Toplumdaki bir kişi başkalarına zarar vermeye çalışırsa, diğerlerini de temkinli ve düşman olmaya zorlar.

Birbirimize karşı iyi olmanın iki yolu vardır: 1) Başka seçeneğimiz olmadığını fark ederek ve isteğimize aykırı olarak değişerek veya 2) Bunun en iyi seçeneğimiz olduğunu, tercih ettiğimiz yaşam biçimimiz olduğunu fark ederek ve aktif olarak bunu takip ederek hayatımızda dönüşüm ile. Şu anda, ilk yolu izliyoruz, umutsuzca başkalarını önemsemeyi gerektirmeyen haz alma yolları bulmaya çalışıyoruz. Bu çalışmıyor. Sonuç olarak, giderek daha fazla hayal kırıklığına uğramakta ve ağrıdan uyuşturucu, şiddet, aşırılık ve depresyon yoluyla her türlü kaçış arayışındayız – neslimizin en yaygın rahatsızlığından. Tüm seçenekleri tükettiğimizi hissedene kadar bu yolda yürümeye devam edebiliriz, bu da onlarca yıllık hayal edilemeyen acılar gerektirebilir. Alternatif olarak, diğer yola hemen bir şans verebilir ve nasıl çalıştığını görebiliriz.

Diğer yolu dener ve olumlu bağları teşvik etmeye kararlı olursak, gerçekten aradığımızı buluruz: mutluluk. Sevgi dolu insanlarla çevrelenmişken kimse üzülmez. Dahası, pozitif bağları beslemeye başladığımızda, yaptığımız her şey bir anlam ifade etmeye başlar çünkü bunu başkalarına yardım etmek ve onlarla bağtı kurmak için yapıyoruz. Başkalarının iyiliği için çalıştığımızda, kaçınılmaz olarak eylemlerimize anlam katarız. Başka biri için bir şey yapmış olan hiç kimse, eylemin nedenini veya amacını sormamıştır. Amaç apaçık ortada ve ödül muazzamdır.

Dahası, bir toplum olarak pozitif bağlar kurmaya başladığımızda, maddi varoluş sadece zahmetsiz olmayacak, aynı zamanda eğlenceli ve anlamlı hale gelecektir. Yaptığımız şeyi neden yaptığımızı, bize nasıl yardımcı olduğunu ve dünyaya nasıl yardımcı olduğunu bileceğiz. Birbirimize iyi davranmaktan haz alacağız ve bunun soğuk ve yıkıcı rekabetten çok daha ödüllendirici olduğunu göreceğiz. Bu süreçte, birbirimizin ihtiyaçlarını hissetmeye, kalplerimizde bağ kurmaya başlayacağız ve sadece bedenlerimizde değil ve sevincimiz akıl almaz bir şekilde daha güçlü ve anlamlı bir şekilde büyüyecek.

Sonunda, başarılı olabilmemizin tek yolu bu olduğu için birbirimize karşı iyi olmayı öğreneceğiz. Ama onu nasıl öğreneceğimiz bize bağlıdır.

 

Bizi Kim Yönetir?

Soru:  Haz için çabalayarak ve acıdan kaçarak, bir sonraki adımınızı tahmin etmek mümkün müdür?

Cevap: Bir sonraki adımı tahmin edemezsiniz çünkü içinizde hangi arzuların uyanacağını ve bunları gerçekleştirmek için neye ihtiyaç duyulacağını tam olarak bilmiyorsunuz. Ama her zaman içinizde ortaya çıkan arzulara dayanarak, bunları en iyi nasıl gerçekleştireceğinizi: mümkün olduğunca az verip ve tüm eylemlerinizde mümkün olduğunca çok şey almayı düşüneceksiniz.

Nasıl olursa olsun, bilinçaltında veya bilinçli olarak, mevcut durumda nasıl olabildiğince rahat oturduğunuza, nasıl konuştuğunuza, nasıl davrandığınıza bakın.

Soru: Bu davranışta yanlış olan nedir? Onda işe yaramayan nedir?

Cevap: Esas olarak, bu modelin kendisi doğru olabilir. Kendimizi maksimum kârla gerçekleştirmemizi ve her an daha fazla güven, güvenlik, tatmin ve ilerleme sağlamayı amaçlamaktadır.

Ama gerçek şu ki, toplumdan aldığım değerler bana hükmediyor. Ve bana hiç ihtiyacım olmayan şeyleri empoze ediyor.

Her birimiz topluma zenginlik, şöhret ve güç için arzularımızı getiririz. Ve görünüşe göre toplumu para kazanmak için kullanmak, ona kesinlikle ihtiyaç duyduğu değerleri değil, ondan almam gerekenleri empoze etmek için kullanmak isterim. Satmak ve böylece bilgi, güç, ün ve para kazanmak için her türlü şeyi icat ederim.

Sonuç olarak, değerlerimi başkalarına empoze ediyorum ve bu zaten tüm toplumun bir mirası haline geldiğinden, reklam ve diğer her şey biçiminde herkese empoze edilir. Birbirimize kesinlikle gereksiz şeylerin reklamını yapıyoruz, her birimizin şöhret, güç veya para olsun bir şeyler kazanmak istiyoruz. Böylece birbirimize tamamen gereksiz şeyler satıyoruz.

Soru: Ama neden buna ihtiyacımız olduğundan eminiz?

Cevap: Çünkü toplum bizi buna inandırıyor. Eğer toplum bunun iyi olduğunu söylüyorsa, o zaman onun gözünde saygı kazanmak ve tanınmak için çabalayıp, bana dayattığını yapıyorum.

Mesela şimdi bir takım elbiseyle oturuyorum. Pijamalarımla oturmak benim için daha rahat olur. Bunu neden yapmıyorum? Çünkü toplum beni böyle giyinmeye zorluyor ve ben onun gözünde onay almak istiyorum ki beni dinlesinler, saygı duysunlar. Bu nedenle, anlasak da anlamasak da bu şekilde davranırız.

Bu nedenle, toplum bizi prensipte benim doğal dürtülerime ve arzularıma zıt olan eylemlere zorluyor. Aslında bunu istemezdim, sadece barış içinde yaşamak isterdim. Toplum sürekli olarak onun arzuları içinde gelişiyor ve beni kesinlikle ihtiyacım olmayan şeyleri arzulamaya zorluyor. Ama bizler bu şekilde hareket ediyoruz.