Daily Archives: Kasım 29, 2011

Doğa Bizden Ne Talep Ediyor?

Soru: Dünyamızda, birleşmenin birçok formu var. Doğa bizden ne talep ediyor?

Cevap: Doğa bizim tek kalpli tek adam, bütün, küresel, bütünleşmiş bir sistem, doğaya benzer olmamızı bekliyor.

Birbirimizi hissetmemizi istiyor, herkesin ihtiyaçlarını, düşüncelerde ve arzularda ve herkesin eksikliğini ve isteklerini yerine getirmemizi istiyor. Doğa bizden herkesi kolektif birlik içinde desteklememizi istiyor.

Burada birçok soru var, ancak nihayetinde doğanın bizden istediği bu. Doğa ona benzememizi istiyor: Tek bir olarak. Tüm bunlardan sonra, onun kendisi birleşik bir sistemdir.

Bu sistem içinde bizler herkese rahatsızlık veren ve genel mükemmellikten düşen parça olmamalıyız. Bedeni canlı halde yiyen kanserli tümör olmamalıyız. Kendimizi doğa ile dengeye getirmeliyiz öyle ki onun hızında ıslah olabilelim.

Adam Yaratan’ın Aklını Edinebilir

Yaratılan varlık özgür seçimin ne olduğunu netleştirmeye başladığı zaman, görür ki içindeki ihsan etme niteliği, alma niteliğinin üzerindedir, daha sonra bu model kişiyi gerçeğe ve özgürlüğe doğru yöneltir! Böylece, yaratılan varlık ihsan etmeyi seçer zira sadece ihsan etmenin kendi arzusundan onu bağımsızlığa ve bütünlüğe taşıyacağını anlar, yani yaratılanın aynı zamanda Yaratan üstü olan mutlak gerçek.

Adam, böylesi büyük bir koşulu edinir. Tüm bunlardan sonra, Yaratan ve yaratılanın ikiside eşitlenmiş niteliklerinde barınırlar: Bunlar Yaratanın ve yaratılanın nitelikleri. Ancak adam bu iki nitelikten bağımsız olan bir seçim yapmak zorundadır.

Bu sanki Yaratan’ın ve Yaradılış’ın güçlerinin birbirlerine karşı durdukları gibidir oysaki adam ”dua” denilen eşsiz bir aksiyon sergiler. Adam bu her iki gücün üstünde yatan bir seçim yapar. Böylece, onun yeni bir arzusu (kabı) oluşur, alma ve ihsan etme niteliklerinin veya Yaratan’ın tavrının ve yaratılanın tavrının içinde olduğu, bu niteliklerin üzerinde ”bir” olarak birleşir.

Bu, adamın benzersiz sonuca nasıl ulaştığıdır: O, Yaratan’ın Keter‘ini bulur. Bu, adamın kendisine yapılan Yaratan’ın aksiyonları değildir daha ziyade yaratılış öncesi O’nun düşünceleri, planıdır. Bu, ilk iki’nin adama aksiyonda ulaşan sağ ve sol, Yaratan’ın niteliği ve yaratılan varlığın niteliği, üzerinde yükselen orta çizginin meydana gelişidir. İşte orta çizgi de, adam Yaratılışın başlangıcının üzerine yükselir.

Burada yaratılan varlığa verilmiş olan yeni bir fırsat açılır: Var olan tüm güç ve niteliklerin üzerine yükselmek. Daha doğrusu, tüm güçler, nitelikler, arzular, gen bilgileri, evrende var olan ve bize ifşa olan her şey – alma maddesi ve ihsan etme gücü -, bütün bunların hepsi yaratılanı, Yaradılış’ın aksiyonundan önce gelen daha büyük nosyonlara getirmek için sadece aletlerdir.

Dolayısıyla, yaratılanın doğru seçimi yapmaya ihtiyacı olduğu her koşulda, kendisini kendi doğumundan önceki noktaya izafi olarak tamamen yardıma muhtaç hisseder. Kabları ve Işıkları analiz etmeye ihtiyaç duyar, yani sahip olduğu alma arzusunu ve ihsan etme arzusunu ki seçim bu her ikisinin üzerinde yatar.

Dua, yaratılan varlığın tüm izlenimlerinin bir sonucu olarak ulaşmış olduğu koşulu realize ettiği zamanda doğar, o bu iki eşit değerdeki opsiyonların üzerine yükselmek ve bir karar vermek için hiç bir şansa sahip değildir ve sahip olamaz. Burada, Yaratan finali söylemiştir!

Bizler, Yaratan’a Firavunu tahtan indirmek için sadece egoizmin gücünü ihsan etmenin kendi gücümüzle yenmek için ihtiyacımız olduğunu zannederiz.  Burada sadece arzuların basit bir şekilde karşı karşıya gelmeleri değil, kişi iki gücün ortasındadır; Yaratan ve Firavun. Öz, daha güçlü ve dolayısıyla kazanacak olanı arındırmanın içinde değildir, daha ziyade bu iki gücü ortada tek bir güç olarak birleştirilmesi ve bunların üzerine çıkılmasındadır.

Hep Beraber Mahsom’u Geçmek

Soru: Önümüzdeki kongrede Mahsom’u geçebilirmiyiz?

Cevap: Bu hepimizin arzuladığı ve ümit ettiği şeydir! ”Mahsom” bu dünya ile manevi dünya arasındaki bariyerdir, şöyle ki, adamın içinde egoistik niyetin ihsan etmek niyeti ile yer değiştirmesidir. Aralarındaki geçit, sınır çizgisi, delinmez bölücü, ”Mahsom” (bariyer) olarak adlandırılır.

Hepimiz eşsiz bir zamanda yaşıyoruz. Bizim neslimize kadar, herkes bu bariyeri, ”Mahsom” u, bireysel olarak geçti, kişinin içsel çabaları birikerek, yeterli bir ölçü toplanıncaya dek, ”bardak taşar” ve kişi için aniden yeni bir koşul ifşa olmuş hale gelir.

Bugün bizler önümüzde çok ve daha fazla bilinçli küresel bir dünyadayız. Ve bizim Kabalistik grubumuz geçmişteki on Kabalistin bir araya toplandığı gibi sadece bir avuç insan değil; şimdi tüm dünyada milyonlarca dostumuz var.

Bu yüzden, ben Mahsom’u geçme zamanımızın Tora’da tanımlandığı gibi: ”Tam bir ulus olarak” veya hep beraber, yeni bir çağda yaşıyor olduğumuzu düşünüyorum. Ümit ediyorum ki bu ifşa tüm dünya grubuna gerçekleşir veya en azından bizimle birlikte sürekli çalışma içinde bulunan bir kısma ifşa olur. Şöyle ki, kalabalığın içinden seçilmiş çok az insana olmayacak, ancak hepimiz hep beraber.

Tüm bunlardan sonra, süreç öylesine ilerlemiş safhalara ulaştı ki Kabala gizliliğin dışına çıkmış ve herkese açık hale gelmiştir. Kabala,  daha önceki zamanlar gibi sadece bazı izole gruplara değil, bizim grubumuz gibi daha geniş dünya çapında bir gruba dönüşüm getirmelidir.

Dünya’ya Birliğin Gücünü Nasıl Anlatabiliriz?

Soru: Birleşmiş Milletlerde (UN) Kabalistik metodu nasıl anlatabiliriz?

Cevap: Politikacılar ve farklı dinleri temsil eden dinsel aktivistlerle buluştuğum zaman, onlara eğitim hakkında doğru çevrenin ifadesi ile anlatırım. İnsanlar birbirleriyle doğru şekilde birlik olduğu zaman, onlar kendi çevreleri içerisinde birliğin ek bir gücünü keşfedecekler. Bu güç doğanın kendisi içerisinde kök salmıştır ve herkesi etkiler.

Bir grup insan gerçekten birlik olursa, her insan diğerleriyle bağ kurarsa, o zaman birliğin gücü, yani üst güç tam anlamıyla onların arasında doğar. Onların arasına yerleşir ve bir yer edinir, kendi varlığını. Bu, her dostun desteklendiği, grubun ortak birleşik gücünün ifade edildiği şekildir.

Kabala’da biz bunu ”birleşmiş” olarak addederiz. Bu, birliğimizin içerisinde açığa çıkan doğanın içindeki tek bir güce addedilir. Biz buna ”Yaratan” diyebiliriz veya değil, ancak bir yol veya diğeri, bu, algıladığımız ve birlikte çalıştığımız doğanın gerçek gücü.

Bu, bana belirlenmiş kurallara göre gelir ve benimle çalışır. O’na yakın hale gelmeme bağlı olarak onu ifşa ederim ve onu ifşa ettiğim zaman, onu değişen niteliklerim vasıtasıyla algılamaya ve etkilemeye başlarım. ”Yaratan” sabit bir kanundur ve ben onu HAVAYAH‘ın yapısına göre nasıl etkileyeceğimi bildiğim zaman, bunu hiç bir probleme gerek kalmaksızın yapabilirim, diğer güçleri etkilediğim gibi.

Buradaki tek fark bunun kolektif evrensel bir güç olduğudur. Ve işte bu yüzden gizlidir. Çünkü bizler henüz birlik değiliz. İşte bu yüzden bizler Yaratan’ı edinemiyoruz. Yaratan birliğin içerisinde ifşa olur, fakat biz şimdiye dek asla herhangi bir şeyi bu şekilde hissetmedik. Bizler birbirimizle bağ kurarsak, bizler tam anlamıyla doğanın aslını ortaya çıkarırız, diğer her şey sökülür, türer ve ondan yaratılmış hale gelir.

Bana göre Yaratan bu güç, çünkü her şey O’ndan gelir. Daha ötesi, ”Yaratan” (Gel gör)  : ”gel ve gör” (Gel – Gör) demektir. O’nunla bağ kuruyorum ve daha sonra O’nu görüyorum ve O’nu, aksiyonun, tüm hissiyatımın içinde ifşa ediyorum.

Doğal olarak, hemen şimdi bu açıklamalar canlılığını yitirir. Biz birleşmediğimiz sürece onlar duyularda ortaya çıkmaz, sen O’nu bu birliğin içinde ifşa edeceksin. Formül basit.

Yaratan’ın ifşası, bizlerin egoizm ve yabancılaşmamızın merkezkaç kuvvetiyle beraber 125 dereceye bölünmüştür. Bu yabancılaşma kuvveti 5 büyük dereceye bölünmüştür ve her bir derecede başka 5 dereceye bölünmüştür ve bunlarda aynı zamanda 5 başka dereceye bölünmüştür. Bu toplamda karşılıklı reddedilişin125 derecesidir. Ancak ben yakınlaştığım zaman, bu reddedilişi birliğe çevirdiğim zaman, 125 dereceyi yükselerek ta ki mutlak birleşmeye ulaşıncaya dek Yaratan’ı ifşa ederim – birliğin kuvvetinin bütün, mutlak ifşası.

”Allah” ve ”doğa” Gemetria’ya göre aynı anlama gelirler. Burada mistisizm yok. Gel (Bo) ve Gör (Re) – Yaratan’dır (Bore).

Özellikle yurtdışında değişik forumlarda farklı aktivistlerle konuştuğum zaman aynı şeyleri söylüyorum. Bu aynen konuşmak için bazen farklı kelimeleri kullanmaya benzer.

İfşanın Mucizesini Beklemek

Soru: Bir kişinin yıllardır çalışıyor olması ve halen ıslah için dua’yı ve gerçek yakarışı edinmemiş olması nasıl olabilir?

Cevap: Görüyoruz ki, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin gelişiminde adam milyarlarca yıl sonra yer aldı. Deniliyor ki Evren 15 milyar yıl önce ortaya çıktı. Yeryüzü 5 milyar yıl önce var oldu. Yeryüzündeki ilk insan 200 bin yıl önce ortaya çıktı. Ve adam manevi ıslahına 5770 yıl önce Adam HaRishon ( ilk insan, Hz. Adem) ile başladı.

Biten bu süreçler şans eseri değildir. Burada kırılmanın ve kırılmanın düzeltilmesinin özel bir sırası vardır. Ve bu gelişime bakarak, anlamalıyız ki, ortak Malkut’un içerisinde yapılması gereken çok büyük sayıda eylemler talep ediliyor böylece elle tutulur önemli değişiklikler meydana gelebilecek.

Bu yüzden, amacı mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde edinmek için özlem duysak ve şimdi, hemen şu anda,  ifşa olmasını arzulasak ve hemen tüm mükemmelliği ile ifşasını istesek bile yine de sabırlı olmalıyız. Ve herşeye rağmen, hemen şimdi Mesihin gelmesini ümit etmeliyiz yani Mesih derken bizleri ıslah edecek ve ıslahın tümünü tamamlayacak genel gücün gelişi.

Ancak günler geçer ve her geçen yeni günde, ıslahlar içimizde olur. Gün ve gece birlikte bağ kurarlar ve ilerleyişimiz bu şekilde. Şöyle diyelim, biz ifşa etmekte olduğumuz sonsuzluk dünyasının Malkut’unu yani onların ifşasının aşamalı olduğunu her bir adımdan sonra diğer adımın geldiğini, bir çok aksiyonları barındırdığını anlamak zorundayız.

Yaratan’ı ifşa eden arzu veya kabın bütün derinliğini, bir seferden hissedemez ve anlayamayız. İfşa’nın bir çok çeşidine hazırlandığımızı düşünün – bu, Yaratan’ın ifşasıdır! Bu, insan üstü bir kuvvettir ve bir çok sayıda gölge ile yapılabilir. Bu öylesine muazzamdır ki bizler neyin hakkında konuştuğumuzu bile anlamıyoruz. İşte bu yüzden bu ifşaya hazırlık içimizde böylesi küçük adımlarla oluşur.

Bu adımlar daha sonra bize ifşa olduğu zaman, bunlardan birçoğunun orada olduğunu göreceğiz! An be an, gün be gün ve hatta aylar geçer biz düşünmeye devam ederiz, ancak hiçbir değişiklik olmaz. Ancak daha sonra bu değişiklik içimizde ifşa olur ve onların bize gerçekten neler yaptığını anlarız ve genellikle, gerçekleşen zamanın ötesindedir.

Birleşmek İçin Dürtü

Bugün İnsanlık birleşmeye çalışıyor. İnsanlar içgüdüsel olarak anladılar ki birlik olmak tek başına olmaktan daha iyidir. Farklı ülkeler kendilerini güçlendirecek ve daha başarılı yapacak bir birliğe girmek için anlaşmalar üstüne anlaşmalar yapmaya çalışıyorlar. Ancak bunu yapmakta başarılı oluyorlar mı? En sonunda görüyoruz ki bu durum çatışmalara ve hatta savaşlara götürüyor. Problem olduğu yerde halen duruyor: Nasıl birlik olacağımızı bilmiyoruz.

Halbuki güçlendirmek için olan dürtü insanlığa zaten uzun yıllardır doğal olarak nüfuz etmiştir. Bu, halkların ve insanların içselliğinde olan ortaklıktır: Ben kendimi korurum ve yinede bununla beraber diğerleriyle birleşmenin buna değer olduğunu görürüm. Hep beraber tekeli yaratacak ve diğer bir başkasından daha güçlü hale geleceğiz.

Bu dürtü henüz zayıflamadı ve zamanla bizlere çok büyük problemler getirecek ve öyle ki doğanın kendisi bizleri birleşmeye zorlayacak. Bize şu an ifşa olan ise tek bir, küresel, bütün bir entegre olmak için kaynaşmak, tamamen birbirini tamamlamak, mükemmel, bütün ve tüm parçalarının birbirine bağlı olduğu ”yuvarlak dünyayı” kabul etmek zorunda olduğumuzdur.

Eğer doğa bu yolla meydan okumayı devreye koyarsa o zaman bizler şimdi insan toplumunu nasıl inşa etmeliyiz? Tüm bunlardan sonra, egoizm problemi sadece insan toplumu içinde yoğunlaşır. Egoizmin birliğe karşı çalıştığı tek yer budur. Sonuç olarak, birleşmeye kabiliyetimizin olmadığını keşfederiz.

Yaratan neden bizi birbirimizden farklı ve benzemeyen yaparak, bu engeli önümüze koydu? Eğer bizler aynı olsaydık, bu durumda herşey net olacaktı. Her kişi belli bir miktar verir ve belli bir miktar alır ve sorun çözülmüş olurdu.

Ancak bizler farklıyız ve bu yüzden hiçbir bireysel çıkara bağlanmaksızın egoizmin üzerine yükselmeli ve ihsan etmek niyetini etkin hale getirmeliyiz. Sadece bu koşulda insan diğerleriyle tamamiyle bağ kurabilecektir. O zaman kişi ihsan etmek için ihsan etmeye ulaşacaktır ve daha sonra – ihsan etmek için almak. Herkes yalnızca bu yolda yer alırsa aramızdaki mükemmel birlik su yüzüne çıkacaktır.

İşte bu yüzden bizler aynı yaratılmadık: Çünkü aksi halde bizler problemi materyal, hayvansal seviyede çözecek ve bir karınca yuvasındaki karıncalara benzer eşitliğe gelecektik.

12.05.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. bölümünden. ”Barış”

Yaratan’ı Değiştirmek Veya Kişinin Kendisini Dönüştürmesi

Dua, bir kişinin sadece onun algısını yansıttığı Üst Güç’le olan bağlantısıdır. Bu dünyada daha iyi bir hayat için dua eden insanlar var, öbür dünya için dua eden halklar vardır ve dua etmeyen ve Üst Güç’e inanmayanlar vardır.

Halen, kendilerinin geleceği için düşünürler ve böylesi her düşünce bir dua olarak kabul edilir. Ancak kime soruyorum, halbuki konu bir bütündür. Talebime bağlı olarak bugün kötü olan yarın iyi olabilecek olan doğa mı, kader mi, bilinmeyen birşeyler mi, kendi geleceğim mi yoksa Yaratan mı?

Dua, bir sonraki an’la ilişkili olarak özel bir durumu edinmek için ümit içinde aldığım bir aksiyondur, yani bu nosyon bir çok değişik koşullar içerir, ancak hepsi kime dua ettiğime bağlı olarak ikiye ayrılır: Değişecek olan birileri mi ve değişmeye zorlayabileceğim biri mi?

Bu durum insanların Üst Güç’ü kontrol etmek için gizli yolları aramaya başladıkları zamandır öyle ki bu Üst Güç (Yaratan) onun şu anki realitesini ve dünyası değiştirip daha kibar olsun. Bu umut, Yaratan’a rüşvet vermek, tüm mistiksel ve dinsel mecraların temelidir. Bu durum kendi egoizmi içinde yaşayan birisinin düşündüğü mümkün olan şeydir.

Ancak, başka bir şey vardır ki, çok ender bir yaklaşım olan ve der ki Yaratan asla değiştirilemez; daha ötesi, sizin içinizde programlamış olan doğanın güçlerini kullanarak kendinizi nasıl değiştirmeniz gerektiğini bilmenize ihtiyaç vardır. İşte bu diğer tüm metotlara zıt olan Kabala metodudur.

Bu, bir kişinin tek bir veya bir çok Tanrı’nın var olduğunu, kendisini doğa veya başka bir Üst Güç’le yüzyüze düşünüyor olup olmadığı önemli değildir. Önemli olan kişinin buna olan yaklaşımıdır.

Kişi hedefe ulaşmak için kendisini dönüştürmek için doğanın güçlerini kullanmak için araştırıyor mu, yani herşey sadece ona ve onun bu güçle olan bağlantısına bağlı olduğuna? Yoksa kişi kendisinin dışına bakıyor, Üst Güç’ü değiştirmeye uğraşıyor, yani Üst Güç’e yaklaşımı kişisel menfaat sağlamak ve ona bir ödül verilsin diye mi, arzusuna ilişkin olarak dünyayı değiştirmek ve orada var olan tüm avantajları almak için mi?

09.05.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin birinci bölümünden Şamati 113

Nefeş Işığından Yehida Işığına

İlk manevi dereceyi ifşa etmek için, birliğimizi ifşa etmeliyiz, ”tek, eşsiz, birleşik”, en azından en küçük seviyede dahi olsa. Birliğimizin derecesi ilk manevi derecemizin seviyesini tanımlar.

Nefeş, Ruah, Neşama, Haya ve Yehida (beş manevi derece) Işıkları, bu Işıkların birliğinin gücü ve özel ayrıntılarının toplamı tarafından karakterize edilir, bu gerçeğe rağmen onların hepsi biri diğeri ile çelişki içindedir. Bu durum Üst Işığın ifşasını tanımlayan tek faktördür. Eğer bizler birliği en küçük derecede bulabilirsek, aynı anda en zayıf Nefeş Işığı ifşa olacaktır.

Ancak, neden Işık aniden daha güçlü hale gelir ve Ruah denir? Bunun sebebi tüm bağlaşımlı parçaların hareketleri ve değişimlerine rağmen, onlar halen düğümlenebilir ve dengelenebilir. Bu durum fırtınalı bir denizde dalgalar tarafından çalkalanan bir botu sanki tutuyormuşuz ve botun sabit olmasını sağlıyormuşuz gibidir.

Birliğin ilk derecesinde, karşılıklı dönüşümler henüz ifşa olmaz. Herkes sabit bir koşulda tek bir olarak durur ve bizler birbirimizle nasıl bağlanacağımızı araştırırız. İkinci derecede, aynı birlik durur ancak her parça dönüşmeye başlar; ortak mekanizmanın dişli çarkları sanki birbirleriyle ilişkili olarak dönmeye başlar. Ve bizler tüm değişimlere rağmen birlik olabilir ve hep beraber bağlı kalabilirsek, Ruah Işığını ifşa ederiz.

Herşeye rağmen bunlar çok sınırlı değişimlerdir: Her birimiz kendi yerimizde ”toprağa bağlı” bir bitki gibi duruyorken, bireysel niteliklerimizin dönüştüğünü görürüz. Bu halen aynı birleşmenin Işığıdır ancak daha yüksek derecede (”bitkisel”). Bunu üçüncü derece takip eder, Neşema (”hayvansal”), birbirimize ilişkin serbest olarak hareket etmeye başladığımız yerdir ancak yine de kendi aramızda ”tek, eşsiz ve birleşik” birliği ifşa ederiz.

Bu demektir ki, maneviyatta deneyimlediğimiz Işık sürekli birliğimizin gücüne bağlıdır, bunun yanısıra oluşabilecek herhangi bir dönüşüm bireysel olarak herbirimizin içinde ve hepberaber. Bu büyümeye devam eder, ta ki ıslahın sonuna (Gmar Tikkun) ulaşıncaya dek, Biz, tek Işık, bir, ilişkisi içinde bizi birleşmekten engelleyen tüm her çeşit değişimi deneyimlerken, ne olursa olsun, yine de biz birlik olabiliriz.

Bir dediğimiz budur, birleşik manevi kap ( Echad, Yachid ), tek Işığı alan: Yehida.

05.05.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin ilk bölümünden, Şamati 56

Yaratan’ın Formülü

Manevi çalışmamızda kendi başımıza hiçbir şey yapamayız çünkü birleşik gücü nasıl tanımlayacağımızı ve hayatımızın birçok durumlarıyla onu nasıl ilişkilendireceğimizi bilmeyiz. Kendimize nasıl uydurmalıyız? Basitçe Yaratan’ın her yerde olduğu ve yardım etmediğini söyleriz.

İşte bu yüzden bizlere bir grup verildi ve eğer birlik olursak, ”O’ndan başkası yok” denen bu birleşik gücü aramızda keşfederiz. Yaratan, yaratılanı kasıtlı olarak bir çok parçalara bölünmüş olarak yapmış ki onlar bir kez daha tekrar tek bir düşünce, tek bir arzuda toplansınlar. Daha sonra, bu ortak arzunun içinde, onlar,  sadece bu bağın içinde var olan bu birleşik gücü, oluşturmuş oldukları birliğin içinde ifşa edecekler ve buna yapışacaklar.

Tek bir arzuda hep beraber birlik olarak, bu gücü dışımızda edinmeyiz, ancak kendimiz ve bu güç bir arada tek bir bütün olarak ediniriz. Doğrusu, eğer kap yoksa ışık olmaz, yaratılan olmaksızın Yaratan olmaz. Daha fazla yakınlaştığımızda, birliğimizin içinde Yaratan’ı daha fazla ifşa ederiz.

Diğer bir ifade ile birleşmemiz Yaratan’dır. Yaratılışın başında var olan da buydu, daha sonra küçük egoist formların içerisinde bu dünyaya düştük ve dağıldık.

Bu yüzden, bir araya gelip birlik olarak Yaratan’ı inşa ediyoruz. Bizler O’nu bağımsız olarak yaratıyoruz, bu yüzden O’na Yaratan denir (İbranicede Bo – Reh veya ”gel ve gör”). O’nu inşa edebileceğimiz, O’nu izlemleyebileceğimiz, birlik olabileceğimiz ve O’na bağlanmayı edinebileceğimiz başka bir yer yok, bu sadece grubumuzun içindeki birleşme ile olur. Ve tüm insanlığın aynı şekilde hep beraber bağ kurmaya ihtiyacı vardır.

Arzula Ve İfşa Edeceksin

Zohar okurken kişi Zohar kitabının akılla anlaşılabilecek bir süreç olmadığını anlamalıdır. Ve eğer kişi bu kitabı aklıyla almaya çalışırsa, kişinin aklı her kelimede karışacaktır zira Zohar Kitabının hiç bir kelimesi bize aşina olan herhangi bir kelimeyi işaret etmez.

Bu kelimelerin tümü manevi konumları ve nitelikleri işaret eder. Eğer bir kişi aynı manevi konum veya dünyada ise, o onların ne hakkında konuştuklarını ifşa eder. Böylece, o hangi manevi niteliklerin ve tanımların tarif edildiğini bilir; o kendi içsel manevi dünyasında hisseder, tanır. Tüm bunlardan sonra, kişi,  manevi dünyayı kendi dışından ziyade tüm realiteyi sadece kendi içinde algılayacak şekilde ifşa eder.

Henüz manevi algıyı edinmemiş birine göre, o basitçe alışık olmadığı bir metni okuyordur. Zohar okuyoruz ya daha sonra? Bunu yapmamızın sebebi, Zohar’ın bizlere anlattığı tüm manevi konum ve nitelikleri anlamak, tanımak, hissetmek ve hatta tecrübe edeceğimiz bir konuma ulaşmak için buna arzu eklemektir. Bütün bunlar, benim şu anda anlaşılmaz bir hikaye olarak okuduğumu kendi içimde tecrübe etmek ve bunun içinde yaşamayı istememdir.

Kendi içimizde bu arzuyu geliştirmeliyiz. Manevi dünyayı görmek için, sadece bir arzuya ihtiyacımız var, ona özlem duymaya ve başka bir şeye değil. Bu yüzden şimdi, Zohar okurken, bu gizli dünyayı ifşa etmek için, hepimiz hep beraber,  elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız.

Ancak bununla beraber bunun için özel bir ihtiyaca sahip değiliz zira ne okuduğumuzu bilmiyoruz halen bu metni beraber okuyoruz. Böylece, bu çok gizlilik koşulundan, bizleri etkileyecek olan ”Saran Işık”, ”Islah Eden Işık” olarak ilişkilendirilen aydınlanmayı kendi üzerimize çekeriz.

Bu, gizlenmiş dünyayı ifşa etmez, ancak ifşa oluştuktan sonra daha ziyade içimizde ihtiyaçlar, arzular ve yeni hissi organ ve algının niteliklerini içimizde uyandırır. Işık, gizlenmiş olanı hissetmemiz için içimizde bir yetenek yaratacak şekilde işler. Böylece, bizler gizli dünyayı hissetmeyi bize sağlayacak olan Saran Işık’ı özlemleriz.

Zohar Kitabı. 06.05.2011 Tarihli Kabala Dersinin 2. bölümünden.