Category Archives: Maneviyat

“Işığı Karanlıkta Bulmak” (Linkedin)

Günümüzde ıstırap, kutuplaşma ve kafa karışıklığı insanların hayatlarında bolca yer almakta. Etrafımızdaki her şey kasvetli ve korkutucu göründüğünde, toplumun gitmekte olduğu ufku net bir bakış açısı ile görmek zordur, ama umutsuz bir durumda ışığı keşfetmenin de bir yolu vardır. Aslında yeni ve daha iyi bir gerçekliği mümkün kılan tam da bu zıtlıkların karşıtlığıdır.

Karanlık ve ışık arasındaki çatışma hemen hemen tüm hikâyelerimizde ve filmlerimizde tasvir edilmiştir. Her zaman iyi ve kötü karakterler vardır ve kahraman, özel niteliklerini, ihtiyacı olan herkese yardım etmek için kullanan kişidir. Ancak, kendi hikâyemize baktığımız açıya bağlı olarak, başlangıçta iyi olan karakterler kötüye dönüşür ve kötüler iyi olur. Bu, kendi yaşamlarımızdaki karanlık ve ışığın, her birimizin bireysel algısına göre değiştiği anlamına mı gelir?

Bireysel hayatta, cevap evettir. Ancak doğanın kanunları seviyesinden baktığımızda, tutarlı bir yapı fark edebiliriz; iyi, her bir parçanın diğerlerine yarar sağladığı ve tamamladığı yerde, doğanın tüm parçalarının olumlu ve faydalı bir şekilde bağlantı kurmasına yardımcı olandır ve kötü, insanlar arasında ayrılığa ve çatışmaya neden olandır.

Şayet hepimiz ışığa özlem duyuyorsak, neden dünyada karanlık var? Biz iyiyi ondan ayırabilmemiz için bu dünyada kötülük mevcuttur. Bu iki karşıt form her zaman mevcuttur. Eksi olmadan artı yoktur. Sadece zıtlıklar arasına onları etkili bir şekilde birbirine bağlayan bir şey yerleştirerek ikisinin de varlığından haz alabiliriz.

Bizler, başkalarının pahasına onlardan yararlanmaya çalışma eğilimimizin üzerinde her bir kişiye karşı olumlu bir tutum inşa etme sanatını öğrenmeye başlamalıyız ve her üyenin diğerleriyle ilgilendiği bir çevre oluşturmaya başlamalıyız.

Ancak, şu andaki dünya algımızda, birçok farklı, zıt ve hatta çatışan gruplar görüyoruz. Her biri kendi durumunu doğru, diğerlerini yanlış olarak görüyor. Aramızda böylesi bölünmeler çoğalırken insanlık nasıl ortak bir birlik koşuluna ulaşabilir?

Çözüm, onların arasında değil, farklılıkların ve ayrılıkların üzerine inşa edilmesi gereken bir birlik içinde bulunabilir. Böyle bir birlik için şöyle yazılmıştır; “Sevgi tüm günahları örter.”

Farklılıkları ve ayrılıkları kendi başlarına bırakın. Bırakın öyle kalsınlar. Onların farkında olun ve birbirimizden uzak ve zıt olduğumuzu anlayın. Farklılıklarımızın; her birimizin içinde doğup büyüdüğümüz egoist doğamızın birer parçası olduğu anlayışına ulaşmamız gerekiyor. Çünkü doğa her birimizi eşsiz görüş ve deneyimler bütününe sahip eşsiz bireyler yapmaya özen gösterdiğinden, yalnızca farklılıklarımız ve ayrılıklarımız dahilinde düşünmeye ve hareket etmeye çalışırsak, çok çeşitli toplumlar arasından her hangi bir birlikteliğin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Ancak, aynı zamanda şu da çok nettir ki; hepimizi bir seviyede birleştirmenin bir yolunu keşfedemezsek daha fazla ıstıraba katlanmaya devam edeceğiz. Öyleyse çözüm nedir?

Çözüm, anlaşmazlıklarımızın aynı seviyesinde bir birlik inşa etmek ve buna çabalamak değildir, ama onların üzerine çıkmak ve farklılıklarımızın üzerinde olumlu şekilde bağlanacağımız yeni bir tür realiteyi keşfetmektir.

Doğanın kanunları öyle bir şekilde hareket eder ki, eğer bizi ayıran şeyin üzerine çıkmaya çalışırsak, o zaman bize yardım etmesi için doğanın desteğini alırız. Böylesi bir eğilim ve çaba içinde, farklılıklarımızın üzerinde bağ kurmaya olan ortak çabamız vasıtasıyla onları harekete geçirmemizi bekleyen, doğada mevcut olan olumlu güçleri keşfederiz.

Düzenli hareketleri birlik olmak için eyleme geçirerek, herhangi bir anlaşmazlığın ve karışıklığın üstesinden gelmek için çözümü keşfedeceğiz. Bireysel, doğal karakterlerimizde farklı olsak da, farklılıklarımızın üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurma ortak eğiliminin daha büyük önem taşıyabileceğini ifşa edeceğiz ve bu bize birleşmek için güç verecektir.

O zaman, hepimizin birbirimizi desteklediği bir birlik formu yaratacağız. Başkalarına karşı olan olumsuz ve eleştirel duygularımızı kabul edebileceğiz ve onların üzerinde birleşebileceğiz. Bu, her birimizin bir beden içindeki hücreler ve organlar gibi hareket ettiği, birlikte, mutlu, kendinde emin ve güvende insanların olduğu bir topluluğun yaratımına hep birlikte dahil olduğumuz, ahenk içinde, bütün ve dengede bir dünya görmemizi sağlayacaktır.

“Kişinin Dindar Olmadan, Manevi Olarak Kabul Edilmesi Mümkün Müdür?” (Quora)

Evet, mümkündür. Din, almakla ilgili olan ve buna karşılık gelen niyetlere sahip olan bedensel alanda var olurken, maneviyat yalnızca ihsan etmeye odaklanmıştır. Ancak, insanların eylemlerine bakılırsa, bu oldukça belirsiz olabilir.

Maneviyat, yaratılışı asla farklı, karşıt ve çelişkili güçlere bölmemeyi, bunun yerine her şeyi, her şeyin arkasında konumlandırılan bir sevgi ve ihsan etme gücüne atfetmeyi gerektirir.

Manevi yükseliş, bize iyi ve kötü olarak görünen tek bir güce atfedilerek elde edilir. Başka bir deyişle, bizimle ihsan etme ve sevgi tutumu ile ilişki kuran üst güç, gelişimimizi her şeyin ardında konumlandırılmış tek bir gücün nihai keşfine yönlendirmek için, bizimle iyi ve kötü güçler aracılığıyla bir “sohbet” yürütür. Bu süreçte, bedensel gerçekliğimizde algıladığımız şeyin üzerindeki bu manevi güce yapışırız ve manevi merdivenin basamaklarını çıkarız.

Ancak manevi yolda olan insanlar, yetiştirilmeleri, eğitimleri, kültürleri ve kendi milletlerinin geleneklerinin bir sonucu olarak her türlü dini geleneği yerine getirebilirler. Dine bu şekilde davranmanın olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine de din, manevi ilerlemenin yerini almamalıdır çünkü ihsan etmenin ve sevginin manevi gücünün yüce edinimi, her şeyin üstünde ve ötesinde olmalıdır. Din, bizatihi kendisi bu edinime müdahale etmez. Bizi manevi edinimden alıkoyabilecek şey, yanlış bir şekilde dinin maneviyatın yerini alabileceğini düşünmektir. Başka bir deyişle, çeşitli fiziksel eylemlerde bulunmak ve belirli bir programa göre, yazılı kelimelere göre dua etmek bizi manevi edinime götürmeyecektir. Manevi gücün niteliklerini – sevgi ve ihsan etme- kendi niteliklerimiz ve ilişkilerimiz arasında, “Komşunu kendin gibi seveceksin” ilkesinde anlatıldığı gibi, uygulamayı hedefleyerek maneviyatı keşfederiz.

Başka bir deyişle, niyetler, düşünceler ve arzular son derece önemlidir ve eylemlerimiz ikincildir. Pek çok dindar insan, çocukluktan itibaren, düşünmeden bu eylemleri alışkanlıkla yürütür ve bunu yaparken manevi bir yükseliş yoktur.

Maneviyat yani sevme ve ihsan etme niyeti, bu nedenle dini eylemlerle değil, ortak bir niyetle başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurarak elde edilir. Ancak dini eylemler iptal edilmez. Onlar, manevi kökü simgeleyen bir dal gibidirler ve insanlar o kültürün içinde kalabilirler. Bu tür âdetler manevi ilerlemeye ne engel olur ne de yardımcı olur. Onlar sadece bize manevi eylemlerin var olduğunu hatırlatır ki bu da nesiller boyunca korunmalarının sebebidir.

Maneviyatın İlk Kavranışı

Pek çok grup fiziksel dünyadan manevi dünyaya geçişe yaklaştığında ve her onlu bunu kendi içinde birleştirmek ve gerçekleştirmek istediğinde, bu zaten çok büyük bir olaydır, ruhun doğuşudur.

Dünyasal yaşamdan biliyoruz ki, asıl mesele hamileliğin başlangıcıdır, korunmasıdır, böylece düşük yapılmaz ve sonrasında doğum yapılır. Bu, her türlü komplikasyonun mümkün olduğu çok karmaşık bir süreçtir. Ama bütün bunlar geçtiğinde ve bir kişi doğduğunda büyümeye başlar.

Manevi çalışmadaki en zor şey, maneviyatın ilk kavranışıdır: tüm onlu için tek olan, manevi nokta etrafında bağ kurmaktır. Eğer hepimiz onu anlarsak, gelişmeye başlarız, ondan daha fazla tatmin alırız.

Manevi gelişim süreci, inişler ve çıkışlar, alma niteliğinin dönüşümlü olarak büyümesi ve ihsan etme niteliğinden oluşur. Ne de olsa ihsan etme gücünü, onun eksikliğini hissetmeden alamayız. Ve bu yüzden önce egoizmin içine düşmeli, onun tüm kötülüklerini ve onu ihsan etme olarak ıslah etme gerekliliğini hissetmeliyiz.

Bu yüzden, atan bir nabız veya bir embriyoda meydana gelen süreçler gibi ileri geri sallanmaya devam ediyoruz. Ancak bu, ihsan etme gücünün yetkisi altında hareket etme arzumuza uygun olarak, bizim doğal alma arzumuzun üzerindeki ihsan etme gücünün çalışmasıdır.

Manevi dünyada doğumun başladığı yer burasıdır; bu, Üst güç bize karşı harekete geçsin ve istediği her şeyi bizimle yapsın diye, onluda kendini feshetme arzusuyla başlar. Yaradan gibi olmak için, kendimizi egoizmimizden tamamen ayırmaya hazırızdır.

Kişi bunu kendisi uygulamaya çalışırsa, kesinlikle düşük yapacaktır çünkü o, yalnızdır. Ama onluda, dostlarının arasında yer alırsa, o zaman bırakamayacaktır. Eğer bizler, aynı amaç için, aynı karşılıklı ihsan etme gücü ve birbirimizi desteklemek için birleşir ve çabalarsak, doğru şekilde gelişmeye başlarız.

Ve onludan ayrılır ayrılmaz, vücuttan kesilmiş bir organ gibi ölürüm ve kesinlikle bir düşük olacaktır. Sonuçta, maneviyat, bedenselliğin aksine mükemmeldir ve kısmi hiçbir şey olamaz. Birinin dışarı çıkması herkes için sorun yaratır.

Bu nedenle, aramızdaki bağı ve Yaradan’la olan bağı mümkün olan her şekilde korumak gerekir. Herkesin, diğerlerinin önünde kendini feshettiği ve herkesin Yaradan’ın önünde kendini feshettiği ölçüde, Yaradan’a, annenin rahmindeki bir damla tohumun kendisini annenin otoritesine vermesi gibi, bize bakma fırsatı veririz.

 

İllüzyon ve Gerçeklik

Kişi, dışındaki dünyayı kendisinin tasarladığı şekilde görür ve bu nedenle de onu değiştirebilir.

Şu anda gördüğümüz dünya, bizim içimizdeki ıslah edilmemiş niteliklerimizden oluşmaktadır. Yine de, içsel niteliklerimiz ile değil ama kendi dışımızda başkaları ve sonra Yaradan ile kurulacak bağdan yaratacaklarımızla farklı bir dünya -gerçek olan –  yaratabiliriz. Bu dünya, manevi dünya, gerçek olacaktır. Bu da gösterir ki bizim dünyamız aslında mistiktir ve manevi dünya gerçektir.

Bunların hepsini birden şimdi, yaşamlarımız boyunca, burada, bu dünyada yapabiliriz; yaşam ve ölüm hallerinden geçebilir ve ölümsüzlüğe çıkabiliriz. Buna karşın üst dünya, haz almaktan uzaklaşarak yavaş yavaş ölen dünyamız gibi, alma üzerine kurulmamıştır. Üst dünya sonsuzdur, çünkü onun sevgisi ve ihsan etmesi sonsuzdur ve sadece büyüyebilir. Bu nedenle üst dünyadaki varoluş zaman çerçevesi içerisinde gerçekleşmez.

Zaman mevcut değildir. O sadece dünyamızın ahlaksızlığını gösterir; oldu-bitti, bitti-oldu, olacak ya da olmayacak ve bunun gibi. Üst dünyada, bizler sadece mükemmellikten daha da büyük bir mükemmellik seviyesine yükseliriz; geçmiş geleceğin içindedir ve bu yüzden bizim tarafımızdan uzayın, zamanın, hareketin ve her şeyin içindeki sonsuzluk dünyası gibi hissedilir.

Zamanın sınırlarının ötesine, egoizmimizin korkunç özelliklerimizin içinde resmettiği bedensel dünyanın tüm kısıtlamaların ötesine geçeriz.

Bir sonraki dünyaya giriş, ihsan etme ve sevgi niteliklerini ne ölçüde edindiğimize bağlıdır. Bunları, en az ölçüde bile olsa, edinmeye başlar başlamaz, kendimizi hemen farklı bir alanda hareket ederken, bizi kendisine çeken farklı bir güç ile iletişime geçerken, farklı bir yoğunlukta, farklı bir boşlukta hissedeceğiz ve onu takip edeceğiz, anlayacağız, uyum sağlayacak ve kendimizi onunla daha da fazla özleştireceğiz.

Bu, Yaradan’ın bu dünyadaki bir kişiye ifşa olmasıdır. O zaman bu dünya, bir sis gibi yavaş yavaş gözden kaybolacak ve biz sadece manevi dünyada kalacağız ve kendimizi, Yaradan denen iyiliğin ve ihsanın üst gücü ile özdeşleştireceğiz.

Her Saniyede Mısır’dan Çıkıyoruz

Tora’nın tamamı sadece egoist arzularımızdan nasıl çıkılacağı ve Mısır’dan çıkmak anlamına gelen, ihsan etme arzusuna nasıl girileceği hakkında yazar. Bu nedenle, tüm manevi ıslah metodu, Mısır ile ilişkilidir. Kişi her gün, her eyleminde, Mısır’dan nasıl çıktığını hatırlamalıdır.

Her eylemimizle, her saniye içimizde giderek daha fazla ifşa olan egoist niteliklerin üzerine çıkmak isteriz. Görünen o ki fiziksel ya da zihinsel olarak, her zaman Egoizmimizden, Mısır’dan çıkıyoruz.

Mısır’dan fiziksel göç çok eski bir tarih olabilir, ancak bu tarih ve coğrafya ile ilgili değildir. İnsan nitelikleri ile ilgilidir. Sürekli olarak kendi içimde yeni egoizm keşfediyorum ve her zaman onun üzerine çıkmalıyım ki buna Mısır’dan çıkış deniliyor. Yaptığımız her eylem ve çaba, Mısır köleliğinden nasıl kurtulacağımıza yöneliktir.

Bu göç için herkesin bir araya gelmesi gerekiyor. Mısır’ın vebaları bu amaçla geldi ve ilk darbe Yakup’un oğulları arasında daha erken gerçekleşti ve onları Mısır’a inmeye zorladı.

Kardeşler, adı “toplayıcı” anlamına gelen yani bizi birleştirmesi gereken özel bir nitelik olan, Yusuf’a katılmak istemediler. Birleşmek istemediler ve bu yüzden Yusuf’u Mısır’da köle olarak sattılar. Ama sonra, açlık ve sıkıntı nedeniyle, kendileri de egoizmlerine, Mısır’a inmeye zorlandılar ve orada Yusuf ile karşılaştıklarında bir araya geldiler.

Tora bize, onlularda bağ kurma çalışmalarımızda ortaya çıkabilecek tüm durumları ve doğru bağ sayesinde, Yusuf’un niteliğini nasıl takdir etmeye başlayacağımızı anlatır.

Ve sonra Yusuf’tan Musa’ya geliriz (“Moshech, çekmek” kelimesinden). Ne de olsa Musa, bebekken Nil’in sularından çekildi ve öte yandan tüm İsrail halkını, egoizminden çıkmak isteyen herkesi, Mısır’dan Yaradan’a doğru çekti.

“Toprak (Eretz)”, “arzu (Ratzon)” anlamına gelir ve “İsrail (Yisrael)” Yaradan’a doğru (Yashar Kel) anlamına gelir. Kabala bilimine ilk girişten ıslahın sonuna kadar, bizler sadece egoizmimizden yani Mısır’dan nasıl çıkacağımızla ilgileniriz.

Yaradan’ı Edinmek

Maneviyatta ilerlemek istiyorsam, her saniye tüm duygularımı, dikkatimi ve sevgimi onlu aracılığıyla Yaradan’a aktarmalıyım. Ve bunun için herhangi bir arzu hissetmesem bile, yine de yapay olarak yapmaya çalışırım.

Bu durum, bir çocuğu evlat edinmiş ve ona kalpleriyle henüz bağlanmamış ve onu bir yabancı olarak hissetmelerine rağmen, mümkün olduğunca ona ilgi göstermeye çalışan bir aileye benzer.

Yine de onu ailenin gerçek bir üyesi olarak hissetmeye başlayana kadar, ona daha fazla enerji harcalar. Bu yabancı çocuğa ne kadar çok yüreklerini koyup ve özen gösterirlerse, gece gündüz endişelenir ve onunla ilgilenirlerse, onu kendilerininmiş gibi hissederler. Buna gösterilen çabayı severler çünkü bu onların bir parçasıdır.

Yaradan ile ilgili olarak da bu şekilde hareket etmeliyiz. Yaradan’a ihsan etme arzusuna, haz alma arzumdan daha fazla ilgi ve çaba göstererek, O’nu inşa ederim. Ve bu nedenle “Beni sen yarattın” denmektedir. Yaradan benim için değerli hale gelir çünkü O’nu kendim değerli yaptım.

Yaradan, iyi ve iyilik yapan olur çünkü ben O’nun öyle olmasını istiyorum. Hepsini kendi ellerimle yapıyorum ve işte bu şekilde ilerleyip Yaradan’ı inşa ediyorum.

Bu nedenle, Yaradan’a “gel ve gör” (Bo-Re) denir çünkü bu ifşaya, çok çaba sarf ederek gelmeniz gerekir. Ve sonra ne yaptığımı göreceğim ve yaptıklarımdan haz alacağım. Aksi takdirde Yaradan’ı ifşa etmek imkânsızdır.

Kendimizi bir insan haline getirmek için çalışıyoruz, ama aynı zamanda Yaradan’ı da aynı şekilde şekillendiriyoruz. Bizler haz alma arzumuzun en yüksek şeklini inşa ederiz ve Yaradan onu ihsan etme ve sevginin gücü ile doldurur.  Evlat edinilmiş bir çocukta olduğu gibi bu çabayı ne kadar çok sarf edersem, imajımı, ıslah olmuş formumu O’nun içinde o kadar çok inşa ederim, ki bu ihsan etme ve sevgi ruhu ile dolacak ve “gel ve gör” yani Yaradan olarak adlandırılacaktır.

Hayatın Akışı İçinde Bir Can Simidi

Onlumuz içinde, herkesi destekleyecek bir güvenlik ağı, cankurtaran halatı veya emniyet kemeri gibi bir tür koruma inşa etmeliyiz. O zaman kişi, yabancı arzuların onu yoldan uzaklaştırmaması için her zaman tutunacak bir şeyi olduğunu hissedecektir.

Grup içinde, aynı hedefe, güvenilir bir yönteme göre, birbirimize ve Yaradan’a yakınlaşmaya çalıştığımıza dair bir hissiyat olmalıdır.

Asıl mesele, her bir koşulun, doğrudan üst güçten geldiğini unutmamaktır. Herhangi bir durumda hata yapmamamız için bunu hatırlamak yeterlidir. Her şeyi Yaradan’dan aldığımı hatırlarsam, o zaman bu durumu iyi bir duruma dönüştürmek ve içinde ilerlemek için, tüm nitelikleri elde edeceğim doğru tarafa yönlendirilirim.

Bu nedenle, her zaman “O’ndan başkası yok” duygusu içinde olmalısınız. Bu şekilde, bir dalga olarak gelen ve tüm dünyayı kaplayan, hayatın akışı içinde kendimi doğru bir şekilde hedeflerim.

Bugün dünyadaki şaşkınlığa ve kafa karışıklığına bakın. Salgınla ilgili ne olacağını ve genel olarak dünyaya ne olacağını kimse bilmiyor. Tüm sistemi kontrol eden ve her şeyi tek seferde değiştirebilen üst gücün etkisi altında olduğumuzu anlarsak, o zaman sadece bu güçle bir bağ kurmamız ve O’ndan tüm bunları neden yaptığını ve nedeninin ne olduğunu öğrenmemiz gerekir. Bu, hepimizin birlikte yaratılış amacına ulaşmasına yardımcı olacaktır.

Farklı Ruh Türleri

Soru: Dünyamızda iki ruh kategorisi olduğunu söyleyebilir miyiz: yaşlı deneyimli olanlar ve yeni, genç olanlar? Yaşlı ruhlar, özellikle yeni ruhlara yardım etmek için dünyamıza gelirler mi?

Cevap: Evet, bu gerçekten böyledir.

Soru: Bir şekilde birbirlerinden farklılar mı?

Cevap: Farkı söylemek imkansızdır.

Soru: Yani, ilk bakışta, genç mi yoksa yaşlı bir ruh mu olduğunu anlayamayacak mıyım?

Cevap: Hayır. Ek olarak, ruhların reenkarnasyonu denilen bir durum vardır. Kişi her an farklı bir ruha sahiptir.

Birleşme Hareketi

Soru: Tek ruh nedir?

Cevap: Tek ruh, Yaradan’a tamamen bağlı olan ve sonra birçok parçaya ayrılan bir arzudur, Büyük Patlama’da olduğu gibi, yalnızca daha yüksek bir seviyede.

Kişi Kabalistik bir gruba geldiğinde, ona tüm hareketimizin birleşme yönünde olduğu açıklanır.

Aslında, Antik kaynaklarda, eski Babil zamanında tüm insanlığın tek bir aile gibi olduğu yazılmıştır. Kimse başkalarına hükmetmek istemiyordu. Ama sonra aralarında ani bir egoizm patlaması yaşadılar. Bu yüzden manevi liderleri olan İbrahim, herkesi birleşmeye çağırdı.

Soru: Bu bir insanın içinde nasıl gerçekleşir?

Cevap: Kişi başka seçeneği olmadığını anlamaya başlar. Eğer kişi, Yaradan’ı, hayatın anlamını ifşa etmek istiyorsa, o zaman bir sonraki koşula geçmesi gerekir: egoist alma niteliğinden, diğerleri üzerindeki egoist güçten, birlik, sevgi, ihsan etme ve bağ durumuna geçiş.

Yaradan’ı Memnun Etmek

Soru: İfade ettiğimiz en olumlu duygulardan biri sevinçtir. Sandviç yemenin, dostlarla arkadaşlık yaşamanın ya da Olimpiyatlarda madalya kazanmanın hazzını, tek kelimeyle ifade ediyoruz: sevinç.

Bir Kabaliste sevinç veren şey nedir?

Cevap: Kabalist, Yaradan ile benzerliğe ulaşabildiğinde sevinç duyar, çünkü insanlar aracılığıyla O’nun üzerinde iyi bir etki yaratır ve iyi bir eylem ortaya koyar.

Bu genellikle şu şekilde yapılır: ne kadar çok insan birbiriyle bağ kurarsa, üst ışığı alma, birbirleriyle birliktelikte Yaradan’ın daha yüksek hissiyatı ve O’nu ifşa etme fırsatları o kadar büyük olur.  O zaman aralarında sevinç ortaya çıkar çünkü Yaradan’ı kendi bağlarında hissederler ve O’ndan nasıl haz aldıklarını ve O’na nasıl memnuniyet verdiklerini hissederler.

Yani, bir Kabalistin hissettiği sevinç, Yaradan’ı memnun etmesi gerçeğinden gelir.

Yaradan, prensipte bizden hiçbir şeye ihtiyaç duymayan, doğanın en yüksek pozitif gücü demektir. O’nun mutlu olduğunu hisseden sadece biziz. Bu gücün bizi doldurmasını sağlamak için birleşiriz.