Category Archives: Sevgi

“Kendine Güven Nedir?” (Quora)

Sevgi dolu, destekleyici ve cesaretlendirici değerleri koruyan, üyelerinin olumlu bir şekilde bağ kurduğu ve ortak bir uyumlu hedefe ulaşmak için birbirlerini desteklemeyi amaçlayan bir çevrenin parçası olarak, gerçek bir kendine güven elde edebilirsiniz.

Aksine, rekabetçi, bireysel ve materyalist değerlere değer veren ortamlarda yer aldığımızda, diğerlerinden daha küçük olma korkusunu hissederiz, bu da sonuçta egoist gururumuzun bir darbe almasından korkmaktır.

İnsan egosu, başkalarının pahasına memnuniyet alma ile ilgi sürekli endişe duyar. Bu nedenle, başkalarını kişisel çıkar için kullanma arzusundan kaynaklanan gurur, olumsuz, boş ve utanç verici bir niteliktir.

Sosyal çevremize göre saygı duyan ve saygısızlık eden sosyal yaratıklar olduğumuzdan, bu nedenle, bu egonun üzerinde birlikte ortak yüce bir amacı hedefleyen insan toplumlarında gerçek özgüvene ulaşabiliriz.

Bu tür toplumlarda gurur olumlu bir biçim alır: üyelerini incinmekten korur ve insan egosunun üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmalarına izin verir, bu da genel olarak insanlık üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir.

Kısacası, “Nefret ettiğinizi başkalarına yapmayın” kuralına uyan ve bu kurala bağlı kalarak, “Dostunu kendin gibi sev” e ulaşmayı hedefleyen bir toplumda yer aldığımızda, gerçek bir özgüven geliştiririz.

Duygularınızı Nasıl Doğru Bir Şekilde İfade Edersiniz?

Soru: Yüz ifadelerinin eşlik ettiği yedi temel duygu vardır: üzüntü, öfke, aşağılama, nefret, korku, şaşkınlık ve neşe. Charles Darwin, yüz ifadesi olmamasına rağmen sevgiyi de temel bir duygu olarak görüyordu.

Sevgi dâhil,  duygularınızı nasıl doğru bir şekilde ifade edebilirsiniz?

Cevap: Bu, kişinin karakterine bağlıdır. Herkes duygularını kendine göre ifade eder. Belirli ifadeler belirli insan tiplerine karşılık gelir.

Ama prensip olarak, onları nasıl ifade edeceğinizi düşünmek zorunda değilsiniz. Sadece başkalarına karşı daha dürüst olmalısın, onların, yanınızda kendilerini iyi hissetmelerini sağlamaya çalışın ve o zaman yüz ifadelerinizden her biri doğru bir şekilde okunacaktır.

“Ebedi Gençlik Pınarı” (Medium)

Yüzyıllar boyunca insanlar, yaşlanmayla bağlantılı olarak derin fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişimler yaşarken, yaşlanma sürecini durdurduğunu veya azalttığını iddia eden sayısız yöntem ve tedavi yaratıldı. İsrailli bilim adamları, sonsuza kadar genç görünmenin ve genç kalmanın sırrını bulduklarını iddia ediyorlar. Bunun mümkün olduğu ortaya çıksa bile, konuyu daha derin bir seviyeden keşfetmeden, en önemli olan “Ne için yaşıyorum?” sorusunu cevaplamadan bu hiçbir şey ifade etmez.

Tel Aviv Üniversitesi ve İsrail’deki Shamir Tıp Merkezi’nden yapılan bilimsel araştırmalarda, 64 yaşındaki sağlıklı bir grup insanı hiperbarik odalara yerleştirildi ve onlara üç ay boyunca yüksek seviyelerde oksijen seansları sağlandı. Deneyden sorumlu bilim adamları, terapinin yaşlanma sürecini geciktirdiğini, “tersine çevirdiğini” ve bu bireylerin performansını 25 yaş küçük insanlara benzer seviyelere dönüştürdüğünü iddia ediyor.

Yaşlanma, insanlığın çoğunu korkutur ve canını sıkar. Doğal yaşlanma süreci insanı durmaksızın yaşamın sonuna ve bilinmeyene yaklaştırdığından, ızdırap da içerebilir. Yaşlılık ve ölüm, mutlaka hoş bir şey değildir fakat doğada olan her şeyin, bizim farkına varamayabileceğimiz, kesin bir amacı ve faydası vardır. Bu nedenle, herhangi bir doğal durumu kurcalamak veya değiştirmeye çalışmak tavsiye edilmez.

Yaşlanmanın doğal olgusu ile yapay olarak savaşmak yerine, doğal yaşlanma süreciyle el ele gitmemiz ve durumumuza rahatça uyum sağlamayı öğrenmemiz çok daha akıllıcadır. İnsanlar yaşlanır; bu doğal olarak gerçekleşmektedir. Soru, toplum olarak tüm yaşam döngüsü boyunca insanlarla doğru bir şekilde davranıp davranmadığımızdır.  “Yaşlılar meşgul mü ve toplumun onlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorlar mı?” diye iyice incelemeliyiz.  Gerçekten de sağlıklı bir toplum onların katkılarını önemli olarak görmelidir!

Günlük eğitim programım olmasaydı, mutlu bir şekilde dışarı çıkar ve sokağı temizlerdim. Mahallemde yaşayan arkadaşlarımı toplar ve binaların etrafını benimle temizlemelerini teklif ederdim. Neden olmasın? Dışarı çıkmak, temiz hava solumak, fiziksel efor sarf etmek ve bu süreçte başkalarıyla birlikte olmak sağlıklıdır. Bu ortak faaliyeti bitirdikten sonra arkadaşlarımla mahallenin bankında oturur ve kahve içerdim. Kendine saygı duyan herhangi bir toplum lideri, böyle bir sosyal girişim ve diğer pek çok şeyi yaşlı sakinlerine önerebilir.  Yaşlı vatandaşlarımız, akıl hocaları olarak, paylaşmak ve yollarına yeni başlayanlara yardım etmek için hayat tecrübesine ve bilgeliğe sahiptir.

Ve temizlik örneği, kişiye, layık değilmiş gibi veya onurlu görünmüyorsa, sorun kişinin kendi içindedir. Çevreye özen göstermesi ve topluma hizmet etmesi için toplumun tüm üyelerini eğitmek önemlidir. Bu prensipten, yaşlılığa saygı duymak ve onu takdir etmek, ona bir yer vermek, düşünceyi ona adamak için toplumun uygun şekilde eğitilmesi gerektiği daha açıktır. Toplumun doğru tutumu, yaşlı vatandaşlarına ne kadar ihtiyaç duyduğunu keşfetmek olmalıdır. Çocuklara sorun, onlar bunu iyi anlıyorlar çünkü bu önerme, doğal olarak onların içinde inşa edilmiştir.

Büyükanne ve büyükbabalar, ebeveynler ve çocuklar, kuşaktan kuşağa devreden ve aile içinde yaşlılar içinde bir gençlik ruhu doğuran ilişki bağlarını sürdürmelidir. Yaşlılar, kişinin yaşamı olduğu gibi kabul etmesi gerektiğini zaten anlarlar ve her şeyden önce, tüm endişelerin ötesinde olmak için nasıl çaba gösterileceğini ve bu tür tavırları torunlara nasıl yansıtılacağını öğrendiler. En küçük olanlar, büyükanne ve büyükbabalardan çok sayıda paha biçilmez armağanlar alırlar; bu, hesapsız, koşulsuz, sade bir sıcaklık olan sevginin örneğidir.

Özetle, yaşlanma korkutucu bir durum olmamalıdır. Katkıda bulunacak başka bir şeyimiz olmadığını düşünmek yerine, altın yıllar, zengin ve anlamlı bir yaşamın en önemli yönünün insan ilişkilerinde bulunduğunu fark ettiğimizde, yeni edinimler için bolca fırsat açmalıdır. “Hayatın anlamı nedir?” ve “Neden yaşıyorum?” soruları, kesinlikle sınırsız bir şekilde daha iyi bir dünyaya açılan kapılardır.

Bu soruların yanıtlarının, insan ilişkilerimizde, bağımızın içinde ve başkalarına kalıcı faydası olan eylemlerde bulunabileceğinin bilgisiyle, bedensel yaşamımızı aşarız. Hayatımızı ve dünyamızı çevreleyen, geçici fiziksel bedenimizde varoluşu aşan, muazzam bir mekanizma olduğunu anlarız. Bu değerlendirme, bizi geniş, ebedi dünyaya, zaman ve mekanın sınırlarının ötesinde daha yüksek bir varoluş seviyesine girmeye, büyük bir derinlikle hazırlar.

“Kudüs, Dünyanın Kalbi” (Thrive Global)

Pandeminin kararlılığı ve küresel yayılımını sürdürme azmi, uyuşukluk yarattı ve bizi uykuya daldırdı.  İnsanlık genelinde, genel bir yorgunluk yayıldı, bu nedenle herhangi bir memnuniyet kaynağı bulma dürtüsü sadece doğaldır. Son zamanlarda, dünyayı kasıp kavuran kolektif bir dansa dönüşen,  Zulu dilinde bir şarkı (Jerusalema), umut mesajı ile birlikte geldi. Onun büyük bir hızla yayılması, insanların bağ kurmak için ne kadar istekli olduğunu gösterir. Şimdi soru, bu bağ duygusunun daha yüksek bir birlik düzeyine, kalıcı neşe vermek için fiziksel eylemlerimizi ve aramızdaki mesafeleri aşan bir duruma nasıl yükseltilebileceğidir.

Öğrencilerimden bazıları bana küresel sansasyon olan “Jerusalema” hakkında sorular sordular, Güney Afrika melodisinin, Covid-19 kısıtlamaları sırasında ruh halini yükseltmek için, gezegenin her yerine yayılan grup dansları nedeniyle karantina marşı haline geldiğini açıkladılar. Cevabım, özellikle bir grupta dansın, beraberlik hissi verdiği için olumlu bir aktivite olduğudur. Aynı zamanda, insanlığın çaresizlik hali, salgın darbeleri biter bitmez ve herkes kendi yerine ve belirsiz gelecekle ilgili endişelerine geri döner dönmez, yeniden ortaya çıkmayı bekliyor olacak.

Diğer bir deyişle, eğlence amaçlı bir grup aktivitesi, bir tür terapi ve gerçeklikten kaçış görevi görür, ancak küçücük bir virüsün bize ne öğretmeye çalıştığına dair anlamlı sorularla zihnimizi bilemeden gözlerimizi korkmuş çocuklar gibi kapatmamıza izin vermez. Pandemi, dünyanın durumunun, şimdiye kadar neyi yanlış inşa ettiğimizin ve insanlığın ıslahı/iyileşmesi (virüsün daha iyi bir yaşam hedefine doğru aramızdaki bağ ihtiyacını uyandırması) için neyin tersine döndürülmesi gerektiğinin daha derin bir incelemesini gerektiriyor

İlginçtir ki, şarkının teması olan Jerusalema, yuva olarak, hayatta özel bir yer olarak, Kabala bilgeliğinde derin bir perspektifle açıklanabilir. Ari’nin Hayat Ağacı adlı kitabında, eğer bir kişi, başkalarına karşı doğru sevgi ve ihsan etme tavırlarıyla üst gücün ifşasına ulaşırsa, fiziksel bir yeri değil, mükemmel bir birlik durumuna atıfta bulunan “Jerusalem/Kudüs” denilen özel bir niteliği keşfedeceği yazılıdır.

Bu nedenle, üç büyük dünya dini için kutsal bir şehir olan bugünkü Kudüs, peygamberler ve bilgeler tarafından yazılan gerçek Kudüs değildir. Jerusalem (Yerushalayim), hepimizin aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe ulaşıp, birbirimizi tamamladığımız “mükemmel şehir”i (Ira Shlemah) belirtmektedir. Karşılıklı ilgi ve empatiyle, duygularımız ve düşüncelerimizde birbirimize yakınlaştıkça, hayatlarımız için yepyeni bir amaç keşfederiz. Kendimizi doğada var olan, mükemmel küresel birbirine bağlılık ve karşılıklılık ile uyumlu hale getiririz.

Kudüs, kalptir, dünyanın merkezi, tüm arzuların ve özlemlerin merkez üssü, her şeyin karşılıklı sevgiye dayandığı bir koşuldur. Kalplerimizin bağıyla böyle bir duruma ulaştığımızda, sadece yeni geçim duygusunu, yüksek ruh halini ve enerjiyi harekete geçirmekle kalmayacağız, aynı zamanda sınırsız ve ebedi sevince de erişeceğiz.

Günah Nedir?

Günah, yaşam amacımızın: doğa ile denge içinde uyumlu bağımızın tadını çıkarmanın, gerçekleştirilmesinden sapmadır.

Çoğu insan günahı, ilahi bir yasayla ilgili olarak bir tür yanlışlık olarak görür. Bu görüş kendi içinde doğruluğa sahiptir, yine de asıl endişe kaynağı olan şey, hepimizi uyumlu bir şekilde birbirine bağlayan ve bizi doğa ile dengeleyen yaşamın nihai hedefine doğru ilerleyip ilerlemeyeceğimizdir.

Bu nedenle, tüm davranışlarımızın – günahkar ya da olumlu – hayatımızın amacına yönelik hareketle ilgili olarak nasıl ölçüldüğü konusunda farkındalık yaratmak önemlidir.

Doğanın bizim için belirlediği hedefi net bir şekilde resmedebildiğimizde, o zaman bizi bu hedefe en uygun şekilde yönlendirebilecek davranışları tartışabiliriz; bilgelik ve farkındalıkla hızlı ve zevkli bir şekilde ona nasıl ilerleyebiliriz.

Bu tür davranışlara “emirler” denir çünkü doğanın bakış açısından, nihai hedefimize doğru belirli bir yoldan gitmemiz emredilmiştir.

Aksine, yaşamın amacına doğru olan hareketimizi saptıran ya da geri döndüren davranışlar, günah kabul edilir.

Hayatımızın amacı, doğanın mükemmel bağlantılı formuyla tam bir dengeye ulaşmaktır. Doğadaki olumlu güçler, doğa ile artan denge ölçümüze göre kendilerini bize daha fazla ifşa eder. Dolayısıyla, doğa ile bu tür bir dengeyi hedefleyen her türlü davranışlar “emirler” olarak kabul edilir ve gelişimimiz üzerinde olumlu ve uyumlu bir etkiye sahiplerdir.

Hayatlarımızın amacına ulaşmak, doğanın sevgi, ihsan etme ve bağ niteliklerinin tam olarak edinilmesine eşittir. Bu nedenle bilgeler, “Dostunu kendin gibi sev”in, hayatımızın ana emri olduğunu belirtmişlerdir.

İnsanlara Sevgi İle Başlamalısınız

Yaratılan sevgisinden Yaradan sevgisine doğru ilerliyoruz. Yaradan’a olan sevgi, ışık ve kabın birlikte ortaya çıktığı, karşılıklı olarak birbirini destekleyen, tüm bu sistemdeki mükemmel sevgidir.

Ama yaratılan sevgisiyle başlamalıyız yani arzularımız ve hislerimiz tek bir ortak duyguda birleşsin diye, artık aramızdaki farkı hissetmeyene kadar onlularda birbirimize yakınlaşmalıyız.  Herkes bu konuda diğerlerini tamamlamalıdır. Hayvan seviyesine ait olan fiziksel bağdan değil, insanlıktan yani fiziksel seviye değil, duyusal seviyeden bahsediyoruz.

Bu bağ, Yaradan tarafından yaratıldığından hiçbir açıklaması olmayan, temelsiz nefret ile başlar. Ve buradan, tek kalp tek adam olarak kardeş sevgisine ulaşmalıyız.

Mücadelenin olduğu ve kavgacı çocuklar gibi herkesin gücünü birleştirdiği bir dünya örneğini almayın. Bizler, Kabalistlerin tavsiyelerine uymalı ve kendimizi ıslah sürecinin son aşamasında görmeliyiz. Binlerce yıl boyunca bu dünyada birçok yaşam döngüsünden geçtik. Ve şimdi Kabala bilimini keşfetmiş olmamız tesadüf değildir. Bu dünyada hiçbir şey rastgele değildir, her şey ortak ruh sisteminden hesaplanır.

Bu yüzden birlikte çalışmalı ve birliği sağlamalıyız. Biri düşerse ne yapmalıyız? Görünüşe göre bu onun kaderidir. Ama biz, sistemimizi bir araya getirmeye, eşitlik ve sevgiye dayalı karşılıklı bir bağ kurmaya çalışacağız. Sonuçta sevgi, mümkün olan en güçlü bağdır.

“Yaratılan sevgisinden Yaradan sevgisine” çünkü Yaradan, bize ifşa olan küresel bir sistemdir. Yaradan, bir genellemedir, tüm ruhların toplamı ve yaratılmalarının nedeni, kaynağıdır.

Sevgi, her birimizin yalnızca diğerlerini nasıl tamamlayacağını aradığı tam bir karşılıklı bağdır. Bu, ortak ruhun varoluş şeklidir.

“Üç Kuşaktan Oluşan Bir Ailenin Değerleri Üzerine” (Linkedin)

Bugünün ailesinde genellikle evde çocuklarla birlikte yaşayan sadece tek bir yetişkin var. Ama Şükran Günü geldiğinde, tam boy bir ailenin değerlerini tartışmak için bir dakikanızı almak istiyorum. Ve tam boydan, sadece iki ebeveyn ve çocuk değil, daha çok büyükanne, büyükbaba ve çocukların hep bir arada olmasını kastediyorum. Yani, hepsinin aynı evde yaşamasına gerek yoktur, ancak yakın aile bağlarını korumanın faydaları, özellikle de sosyal olarak yalıtılmış olmanın çok kolay olduğu, üzüntümüz ve yıpranmamızın sebebinin bu olduğunu anlamadığımız günümüzde, bilmemiz gereken bir şeydir.

Maneviyatta, üç kuşağın özel bir anlamı vardır: onlar, duanın yükselişinin tüm sürecini temsil ederler. Bu, kişinin bir duayı yükseltmesiyle başlar, onu bir “aracı” vasıtasıyla en üst seviyeye gönderir ve en üst seviye, cevabı ‘‘aracı’’ vasıtasıyla dua eden kişiye geri döndürür.

Bu manevi kök, dünyamızdaki birçok olguda tezahür eder, ancak en hayati olanlardan biri, üç kuşaktan oluşan ailedir. Bu nedenle ailedeki tüm kuşaklarla bağları sürdürmek, zihinsel ve duygusal olarak çok sağlıklıdır.

Manevi faydalara ek olarak, büyükanne ve büyükbabalar çocuklara ebeveynlerin veremediklerini verebilir. Doğası gereği, ebeveynler daha yargılayıcı ve talepkardır. Birincil eğitimciler olarak, bu şekilde olmaları gerekir. Büyükanne ve büyükbabalar daha kabullenicidir ve çocuklara oldukları gibi sevildiklerini her zaman hissedebilecekleri bir yer verirler. Bu çocuklar için çok önemlidir. Ek olarak, çocuklar ebeveynlerinin kendi ebeveynlerine iyi davrandıklarını gördüklerinde, onlar da büyüdüklerinde ebeveynlerine iyi davranacaklardır; çünkü örnek, en etkili ve kalıcı öğretim yöntemidir.

Yaşlılar için torunlarıyla vakit geçirmek yük değildir; bu bir armağandır (elbette sağlıklarının ve enerjilerinin izin verdiği ölçüde). Torunlarıyla birlikte olmaktan zevk alırlar, bu onları kendi çocuklarına, ebeveynlerine bağlar, onlara canlılık ve sağlık verir. Ebeveynler için, çocukların büyükanne ve büyükbabalarıyla geçirdikleri zaman, birbirleriyle birlikte olma veya başka türlü yapacak zaman veya enerji bulamadıkları başka şeyler yapma fırsatıdır.

Ebeveynler çocuklarından ara sıra ayrıldıklarında, bu onların rahatlamasına yardımcı olur ve çocuklarla birlikteyken daha düşünceli ve sabırlı olmalarını sağlar. Aynı zamanda çocukların ebeveynlere, ebeveynlerin çocuklara olan özlemini artırır ve hiçbir şey insanları doğru miktarda özlemden daha güçlü bir şekilde bağlayamaz.

Bu Şükran Günü, herkese tüm aile ile bol sevgi ve mutlu tatiller diliyorum.

İshak’ın Kuyuları

Kabala bilgeliğini yıllarca çalıştıktan sonra,  kişinin birdenbire tüm maneviyat arzusunu, tüm motivasyonunu, daha önce sahip olduğu tüm dürtüyü kaybettiğini keşfettiği ve nereden güç alacağını bilmediği bir olgu vardır. Kişi Yaradan’dan ona maneviyat özlemi için güç vermesini isteyecek güce bile sahip değildir.

Ve bundan başka, kişi haz alma arzusunun üstesinden gelme ve onu ihsan etme uğruna kullanma gücüne sahip olmaya özen göstermelidir. Bu nedenle çalışma, birbiri ardına değişen iki aşamada ilerler.

Bazen onu aşmak ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirmek için haz alma arzumla savaşırım. Ve bazen maneviyat arzusu için savaşırım çünkü kaybolur, maneviyatla ilgili olarak ölmüş gibi olurum ve yardım istemek veya almak istemem.

Bu iki koşulda da çalışmak zorundayız ve buna İshak’ın kuyularının kazılması denir. Toprak olarak adlandırılan haz alma arzusunun içinde, eksiklik hissiyatının, maneviyata ulaşma arzusunun sembolleri olan bu kuyular kazılmalıdır, ardından bu kuyular suyla,  Tora’nın sularıyla, Hasadim ışığıyla doldurulacaktır.

Kuyu kazarım çünkü maneviyat arzusunu, Yaradan’a ulaşma ve O’nunla birleşme arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek isterim. Önümde basit bir toprak var ve onu manevi bir alana dönüştürmek isterim. Bu nedenle, egoist arzu içinde eylemler yaparım, bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşmak için onu ortaya çıkarmak ve içinde boşluklar açmak isterim. Bu, İshak’ın çalışmasıdır.

Haz alma arzumu, onu ihsan etme eylemleri için, dost sevgisi için ve onlar aracılığıyla Yaradan sevgisi için, nasıl kullanacağımı anlamak amacıyla kazarım. Bu arzudan ihsan etme, sevgi, birlik arzusunu çıkarmak isterim. Bundan başka materyalimiz yok ve o, ıslaha gelmiş olmalıdır.

Öncelikle, ihsan etme uğruna arzumla çalışma arzumda, haz alma arzumda bir delik kazarım. Ve sonra bu delik suyla dolar ve kuyu olur, bu da ortak bir arzuyla, toprakla uygun bir şekilde çalışmamı sağlar.

Bir ev inşa etmek istiyorsak, önce temel için bir çukur açmamız gerekir. Ve aynı şey maneviyatta da olur; toprağı kazmalısınız yani kalbi ve oradaki tüm tozu temizlemelisiniz. Bu, arzularınızdan tüm egoist niyetleri çıkarmak anlamına gelir. Ve sonra bu yerde inşa etmeye başlayabilir yani ihsan etme uğruna olan arzuya niyet ekleyebilir ve bir bina inşa edebilirsiniz. Kalp hiç doldurulma olmadan boş kaldığında, inşa etme zamanı gelir.

İnsan, arzusundan, kendi iyiliği için olan niyetini çıkarmalıdır. Yaradan, sanki inşaat kazıkları çakıyormuş gibi, arzumuza kasıtlı olarak egoist niyetler yerleştirdi. Bizim de kuyu yapmak için onları dışarı çekip kalan delikleri suyla doldurmamız gerekir. Bereketli topraklar elde edeceğiz ve üzerine inşa edeceğiz.

Arzu, haz alma arzusu olarak kalır ve bizim işimiz, içindeki egoist niyeti, ihsan etmekle değiştirmektir. İhsan etme uğruna bir niyet varsa, o zaman kişi zaten arzuyu kullanabilir ve ondan binaları, ihsan etme basamaklarını, Yaradan’a benzer formlarımızı inşa edilebilir.

Egoist niyeti arzudan ayırmak, ancak grup vasıtasıyla, dostlarla birleşerek mümkündür. Tek başına niyeti değiştirmek ve hatta buna yaklaşmak bile imkansızdır.

Birleşiriz ve ortak arzumuzu birlikte kazarız, sütunlar üzerine bir ev inşa etmek gibi, kuyular kazılır, betonla doldurulur ve bu sütunların üzerine bir ev dikilir.

Tüm niyetlerimizin egoist olduğunu, kendi iyiliğimiz için olduğunu görürüz. Ve bu yüzden onları topraktan, arzularımızdan çıkarmak ve onların yerine ihsan etme uğruna olan niyetleri koymak isteriz.

Tora’da kuyularla ilgili birçok hikaye vardır. İbrahim’in çölde Beer Sheva yakınlarındaki kuyuları nasıl açtığını, ardından İshak’ın kuyularını anlatır. Gelecekteki gelinle buluşma da kuyuda gerçekleşir. Kahraman, kötüleri kuyudan uzaklaştırır, içinden ağır bir taş çıkarır ve herkese su verir.

Bu, ihsan etme uğruna edinilmiş niyetler nedeniyle kuyuyu tıkayan bir taşı (taştan kalp)hareket ettirebilen bir kişiyi sembolize eder ve sonra herkes kuyudaki suyun tadını çıkarabilir.

Dolayısıyla, Tora, tek çizgide ve üç çizgide çalışmaktan, farklı manevi seviyelerden bahseder, ama bu her zaman suyla dolu bir kuyu vasıtasıyla olur.

Suyla yani Hasadim ışığıyla dolu bir kuyu, canlandırıcı suyla dolu bir kuyuya dönüşür. Hasadim ışığı, dünyaya güç verebilir ve ekinleri yetiştirebilir.

Kuyu kazmak demek, basitçe toprak denen bozuk bir arzu içinde, ihsan etme niyetini almak demektir. Kuyunun olması gereken bir yer bulmalıyız. Eksikliği hissedin ve yerdeki bu oluk, su ile, Bina’nın özellikleri ile yani kendimiz için değil ihsan etme uğruna çalışma özlemlerimizle dolmaya başlayana kadar toprağı kazmaya başlayın.

Verme niyeti, haz alma arzusunun içindeki tüm bu boşluğu doldurduğunda, o zaman bu suyu toprağı sulamak ve ekinleri yeniden canlandırmak, hayvanlara (eşekler, develer veya insanlara) su vermek ve yavaş yavaş ıslahlara gelmek için kullanabiliriz. Kuyu kazmak, manevi çalışmanın başlangıcıdır.

Kendinizi Nasıl Seversiniz?

Soru: Yaygın bir şekilde inanılmaktadır ki eğer kendinizi sevmezseniz, kimse sizi sevmeyecektir. Biraz daha az tartışılan bir fikir ise başkalarını sevmek için, kendinizi sevmeniz gerekir. Ve daha az tartışılan ama belki daha değerli olan: kendini sevmek için önce başkalarını sevmelisin.

Kendinizi nasıl seversiniz?

Cevap: Tek bir çıkış yolu var: insanlara istediklerini veya onlar için gerçekten önemli olanı yapmaya çalışmak. İnsanlara mutluluğu nasıl bulacaklarını gösterin. Bu sizin mutluluğunuz olacak ve herkesin mutluluğu olacaktır; kişi kendini başkalarından ayıramaz. İnsanlara mutluluğu göstererek veya çekerek, mutluluğunuzu onun içinde gördüğünüzden emin olmak gerekir.

Soru: Yani, kendinizden bağımsız olarak başkalarını gerçekten sevmek mi?

Cevap: Evet. Bundan, bunun bir öz sevgi olduğunu anlayacaksın.

Benzersiz İptal Seviyesi

Soru: Diyelim ki ben sağlık bakanıyım ve siz de maliye bakanısınız. Ülkenin, karantina için kapatılıp kapatılmayacağına bir saat içinde karar vermemiz gerekiyor. Farklı görüşlere sahip olacağımız nettir. Öyleyse, siz kendi fikrinizi,  ben de benim fikrimi iptal etmeli miyiz?

Cevap: Hayır. Hiçbirimiz kendi fikrini iptal edemez. Hiçbir faydası olmayacaktır. Burada tamamen farklı bir karar alma sistemi oluşturmamız gerekiyor, ancak kesinlikle bakanların kabinelerinden değil.

Egoist fikirlerinin üzerine çıkmak isteyen bir grup oluşturmalıyız. O veya başka bir egoistin tarafını tutmak değil, sadece kendi üzerlerine çıkmak. Bu ancak her birimiz diğerlerinin önünde kendimizi feshettiğimizde mümkündür.

Bunun için Onlu (Minyan) yeterlidir. Onludaki herkes diğerlerine karşı kendini feshetmeye başlarsa, o zaman toplumu hissedebiliriz, kendimizi feshettiğimizin ne anlama geldiğini hissedebiliriz.

Bu iptal noktası, Bina (yeni bilginin derecesi) derecesinin temeli olan, manevi gelişimimizin başlangıç noktası olacaktır. Bununla başlamalıyız.

Soru: Bu, birbirimizi kabul edip ortada bir şey bulsak bile hiçbir yere varamayacağımız anlamına mı geliyor? Çözüm farklı bir seviyede mi yatıyor?

Cevap: Evet. Ne yazık ki bu seviye hala belirsizdir çünkü gerçekten özel ve benzersizdir.

Yorum: Kavranması imkansız olan duygulardan bahsediyorsunuz.

Cevabım: Bu durumda, insanlık gözlerini kapatmadan ve bunu, zaten bu duyguya sahip olan insanlardan almadan önce biraz daha acı çekmek zorunda kalacak.