Category Archives: Global Kriz

“Tüm İnsanlık Adına Pesah Bayramı Yapmak İçin Ne Gerekiyor?” (Linkedin)

Önümüzdeki hafta sonu Pesah başlıyor. Yahudi gerekliliği gibi görünen bu bayram, aslında içinde tüm insanlık için bir mesaj ve bir öngörü barındırıyor. Musa’nın, Firavun’un ve Mısır’dan göçün hikayesinin birkaç epik filme ilham vermiş olması tesadüf değildir; kölelikten kurtulmanın evrensel mesajı her insanda yumuşak bir noktaya dokunur: Özgürlük arzusu.

Hikayeden en iyi şekilde yararlanmak için bizi neyin veya kimin köleleştirdiğini ve nasıl kurtulabileceğimizi anlamamız gerekir. Bayramın adı “Pesah (Geçiş)” tesadüf değildir. Kölelikten özgürlüğe geçişi temsil eder. Ve büyük zalim, Firavun, egomuzdan başkası değildir.

Adı İbranice “moşe” [çeken] kelimesinden gelen Musa, bizi Firavun’un elinden çeken ve bizi kendi kaderimizin efendisi yapan güçtür. Mısır’ın hikayesi gerçekten evrenseldir, çünkü egodan kurtuluş her bir bireyle ilgilidir. Bir noktada, her birimiz egonun acımasız bir efendi haline geldiğini hissedecek ve ondan kaçmak isteyeceğiz. Bu, kişinin Musa’yı takip ederek Mısır’dan çıktığı ve kendine işkence yapan Firavun’dan- egodan, özgür bir kişi olduğu zamandır.

Bugünler, Covid-19 günleri, herkes için zor günlerdir. Covid bizi köleleştirmese de, bizi kesinlikle kısıtlanmış hissettirdi. İnsanların ruhları üzerindeki artan baskı, eve kilitlenmelerin ekonomik bedeli, artan acı ve keder, virüsün gelişine kadar sahip olduğumuz partiyi mahvediyor. Virüs gelene kadar Firavun’a aşıktık. O, yani egomuz, bize medeniyet, ilerleme, refah ve başardığımız her şeyi verdi.

Ancak Firavun aynı kalmaz. Hayattaki her şey gibi o da zamanla değişir. Egomuz büyüyor ve gelişiyor ve bu süreçte giderek daha zorlu hale geliyor. Dün harika olan bugün tamamen yetersiz kalıyor. Yavaş yavaş, giderek daha fazla memnuniyetsiz hissetmeye başlıyoruz. Ne kadar çok sahip olursak, o kadar mutlu olacak şekilde,  tam tersi olması gerekmez miydi? Kimin kendi isteklerini yerine getirmemizi talep ettiğini düşünürsek değil: Egomuzun.

Egomuz doyumsuzdur; onu ne kadar çok beslerseniz, açlığı o kadar büyür. Ve açlığı ne kadar büyürse, o kadar talepkar hale gelir. Sonunda, kendinizi yalnızca bir şeylere sahip olana kadar ödüllendirici görünen tatminlerin peşinde kilitlenmiş olarak bulursunuz. İstediğinizi elde ettiğinizde, patronunuz fısıldar: “Bana daha fazlasını getir ‼! Bana daha iyisini getir ‼!” Sonra, siz “Yeter!” dediğinizde kaçamayacağınızı anlarsınız; egonuzun kölesisinizdir ve ne kadar çok direnirseniz, o sizi daha çok üzer. Bu, Firavun’un sizi sömürdüğünü, ancak ona hizmet ettiğiniz sürece size iyi davrandığını anladığınız zamandır. Ama bırakmak istediğiniz an, onun gerçek yüzünü ortaya çıkarırsınız. Bu, Mısır’daki köleliğin başladığı zamandır.

Henüz orada değiliz, ama yaklaşıyoruz. Zaten kendimizi kötü hissediyoruz, ama henüz kötü hislerimizin sebebinin bir virüs ya da başka bir felaket olmadığını, egomuz olan Firavun olduğunu anlamadık. Bunu kavradığımızda, egonun köleliğinden, Mısır’dan göçümüzün başlangıcı olacak.

Şimdilik, hayatlarımızda hoşlanmadığımız her şeyi incelemek ve kendimize bunlardan, gerçekte kimin acı çektiğini sormak yeterlidir. Kendimizle egomuz arasında bir boşluk yaratmaya başlarsak, işi kimin talep ettiğini, ödülü kimin aldığını ve bedelini kimin ödediğini görebiliriz.

 

“Hayatı Gerçekten Değerli Yapan Şey” (Linkedin)

Son zamanlarda, Covid-19’un yarattığı aşırı ölüm oranını gösteren birçok analiz ortaya çıktı. Aşıların varlığına rağmen, virüs hala yayılıyor ve birçok ülkede her gün yüzlerce ve hatta binlerce can alıyor. Bu acımasız gerçeklik, bazı öğrencilerin bana yaşam ve ölümün anlamını sormalarına neden oldu.

Gerçekten, Hayata çok önemli bir şeymiş gibi ve iyi bir sebeple yaklaşırız, ancak bu nedenle hareket etmemiz şartıyla. Sadece zaman geçirerek hayatımızı yaşarsak, o zaman bundan sağladığımız tek şey biriktirdiğimiz birkaç gram acıdır. Bununla birlikte, yaşamın manevi alanına yakınlaşmak ve hatta ulaşmak için aldığımız fırsattan en iyi şekilde yararlanmak için, yani diğer insanlarla onları kalbimizde hissettiğimiz noktaya kadar bağ kurmak için kullanırsak, o zaman hayat değerlidir.

Doğamız gereği, kimseye hiçbir şey borçlu olmadığımızı ve sadece kendimizi memnun etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Ancak bunun hayattaki başlangıç noktamız olduğunun fark etmiyoruz. Hayatı başladığımız aynı noktada bitirirsek, ilerleme kaydetme şansımızı boşa harcamış oluruz. Kendimizden başka hiçbir şey düşünmemekten ziyade, hayatlarımızı kendimizi genişletmeye ve başkalarıyla bağ kurmaya, başkalarına özen göstermeye çalışarak geçirmeliyiz. Böyle yaparak, tüm doğaya nüfuz eden bağlantıya benzer hale geliriz ve bilincimiz orantılı olarak genişler.

Yeni doğmuş bir bebek, kendi annesinin varlığı dışında çevresiyle ilgili hiçbir şey bilmez ve bu farkındalık bile sadece annenin bebekle ilgili yönleriyle ilgilidir. Bebek büyüdükçe etrafta başka şeyler ve insanlar olduğunu fark etmeye ve onlarla iletişim kurmaya başlar.

Aynı süreç içsel olarak gerçekleşmelidir. Yalnızca kendimizi bilmek ve hissetmekten tüm çevremizi – insanları, hayvanları ve nesneleri – bilmek ve hissetmek için gelişmeliyiz. Bu ancak biz onları önemsersek gerçekleşebilir. Onları sadece kendimizi memnun etmek için kullanmaya çalışırsak, yeni doğanın annesi hakkında bildiği kadar onları bileceğiz.

Hayatımıza anlam katmak istiyorsak, bunu diğer insanlarla bağlantı kurmak için harcamalıyız – onları kullanmak için değil, onları önemsemek için. Hayatı değerli kılan budur.

 

Her Dakika Hakkında Düşünmeniz Gereken Şeyler

Soru: Bir öğrenci şunu yazmış: ” YouTube’da “Utancın üstesinden nasıl gelinir?” adlı videoyu izledim. Lütfen bana söyleyin, ne yapmalıyım? Koronavirüs nedeniyle işimi kaybettim ve bankalara çok büyük borçlarım var; kiralık bir dairem ve küçük bir çocuğum var. İçimdeki insanı nasıl kaybetmem? Stres, depresyon, panik atak ve uykusuzlukla, geçici zor bir yaşam koşuluyla nasıl başa çıkılır? Siz benim ruh halimi doğru bir şekilde tanımladınız.”

Cevap: Beyninizi ve sinirlerinizi kapatmanızı, kesinlikle mekanik, rasyonel bir şekilde davranmanızı tavsiye ederim. Bugün hayatın benden talep ettiği şeyi, yarından sonraki gün ve hatta belki yarın ne olacağına dikkat etmeden yapmalıyım. Önemli olan bugün! Beni doğru bir şekilde anlayın ve o zaman dünyamızın nasıl gerçekleşmesi gerektiğini anlayacaksınız.

Yarını veya yarından sonraki günü düşünmemeliyiz, büyük değişiklikler için plan yapmamalıyız. Kendimize ve sevdiklerimize her an nasıl faydalı olabileceğimizi düşünmeliyiz ve eğer gelecek dünyayı doğru bir şekilde anlarsak, belki bir şekilde bunu başkalarıyla paylaşabiliriz.

Aşırı makul ve felsefi uydurmalar olmadan, onu mümkün olduğunca basit tutun.

Ve bir parkta olduğu gibi, güvenle yürüyebileceğiniz böyle yeni bir yol göreceksiniz ve kimse sizi rahatsız etmeyecek. Ve eğer size göründüğü gibi, sizi rahatsız ederlerse, bu yolu daha derinlemesine araştırın. Her şeyin nasıl çözüleceğini ve basit yaşamınız için yer açacağını göreceksiniz. Ve böylece tüm bu sorunlardan kurtulacaksınız.

Asıl mesele, bizim zamanımızda, bu pandemide, karmaşıksız yaşamaktır. Ve bu tutum sizi en akıllıca düşüncelere ve eylemlere götürecektir.

“İnsanlar İşsiz Değil, Sadece Çalışmalarına Gerek Yok” (Linkedin)

İsrail Covid salgınından kurtulurken, iş piyasası hala bir kilitlenmenin ortasındaymış gibi görünüyor. İstihdam edilecek iş olmadığı için değil; sadece insanlar onları almaya hevesli değil. Aslında o kadar çok İsrailli işsiz kalmayı tercih ediyor ki, hükümet insanları izinli olmaktan ya da işsizlikten geri çevirmeye teşvik etmek için bir kampanya başlattı. Ancak şimdiye kadar, kampanya yalnızca sınırlı bir başarı elde etti.

Doğrusu, bu insanları anlıyorum. Görünüşe göre o kadar çok özlediğimiz bir şey olmayan Covid öncesi hayatımıza geri dönmeden önce, sanırım ne istediğimizi düşünmemiz gerekiyor. İnsanlar artık daha az kazansalar bile iyi bir hayat sürebileceklerinin farkına varıyorlar. Aileleri ve arkadaşları ile geçirecekleri daha fazla boş zamanları var, ve sevdiğiniz insanların arasına girdiğinizde, kendinizi eğlenmek için çok para harcamanız gerekmez. Plajda aileyle geçirilecek bir günün bir maliyeti yoktur, ancak çok zevkli ve duygusal olarak ödüllendiricidir. Düşündüğünüzde, daha ne kadar fazlasına ihtiyacımız var ki?

Bunun yanında, iş piyasasının daha az sayıda işçiye ihtiyacı var. Nesneleri kilometre ve metre cinsinden ölçmekten, nanometre cinsinden ölçmeye geçtik. Her şey küçüldü ve her şey daha az çalışan el talep ediyor. Bilgisayarla ilgili işler bile eskisinden daha az işçi gerektiriyor; tüm toplum daha az çalışma saatinin gerekli olduğu bir duruma doğru yer değiştiriyor. Bazı ülkelerin, insanları işe geri göndermek veya daha kısa bir çalışma haftası yerine evrensel temel gelir programlarını ciddi şekilde düşünmesi şaşırtıcı değil. Sıkı çalışma günleri sona yaklaşıyor ve elimizdeki ek zamanı nasıl geçirmek istediğimizi bulmamız gerekiyor.

Yiyecek temini ve diğer ihtiyaçlar sorun olmayacak; hali hazırda tükettiğimizden fazlasını üretiyoruz ve sadece fiyatları yüksek tutmak için fazla ürünleri çöpe atıyoruz. Dağıtımı iyileştirirsek, dünyanın hiçbir yerinde ihtiyaç sıkıntısı olmayacak.

Bu da bizi önümüzdeki gerçek konuya götürüyor: İhtiyacımız olanı aldığımızdan emin olmak, böylece geçim kaygısı duymadan iyi bir yaşam sürmek. Bunu yapmak için, ırkçı gerilimler, siyasi çekişmeler, her türden iktidar mücadeleleri, kültürel farklılıklar gibi bizi şu anda ayıran anlaşmazlıkları geride bırakmalıyız. Toplumumuzu, teknolojimizi ve sahip olduğumuz her şeyi, tam da bu tartışmalar sayesinde geliştirdiğimizi anlayana kadar, bu çok eski farklılıkların üstesinden gelmek imkansız görünebilir. Başka bir deyişle, gelişmeye devam etmek için, tam olarak karşı olduğumuz görüşleri korumalıyız. Onlar olmadan kendi görüşlerimiz geçerliliğini yitirecek.

Nefretin varlığı olmadan sevgiyi düşünün, ve kelime anlamsız hale gelir. Esaret olmadan özgürlüğü düşünün, ve tüm kavram geçersiz hale gelir. Zıtlığının varlığı olmasaydı hiçbir şeye değer veremez veya değerlendiremezdik.

Bugün insanlar gerçekten bu kadar çalışmaya gerek olmadığını anlıyorlar, ancak bu görüşü destekleyecek toplumsal değerleri geliştirmezsek toplum parçalanacak ve kargaşa çıkacak. Asırlardır, sadece kendiyle ilgilenmeyi öyle bir noktaya kadar geliştirdik ki bugün büyük çoğunluğumuz narsist, sade ve bayağıyız. Bir narsist topluluğu, herkesin refahını görecek bir dağıtım sistemi kuramaz çünkü böyle bir sistem diğer insanların ihtiyaçlarını dikkate almayı gerektirir ve pek çoğumuz buna sahip değiliz.

Bu nedenle, geçiş döneminden yeni bir topluma doğru yelken açmak için yapılacak ilk şey, birbirimize ve özellikle bizden zıt olanlara bağımlı olduğumuzu fark etmektir. Bizim karşımızda düşünen, konuşan ya da ters davranan insanlardan hoşlanmamıza gerek yok, ancak onların bizim için değerinin farkına varmamız gerekiyor. Kendi ilkelerimizi geçerli kılanların onlar olduğunun farkına varmalıyız. Bunu başarırsak, birbirimiz olmadan başaramayacağımızın, hatta kim olduğumuzun bile farkına varacağız. İşte bu kadar birbirine bağımlıyız.

Henüz birbirimizi sevmemize, hatta birbirimizden hoşlanmamıza gerek yok. İhtiyacımız olan tek şey, nefret ettiğim insanların kesinlikle hayatımın bağlı olduğu kişiler olduğunu anlamak. Bunu yaparsak, insanların çalışmaya gerçekten ihtiyaç duymadıkları, birbirimize göz kulak olacağımız için, günlerini huzur içinde geçirebilecekleri bir topluma sahip olacağız.

“Aşıya Gelindiğinde – Avrupa Birliği’nde Birlik Yok” (Linkedin)

Avrupa Birliği’nin Covid-19 aşıları fiyaskosunu, James McAuley’nin The Washington Post’taki en son köşesinde yazdığından daha iyi tarif etmek zor: “Bir yüzyıldaki en büyük halk sağlığı krizinin ortasında olduğunuzu hayal edin,” diye yazıyor “ve nihayet, bilimin yaratıcılığı sayesinde, bu krizi sona erdirecek araçlara sahip olursunuz- ama hiçbir yerde, onları kullanmayacağınıza karar verirsiniz. Üçüncü bir covid-19 vakaları dalgası kıtayı tehdit ederken ve yeni değişkenler ortaya çıkarken, siyasi liderlerin bürokratik yetersizlik ve siyasi küstahlık konaklarında yaşadığı Avrupa Birliği’ne hoş geldiniz.” McAuley yazısının ilerleyen kısımlarında, “AB’den, önce ne olacağını soruyor, vatandaşlarını sanki hayatları tehlikedeymiş gibi aşılar mı?”

McAuley böyle bir fiyaskoyla sonuçlanabilecek birçok neden sunuyor, ancak bence gerçeği açık ve basit: Bu, kendi prestijlerinden başka hiçbir şeyi önemsemeyen büyük egoların önderlik ettiği bir mücadeledir. Avrupa Birliği’nde ne zaman birlik olundu? Asla! En başından beri güç mücadeleleri, sömürü ve muhtaç üye devletlerin terk edilmesinden başka bir şey olmadı. (2008 Mali Krizi’nde Yunanistan’ı veya salgının ilk dalgasında İtalya’yı hatırlıyor musunuz?) Bunlar, AB Bilim Merkezi’nden alıntı yapacak olursak, “Adil ve iyi işleyen bir toplum inşa etmek Avrupa Birliği için siyasi bir önceliktir” şeklindeki yüce ifadelerle veya Covid-19 kriziyle yüzleşmede Avrupa’da dayanışma örneğini belgelemek için AB’nin “Avrupa dayanışması eylemde” başlığını taşıyan yazı yan yana getirildiğinde, insan AB liderlerinin samimiyetine karşı derin bir güvensizlik hissetmekten kendini alamaz.

Bunu daha önce defalarca söylemiştim: Egoizm üzerine kurulu bir organizasyon uzun süre dayanamaz ve ne kadar uzun sürerse, etkisi altındaki insanlar onu parçalayana kadar o kadar çok acı çeker. AB bürokratlarının yapmayı başardıkları ve bunda üstün oldukları tek şey, zengin ve güçlü insanları zirveye, daha da zengin ve daha güçlü hale getirmektir.

Hoşea Peygamber (8: 7) “Rüzgar ekecekler ve fırtına biçecekler” dedi. Nitekim, AB’yi başlangıcından itibaren saran yabancılaşma ve sömürü ruhu, her türlü dayanışma şansını öldürdü ve şimdi tüm gelişmiş ülkeler salgından çıkarken, her gün binlerce Avrupalının hayatına mal oluyor. Dayanışmayı beslemediğinizde, ihtiyaç anında ona sahip olmayı bekleyemezsiniz.

Covid-19 sadece ilk ve en hafif darbedir; çok daha fazlası yolda. İlk darbe milyonlarca can aldı. Yaklaşan darbeler daha fazlasını alacak. Egoizmi kralımız yaptığımız sürece, hayat bizi cezalandıracak ve ego iyileşmemize izin vermeyecektir. Darbe üstüne darbe, insanlık, hepimiz gerçek düşmanımızın, Covid gibi darbeler veren doğa değil, onları kolay ve hızlı bir şekilde yenmemize izin vermeyen kendi egolarımız olduğunu anlayana kadar acılar altında çökecektir.

Aslında, her darbe için birliğimizi güçlendirirsek, insan toplumunda öyle bir birliğe ulaşırdık ki, gezegendeki her insan için iyi bir yaşam garanti ederdik. Zaten buna muktediriz, ama kimse övgüyü almadığından ve ego için bir ödül olmadığından, onun için çaba gösterecek bir motivasyonumuz yok. Aynı zamanda, başka birinin insanlığa yardım etmesini engellemek için güçlü bir motivasyon var, böylece kimse övgü almasın.

Gerçek dayanışmayı oluşturmayı öğrenene kadar, bu gezegende iyi bir yaşamımız olmayacak. İster dördüncü bir Covid dalgası ister eşi benzeri görülmemiş yoğunlukta aşırı hava durumu, ya da doğanın harekete geçirebileceği başka bir girişim olsun, egolarımızı teslim edip, tahttan indirene kadar gittikçe daha büyük bir rahatsızlık ve acıya zorlanacağız.

“(İçsel) Mesafenin Silinmesi” (Linkedin)

Dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler, eski İsrailoğulları’nın Mısır’daki kölelikten çıkışının kutlandığı Pesah için hazırlanırken, sanki tüm dünya bir şekilde “küresel bir Mısır” yaşıyor gibi görünüyor.  Covid bizi tam olarak köleleştirmese de bizi kesinlikle kısıtladı.  Ama daha da önemlisi, Covid’den kaçmanın yolu, İbranilerin Mısır’dan kaçmasıyla aynı yol.

Hem İbranilerin lideri hem de Firavun’un genel valisi olan Yusuf,  Mısır’da öldükten sonra, Yahudilerin durumu sürekli olarak kötüleşti.  Dağılmış ve parçalanmış hale geldiler ve Mısırlılar arasında kaynaşmak istediler.  “Mısırlılar gibi olalım” dediler (Midraş Rabbah, Shemot).  O zamana kadar İbranilere çok düşkün olan Mısırlılar da onlara karşı giderek düşmanlaştılar.  Midraş metinleri bize bundan bahsetmeye devam ediyor: “[Dağılmaları] yüzünden, Rab sevgiyi, Mısırlıların onlara olan sevgisini nefrete dönüştürdü.”

Sonunda İsrailoğulları kendilerini ayrılmış, nefret edilmiş ve daha önceden dost olan ev sahipleri tarafından istismar edilmiş halde buldular.  Hem İbrani hem de Mısır’ın prensi olan ve Firavun’un evlatlık torunu olarak büyüyen Musa, İbrani köklerine dönüp halkı için savaşmaya başlayana kadar bu şekilde kaldılar.  Mücadelesi zordu.  Sadece Firavun’a karşı değil, liderliği altında birleşmek istemeyen kendi halkına karşı da savaşmak zorunda kaldı.

Ancak birlikleri üzerinde çalışmaya başladıklarında Mısır’dan kurtuldular, çöle kaçtılar ve sonunda bağlarını o kadar sağlamlaştırdılar ki, eşi görülmemiş bir birlik seviyesine ulaştılar, bu da onları,  Raşhinin 11. yüzyıldaki büyük yorumunda dediği gibi  “tek kalp tek adam” haline getirdi.

Bugün insanlık da benzer bir durumda.  Mısır hikâyesi bizim için bir alegori görevi görmeli.  İnsanlık, eski İbranilerin yaptığı aynı aracı yani birliği seçerse, bizler de Covid’in zincirlerinden ve aslında son yüzyılda üzerimize düşen ve birliği seçmezsek üzerimize inecek olan tüm olumsuzluklardan kurtarılacağız.

Dünyamız gittikçe birbirine bağlı hale gelirken, kalplerimiz giderek birbirlerinden kopmuştur.  Yabancılaşma ve narsisizm bizi ayırıyor ve ilişkilerimizi, fosil yakıtların gezegeni kirletmesinden çok daha fazla kirletiyor.  Sadece kendimizle ilgilenmemiz, o kadar zararlı ve o kadar anti-sosyal hale geldi ki, bizi birbirimizden tamamen ayırmak gerekli hale geldi.  Bu, Covid dünyamıza girdiğinde, tüm insanlığı küresel olarak kapatmaya zorladı, ancak esas olarak dünyanın en gelişmiş, en bencil bölgeleri olan ABD, Batı Avrupa ve Çin’i kapadı.

İsrailoğulları’nın kendi toplumsal parçalanmalarının bir sonucu olarak acı çektiklerinde, Mısır’da yaptıklarına benzer şekilde, aşırı tüketim, sömürü ve karşılıklı istismardan arta kalan süreyi kalplerimizi yakınlaştırmak için kullanmalıydık.  Bunu yapmadık.  Bunun yerine, aşıların geliştirilmesini bekledik ve toksik yaşamımıza devam edebileceğimiz anları özledik.  Şimdi aşılarımız var ama Covid öncesi günlerimize devam edemeyeceğiz.  Kalplerimizi yakınlaştırmak için çalışmadığımızdan dolayı kalplerimiz sadece daha da uzaklaştı.  Eski yaşam tarzımıza devam etmeye çalıştığımızda, artık bundan zevk almadığımızı keşfedeceğiz.

Hayatta zevklerin yokluğunda, insanların depresyonu şiddetlenecek ve aşırılık pek çok şekilde gelişecektir. İnsanlık, “Yeter!” diyene ve herkes arasındaki içsel mesafeyi silmeye ve birleşik bir insanlık inşa edene kadar, insan doğasının en kötüsünü ifşa edecektir.

Tıpkı eski İsrailoğulları’nın birliği üzerinde çalışma rızası, onları Mısır’dan kurtarmak için yeterliyse, insanlığın tüm insanlar arasında birlik üzerinde çalışma rızası, bizi Covid’den ve şu anda bizi etkileyen herhangi bir sıkıntıdan kurtarmaya yetiyor.  Birlik yolunda kaldığımız ve onu geliştirmeye devam ettiğimiz sürece, büyük bir başarıya imza atacağız.  Yabancılaşmaya dönersek, felaketler geri dönecektir.

Tarihte ilk kez, net bir çalışma planımız var, tüm insanlık için sefaletten bir çıkış yolu: Bağ kurmaya çalışın ve başaracaksınız.  Bağınızı keserseniz, acı çekeceksiniz.  Kalbimizdeki mesafeyi silmek için çalışmaya başlarsak, keşfedeceğimiz şey budur.

Uzun Zamandır Beklenen Yolculuk

Soru: Dünyanın dört bir yanında konaklama rezervasyonu yapan bir şirket olan Airbnb, 2021 seyahat pazarı için tahminler içeren bir rapor yayınladı. İş seyahatlerinin geri dönmeyeceğine inanıyorlar. İnsanlar sık sık araba ile seyahat edecekler ve evlerinden çok uzak olmayacaklar. Yüzde elli ikisi telefonlarını evde bırakmayı tercih ediyor. Kimse onlarla bağlantı kurmasın diye turistler, fotoğraflara zaman harcamak ve onları sosyal ağlarda yayınlamak istemiyorlar, bununla ilgilenmiyorlar.

Aynı zamanda, turistlerin çoğu tekrardan yeni gezilere hazır ve % 54’ü ya çoktan bilet rezervasyonu yaptı ya da bugün bir tur planlıyor.

İlk soru şudur: Bulaş tehdidi altında olsanız bile seyahat etme arzunuz nasıl açıklanabilir? Koronavirüs’ün derslerini almadık mı?

Cevap: Gerçek şu ki, sadece güneş altında yatan ve güneşlenen kediler gibi var olduğumuz için yaşamıyoruz. Hala tatmin olmak ile yaşıyoruz.

Ve sonra bir yere, belki uzak olmayan bir yere ama yurtdışında, yeni, değişik bir yere bilet alıyorum, ve farklı hissediyorum, ve seyahat ediyorum.

Soru: Ve hiçbir Koronavirüs bunu durduramaz mı? O bir insanın içinde mi yaşıyor?

Cevap: Kişinin içinde yaşıyor. Bence insanlar her şeye rağmen seyahat etmeye başlayacak. Belli ülkelere ve belki de hepsine seyahat etmek mümkün olacak. Ve bu durumdan çıkacaklar.

Seyahat etmeden, yenilenmenin bir yolu yoktur. Bilmediğiniz bir ortama girdiğinizde çocuk gibi olursunuz. Ve bu umursamazlık, sürpriz ve keşif hali, bir insan için çok önemlidir. Üstelik eğer zaten yaşlıysa (küçük bir çocuk gibi yetişkin), o zaman bu onun için çok önemli, yenileniyor.

Soru: Seyahat ederken çocuk gibi misiniz?

Cevap: Elbette. Bugün oraya gideceğiz, sonra buraya gideceğiz ve başka bir şey yapacağız! İçimizde uyanan bu çocukluk, bir tür kaygısız duygu, tam da bizi çeken şeydir.

Soru:  Peki eğer iç dünyamıza seyahat edebilirsek, orada parlak bir dünya görecek miyiz?

Cevap: Bunun içinde her şeyi göreceğiz! En önemli şeyi göreceğiz: Olan her şeyin nedenini ve sonucunu. Ben oldukça iyimserim. Bu olacak ve çok çabuk olacak ve bunu tüm insanlıkla birlikte göreceğim.

Doğanın tüm derinliğini gerçek haliyle keşfetmeye geleceğiz. Tüm nedenleri ve sonuçları, olan her şeyi, doğada ürettiğimiz her şeyi, hangi tepkileri neden uyandırdığımızı göreceğiz. Genel olarak, her şeyi önümüzde göreceğiz, tüm dünyalar – kocaman, çok büyük ve bunların hepsi bizim edinimimizde olacak.

Bu tam olarak kişinin içsel tatminidir, bunun üzerinde hiçbir şey yoktur, bundan daha eksiksiz bir şey yoktur ve bu, insanı o kadar içine alır ki artık hiçbir şeye ihtiyacı kalmaz. Bu bir kısıtlama ya da yolda bir durak değil, bu gerçekten bir insanın yaratıldığı her şeydir.

“Mısır’dan Çıkış Ve Pandemiden Çıkış” (Linkedin)

Pesah gecesi, geleneksel olarak herkes sevdikleriyle birlikte şenlikli bir masada oturur ve özgürlük, kölelik ve belaların acıları ve kurtuluş arzusu hakkında bir şeyler okur. ABD’de ve dünyadaki çoğu toplulukta art arda ikinci bir yıl boyunca pek çok kişi, salgın henüz geride kalmadığı için sanal olarak kutlama yapacak. Öyleyse kendimize “Ma nishtana?” (Ne değişti?) diye sorduğumuzda; bu geceyi diğerlerinden farklı kılan şeyin içsel bir yansıması olarak, neden hala acı verici durumlara katlandığımızı ve onlardan bir kez ve sonsuza kadar nasıl kurtulabileceğimizi incelememiz gerekebilir.

Geçmek, İbranice “Pesah” kelimesinden pasaj, geçiş anlamına gelir. Pozitif sosyal bağlantı için yeni bir arzu ortaya çıktığında, Firavun’un egemenliğinden, egoizmimizden, başkalarının kendi iyiliğimiz için sömürülmesinden, sevgi ve ihsan etme durumuna geçişi sembolize eder. Bu arzuya “moşe” (çeken) kelimesinden gelen “Musa” denir, çünkü İsrail’i sürgünden yani onu kontrol eden egodan çeken odur. Aslında Pesah bayramı, bölünmenin yoğunlaştığı dönemin sonunda, başkaları için tamamen farklı bir düşünme yaklaşımına yol açana kadar, birbirleriyle etkileşime giren çelişkili güçlerin içsel bir sürecini anlatır.

COVID-19 salgını, böylesine eleştirel bir şekilde düşündürücü bir dönem başlattı. Kendimize bakmamız ve birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu ve arzu edilen karşılıklı önemseme durumuna ne kadar zıt olduğumuzu keşfetmemiz için bir ayna gibi belirdi. Bu, gidecek hiçbir yerimizin olmadığını gösterir, bu yüzden oturup bize yakın olanlarla – fiziksel bir yakınlıkta olmasalar bile – ve toplum içinde ilişkilerimizi geliştirmekten başka bir şey yapmamamız daha iyi olur.

Bu neden bu kadar önemli? Bu çok önemlidir çünkü her sorunun temel nedeni, başkalarını tamamen göz ardı ederek, yalnızca kendimiz için haz alan egoist arzumuzdur. Ve başkalarını önemsiyorsam, sadece benimle ilgili olduğu ölçüde onlara bağlıyımdır. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, bu kadar uzun bir sürenin ardından, pandemiden kurtulmak için gerekli koşulları oluşturamadık.

Geleneksel Seder sofrasında okuduğumuz Haggadah, Firavun’un “kölesiydik” ve tek başımıza kaçamadık, ifadesini içerir. Bugün, aramızdaki anlaşmazlıkları ateşleyen ve doğanın her seviyesinde denge eksikliği yaratan, hastalıklara, umutsuzluğa ve ıstıraplara neden olan kötü eğilimimizin köleleştirilmiş haliyiz. Böyle bir durumdan kurtuluş, Mısır’dan gerçek çıkış, egoist arzularımızın kontrolünden çıkıştır.

Ne zaman özgür kalacağız? Nefretten kurtulduğumuzda ve sağlığımızın ve iyi geleceğimizin aramızdaki olumlu ilişkilere bağlı olduğunu hissetmeye başladığımızda. Başkalarının iyiliğini düşünmeye, onları kucaklamaya ve onlara fayda sağlamayı arzulamaya başladığımızda. Üst güçten, Yaradan’dan, bizi güçlü ama şefkatli bir el ile Mısır’dan çekmesini, modern toplumdaki bölücülük, umursamazlık ve soğukluk durumundan sevgi, sıcaklık ve işbirliği durumuna geçmemizi istersek, bu hedefe ulaşmak mümkündür.

Hepinize mutlu bir Pesah diliyorum!

“İnsanlık Bir Sonraki Nükleer Felakete Hazır Mı?” (Linkedin)

On yıl önce, Japonya’da kaydedilen en güçlü deprem, Fukushima’nın nükleer santralini vuran bir tsunamiyi tetikledi, 18.000’den fazla insanı öldürdü ve radyasyon sızıntısı nedeniyle tüm kasabaları harap etti. Bugün dünya, gelecekteki felaketlerden kaçınmak için ondan hangi derslerin çıkarıldığını sorguluyor. Maalesef hiç. Potansiyel riskleri azaltmak yerine dünya, ileri görüşlü ve tehlikeli bir vizyonla savaşını artırıyor. Küresel çatışma yerine, barış ve güvenlik için en güçlü silah olarak acilen insani bağı inşa etmemiz gerekiyor.

Fukushima, Çernobil’den bu yana en kötü nükleer felaketti, ancak bu felaketin dünya bilincinde özel bir iz bırakmadığı görülüyor. Fakat, doğa güçlerine karşı ne yapılabilir diye sorabiliriz? Ve nihayetinde Japonlar, şiddetli yenilgilere maruz kalmalarına ve onları başarılı bir şekilde aşmalarına rağmen, zahmetli bir şekilde refah bir ülke inşa eden özel insanlardır. Bu darbeden de iyileşeceklerine hiç şüphe yoktu.

Öte yandan, dünyanın belirli yerlerinde ortaya çıkan olayları, bizi de etkileyebilecek bir şey olarak görmüyoruz. Ama sonunda, Dünya gezegeni yuvarlak olduğundan ve karmaşık bir bağımlılıklar, ilişkiler ve etkileşimler sistemi olarak işlediğinden, bu olacaktır. Aslında, birbirimize bağlı olduğumuzun farkında olsaydık, insanlığın çektiği zor olaylardan öğrenir ve karşılıklı destek için bencil tavırlarımızı ve eylemlerimizi değiştirmeye hazır olurduk.

Bununla birlikte, insanlık genel olarak geçmiş felaketleri veya çatışmaları öğrenme deneyimleri olarak görmez. Dünya çok sayıda nükleer kaza ve iki dünya savaşıyla mağlup oldu, ancak hiçbir şey değişmedi. Fukushima nükleer felaketinin üzerinden on yıl geçti ve hala 32 ülkede 414’ün üzerinde nükleer enerji reaktörü çalışıyor. Dünyanın elektriğinin onda birini sağlıyorlar, ancak ülkelerin tehlikeleri ve tehditleri önlemek ve hafifletmek için nükleer reaktörlerden kurtulmaya yönelik gerçek bir niyet olsaydı, zaten alternatif arayacaklardı.

Nükleer teknoloji tartışmalıdır ancak kötü olarak sınıflandırılamaz veya iyi olarak övülemez, çünkü asıl soru nasıl kullanıldığı, dozajı ve arkasındaki niyetle ilgilidir. Küresel bir tahmin bize açıklıyor ki, uzun vadede bizi etkileyen acil kar uğruna mevcut doğal kaynakların pervasızca sömürülmesine ihtiyacımız olmadığını ortaya çıkaracaktır. Bunun farkında olsaydık, üretim sistemlerimizi yalnızca varlığımız için gerekli olanla sınırlardık.

Karar vermeden, geleceğe yönelik geniş bir vizyon olmadan ve aldatıcı davranışlarımız konusunda farkındalık yaratacak uluslararası bir eğitim programı uygulamadan başarılı olamayacağız. Ve dünya her zamanki gibi işine devam ederken, bir sonraki darbe kaçınılmaz olarak gelecek ve insanlığı içsel bir gözlem yapmaya zorlayacak.

Birçok ülke tarafından önerilen “Yeşil Yeni Anlaşmalar” sosyal adaleti ve çevresel eşitliği teşvik etmektedir. Ancak bu önerilerin arkasında bazı olumlu önlemler olsa da bizi odak noktasından, asıl sorundan uzaklaştırıyorlar. İnsan, doğadaki en zararlı güçtür, hatta bir nükleer bombadan çok daha fazla, bu yüzden ıslah etmemiz gereken şey kesin olarak insan doğasıdır.

Karşılıklı nefret, toplumlar içinde, insanlar ve ülkeler arasında her düzeyde taşmaktadır. İnsanlık, dengeli ve uyumlu olan doğanın tersi yönünde hareket etmektedir. Bunun yerine, birbirimizden uzaklaşarak karşılıklı yıkım için sofistike araçlar geliştiriyoruz. İnsanlık içindeki bu bölünmenin üstel etkisi, savaşlara ve küresel krizlere neden olan şeydir.

Ben merkezli odağımızda bir değişiklik uygulayamazsak, uzun süreli bir ıstırap yolunda ilerlemeye devam edeceğiz. Bu nedenle, birbirimizle bozulmuş ilişki kurma şeklimizin farkına varmalı ve toplum içinde barış içinde bir arada yaşamanın yeni, olumlu ilişkilerini inşa etmeliyiz. Mevcut küresel senaryo, bizi daha medeni, hoş ve bilge bir yola, dünya üzerindeki en güçlü şekilde bunu tüm dünyayı yayacak karşılıklı destek ve ilgi için bir yol seçmeye çağırıyor.

“Koronavirüs Neden Tüm Dünyaya Geldi? Bu Virüs Neden Aktif? ” (Quora)

Salgından etkilendiğimiz kadar, onun bizler üzerindeki gerçek etkisinin hala farkında değiliz.

Pandemi bizi çok derinden etkiledi. O, yeni bir insanlık yaratmak, birbirimizle ve doğayla daha olumlu, düşünceli, şefkatli ve yapıcı bir şekilde ilişki kurabilmemiz için, tavırlarımızı iyileştirmek amacıyla ortaya çıktı.

Bir yıl önce kendimize bakarsak ve bundan bir yıl sonra kendimizi görebilseydik, tamamen farklı insanlar görürdük. Pandemiden önce olduğumuz türden insanlara geri dönemeyiz. Bir yandan, salgın bizi birbirimizden gitgide daha fazla izole etti, ayırdı ve uzaklaştırdı ama bunu yaparak bizlere, kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, neden burada olduğumuzu ve ayrıca birbirimize ve genel olarak dünyaya karşı ne tür tavırlarımız olduğunu düşünmemiz için alan verdi.

Doğa bizi, çok hızlı bir şekilde tamamen yeni, olumlu bir şekilde birbirine bağlanmış bir insan toplumuna geçiş yapabileceğimiz, yeni bir gelişim düzeyine yerleştirdi.

Sanki çok bulaşıcı bir viral hastalığa yakalanmış gibiyiz, ancak doğanın amacını ve planını anladığımızda, bu durumun tam olarak birbirimize karşı tutumumuzu iyileştirmek için bir araç olarak nasıl ortaya çıktığını anlarız: pandemiye yol açan egoist-tüketici değerlerimizden kopmak ve yaratılış amacını, gerçekte kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu ve bu dünyada neden yaşadığımızı keşfetmeye doğru, daha rafine bir şekilde gelişmemize izin vermek için