Daily Archives: Kasım 29, 2011

Atlayın Ve Ardınıza Bakmayın

Soru: O’nun zamanında, Baal HaSulam, sanki kapalı bir kapıya dayanmış gibi görünüyor, halkı tehlike konusunda uyarmak için çaba sarf ediyor. Ve o neler olduğunu anlamıştı. O bu çıkmazda nasıl pes etmedi?

Cevap: Bu bir çıkmaz değil. Başarı bizim ellerimizde ve bizim gidecek başka bir yerimiz yok – hareket etmeliyiz, özellikle bu zamanda, tüm dünya krizde iken. Bugün bizler artık özel bir ulusun, İsrail’in hayatta kalması hakkında konuşmuyoruz çünkü çöküş gördüğün her yerin yakınına kadar geldi.

Herkesin artık her şeyin kötü olduğunu gördüğü ancak hiç kimsenin çözümünün olmadığı özel bir durum ortaya çıkmıştır. Bunlar zayıf ve güçlü arasındaki çelişkiler değil veya zengin ve fakir arasındaki ilişki ancak tersine, bir kaç ay içinde en radikal formda ifade edilir hale gelecek küresel bir problemle karşı karşıya kalacağız.

Bu koşullar altında bizler daha ve daha güçlü bir şekilde birlik olmalıyız. Şüphesiz, bu zor olacak. Kızıl Denizi geçmek gibi: suya atlayana kadar hiçbir yere gitmeyeceksin. Fakat atlamak için tüm koşullara sahipsin.

Mahsomu geçmek sorunlu bir çabadır. Ardınıza bakmadan atlamanız gerekmektedir ama bunu yapmayı başarabileceğiniz konuma erişmelisiniz.

14.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 5. bölümünden, ‘Ulus’

Islah Olmuş Kalpteki Hesaplama

Bizlerin bu dünyadaki çalıştığı enstrümanlar, Birbiriyle çelişki içinde olan fiziksel akıl ve kalbimizdir. Birini geliştirirken, kendimizi diğerinin ilerleyişinden alıkoyuyormuş gibi oluyoruz. Genellikle, bir kişinin eğilimlerinin çocukluktan kaldığını görebiliriz; ister bilimsel veya sanatsal yönleri. Bu tam olarak bir kişinin tercihleri ve karakteri ile tanımlanır.

Deriz ki: ‘Duygularına güvenme, mantığını kullan.’ Diğer taraftan ise, ekleriz: ‘Henüz hissetmiyorsun; ne zaman ki hissedersen, o zaman anlayacaksın.’ Diğer bir ifade ile kişinin duygularını değerlendirmesi için duygular mantığı kazanmaya yardımcı olur. Tüm bunlardan sonra düşünce hissiyattan türer. Ve yine de, aklımız ve duygularımız sürekli tartışırlar.

Manevi dünyada, duygular ve akıl birdir. Hissiyat anahtardır zira hissiyat bir düşünceyi doğurur ve anlayışta ve edinimde kişinin duygularına yardımcı olur. Gerçek manevi kap 0’dan 4’e kadar olan safhalar boyunca aklın ve duygunun birleşimdir. Ve bizler nihai olan safhaya yani 4. safhaya ulaşınca duygularımızda tam hissediyor olduğumuzu ve buna göre karar verdiğimizin anlayışına geliriz. Tam bu noktada kalp ve akıl arasındaki çelişki artık var olmaz.

Bu durum manevi dünyalar ve fiziksellik arasındaki muazzam farkı işaret eder.  İşte bu yüzden manevi varoluşa mükemmellik denir. Tüm bunlardan sonra, şöyle ki maneviyatta kişi iki zıt koşul arasında bu dünyada hislerinin merhametinde yaşadığında, çaresizlik yaşayarak beyinsizmiş gibi aptallıklar yapmaz. Aklı yanlış olduğunu söyler ama o yine kalbinin peşinden gider.

Mantık ve duygu bu dünyada dengede olmadıklarından ötürü bizlerin ıstırap çekmesine ve hatalara düşmesine sebep oluyorlar. Bu dünyadaki problemimiz ise, aralarında egoizmimiz durduğu sürece akıl ve kalbimizi birleştiremiyoruz.

Akılcı egoizm ve duygusal egoizm birbirine zıttır. Bu zıtlık birçok kez vukuu bulur aklımızın bakış açısından aksiyonumuzun mantıksız olduğunu anladığımız zaman bile bizler yine de kalbimize dayanırız zira bizler haz almak arzusuyuz ve bu böyle gider ve bundan daha sonra ıstırap çekeriz. Gerçekte, en sonunda, kalbimizi dinlediğimizde yapmış olduklarımız için akılcı hesaplamalara göre bedelini ödemeliyiz.

Ve burada buna karşılık tek bir çözüm vardır: adamın ıslahı zira akıl ve kalp sadece maneviyatta tek bir olurlar – ‘mantık ötesi’. Şöyle yazılır: ‘Kalp anlar’ çünkü anlayış özellikle manevi bir hissiyattan türer. Ve o zaman bizler yanlış yapmayı durdurur ve doğru bir hesaplama yaparız!

08.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 45

Mükemmellik Aklın Ve Kalbin Birleşmesidir

Işık ve perde ile çalışmak (Zivug de Hakaa) bir kişinin kendi tüm izlenimlerini, duygularını, sevgi ve nefretini dikkatli bir şekilde hesapladığı ve tüm bunları nasıl kullanacağına, tasfiye edeceğine ve aynı zamanda hissiyatını nasıl geliştireceğine karar vereceği bir yerdir. Şöyle denir: ‘Her kimin egosu yüksek ise o dostundan daha yücedir’ yani daha güçlü duyguları vardır.

Kişi sol ve sağ çizgileri, akıl ve duyuları kendi seviyesi ile dengeye getirebildiğinde yücedir ve bunları orta çizgide, ihsan etmek içinde birleştirerek bir arada tutar.

Bu yüzden manevi çalışmada iki konum vardır: manevi çalışma içinde bir arada bağlanmış olan sevgi ve korku. Sevgi bir kişinin Üst Olanla bağlanmak fırsatını keşfetmesine denir ve bunun sonucu olarak Yaratan’ın tüm yollarını anlamak ve hissetmektir. Anahtar anlamaktır.

Ve bundan önce, bir kişi çalışır duygularının üzerine çıkar ve aklıyla çalışarak, tüm bu anlarda Üst Olan’ın aklını edinir. Kişinin tuttuğu bu yol iki çizgi boyunca hareket etmesidir, yürürken her iki bacağını kullanması gibi.

Dünyamızda akıl ve duygular sürekli çelişki içerisindedirler ve bizleri yanlış yapmaya zorlarlar. Hâlbuki manevi dünyada, onlar bize yardımcı olurlar ve tek bir amaç için birlik olurlar ve böylece kişi mükemmel hale gelir.

08.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati 45

‘Artı’ ve ‘Eksi’ Karşılıklı Çalışma İle Birleşirler

Bizim dünyamızda sevgi ve nefret iki farklı, birbiriyle çelişen duygulardır. Bizler bu iki zıtlığı birleştiremeyiz ve birinden nefret ettiğimiz için diğerini sevdiğimizi anlamayız.

Ancak maneviyatta, onlar birdir. İki zıt birleşir ve sevgimin ve nefretimin aynı yerde olduğunu ortaya çıkarır yani almak ve ihsan etmek, dostuma olan ayrılığım ve ona özlemim tek bir yerde ortaya çıkar. Tüm bütün bunlar benim nefreti ve sevgiyi hissettiğim aynı yer olan tek durumdan, tek dereceden benim tek konumumdan gelir. Ben bu iki zıtlığı tek bir bütün olarak algılarım.

Bu elektriğe benzer, artı ve eksi olmazsa elektrik akımı olmaz. Manevi dünyada artı ve eksi bir maddenin, bir bilincin üzerinde beraber çalışırlar. Bir tarafta bir eksi ve diğer tarafta ise bir artı vardır ve ben ortadayım. Manevi dünya özellikle bunun içindedir zira zıtlar birleşir!

Bu yüzden, bizlerde karşılıklı garanti içerisinde birleşelim tüm farklılıkların ve anlaşmazlıkların üzerinde. Kişinin hangi nitelikleriyle doğmuş olduğu ve nasıl düşündüğü önemli değildir. Önemli olan tek şey tüm bunların üzerinde birleşmektir. Manevi dünyada buna benzerdir, manevi çalışma mantık ötesi inanç tarafından yapılır.

Bu yaklaşımla bizler maneviyata ulaşacağız. Ve daha sonra farklılıklarımızdan daha fazla sıkılmayacağız bununla beraber farklılıklarımızı birliğin daha yüksek derecelerini ifşa etmek için kullanacağız.

10.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Şamati

Firavun Hangi Boyutlara Gelmek Zorundadır?

Soru: İyi hareket edemediğim ve hislerim tarafından yönlendiriliyor olduğumu bildiğim zaman hata yapmaktan nasıl kaçınabilir ve kendimi durdurabilirim? Ve diğer taraftan,  büyümek için düşmemiz gerekiyor…

Cevap: İşin özü, ‘Haktan yana olan biri binlerce defa düşer ve yükselir.’ Sadece birçok düşüş ve hayal kırıklığı, büyük acı ve hatalara dikkatimizi vermeliyiz ancak bu şekilde nihayetinde son karara ve anlayışa varırız, egoistik doğamızın üzerine yükselmek. Sonunda, egoizmimizin içinde olduğumuz sürece akıl ve duygularımız asla bir araya getiremeyeceğimizi anlarız.

Bugün dünyada tüm ülkelerde gördüğümüz resim budur. Aklen bugün herkes korkunç bir krize giriyor olduğumuzu anlıyor ancak kendimizi durduramıyoruz. Egoizm adamı ileri doğru itiyor, akıldan daha güçlü ve bu yüzden adam egosuna göre hareket etmeye devam ediyor.

Adam kendi başına bir şey yapamıyor. Dünyaya ne kadar seslensek veya uyarsak önemsiz zira hiç kimse bizi işitmeyecek. Ancak bizlerin bunu yapmasındaki amaç herkese Kabala’yı, ıslahın bir metodunun var olduğunu göstermek içindir. Daha sonra gerçeklerle yüzleşildiği zaman, adam her köşede, ekonomide, yetiştirilişinde ve diğer başka her şeyde tökezliyor olduğunu gördüğünde pratikte ikna olacaktır. Ve bundan sonra adam Kabala’nın ıslah hakkında konuştuğunu anlayacaktır. Aksi halde aynı şeyi binlerce defa tekrarlarsınız ve kimse de sizi dinlemez.

Dünya, aklın ve duyguların iki kutup gibi asla birlik olamayacağı umutsuzluğuna ve anlayışa gelmeyene kadar bu çözümü kabul etmeyecektir. İnsanlar yeni yanlışlar yapmaya devam edeceklerdir. Ve bu durumlar olduğu sürece hiçbir şey onlara yardımcı olamayacaktır. Tek çözüm ise manevi amaç için duygularımızın ve materyal aklımızın üzerine yükselmektir. Orada aklını ve kalbini orta çizgide birleştirebilirsin ve ancak o zaman başarılı olursun. Bunun sebebi onlar tek bir sarmal içinde beraber çalışmaya başlayacakları içindir. Kalp anlayacak!

Ancak dünyamızda bu asla olmaz ve bizler sürekli seçmek için zorlanırız; ya kalp veya akıl. Biri veya öteki!

Her geçen gün bizler biraz daha krizlerin içine doğru çekiliyoruz. Bugün krizin yeni bir dönemeci başlıyor ve yakında görünür hale gelecektir. Bir darbe, bir darbe daha ve diğeri – ve nihayetinde adam anlayacaktır. Firavun, egomuz, zevk alma arzumuz bizi Yaratan’a daha yakına getirecektir, öyle ki ondan (Firavundan, egomuzdan) kaçmanın ve saklanmanın gerekliliği anlayışına bizi zorlayarak getirir.

Sanki Firavun İsrailoğullarının nihayetinde ondan kaçacağını biliyor. Öyleyse, neden kendisini darbelerin altına bırakmak zorunda kaldı? Zira Firavun bu şekilde yaratıldı – o kendisini darbelere getiriyor. Kişi acı çekiyor ve bu kötülükten kaçmaktan başka hiçbir seçimi yok.

Firavun içimizdeki Yaratan’ın zıt yansımasıdır. Buradaki tek soru: Firavun hangi boyutlara ulaşmalıdır ki karar verip ondan kaçalım? Bu Kabala’nın dağıtımına bağlıdır, insanların anlayışına ve bizlerin bir grup olarak birleşmemize.

08.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati

Bilinmeyen Bir Boyutun İçindeki Bir Kesit

Mantık ötesi inanç ne demektir? Bu, her ne zaman gelirse sadece hissiyat vasıtasıyla anlaşılabilen bir durumdur. Ve gelmediği durumda ise, bizler böylesi bir ikilik, çatallaşma durumunun bir kişinin içinde var olduğunu bile bilmeyiz: mantık dahilinde ve mantık ötesi keskin bir ayrım.

Bizler bu mantık ‘ötesi’ni basitçe sanki mantığın zıttıymış gibi düşünürüz. Ancak bu böyle değildir. Bu, tamamen farklı bir boyutun içindeki bizim anlamadığımız bir kesittir. Bu yeni boyuta, bize ifşa olan duruma ‘manevi alan’ denir. Bu sanki daha önce varlığını dahi tahmin etmediğim bir başka dünyanın benim realitemde görünür olması gibidir.

Bu, bir kedinin, zengin bir adamın neye sahip olduğunu anlamamasına benzer. Kedi bu adamla aynı dünyada yaşadığını ve onun sahip olduğu gibi aynı beş duyuya sahip olduğunu düşünür ve kedinin bundan daha fazla bir şeye ihtiyacı yoktur! Tüm bunlardan sonra adam da aynı şeylere sahiptir.

Kedi adamın kendi dünyası olduğunu ve her çeşit insansal hesaplamalarda olduğunu anlamaz. Bir kedi bunları anlayacak kapasitede değildir.

Ve şimdi düşünün ki bu kedi daha önce varlığını tahmin bile edemediği duruma, aniden bu adamın sahip olduğu aynı mantık ve hissiyata sahip oldu. Kediye göre, bu duruma ‘mantık ötesi inanç’ denir – kedisel mantığının üzerinde daha önce hiç sahip olmadığı bir durum.

Ancak ara sıra kedi bu seviyeden düşer ve tekrar daha önceki kedi gibi olur bununla birlikte daha güçlü, daha akıllı ve daha keskin. Ancak, bu kedi halen bir kedi için uygun olan sınırların içerisinde. Ve buradan tekrar insan olmak için yeniden yükselecektir.

Bu durumlara manevi yükselişler ve düşüşler denir. Bu durumlar kendimizi daha iyi veya daha kötü hissettiğimiz psikolojik ruh hallerimize benzemez ve bu durumlarda bizler aşağıda olduğumuz zaman kendimizi ‘düşüş’te olarak göz önünde bulundururuz. Manevi bir yükseliş sizin yeni arzulara, gerçek ihsan etmeye yükseldiğiniz zamandır.

02.08.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati

Karşılıklı Garanti Olmaksızın Hayat Yoktur

Soru: Karşılıklı garanti ile ilgili olarak, bedendeki diğerleriyle karşılıklı garanti içinde yaşayan her bir organın çalışmalarını örnek veriyorsunuz. Bu sistem kapalı ve birleşik.

Ancak insan toplumu içerisinde hiçbir birleşik sistem yok. Burada ve orada, insanlar bir kurala veya birbirlerine karşı olan kavga durumuna göre değişik gruplar halinde birleşik durumdalar. Hâlbuki insan toplumunun insan bedenine benzer tek genel bir sistem olma algısı yok. Ben bir diğer insanı kendi bedenimin parçası olarak hissetmiyorum ve bu yüzden onunla karşılıklı garanti durumunu sağlamam.

Cevap: Sen şunu söylüyorsun: getirdiğiniz tüm örnekler bilimsel araştırmalardan, bunun yanı sıra ek olarak, doğada gözlemlediğimiz ise ‘‘yargıç gözüyle görebildiğine inanır’’ prensibine göre ki bunlar güzel örneklerdir. Her şey iyi ve harikuladedir ancak ben bireysel olarak bunu hissetmiyorum. Bunu mantıksal olarak anlarım ancak aklımdaki anlayış beni entegral bir form içinde var olmaya mecbur bırakmak için yeterli değildir.

Eğer bu benim hissiyatım içinde olsaydı, eğer ben sizinle beraber hareket etmezsem başarılı olmayacağımı ve her şeyin güzel olduğu önemli yaşam amacına ulaşmak için size ihtiyacım olduğunu bilirdim. Yine de sen iyi bir hayatın sen ve ben birleşik olduğu koşulda mümkün olduğunu söylüyorsun. O zaman, daha iyi bir hayata, amaca ulaşırız ve tüm krizlerden ve çevresel sorunlardan kurtuluruz. Ancak ben bunu hissetmiyorum. Ben bunu bilim adamlarının yaptığı gibi anlayabilirim.

Fakat neden bilim adamları hep beraber dışarı çıkıp bağırmıyorlar? Onları bunu yapmaktan engelleyen ne? Görmüyorlar mı gerçekleri? Görüyorlar! Neden onlar bileşmiyorlar, ortaya çıkıp bağırmaya başlamıyorlar: ‘Arkadaşlar, az biraz kaldı ve dünya patlayacak! Yeryüzü yıkılacak ve parçalara ayrılacak!’ Yakın gelecekte öngörülen hiç hoş olmayan olayları neden haykırmıyorlar?

Bunun sebebi onlarında problemlerinin aynı olmasındandır. Sana problemlerimizi gözlemleyen ve sadece birliği izlememiz gerektiğini gören binlerce bilim adamı, toplumbilimcisi, ekonomi yöneticisi ve birçok akıllı adamın listesini verebilirim. Onlar neden birlik olmuyorlar? Çünkü onlar bunu hissetmiyorlar sadece görüyorlar.

Akıl ve hissiyat arasında fark vardır. Akılda var olan kişi mecbur kılmaz. Kişisel hayatlarımızda bir şeyleri yapmamamız gerektiğini görüp bildiğimiz defalarca olmuştur ancak yine de yaparız. Örnek olarak sigara içmek. Sigara içmenin zararlı bir şey olduğunu söylemelerine rağmen, haz hissiyatı veya tembellik beni bu alışkanlığın gücü altında bırakır.

Ne yapabilirim? Bizim dışımızda bunu realize edebilecek başka diğer insanlar görmüyorum. Bizler bu çevreyi güçle organize etmeliyiz. Çevre suni olarak birlik için, küresellik için ve bütünsel birleşmek için olan ihtiyaç hakkında konuşmaya başladığı zaman, bu çevre herkese yeni bir hissiyat getirecektir.

Daha sonra herkes hissedecektir: ‘benim gerçekten buna ihtiyacım var! Neden buna sahip değilim?’ Aynı şekilde, bizler önümüzde oynak tavsiyelerle buna zorlanıyoruz. Bu durum akıldan hissiyata geçecektir. Bir hissiyat bir arzudur ve akıl ise bir düşüncedir. Ben arzumun içinden zorlanmalıyım ve bunu edinmeyi yakarmalıyım. Bir arzu bir şeyler için yoğun bir özlem olmalı.

Bu durum yalnızca kıskançlık, tutku vasıtasıyla mümkündür ve onur için bir arzu, herkesin bunun hakkında konuştuğunu gördüğüm zaman, böylelikle onlar bana bunu değerli olduğunu hissettirir ve bu gerçekleri bana tavsiye ederler. Aksi halde, bana hiçbir şey olmaz, hiçbir ilerleme. Onların bana yeni bir yatağı nasıl tavsiye ettikleridir: ‘Bunu almalısın! Bu olmadan, iyi bir uykunun ne olduğunu bilemezsin!’

Eğer bu reklâm sürekli çalışırsa, hiçbir seçeneğim yoktur. Sonuç olarak, ben bu işyerini tekrar ararım ve bazı durumlarda, kendim bu işyerine gidip bunu alırım. Eğer ben olmasam bile insanların çoğunluğu bu reklâma kendini kaptıracaklardır. Bu şekilde işler. Bu yüzden, malların maliyetinin %70’i reklâm gideridir.

Reklâmın bizi kendi objesine nasıl yönelttiğini görebiliriz. İşte bu yüzden bizler sadece tavsiye ile ilgilenmeliyiz. Ve bu birisinin buna olan ilgisinden dolayı değil daha ziyade bizim seçimimizin olmadığındandır. Öyleyse, bu önemli mesajı kendimize tavsiye edelim.

Daha sonra bu doğru beyin yıkama vasıtasıyla, bizler bütünleşmenin, birliğin ve karşılıklı garantinin önemine geleceğiz. O zaman bunu özleriz; aniden buna arzu duyacağız. Neden? Bunun sebebi çevrenin içindeki önemin üstünlüğünün genel farkındalığının etkisi altında olduğum için benim üzerimde hüküm sürecektir.

Yeni Bir Kitap Hakkındaki Konuşmadan 11.07.2011

Doğa İle Denge İçinde Yaşamayı Öğrenin

Soru: Doğa nedir ve doğa ile dengede olmak ne demektir?

Cevap: Bizler doğanın içindeyiz. Birçok parametre bizleri etkilemektedir, ısı, basınç, çeşitli titreşimler, her çeşit dalgalar, radyoaktivite ve diğerleri. Bizler bu doğal fenomenler ile dengede olmalıyız.

Bu fiziksel kanundur: kendi çevresiyle denge konumunda bulunan bir beden kendisinin en rahat konumundadır. Eğer sıcaklık, basınç veya diğer parametreler çok az dahi olsa yükselirse, kendimi kötü hissederim. Eğer bu parametreler düşerse yine kendimi kötü hissederim.

Bu doğanın içindeki yaratılışım budur: doğanın içinde belli sınırların içinde ancak var olabilirim ve bu sınırların içinde kendimi beni saran doğaya eşdeğer yapmalıyım. İşte bu yüzden kışın doğa ile denge halinde bulunmak için kalın giysileri giymeye ihtiyacım vardır ve yazın tam tersi ve bu şekilde devam eder.

Bu bizim görebileceğimiz kısma aittir ancak doğanın diğer bir kısmı da vardır ki bizler bunu göremeyiz. Bu kısım arzuların kanunlarını içerir, arzulanan gelişimimizin kanunları, şöyle ki manevi kanunlar. İnsan aynı zamanda bunlara da uymalıdır, bunlarla da dengede olmalıdır.

Bizler bu kanunları bilmiyoruz. Bizler bu dünyada eğer insanlara bağışlar verirsek, fakirlere yardım edersek, kimseyi rahatsız etmezsek, vergilerimizi ödersek, yaşlı bayanları karşıdan karşıya geçirirsek ve hayal edebildiğiniz her ne varsa bunları yaparsak kendimizi çok iyi insan olarak düşünürüz. Bunlar yeterli değil mi?

Bunlar sadece yeterli değil bununla beraber bunların hiçbiri hesaba katılmaz bile çünkü ben egoistik aklımla düşünüp anladığımı sadece yaparım. İhtiyacım olanı yapmak için, doğanın kendisini çalışmalıyım ve onunla benzer olmayı arzulamalıyım.

Bu benzerlik kanunu uymam gereken tek kanundur. Her gün değişir büyür ve farklı bir insan olurum. Bunu her gün, her an takip eder, kendimi düzeltmeli ve doğa ile dengemi ayarlamalıyım.

Sonuna kadar, bizler ilk önce doğa’nın veya Yaratan’ın (nasıl adlandırdığımız önemli değil) bize sunduğu talepleri, bu taleplere uyduğumuz ve dengeyi nasıl edindiğimiz ölçüde öğrenmeliyiz. İşte Kabala Bilgeliği bundan bahseder. Bizi saran doğa ne, biz neyiz, hangi hissiyatın içinde doğa ile dengeli değiliz, hangi parametrelere dayanır ve bu parametrelerle dengeyi nasıl edinebiliriz. İşte bütün Bilgelik bundan bahseder.

31.07.2011 Tarihli Pazar Sanal Dersinden

Zohar Sevginin İçinde İfşa Olur

Zohar’ı ifşa etmek için onu ifşa etmeye uygun bir duruma ulaşmalıyız. Üst Işık mutlak sükûnettedir. Yaratan basitçe yaratılanın içinde gizlenir çünkü yaratılan Yaratan’ın içinde ifşa olabileceği bir konumun içinde olamaz.

Bu yüzden değişimler sadece yaratılanın içinde olur. Yaratılan tek bir kanuna göre; form eşitliği kanununa göre değişmelidir öyle ki Yaratan’ın ifşası için olan koşulları edinsin.

Yaratan’ın niteliği ile eşitliğin herhangi bir ölçüsünü edinir edinmez, O’nu ifşa ederiz. O’na benzer hale gelerek Yaratan’ı ifşa edeceğimiz minimum nitelik, bizlerin birbirimizle minimal bağ kurduğumuz zamandır.

Bu nasıl mümkün olur? Bizi birbirimizden ayıran itilmenin gücünün üzerinde, birlik olmak için isteksizlik ve nefretin üzerinde ancak mümkündür. İçimizde bir arzu uyandırmalıyız, birlik olmak için içsel isteklerimizin içinde, karşılıklı ihsan etmenin içinde inatçı bir ihtiyaç, Yaratan’ın niteliğini – karşılıklı bağ, ihsan etmek ve en küçük derecede bile olsa birleşme –  tanımlayan bir konumu yaratmak.

Ancak bizler bunun olmasını yapamıyorsak eğer, bunun gerçekleşmesi için arzulamalıyız. Daha sonra içimizdeki gizlenmiş güç, Yaratan, bize yardım edecektir, bizi hep beraber yakınlaşmaya getirecektir ve içimizde birliğin konumunu inşa ederek bunun gerçekleşmesini sağlayacaktır.

İşin özü, aramızdaki itilme ve nefretten birliğe gelmeye çalışmaktan daha başka düşüneceğimiz hiçbir şey yoktur ve sonrakini ifşa etmek için sürekli inatçı ve istekli olmaya ihtiyacımız vardır.

Bu yüzden Zohar Kitabını okurken, zaten aramızda var olan birleşmenin ağını sürekli düşünmeye çalışmalıyız ancak bu ağ karşılıklı nefretin içinde, birliğin öneminin eksikliğinin içinde var olur. Ve bizler bunu kendisinin zıt formuna – aramızdaki birleşme – dönüşmesini arzulamalıyız. Birliğimiz Yaratana, Işığa benzemenin en küçük derecesine ulaştığında o zaman Yaratan’ın yaratılana ifşası denen birleşmenin vasıtasıyla Işık akmaya başlar.

01.08.2011 tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. bölümünden, Zohar

İlgisizlikten Daha Kötü Bir Şey Yoktur

İlgisizlikle savaşmalıyız zira bundan daha kötü bir durum yoktur. Umursamazlığa, ilgisizliğe ölüm denir.

Bizler çalışmamızda birbirine zıt olan sevgi ve nefret formlarına çok ilgi duymalıyız. Firavun, Haman ve Tora’da tarif edilmiş diğer tüm günahkârların hepsi çok önemli karakterlerdir. Onlar olmaksızın bizler kutsallığa yükselemeyiz. Bizler tüm kablarımızı, arzularımızı onlardan alırız. Haktan yana olan tüm adamlar onların karşısında durur çünkü Yaratan birini diğerine karşı yarattı.

Bu yüzden, bir kişi bir şeyi ister desteklesin veya ona karşı olsun bu önemli değildir. En önemli şey kişinin kayıtsız kalmamasıdır ve her zaman manevi çalışmasına önemle dikkat etme gerekliliğidir.

Herhangi bir kişinin içinde bir kıvılcım uyandırmak mümkündür. Bu kıvılcım herkesin içinde gizlenmiştir zira kişi kabların kırılmasından gelir. Bu yüzden, herkesin kesinlikle manevi bir kıvılcımı vardır ve uyandırılmalıdır. Buradaki soru: Bu kıvılcım ne kadar derine gizlenmiştir?

Ancak bu kıvılcım uyandığı zaman, kişi olumsuz reaksiyon verebilir: Kişi bunun hakkında duymak istemez ve kendisine, Yaratan’a, Kabala’ya ve tüm ihsan etme yoluna lanet eder. Kişi bununla hemfikir olmaz ve tüm bunlardan nefret eder. Ancak Baal HaSulam bunun sorun olmadığını söyler. Bu, kişinin bununla hemfikir olması, bunu istiyor olması ile aynıdır zira bu formda kişi arzusunu ifşa ediyor. Hatta arzusu bozuk olsa bile, o buna zaten sahiptir.

31.07.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. Bölümünden, Şamati