Daily Archives: Kasım 29, 2011

Herkesi Kalbinize Alın

Yapmamız gereken tek şey kalbimizde herkes için daima bir yer açmaktır. Kalbim bir et parçasıdır. Ve ben kalbimde öyle bir nokta bulmalıyım ki bunu boşluğa çevireyim ve bu noktadan bir yer oluşturabileyim. Evrenimiz bu noktadan gelişmeye başlamış gözüküyor.

Realitemizde, ne evren ne de dünyalar vardır. Tüm bunların hepsi sadece hissiyatlarınızda var olur.

Dolayısıyla, bu boşluk kalbinizin içinde yayılmaya başlarsa, arzumuzun içinde yaratılmış evrenimize benzer yeni bir dünyanın ortaya çıkışı olacaktır. İşte yapmamız gereken budur.

Herkes bu noktayı kendi içinde, kendi kalbinin içinde hissetmeye başlasın ve bu noktanın etrafında öyle bir boşluk yaratın ki herkesi içine alabilsin.

Moskova kongresinde kapanış seremonisinden

Yaratan’ın Sinyalini Yakalayan Anten

Soru: Kabala hakkında konuştuğumuz zaman bilimden birçok örnekler veriyorsunuz. Guglielmo Marconi adında, radyonun hassasiyetini çok uzak mesafelerde iletişim kurmaya olanak sağlayacak şekilde artırarak ilk radyo alıcısını keşfeden İtalyan bir bilim adamı vardı. Öyleyse, bizlerinde diğerleriyle olan iletişimi geliştirmek için aynı şekilde ruhumuzun hassasiyetini artırmaya ihtiyacımız var mı? İnanç, Yaratan’la bağımızı sağlayan anten midir?

Cevap: Guglielmo Marconi çok büyük bir bilim adamı idi ve birçok sırları vardı. Bize keşiflerinin sadece çok küçük bir kısmını ifşa etti. Halen hakkında bilmediğimiz kolaylıkla dünyamıza tamamen nüfuz eden dalgaları keşfetti. O gerçekten eşsiz biriydi.

Bizler ‘‘dışımıza’’ çıktığımız zaman, aramızdaki bütün boşluğu dolduran genel bir enerji alanını algılamaya başlarız. Bu alan Yaratandır. Bu alanı algılamak Yaratan’ı, yani tüm ruhları bağlayan Üst Gücü edinmektir. O zaman bizler, hepimiz, O, Üst Güç, ‘‘Yaratılışın Düşüncesi’’ denen düşünce, bir bütün haline geliriz. İşte bu yüzden adama, Dome (Yaratan’a benzer) kelimesinden gelen Adem denir.

O’nunla bağlanacağımız bir konuma ulaşırız yani O’nun içinde var olduğumuzun fakındalığına ve anlayışına gelmek.

İnanç Bina’nın ( ‘‘Havana’’ veya anlamak kelimesinden gelir) Sefirasıdır. Diğer bir ifade ile ‘‘inanmak’’, gözlerinizi kapatıp, kör bir adam gibi hareket ederek bazılarının söylemiş olduğu bir şeylere inanmak değildir. Kesinlikle bu değil! İnancın temeli ihsan etmek gücüdür. İçsel ‘‘radyo alıcımın’’ kanalını değiştirebilirsem, bu aynı dalgaya kendimi en ince şekilde ayarlarsam bundan aldığım bilgiye inanç denir.

İtalya kongresindeki dersten.

En kısa zamanda tüm evrenle olan bağ noktamıza hassasiyetimizi artırmak dileğiyle.

Ego’nun Üzerinde

Diğer her şeyden öte, egonun üzerine yükselirsek, muazzam bir keşif yaparız: dışımızda hiçbir şey olmadığını ve tüm dünyanın içimizde olduğunu fark etmeye başlarız. Ve bu mantıklıdır zira ben gerçekten dışımda ne olduğunu bilmiyorum.

Kişi sadece duyularına gireni algılar ve sinir sistemi vasıtasıyla nihai ‘‘imajı’’ işleten beyine ulaşır. Dünyayı algılama şeklimiz bu. Duyularımızdan realitenin bir parçasını yok etmek için bir siniri ayırmak yeterlidir.

Dolayısıyla, kişi kendi üzerine yükseldiğinde, artık görür ki algısı onun dışında değil daha ziyade her şey tamamıyla kendi duyularına, arzusuna, düşüncesine, hissiyatına ve aklına bağlıdır. Ve bizler bu parametreleri nasıl değiştireceğimizi bildiğimiz zaman, algımızı genişletebilir ve beş duyunun sınırları üzerine yükselebiliriz.

İşte ‘‘Kabala Bilgeliğinin’’ adının geldiği yer burasıdır, tam olarak ‘‘almanın’’ aklını ifade eder. Kişi bunu kullanarak aşama aşama hayvani bedeninin fiziksel duyularının dışına çıkar ve hissiyatını sonsuzluk noktasına genişletir. Halen bu dünyada yaşarken, maddesel bedeni ile artık kendisini daha fazla ilişkilendirmediği seviyeye doğru ilerler çünkü o bu hayvani bedeninin üzerinde çok daha büyük bir realite görür.

Şimdi artık o, hayatını beş duyunun algısına göre düzenlemez. Ve hatta beden öldükten sonra bile, kişi bu bedenin üzerinde kazanmış olduğu realitenin içinde kalmaya devam eder. Ölümü hissetmez zira bedeninin ölümünden önce algısına yeni bir boyut girmiştir.

Bu şekilde kişi iki seviyede yaşar: maddesel seviye ki hepimiz gibi ve egosunun üzerinde yükselmiş olduğu ‘‘manevi’’ seviye.

Yeni Dünya’nın ABC’si

Bizler sıradan bir insanın ihtiyaçlarına göre, lükslerini bırakan kendisini mantıklı tüketime kısıtlayan, yeni bir dünyaya giriyoruz. Bizler, kişinin yeni bir tanesini alması için bugün kasten bu şekilde yapılmış üç – beş yıl içinde hizmet dışı kalan makineler falan üretemeyeceğiz.

Varoluşun yeni bir konumuna doğru hareket etmeliyiz. Dünya devletlerinin anlaması gereken budur. Ancak onlar kendi uluslarını nasıl sakinleştirecekler? Tüm bu faktörleri nasıl onlara izah edip eğitecekler?

İşte bu yüzden bizler eğitim kaynaklarını, herkese sunabileceğimiz açık ve mutlak net bir şekilde bir paket olarak hazırlamalıyız. Başka bir opsiyonumuz yok: yenidünyayı çalışmalıyız.

İşe gitmek zorunda olmayacaksınız. Bunun yerine okula gidiyor olacaksın, ancak öğrenmek için değil. Hayattan gerçek hazzı nasıl alacağınızı çalışacaksınız. Buna değer mi? Bir şekilde işe gitmeye devam edemeyeceksin; kimsenin sana ihtiyacı olmayacak. Büyük Buhran gelişimin bir parçasıydı, periyodik süreç içindeki bir ara düşüş, ancak şimdi tüm bunlar değişti. Bizler kaynakları tüketiyoruz. Yeni bir safhanın eşiğine gelmiş bulunmaktayız. Bunun hakkında yazılan yeteri yazı bulunmaktadır.

Dolayısıyla, işimiz insanları artık kendi neslinin sonuna geldiği konusunda bilgilendirmektir. Bundan daha başka işimiz olmayacak. Öyleyse insanlar nasıl geçimini yapacaklar? İyi, herkes için yeteri kadar sadece ihtiyacımız için çalışalım aynı zamanda yenidünyada nasıl yaşayacağımızı ve doğru bir şekilde nasıl dağıtacağımızı öğrenelim.

Herkese, insanoğlunun evrimini ve tarihini, egoizmin kendi son safhasına yükselişini, bütünleşme safhasını ve entegral sistem tarafından işleyen kanunları, entegral sistemin tüm parçalarının bağlantılarını ve karşılıklı ilişkinin ve gerçek bağlantının bunun içinde nasıl açıldığını anlatmalıyız. Bu, doğa’nın bizleri yapmaya zorladığı şey için olan tek seçeneğimizdir.

Doğa’dan sadece kendi hayatlarını sürdürebilmek için yalnızca ihtiyaçlarını alan hayvanlar gibi, tüketimin dengeli bir konumuna gelmemiz beklenmektedir. Hayvanlar bunu hesap yapmadan içgüdüsel olarak yapıyorlar, oysa bizler kendimiz kısıtlayarak, öğrenim vasıtasıyla, hassas bir şekilde doğa ile ilişkimizi inşa etmek zorundayız ve basitçe, kötü eğilimimizi evcilleştirmeliyiz, çünkü başka türlü göze alamadığımız anlıyoruz.

Bununla beraber, adam dünyayı tüketmek istiyor olduğu bu durumda ona sadece yemek ve barınakla mutlu olması istenildiği zaman, egolarımızı nasıl tatmin edeceğiz? Adam der ki, ben neyim? Mağarada bir ayı mı, kafeste bir kuş mu? Elbette değil, daha önce hiç sahip olmadığın hazdan daha büyük doyum alacaksın. Bu yapılabilir. Öyleyse nasıl bunu yapacağımızı bulalım?

Haliyle, insanlara öğretmek zorundayız, onlara öncülük etmek zorundayız. Hiç kimse bunu tek taraflı yapmak istemeyecektir; herkes hemen hazzı, tatmini araştırıyor. Bu yüzden, bizler eğitim kaynaklarının paketini ve halkın eğitiminin sistemini hazırlayacağız. Bu yavaşça başlayacaktır. Hemen şimdi, bunu dünyaya açıkça anlatamayız ancak krizlere neyin sebep olduğu hakkında materyaller hazırlamanın ve bunları dağıtmanın zamanıdır. Bu durum çözüme ışık tutacaktır. Tüm bunlardan sonra yapacak bir şey yok. Öyle veya böyle yapmanız gerekeni öğreneceksiniz.

“Egomuzun gelen bu son safhasında artık kendisini nasıl dönüştürmesi gerektiği konusunda yolu açıklayan bir makalesi.’’

Işık Olmadan Değişim İmkânsızdır

Baal HaSulam, ‘‘Barış’’: İnsanlar arasındaki kaba egoistik direnç, uluslararası ilişkileri de kötüleştirir, tüm bütün bunlar her ne olursa olsun dünyadan hiçbir insan aklı veya tavsiyesi tarafından durdurulamayacaktır.

Dünyanın kendisini düzeltebileceğini düşünmeyin. Hatta insanlar egoizmin dünyanın kötülüğünün kaynağı olduğunu fark etseler dahi, düzeltme ‘‘şifa’’ yani Kabala metodu olmaksızın imkânsızdır. Bizler dünyaya Islah Eden Işığı vermek zorundayız. Bu, bir veya diğer formda arzuların değişik çeşitlerine göre yani dünyamızdaki insanların Kabala Bilgeliğini çalışmasıyla sadece mümkün olabilir.

Herhangi bir şekilde, onlara Işığı vermeliyiz. Egoizm başka bir şekilde düzeltilemez. Burada başka hiçbir şey yardımcı olamaz, ne psikoloji ne de sosyoloji, ne harika çabalar ne de sıkıntılar. Yardımcı olabilecek tek şey Işığın çekilmesidir. Bunun dışında hiçbir şansımız yok.

Daha doğrusu, Işık, amacı ve onun edinimi için olan programı, yani geçmemiz gereken tüm safhaları içerir. Işık olmaksızın tek bir hareket bile yapamayan hayvanlar gibiyiz. Işık gelmeli ve bizleri etkilemelidir. O zaman hareketin içerisine gireceğiz.

Öyleyse neden sıkıntıları ve tüm bu değişimleri tecrübe ediyoruz? Aslında, onlar değişimler değil daha ziyade sorunlar, bizlerin veya en azından bazılarımızın Işığın bir kısmını dahi olsun çekene dek şiddetini artıracaktır.

Gelişim sadece Işık tarafından tamamlanır. Bizler derinlemesine bunun farkında olmalıyız. Egoistik arzunun kendisinin gelişim yolunu bulmasının hiçbir şansı yoktur. Asırlar boyunca, bu fırsat, çağrının gelmesi beklenmeden Işık vasıtasıyla bulunmuş ve Işık bizleri sürekli ileriye doğru itmiştir.

Bugün bizler, tamamen Işığa yönlenmiş arzumuz tarafından Işığın gelişini ilerletmek zorunda olduğumuzdan sonra kritik eşiği geçmiş bulunmaktayız. Şimdiden sonra, her şey artık ‘‘önceliğimizle’’,  ‘‘dua ve iyi işlerle’’ başlar. Bu tanım şunu ifade eder, biz, kendimiz gelişimi istemek zorundayız, yeni egoistik arzuların peşinden koşmak değil, daha ziyade egoizmin üzerinde olmak. Uyanış, yükseliş, bizim tarafımızdan gelmelidir.

Daha ötesi, bizim kendi içimizden bir talep gelmezse gelişemeyeceğiz, umarız dönüşünde, Işığın gücü gelip bizleri etkileyecek ve birliğin ve sevginin yeni niteliklerini bizlere vererek, tek bütün entegral bir koşulda bizleri kaynaştıracaktır. Sadece bu Işık bizlerin gelecek koşullarını tamamlar. Bizler bunların ne olduğunu ve nasıl aktarıldıklarını bilmememize rağmen işimiz, özümüz, basittir: bizi geliştirecek olan gücü arıyoruz.

Hepsi bu; herhangi özel bir bilgeliğe ihtiyacımız yoktur. İlerleyişimde beni neyin beklediğini bilmiyorum. Bazen, aklımda ve hissiyatımda, yeni bir şeyler fark ediyorum,  yeni bir ifşa, hissiyatın ve anlayışın ince bir katmanı. Bu biraz da olsa Işığın arzularımızı uyandıran ve düzelten etkisine benzer. O’nun işine karışmamalıyız daha ziyade mümkün olabildiğince gelişimimizi hızlandırmalıyız.

Biz talep etmeyene kadar Işık bizleri asla etkilemeyecektir. Bu yüzden ilkönce talep eden olmalıyız. O’nun bizden talep ettiği de budur. Bu istek, bu gereklilik, arzunun maddesi üzerinde manevi bir aksiyon başlatır. Şükür buna ki kim olduğumuzu ve Yaratan’ın kim olduğunu ifşa ederiz.

Bu alçak seviyemizde, en azından az da olsa daha yüksek bir dereceyi anlarız ki onunla kaynaşabilelim. O’nu bütünüyle anlamayız fakat sadece onunla ilişki kurduğumuz yeri anlarız. Annesinin rahminin içerisinde bir noktaya yapışarak, kişi annesinin nitelikleri içinde eşit hale gelmelidir.

Bu şekilde, yaratılan varlık büyük bir iş yapar, algının ince bir katmanı içerisinde Üst Olan’la kaynaşmayı dilemesi. Daha sonra, gelişiminin kendi Işıklarıyla doldurularak, Üst Olan’dan kendilerinin iptalini isterler. Bir embriyo gibi, bizler Işık’tan gelişimi getirmesini talep ediyoruz, hazlar getirmesini değil. Bu şekilde, Yaratan’la form eşitliğine ulaşırız.

Her An’ın Şifresini Çözmek

Soru: Maneviyatın düşüncesini kaybettiğiniz zaman Yaratan’a şükretmelisiniz diye yazar. Bunun için O’na şükretmemiz nasıl mümkün olabilir?

Cevap: Biliyoruz ki bizim tüm işimiz arzu üzerinedir ve doğru arzunun dışında başka hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur. Yaratan’ı, ihsan etme niteliğini ifşa etmemiz için, kendimizi her gelen bir sonraki an için sadece hazırlamaya ihtiyacımız vardır. Tüm yapmamız gereken bunu doğru şekilde deşifre etmektir: hayatta olma hissiyatını kimden alıyorum ve neden o yaptığı o formda geldi?

Bunun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ancak, eğer onu Işık’tan, yaratılışın amacına doğru beni yönlendiren Üst Güç’ten alırsam o zaman ihtiyacım olan tek şey farkındalığım ve doğru yanıtımdır. Şöyle ki, içinden geçtiğim her koşul vasıtasıyla, hissettiğim zıtlık gerçeğinin yanı sıra, O’nu ve O’nun bana tavrını görebilmeliyim.

Dolayısıyla, benim üzerimde iyi ve iyilik yapan olarak O’nu görmeyi dilemem ve şimdi yaşadığım hoş ve iyi olmayan dünya arasında bir çelişki yükselir. Öyle ki bana çalışmam için bir yer verilir zira arzuladığım şey ile gerçek olan arasındaki fark,  olması gerektiğini düşündüğüm ve benim şimdiki durumumun düşüncesinin arası, dua için esastır.

Eğer verilen her anı mükemmel hissetmiyorsam, bu demektir ki beni bundan ayıran bir aralık hissederim– benim kendi yetersizliğim. Böylece, ben artık ileriye doğru nasıl hareket edeceğimi bilirim zira ben amaçtan anlaşmazlığımı hissederim.

Doğru yön her şeyin birleşik hale geldiği yerdir: ‘‘İsrail, Tora ve Yaratan’’. Şöyle ki, kendisi, grubun içsel anlamı ve birliğimiz ve bunun içinde ihsan etme niteliğinin ifşası, bunların hepsi tek birdir. Eğer ben bunların hepsini birlikte bağlayamazsam, Yaratan’ın bana yaklaşımını kötü olarak görüntülerim.

Diğer bir ifade ile ben kendimi ve içinde yaşadığım dünyayı bozuk hissediyorum. Yaratan’ın bana verdiğini yargılayarak,  O’nu iyi ve iyilik yapan olmayan ve kendimi sonsuzluk dünyasında yaşamayan olarak keşfederim. Kusurlu algımdan dolayı, mükemmelliği hissedemiyorum.

Dolayısıyla (eğer kendimi amaca yönlendirirsem) ne olduğuma kıyasla nasıl olmam gerektiğine yönelik elimde tam olarak net bilgi olur. Her durumun içerisinde, tam bir bilgi setine sahibim ve tüm yapmam gereken ise gerçek anlamda ne istediğimi tayin etmek için bunları doğru kullanmaktır. Kendi kötü hissiyatımdan Yaratan tarafından bana verilmiş olan mükemmellik hissiyatına geçmek ve algımı başka türlü tamamlayacak olan ihsan etmenin eksikliği içerisinde olduğum daha açık (net) hale gelecektir.

Yaratan bana mükemmelliği öneriyor, oysaki ben eksik hissediyor ve kusurlu bir dünyada yaşıyorum. O’nun bana gönderdiği ile benim hissettiğim arasındaki fark, gerçek anlamda, benim içsel eksikliğimdir. Hemen şimdi, eğer ben tüm arzularıma ihsan etmeyi ekleyebilseydim aniden kötü bir konumdan iyi olana hareket ederdim. Hissettiğim bu eksiklik hemen şimdi O’na dönerek ihsan etme niteliği, Bina’nın gücü veya ıslah için talep etmek olan duadır.

Gerçek yakarış oluşur oluşmaz, gerçek anlamda daha kötü bir koşulda olabilsem bile hemen anında yanıt alırım. Şöyle ki, kendimi otantik ihsan etmekten uzaklık hissiyatım hatta daha keskin hale gelecektir. Uzaklığımı değerlendirmek için daha kaba bir ölçüm aleti kullanıyordum ve şimdi ise daha büyük sapmayı görebileceğim çok daha keskin bir ölçüm aleti kullanıyorum.

Bununla beraber, bu demek değildir ki benim konumum kendi içerisinde daha kötüye gitmiştir. Ben bunu daha iyi için değiştirdim, ancak aynı zamanda, kendi durumumu daha iyi anlamaya gelmeliyim. Bununla daha büyük algıyı kazandım.

Gözlerinize İnanmayın

Kabala’da, bizler kişinin içsel çalışmasından bahsederiz. Kişinin kendi içerisinde derine inmeye ihtiyacı vardır ve orada, dışsal etkileri zıt görünse dahi buna hiç aldırış etmeden, dostların, grubun, kendisinin, kendi iç dünyasının imajını inşa etmelidir.

Kişinin dışsal çevreden aldığı etkiler gerçek olmayabilir zira bu hisler kişinin içinde uyanan durumların ( Reşimot, enformasyon kayıtları) sonucudur. Kişi bu etkilere güvenmemeli. Daha ziyade, kişi dostlarının, grubun, kendisinin, Yaratan’ın ve aramızdaki bağlantının kişinin kendisi içerisinde inşa etmiş olduğu imaja güvenmelidir.

Çevremde gördüğüm ve bugün hissettiklerime pek fazla güvenmem. Tüm bunlardan sonra, bunu kim görür? Ben kendim görürüm ve ben bütünüyle aldanma içindeyim. Böylece, bu aldanma koşulu şimdi gördüğüme hiçbir fark yapmaz. Ben, içerisinde sanki Bütünlük içindeymişiz gibi Yaratan’ı ifşa ettiğim, ihsan etme ve karşılıklı sevgi ile hepimizin hep beraber bağlandığı yer olan gelecek dünyanın bir modelini kendi içimde inşa etmeliyim.

26.05.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Utanç Mükemmelliğin Zıttıdır

Soru: Yaratılışın türü olarak kabul edilen utanç nedir?

Cevap: Utanç insanı maymundan ayırandır. Utanç, alan ve veren arasındaki farkın hissinden kaynaklanır. Bundan sonra,  her şey sadece kendimi alan veya veren olarak hissettiğim durumların sebeplerine bağlıdır ve buna göre, ya mükemmelliği veya utancı hissederim. Utanç mükemmelliğin zıttıdır.

Bu dünyadaki ‘‘utanç’’ kelimesi ile ilişkilendirilen her şeyi unutun. O tamamen farklıdır. Utanç maneviyatta alan ve veren arasındaki ayrılığın hissiyatıdır. Gerçek utanç manevi bir hissiyattır ve materyal utanç ise daima bir şekilde saklamak, kısmak için mümkün olandır.

Gerçek utanç sadece, Yaratan’ı veren ve seven olarak ve kendimi ise O’nu suçlayan, lanetleyen ve ondan çalmak arzusunda olarak hissettiğim koşulda gelir. Kısacası, her şey yolun diğer tarafındadır! Kendimizi diğerine karşı duruyor olarak ifşa ettiğimiz ölçüye göre, utanç duyarım ve o beni kendimi, egoizmimi örtmeye zorlar ve ıslah başlar.

Dolayısıyla, utanç ıslah için özellikle yararlı bir histir. İşte bu yüzden utanç bir kişinin kendisini düzeltebilmesi durumunda ifşa olur. Aksi halde, ihtiyaç yoktur. Bir kedi için bir başkasının sütünü içmesi onda hiçbir utanç ve vicdani hiçbir his uyandırmaz. Ancak bu yaptığın dolayı azarlanmış olması bir sonraki sefer bunu tekrarlamaktan korkacağı hissini uyandırır. Bu demektir ki hayvanlar utanç tarafından değil ızdırabın korkusu tarafından yönetilirler.

Utanç daha yüksek bir dereceyi hissettiğiniz zaman gelişimin bir sonucu olarak gelir: seninle kıyaslamasında ne kadar mükemmel olduğu, seni ne kadar çok sevdiği ve senin ona olan ilişkinde ne kadar zıt olduğu. Ve sen kendi başına hiçbir şey yapamazsın.

Bu açıklığı hissetmek için, kişinin içsel akıla ihtiyacı vardır, sadece materyal akıl ve duyguya değil. Bu, kişinin kendisine değil, ihsan etme niteliğine ne kadar çok değer verdiğine bağlıdır. Tüm her şeyden sonra, o kendisini annesinden almak için utanmayan bir bebek gibi hissedebilir.

Daha ötesi, bu sadece annesiyle beraber olan bir bebeğin durumundan yükseldiği zaman olur ve bağımsızlığı hissetmeyi ister. Eğer o bu özgürlüğe eksiklik duyuyorsa, utanç hisseder. Özgürlük için özlemi olmayan bir köle utanç hissetmez çünkü o efendisine aittir. Özgür bir insan olmak için büyümek isteyen birisi aniden utanç hisseder ve böylece özgürlüğe gelir.

24.05.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 3. bölümünden alınmıştır, Talmud Eser Sefirot

Hoca’yı Duymaya Başlamak Nasıl Olur

Kendi fikriniz tarafından yönlendirildiğiniz zaman doğru bir şekilde ilerlemek imkânsızdır zira siz bütünüyle bu dünyadasınız. Siz yalnızca bu iki kati fikrin varlığını keşfederseniz ancak büyüyebileceksiniz: Kendi fikrinizi ve hocanın fikrini işiteceksiniz, bunlar arasındaki farkı anlayacaksınız ve her zaman mantık ötesi gitmek ve hocanın görüş açısını kabul etmek için bunları birbirleriyle kıyaslayacaksınız.

Her zaman ilerlerken büyüyen egoizmin karşısında bile ve tüm tereddüt ve şüphelerine rağmen, sana bariz bir gerçek ve mantıklı bile olsa ve aklin sana mantığınla gitmiyorsun üzerinde veya altında gidiyorsun dese bile, hep hocanın fikrini tercih edeceksin.

Eğer kişi tüm bu problemlerle baş edebilirse, ilerlemek için başarılı olacaktır. Eğer yapamazsa, başarmak için hiçbir şansı yoktur. Dolayısıyla, sadece çok az sayıda insan manevi dünyaya ulaşır.

Böylesi içsel kavgalarda ayakta kalmak ve her zaman mantığımıza karşı gitmek için, daima hocanın otoritesini güçlendiren grubun desteğine ihtiyacımız vardır. Bu, kendi düşüncemizi yenmek ve hocanın düşüncesini kabul etmek için gruptan güç almak için kendimizi grubun önünde eğmenin gerekli olduğunu ifade eder.

Manevi çalışmada üç etken vardır: kişi, hoca, grup. Yaratan’ın (zıttan ifşa edilebilecek olan) ifşasına erişmek için bunların hepsine gerek vardır öyle ki Yaratan’ın ve hocanın fikri birbiriyle birleşir. O zaman, kişi, grubun ve hocanın, Yaratan’ın ona ilişkisinin içindeki temsilcileri olduğunu anlamış olarak ilerleyebilecektir. Böylece, kişi tüm kavramları, değerlendirmeleri ve seçimi sadece onlara göre hesaplamalıdır.

Eğer şanslıysanız, bunu yapar ve ilerlersiniz; eğer değilse, doğru seçimi yapmıyor olduğunuzu ve doğru yönde ilerlemiyor olduğunuzu bile hissetmezsiniz. Bunu ölçebileceğiniz herhangi bir ölçü aletine sahip olmayacaksınız.

‘‘ Kalpten gelen sözler kalbe girer’’ ne zaman olur? Eğer, düşüncenizi hocanıza olan ilişkiniz içerisinde doğru bir şekilde düzenlerseniz, hocanın ne anlattığını işitmeye başlayacaksınız.

05.25.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünde, Şamati 25

Zohar’ı Kalbinizde İfşa Edin

Zohar Kitabından, ‘‘Mişpatim’’ Bölümü, Madde 561: Şöyle yazar ‘‘Ve Ben senin önüne bir melek göndereceğim,’’ … Musa buna ilk önce cevap vermez. Daha doğrusu, şöyle yazıldığı zaman ‘‘Eğer Senin varlığın bizimle beraber gitmezse, bizi buradan yukarı yönlendirmez’’ o bu yazılana karşılık cevap verdi ‘‘Benim varlığım gidecek ve Ben size sükûneti vereceğim’’

Kişi, Zohar’da tarif edilen tüm bu nitelikleri kendi içerisinde aramalıdır. Musa kimdir, melek kimdir, Yaratan kimdir, tüm bu cansız objeler, bitkiler, hayvanlar, insanlar nelerdir ve bunlar kişinin içerisinde nasıl var olur ve yaşar. Bunları içinizde bulmaya çalışmalısınız, gözlerimizin önünde görülen dışsal resimden, tüm bu niteliklerin, güçlerin ve arzuların içimizde olduğu derin düşünceye hareket etmek için çaba harcamalısınız. Bu çabalar çok kıymetlidir.

Bu şekilde, içimde değil de, dışımda bir şeylerin olduğunu bana düşündüren egoistik algımı düzeltirim. Daha sonra, onu kendi gerçek yerinde tanımayı arzulayarak, kesin olarak içsel niteliklerime dönerim ve Işığı kendi içimde ‘‘dikerim’’. İşte bu yüzden bizler daima Zohar’da yazılanları kendi niteliklerimiz olarak değerlendirmeye çalışmalıyız.

24.05.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. bölümünden, Zohar Kitabı.