Daily Archives: Kasım 21, 2020

Görünürde Bir Aşı Olmadan Tek Tedavi Önleyici Tedbirdir

Facebook Sayfamdan, Michael Laitman 23/10/20

Birleşik Krallık Hükümeti Baş Bilim Danışmanı Patrick Vallance, geçtiğimiz günlerde Londra’daki Ulusal Güvenlik Strateji Komitesine “enfeksiyonu tamamen durduran gerçekten virüsten arındıran bir aşı yapma olasılığımızın düşük olduğunu” söyledi. Bu tahmin ne kadar ürkütücü olsa da, Vallance’ın virüsün etkisini küçümseme ihtimali var. Daha olası senaryo, virüsün insanlardan hayvanlar alemine, bitkilere ve oradan tekrar insanlara yayılacak olmasıdır. Düzenli yöntemler kullanarak onu yenmek imkansız olacaktır. Tek seçeneğimiz yaşam tarzımızda devrim yapmaktır.

Halihazırda, Ulusal Bilimler Akademisi Bildirilerinde yer alan bir raporda, kedi ve köpeklerin yeni Koronavirüs tarafından enfekte olabileceğini ve bunu evcil hayvanlara bulaştıranların insanlar olduğunu doğruluyor. Gerçi şimdiye kadar hayvanların insanları enfekte ettiğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, deneyimler Koronavirüsün her zaman değiştiğini ve yarın evcil hayvanlar aracılığıyla bulaşmayacağından emin olamayız.

Daha da endişe verici olan, Çin’deki Qingdao Sağlık ve Güvenlik Komisyonu, Qingdao limanında pozitif deniz ürünü örneklerinin tespit edildiğini ve mevcut kargoyu boşaltan iki işçinin enfekte olduğunu bildirdi. Evcil hayvanlarımız ve yiyeceklerimiz yoluyla bile bize bulaşabilecek bir virüs için aşı olmadan kendimizi nasıl koruyacağız? Kendimizi virüsten koruyamayız, ancak ortaya çıkmasının nedenini ortadan kaldırabiliriz ve bu da virüsü ortadan kaldıracaktır.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, hayvanlar aleminden insanlara bir dizi virüs geçti. HIV AIDS, Ebola ve SARS sadece birkaç örnektir ve bilim adamları, hayvanların yaşam alanlarını mahvettiğimiz ve onları bize yaklaştırdığımız için, daha pek çoğunun “tüpte” olduğu konusunda uyarıyorlar. Aynı zamanda, yozlaşmış yaşam tarzımızla bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizleri, tanıdık olmayan patojenlere karşı daha savunmasız hale getirdik.

Sağlıklı bir gelecek istiyorsak, yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. İnsanlar, milletler, ırklar ve inançlar arasında sömürü, acımasız rekabet, nefret ve yabancılaşma tavrını sürdüremeyiz. Bu nefret, birbirimize ve dünyaya kötü davranmamızın sebebidir. Hakimiyet mücadelelerimizle, aramızdaki savaşları yaşadığımız dünyaya aktarıyor ve gezegenimizi yok ediyoruz.

Suçlarımızın hiçbir sonucu yokmuş gibi davranamayacak kadar güçlendik. Birbirimizden karşılıklı olarak sorumluyuz. İstesek de istemesek de birbirimize bağımlıyız. Yaptığımız her şey tüm insanlığı etkiliyor. Birbirimiz için düşünmeyi ve endişeyi seçersek, bu tüm dünyayı kurtaracaktır. Nefreti sürdürmeyi seçersek, kendimizi ve herkesi yok ederiz.  Batmak veya yüzme durumundayız ve hepimiz farkında olmadığımız iplerle birbirimize bağlıyız. Başkalarını boğarsak, bu ipler bizi onlarla birlikte aşağı çeker.

İnsanlık Tarihinde Tekrarlanan En Eski Yalan Nedir?

Bu, düşmanımızın dışımızda olduğunu düşünmemizdir.

Düşmanımızın, farklı bir gruba, kabileye, partiye, ırka ait olduğunu veya bir şekilde daha yüksek sosyal tabakadan daha çok tercih edilen, daha zengin, daha zeki, daha çekici veya daha şanslı olduğunu düşünüyoruz.

Ancak, tüm bu “düşmanlar” bizim hayal gücümüzün bir ürünüdür.

Gerçek ve tek düşmanımız dışımızda değil, içimizdedir. Bu, bizim aşırı egoist doğamız, her arzumuzun, düşüncemizin ve eylemimizin arkasındaki işletim sistemidir.

İnsan egosu üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. O içimizde büyür ve kişisel kimliğimizin bir parçası haline gelir ve hiç hissetmediğimiz bir noktaya gelir ve bunu hissetmediğimizden, bunu bir sorun olarak da hissetmeyiz.

Bununla birlikte, egonun, içimizde nasıl işlediğine ve onun üzerine nasıl yükselebileceğimize dair farkındalık kazanamazsak, o zaman sorunları diğer insanlarda (farklı görüşlere sahip olan veya bizimkinden farklı özellikler sergileyen bazı kişileri değiştirmemiz ve hatta yok etmemiz gerekliliği gibi) algılamamıza neden olmaya devam edecektir.

Dışımızda düşmanı algılamaktan hiçbir olumlu sonuç ve kazanan çıkmasını bekleyemeyiz, çünkü bu yanlış ve eksik bir algıdır.

Bununla birlikte, algımızı değiştirirsek, düşmanı her arzu ve düşüncemizin içinde kurnazca konumlanmış ego olarak algılarsak, yani dışımızda algıladığımızı kendimize fayda sağlamak için kullanma arzusu olarak, o zaman bizi gerçekten zafere götürecek bir savaş (herkes için çok daha iyi bir yaşam) için kendimizi konumlandırırız.

Böyle bir savaşta, bize benzemeyen insanlara, kayıtsız, eleştirel ve hatta nefret duyduğumuz, bizimle aynı takımda duran insanlara ihtiyacımız vardır. O zaman onlara yönelik istemsiz olumsuz dürtülerimizi hissedebilir ve bu dürtülerin üzerinde olumlu bağ kurabiliriz.

Bununla birlikte, öfkeli egonun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmanın daimi amacı, bunun üstesinden gelmek isteyen toplumun tüm üyelerinin oybirliğiyle ön koşullu bir anlaşmayı gerektirir ki tüm bölücü egoist dürtülerin üzerinde birliği hedeflemek, egoizmimize teslim olmaktan daha önemli ve toplum için daha faydalıdır. Bu noktada toplumun tüm üyeleri arasında bir anlaşma olmazsa, o zaman tek bir kişinin, egonun kişisel kazanç taleplerine başkalarının zararına kurban gitmesi yeterlidir ve sonuç olarak herkes düşecektir.

Birbirinden nefret eden insanlar arasında birleşme çabası gerçek olamayacak kadar romantik ve ütopik görünse de anlaşmazlıklarımızdan ne kadar çok gelişir ve acı çekersek, başka hiçbir seçeneğimiz olmadığını o kadar çok anlayacağız.

Kısacası, egoist farklılıklarımızın üzerinde birleşemezsek, hepimiz kaybederiz.

Bugün, her zamankinden daha fazla, istesek de istemesek de hepimizin herkese bağlı olduğu gezegende, karşılıklı bağımlılığımızın artan baskısına tanık oluyoruz. Birleşmek için herhangi bir eylem yapmadan kendimizi daha da geliştirirsek, o zaman artan miktarda olumsuz fenomenin bizi baskı altına almasını bekleyebiliriz.  Ya farklılıklarımızın üzerinde birleştiğimizi ve o köşeden bir çıkış yolu bulduğumuzu göreceğimiz bir köşeye yönlendirilecek ya da dayanılmaz acılara katlanacağız.

Farklılıklarımızın üzerinde birleşmeye ihtiyaç duyma fikrini desteklemek için, canlı organizmalardan bir örnek alabiliriz: Bir organizma, çok sayıda zıt hücre, organ ve parça, artılar ve eksiler içerir ve hayatta kalması, tüm organizmanın sağlıklı çalışması için tüm parçalarının birbirini tamamlamasını sağlayan kuşatıcı bir sistemik eğilimden kaynaklanır.

Bu nedenle, akşam olmadan sabah, gece olmadan gündüz veya karanlık olmadan ışık olmadığı gibi, dünyaya tek taraflı bakış açımızın üzerine çıkmamız ve tüm farklı nitelikleri ve görüşleri tamamlama zorunluluğunu hissetmemiz akıllıca olacaktır.

Şimdiki şartlara göre, kendimizi egoist kabuklarımızda gittikçe daha fazla köşeye sıkışmış bulunuyoruz, sorunlarımızın kaynağı olarak parmaklarımızla başkalarını işaret ediyoruz. Bu şekilde gelişmeye ne kadar devam edersek, toplumumuz o kadar çok parçalanacak ve hepimiz daha çok acı çekeceğiz. Bu tamamen sürdürülemez bir davranış tarzıdır.

Bu nedenle, hayatımızdaki tek gerçek düşmana- her birimizin iç içe geçmiş insan egosuna- uyanmaya başlamalı ve onun üzerinde birleşmek için oybirliğiyle bir çözüme ulaşmalıyız. Böylesi bir uyanışa giden yolumuzu hızlandırmak için, bütün bölünme biçimlerinin üzerinde birliği övdüğümüz, birbirimizin olumlu bağ kurma hareketlerini desteklediğimiz ve bu süreçte çeşitli görüşleri, ırkları, ulusları ve nitelikleri kucakladığımız yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır.

Bu ortak farkındalık seviyesine ulaşırsak, yepyeni ve uyumlu bir dünya keşfetme yolunda ilerliyor oluruz. Böylece her birimiz o zaman, daha önce hiç hissetmediğimiz, yeni keşfedilmiş mutluluk, sağlık, özgüven ve güvenliği yaşayacağız.

Twitter’da Düşüncelerim / 19 Kasım 2020

Bir atlet ne kadar antrenman yaparsa, o kadar güçlenir, egoyu güçlendirir. Başarılarından her zaman memnundur. Bir Kabalist, egonun üzerine çıkmak için çalışmalar yoluyla egoyu zayıflatmaya çalışır. Egoizm için safha talihsiz görünür, ancak Kabalist için arzu edilen bir safhadır

Bir Kabalist, iyiye olduğu kadar kötüye de sevinir. Ancak bu onun bir mazoşist olduğu anlamına gelmez çünkü bir Kabalist acıyı kendine değil, sadece Yaradan tarafından yaratılan egoizme atfeder. Egoizmi haz alma arzusu olarak değil, Yaradan’dan gelen bir güç olarak algılar.

Doğada birinin diğerini nasıl yediğini görüyoruz – çünkü birbirimize egoist davranıyoruz. Egomuzla, doğanın diğer tüm derecelerini etkiliyoruz – duran, bitkisel ve hayvan. Ego arzusunu düzelttiğimizde, kurt kuzuyla barış içinde yaşayacak, kimse kimseye saldırmayacak.

Birlik, virüse karşı kesin bir çaredir. Ortak, küresel, integral doğaya benzediğimiz için, tüm sorunlara karşı sağlıklı bir araçtır. Bu şekilde birleşerek, yaşamımızın tüm sistemlerini doğru bir şekilde düzenleyecek olan doğanın genel gücüne daha fazla bağlanıyoruz.

Bir Kabalist, hayvan bedenine bir araştırmacı olarak bakar. Hayvanda alma kuvveti, egoizm ifşa olur, ancak bir Kabalist ihsan etme gücünün kendisinde ifşa olmasını ister. Kendini tamamen tarafsız bir araştırmacı olarak hisseder, almaya ya da ihsan etmeye ait değil.