Category Archives: Global Kriz

“Dünya Neden Bu Kadar Çok Kriz Ve Sorunla Karşı Karşıya?” (Quora)

Bizler, bir arınma sürecinden geçiyoruz. Sanki bir çamaşır makinesinin tamburunun içindeyiz ve birbirimize, hayata ve dünya görüşlerimize karşı tutumlarımız yuvarlanıyor ve dönüyor.

Bu gerçekten de zamanımızın bir işaretidir ve bu arınma sürecinin bir sonucu olarak, birbirimizle, dünyayla ve doğayla ilişki kurma biçimimizi gözden geçirmemiz – herkesi ve her şeyi gördüğümüz, açıkça tanımlanmış bir içsel referans çerçevesine ulaşmamız gerekiyor.

Kendi içimizde ne kadar belirsiz ve eksik olduğumuzu, her türlü nesnel gerçeklik görüşünden ne kadar uzakta olduğumuzu ve dünya görüşümüzdeki her şeyin bize empoze edildiğini ve hayatımız boyunca karşılaştığımız çeşitli etkilere göre değişebileceğini ortaya koyma sürecinden geçmeliyiz.

Dünya görüşlerimiz ve tutumlarımızdaki sürekli savrulmamızın üstesinden gelmek için hayatın nihai amacına odaklanmamız gerekir. Hayatımızın amacını zıpkınla avlar gibi yakaladığımızda, o bizi daha da yakına çekmeye başlayacak ve sürekli ona doğru ilerleyeceğiz.

Hayatımızın amacı, niteliklerimizi (egoist), doğanınkilerle (özgecil) eşitleyerek, doğa yasalarının, sevgi ve ihsan etme yasalarının net bir algısına ve duyusuna ulaşmaktır. O zaman sonsuz ve mükemmel bir varoluş halini yaşayacağız ve aynı şekilde şu anda yaşadığımız biriken krizlerden ve sorunlardan arınmış, uyum ve barış içinde var olacağız.

O zaman başka hiçbir şeyin gerçekten var olmadığını göreceğiz. Hâlihazırda kendimizi katlanarak artan bir krizler ve sorunlar koşulu içinde bulmamız, zaten böyle bir varoluş koşulunun başlangıcıdır.

Dahası, varoluşun son koşulunun ifşasına bilimsel olarak, deneyim yoluyla: bilim adamları gibi araştırma, inceleme ve sonuçları yeniden üretme yoluyla yaklaşıyoruz:. Bu süreci oldukça doğal bir şekilde, deneme yanılma yoluyla, çeşitli deneylerle, neyin işe yarayıp neyin yaramadığını görerek geçiyoruz.

Havacılıkta, uçağın uzaydaki yönünü koruyan jiroskop adı verilen bir mekanizma vardır. Bu, örneğin Kuzey Yıldızı’nda net bir hedefi olan bir motordur ve bu nedenle, herhangi bir yönden nasıl döndüğünden bağımsız olarak, motor, iç ekseni ile kesin olarak belirli bir koordinat setini hedefler.

Biriken bunalımların ve deneyimlediğimiz sorunların sonucu, nihai amacımız olan mutlak sevgi, ihsan etme ve bağ koşuluna ulaşmak zorunda olduğumuzu göz önünde bulundurularak, içimizde benzer bir içsel araç, herkes ve her şeyle ilgili bir içsel tutum geliştirmek içindir.

Böyle bir içsel aygıt geliştirdiğimizde, her şeyin nasıl sakinleşeceğini ve yeni keşfedilen bir denge, uyum, huzur, mutluluk, güvenlik ve güven duygusuna nasıl ulaşacağını göreceğiz.

“İklim Krizi – Çocuk Oyuncağı Değil” (Medium)

Gezegenin zamanı azalıyor – insanlık, dünyanın kaynaklarını doğal şekilde iyileştirebileceğinden daha hızlı kullanıyor. Bu, 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü vesilesiyle Birleşmiş Milletler ‘in iklim krizine ilişkin açık değerlendirmesidir.

Bu yılın teması “Sadece Tek Bir Dünya”. Ancak akılda kalıcı sloganların ötesinde, gerçek şu ki, yaşamak için gerçekten tek bir yerimiz olduğunun farkında değiliz: Dünya Gezegeni. Çevremize yönelik pervasız hareketlerimizle kendi ayağımıza ateş etmeye devam ediyoruz.

Kaç kişinin, bağırıp çağırmaya devam etmesine, çevre krizi hakkında durmadan konuşmasına, kaç toplantı yapılmasına ve kaç karar alınmasına rağmen, görünen o ki hiçbir şey yardımcı olmuyor. Ya gezegenin halini şimdi olduğu gibi bırakırız, tüm sorunları görmezden gelir ve bir sonraki felaketin olmasını bekleriz ya da şimdiye kadar yaptığımız her şeyin etkisiz ve sonuçsuz olduğunu kabul eder ve sonunda gerekli olan keskin dönüşü yaparız.

Eğitim ve Çevre Koruma Bakanlıkları geçtiğimiz günlerde, gezegenin tehlikeli durumu hakkında farkındalığı artırmak için İsrail okullarının iklim kriziyle ilgili dersleri, gelecek yıldan itibaren her yaştaki öğrenci için zorunlu hale getireceğini duyurdu. Anaokulundan liseye kadar, öğrenciler için haftada bir saate eşdeğer bir çevre programını müfredata entegre etmeye başlayacaklar.

Bu bir fark yaratacak mı yoksa çevre sorunlarını çözmek için önceki çabalar gibi başarısız mı olacak? Cevap, bu çalışmalara harcanan saatlere veya bunları kimin geliştireceğine bağlı değildir. Daha ziyade, neyin öğretildiğine ve öğrencilerin iklim krizinin nedenlerini ve nasıl çözüleceğini ne ölçüde anladıklarına bağlıdır.

Küresel çevre krizinin ciddiyetini, bunun gezegeni yok etmek için bize doğru gelen bir uzay gemisine benzetilebileceğini ve Dünya’da yaşayan bizlerin, bundan zarar görmemek için hazırlanmamız gerektiğini biliyoruz. Ve nasıl hazırlanıyoruz? İklim krizinin, bir insan krizinin sonucu olduğunu açıklamamız gerekiyor. Dolayısıyla, dünyayı dengeye getirecek nihai çözüm, kendimizi olumlu insan ilişkileri geliştirmek ve içsel olarak birbirimize daha yakın olmak için değiştirmemizdir. Yani kalp fiziksel olarak değil, duygusal olarak genişlemelidir. Tüm dünyayı her birimizin bir parçası olarak hissetmeye ve tüm dünyayı kendimize önem verdiğimiz gibi önemsemeye başlamak için.

Bu doğrudur, çünkü doğa bir hiyerarşi aracılığıyla işleyen bütünsel bir bağ sistemidir. Sistemdeki herhangi bir derecede ne olursa, diğer tüm dereceler bundan etkilenir. Sistem üzerindeki etkinin yoğunluğu, hiyerarşik sıralamada nerede durduğuna karşılık gelmektedir. İnsan ırkı, cansız, bitkisel ve hayvansal olanın üzerinde, doğadaki en yüksek seviyedir. Bu nedenle, sistemin ekolojik dengeyi en çok bozan kısmı, doğanın diğer kısımları da dahil olmak üzere, başkalarının çıkarlarını hiçe sayan insanların egoist eylemleridir.

İnsanlık, zararlı içgüdülerinin tüm kararlarına hükmettiğini ve doğadaki dengesizliğin birincil kaynağı olduğunu anlayana kadar, bu kendine odaklı eğilimi düzeltmek için hiçbir şey yapamaz. Karşılıklı anlayış, özen ve işbirliğine dayalı ilişkilerin nasıl kurulacağını öğrenerek, doğadaki tüm seviyelerde uyumu geri getirebilecek olumlu bir güç yaratılır. Bu, öğretilmesi gereken çok önemli bir gerçektir.

Tüm olumsuz egoist eğilimlerimizi nasıl aşacağımızı öğrendiğimizde ve hepimizin tek, bağlı ve tamamen birbirine bağımlı bir mekanizmanın bireysel parçaları olduğumuzu kabul ettiğimizde, başkalarına iyilik yapmanın bizim için de iyi olduğunu anlayacağız. Bugün nasıl tüm doğayı yok eden bizsek, bizim onu onaracak gücümüz de var. Gezegenin geri sayımı devam ediyor ama insan ilişkilerimizi geliştirmek için düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve arzularımızı değiştirirsek onu kontrol etmek için hala bir fırsata sahibiz.

 

“Bizi İlgili Hale Ne Getirir? (Medium)

Geçtiğimiz birkaç ayın ve hatta son birkaç yılın olayları bize çok önemli bir ders veriyor: Hayatta kalmak istiyorsak, bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenmeliyiz, çünkü kendi fikirlerimizi takip edersek, insan medeniyetini ve gezegenimizi yok edene kadar bu aptalca gidişata devam edeceğiz. Doğaya baktığımızda, tüm parçalarını mükemmel bir duvar halısı haline getiren bir yasa vardır: denge ve işbirliği. Bu yasa tamamen biz insanların kendi toplumumuzda uymadığı şeydir. Denge yerine, başkalarının pahasına öne çıkmak için çalışıyoruz ve işbirliğini sömürü ile değiştiriyoruz. Şayet böyle devam edersek, yok olma yolundayız.

Hemen bir kerede birbirimizi sevmemiz, hatta birbirimizi önemsememiz gerektiğini söylemiyorum. Ancak, doğanın yasalarını ve onları çiğnediğimizde ne olduğunu bilmeliyiz. Şu anda denge ve işbirliği yasasına aykırı davrandığımız için, bunu bozmanın sonuçlarını, cezasını da bilmeliyiz.

Cehaletimizin ve kibrimizin bazı sonuçlarını şimdiden hissediyoruz. Gıda kıtlığı dünya çapında kötüleşiyor ve yüzyıllardır bilinmeyen yerlerde açlık gerçek bir tehlike haline geldi. Petrol/doğalgaz sıkıntısı aynı zamanda batıda, önde gelen OECD ülkelerinde üretimi engellemekte ve enerji güvensizliğine neden olmaktadır ve genel atmosfer, zor günlerin yaklaştığı yönündedir.

Aslında, bu sadece başlangıç. Uzmanlara göre, yıllarca süren yoksunluk ve kıtlığa doğru bakıyoruz.

Ama bunun gerçek bir nedeni yok. Hiçbir doğal afet, insanlığın bol miktarda yiyecek veya bol miktarda gaz ve petrol üretme yeteneğini engellemedi. Bu eksiklikleri sadece birbirimizi ezmek amacıyla yapan biz insanlarız. Hareketlerimizi nefretten başka hiçbir şey yönlendirmez ve nefret, nihayetinde nefret edenler de dâhil olmak üzere her şeyi yok eder.

Yaptığımız her şey, başkalarını yenmek ve onlara boyun eğdirmek için olan bir motivasyondan kaynaklandığından, yaptığımız hiçbir şey başarılı olmaz. Bir çaba başarısız olduğunda, diğerine geçeriz ama o da aynı nedenle başarısız olmaya mahkûmdur: başkalarına karşı kötü niyetlerimiz.

O halde doğamızı nasıl değiştirebiliriz? Başkalarına önem vermemizi ne sağlayabilir? Bunu yapmak için önce kendi doğamız hakkındaki gerçeği kabul etmemiz gerekir ve sonra içimizde yeni bir tane beslemeye başlayabiliriz. Diğer tüm varlıkların içgüdüsel olarak yaptıklarını – denge ve işbirliği yasasını takip etmek – bizler ancak bilinçli olarak seçersek başarabiliriz. Bunu yapmanın yolu, doğuştan bu yasaya zıt olduğumuzu anlamak ve sonra hayatımızın her yönünü dikkatlice incelemek ve onu bu yasaya göre çalışacak şekilde ayarlamaktır.

Bu yasayı, yalnızca insanların zor yoldan öğrenmesi haksızlık gibi görünebilir, ancak sürecin sonunda büyük bir ödül vardır. Öğrenme sürecinden geçmesi gereken sadece insanlar olduğu için, ödülü alacak olan da sadece biziz.

İnsan doğasını ve gerçekliğin geri kalanının doğasını öğrendiğimizde, onları karşılaştırmaya başlarız. Sonuç olarak, yavaş yavaş denge ve işbirliği yasasına değer vermeyi öğreniriz. Bizler herhangi bir varlıktan çok daha derinden anlarız çünkü onu karşılaştıracak bir şeye sahibiz, yasanın olumsuz bir görüntüsü ve onun elle tutulur sonuçları. Denge ve işbirliği yasasına göre hareket etmeye başladığımızda, bunun nedeni, kendi doğamızı öğrendikten ve ondan kaçınmayı seçtikten ve yeni, daha kapsayıcı ve işbirlikçi bir doğayı benimsemeyi seçtikten sonra bilinçli bir seçim yapmamızdır.

O halde bizim için başkalarını önemsemeyi öğrenmek, içgüdüsel bir süreç değil engin bir bilinci derinleştirme ve yolun her adımında yabancılaşma ve sömürü yerine, ilgi ve bağı seçmenin derin bir sürecidir. İnsanın hayvan üzerindeki gerçek avantajı budur – bilincin armağanı. Ancak, bunu üstünlük yerine dengeyi ve sömürü yerine işbirliğini seçtikten sonra kazanırız.

İnsanlığın içinden geçmekte olduğu sancılı süreç, eninde sonunda bizi bu seçimi yapmaya yönlendirecektir. Ancak farkındalık, süreci kısaltabilir ve çok daha kolay ve hızlı hale getirebilir. Bütün dertlerimizin birbirimize olan kin ve zalimliğimizden kaynaklandığını ne kadar çabuk anlarsak, o kadar çabuk gözlerimizi açar ve başka bir seçeneğin olduğunu fark ederiz. Sonrasında denge ve işbirliği seçeneğini ne kadar erken seçersek, sıkıntılarımız o kadar çabuk biter ve barış başlar.

“İnsanlık Yeniden Yapılandırıldı” (Medium)

Avrupa’da herkesin beklediğinden daha uzun süren ve sonu hiçbir yerde belli olmayan bir savaş, mutasyona uğrayan ve bilim adamlarını kolayca alt eden bir virüs, durdurulamaz görünen enflasyon, onarılamaz şekilde kırılan tedarik zincirleri ve diğer dünya çapındaki krizler insanlığı vuruyor. Ama darbeler bize acı vermekten fazlasını yapıyor; dünyayı yeniden yapılandırıyorlar. Tüm gezegeni (mineralleri, bitkileri, hayvanları ve insanları), insanlığın bundan umutsuzca kaçınmaya çalışmasına rağmen gerçekleşen bir uyum ve denge durumuna doğru yönlendiriyorlar. İçinden geçtiğimiz çok özel bir süreç. Yeni, barışçıl ve uyumlu bir durum doğuyor ve bu yalnızca biz ona direndiğimiz için acı vericidir çünkü kararlarımız aleyhimize bile olsa son kararı biz istiyoruz.

Bugün dünyada olup biten her şey açık ve basit bir gerçeğe işaret ediyor: Neler olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Olayların neden olduğu, bizim yararımıza nasıl işleyeceği ve kendi geleceğimizi ve gezegenimizin geleceğini nasıl güvence altına alacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok.

İklim krizi, ekonomik gerileme ve bitmeyen uluslararası şiddet, bozuk bir sistemin belirtileridir. Ve sistem bozulmuştur çünkü basit bir gerçeği fark etmeyi ve ona göre hareket etmeyi reddediyoruz: İyi ya da kötü, birbirimize bağlıyız ve birbirimize bağımlıyız. Bu nedenle, birbirimize karşı değil, birbirimiz için çalışmalıyız.

Küresel krizler bize tek başımıza hiçbir sorunu çözemeyeceğimizi gösteriyor. Yavaş yavaş, acı yoluyla bize birlikte çalışmayı öğrenmemiz gerektiğini öğretecekler. Bu, dünyanın yeniden yapılanmasının başlangıcı olacaktır.

Doğa bize sadece iki seçenek bırakacak: kendimize işbirliği yapmayı öğretmek ya da doğanın bize şimdi yaptığı gibi onun öğretmesine izin vermek. İlki acısız ve hızlıdır; ikincisi mevcut yoldur – kargaşa ve eziyetle dolu.

Örneğin virüsü ele alalım. Şayet dünyanın her yerinde birlikte çalışsaydık, bu virüsten uzun süre önce kurtulurduk. Biz bunu reddettiğimiz için, yayılmaya ve çabalarımızı boşa çıkarmaya devam ediyor. Ya da yiyecek kıtlığını ele alın. Bu yanlış; yiyecek sıkıntısı yok. İnsanlık, tükettiğinden çok daha fazlasını üretiyor. Bunu eşit olmayan bir şekilde dağıttığımız için, dünyanın bazı kısımlarında arz fazlası var, diğerleri açlıktan ölüyor ve fazla yiyecekler atılıyor ve gezegeni kirletiyor. Bu kesinlikle olmaması gereken insan yapımı bir krizdir.

Gıda ve sağlık hizmetlerinde olduğu gibi eğitime, barınmaya, ekonomik kalkınmaya ve insan etkileşiminin diğer tüm alanlarına erişimde de durum böyle. Buna sonsuz silahlanma yarışını ekleyin ve elinizde bitmeyen yoksulluk, sefalet, hayal kırıklığı ve nihayetinde şiddet için bir reçeteniz var.

Artık işler çok ileri gittiği için, kriz herkese ulaşıyor. Bu, doğanın, birlikte çalışmazsak kimsenin başarılı olamayacağını söyleme şeklidir. Hiçbir ülke, diğer ülkelerden bağımsız olarak gelişemez. Her ülke, küresel pazarlara – diğer ülkelerden gelen hammaddelere, yurtdışında üretilen ürünlere ve kendi üretemeyeceği gıdalara bağımlıdır.

Diğer ülkeleri geçme mücadelesi, belirli bir eşiğe ulaştığında, başkalarına verdiğimiz zarar bize geri dönmeye başlar. Bu noktada, küresel bir bozulma meydana gelir. Bugün olan da budur.

Birbirimizle savaşmaya devam edebilir ve hayatımızı giderek daha fazla ve sonunda dayanılmaz bir şekilde zorlaştırabiliriz ya da birbirimizle savaşmayı bırakıp herkesin hayatını kolay ve güvenli hale getirebiliriz. Sonunda, ikincisini seçeceğiz çünkü kimse acı çekmek istemiyor. Tek soru, bunun ne kadar zaman alacağı ve bize neye mal olacağıdır. İnsanlığı yeniden yapılandırmak bir seçenek değildir ama hızlı ve kolay yol ile uzun ve acı verici yol arasında seçim yapabiliriz. Şu anda, açıkça ikincisindeyiz.

“Gökyüzündeki Nehirler Dünyayı Sular Altında Mı Bırakıyor?” (Medium)

CNN, “Antarktika’daki sıcaklıklar Mart ayında normalin 38 santigrat derece üzerine – 70 Fahrenhayt civarında – yükseldiğinde, Los Angeles büyüklüğünde sallanan bir buz sahanlığı çöktü” diye yazdı. Makale, “Isı, atmosferik nehir olarak bilinen bir nehirden içeri akın etti,” diye devam etti, “sıcak havayı ve su buharını tropik bölgelerden dünyanın diğer bölgelerine taşıyan uzun bir nem bulutu… Karaya indiklerinde yağmur ve kar döken bu “gökyüzündeki nehirler” aynı zamanda Antarktika Yarımadası’ndaki buz raflarını istikrarsızlaştıran aşırı sıcaklıklara, yüzey erimesine, deniz buzunun parçalanmasına ve büyük okyanus kabarmasına neden oluyor. Her felaket geldiğinde, onun acil nedenini ararız. Sıkıntılarımızın gerçek nedenini – insan doğasını –  kabul etmekten bu şekilde kaçınıyoruz.

Yaşanması zor hale gelen sadece iklim değil. Aynı zamanda kaybolan ormanlar ve şiddetli salgınlar bize şunu söylüyor: “Tehdit sizsiniz! Bela sizsiniz! Fazla kalıp tadını kaçırdınız!” Bilim adamları, küresel ısınmayı durdurmazsak kıyı şehirlerimizi kaybedeceğimiz konusunda uyarıyorlar. Bence durum bundan çok daha kötü: Kendi yapımımızla tüm gezegenimiz insanlar için yaşanmaz hale gelecek. Dünya bizden iğrenmiş gibi görünüyor.

Bunun, havayı, suyu ve toprağı kirlettiğimiz, ormanları yok ettiğimiz, diğer türleri yok etmek için avladığımız ve tüm ekosistemi çökertmeden dünyadan verebileceğinden çok daha fazlasını çıkardığımız için olduğu söylendi. Bunlar kesinlikle davranışlarımızdaki kusurlardır, ancak bu şekilde davranmamızın bir nedeni var. Birincil suçumuz, birbirimize karşı tutumumuzdur.

Dünyaya ne zarar verirsek verelim, birbirimize on kat daha kötüsünü yaparız. Dünya’ya verdiğimiz zarar, diğer insanlara ve milletlere zarar verme çabalarımızın bir parçasıdır; bu birbirimize karşı savaşımızın başka bir yüzüdür. Birbirimizle savaşmayı bırakırsak, ortak evimizi de yok etmeyi bırakacağız ve doğa kendini toparlayıp bize karşı bir kez daha dostça davranacaktır.

Kuşkusuz, güvensizlik ve düşmanlık hüküm sürdüğünde birbirimizle savaşmaktan vazgeçmek kolay değildir. Uluslardan bireylere kadar, saldırganlık ve tehdit baskındır ve gerçekten de ilişkilerimizi tanımlar. Yine de, Dünya, bizi çoktan kovduğu için, hayatta kalmak istiyorsak değişmekten başka seçeneğimiz yok.

Bu bir öğrenme sürecidir ancak bu, sorunumuzun çok fazla fosil yakıt yakmamız, çok fazla et yememiz veya toprağı ve suyu plastikle kirletmemiz olmadığını kabul etmekle başlamalıdır. Bizim sorunumuz, tüm bu zararları başkalarını incitmek ve yok etmek, onları alt etmek ve boyun eğdirmek, gurur duymak ve egolarımızın ihtiyacını karşılamak için yapıyor olmamızdır.

Başkalarına karşı egoist tutumumuzun temel sorunumuz olduğunu kabul ettiğimizde, onunla başa çıkabileceğiz. Kendimize egolarımızın üzerine çıkmayı ve birlikte çalışmayı öğreteceğiz. Ancak, öncelikle gökyüzündeki nehirlerin bizi boğduğu konusunda kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Egoizm içinde boğuluyoruz ve bu bizim gerçek sorunumuz.

İyiliğin Gücüyle Tedavi

Koronavirüs bize birkaç hafta kısa bir nefes aldırdı ve ardından yenilenen bir güçle yayılmaya başladı. Bu salgın neden bitmeyecek gibi görünüyor merak ediyoruz? Ancak bu, virüse düzgün bir şekilde yanıt vermek için yapmamız gerekeni henüz yapmadığımızın bir işaretidir.

Her zaman olduğu gibi, birbirimize karşı daha insani ve özenli bir tavırla, aramızdaki bağ veya yakınlaşmadan başka çare yok. Bu, virüsü büyük ölçüde zayıflatırdı.

Ülkenin yarısının omikron hastalığına yakalanmasından sonra, bir çeşit genel bir bağışıklığın ortaya çıkacağını bekliyorduk, ancak bir nedenden dolayı pandemi bir yere gitmiyor ve aksine yeniden büyüyor. Gerçek şu ki, önceki kurallar bu virüs için geçerli değil. Onlar daha fazla yardım etmeyecekler.

Sonuçta bu sıradan bir virüs değil, insanlar arasındaki ilişkileri düzeltmemizi gerektiren bir virüs. Şöyle görünebilir, bir virüs bizim ilişkilerimiz hakkında ne bilebilir? Ancak bu virüs her şeyi biliyor çünkü içinde tüm bilgiler var. Onun sadece bir DNA parçası olduğunu düşünüyoruz ama o canlı!

Bu, ölü bir element ya da bitki değil, aslında hayvansal düzeyde, bizimkiyle aynı. Koronavirüsün bir aklı ve duyguları var. Çevreyi algılıyor ve etkiliyor. Diğerleri ile bağ kurabiliyor, insan vücuduna nüfuz edebiliyor ve onunla o kadar bütünleşebiliyor ki, bedeni kontrol etmeye başlıyor.

Ona küçümseyici ve ihmalkâr davranmayın. Bize öyle görünüyor ki, mesela, bu virüs bugün komşuma merhaba deyip demediğimi nasıl bilsin? Ama virüs bizden daha akıllı ve o her şeyi biliyor. Virüs dünyayı kontrol ediyor çünkü o Yaradan’ın bir parçacığı.

Koronavirüs, onu etkilemek için bu dünyayla ilgili tüm bilgilerin özel bir konsantrasyonunu içeren doğanın önemli bir unsurudur. Bu nedenle o, ancak insan ilişkilerimizi geliştirerek yok edilebilir.

Bu biraz naif gelebilir ama hadi deneyelim! Kaybedecek bir şeyimiz yok. Birbirimize iyi, büyük bir dikkat ve özenle davranmaya başlayalım. Muhtaçlara, yaşlılara, çocuklara, birbirimize sahip çıkalım; sokağa çöp atmayalım ya da gürültü yapmayalım. Başkalarını düşünmeyi deneyelim ve onların kendilerini iyi hissetmeleri için her şeyi yapmaya çalışalım.

Birinin bana ne yapacağımı söylemesini beklemiyorum, aksine diğerlerine karşı nazik tavrımla nasıl yardım edebileceğimi ve onların gerçekten iyi olmasını istediğimi gösterebileceğim bir yer arıyorum. Ülkede böyle bir deney yapalım ve bir ay içinde şu sorularla Koronavirüs’te durumun ne olduğunu kontrol edelim: Pandemi devam ediyor mu, etmiyor mu? Bu ay kaç kişi öldü? Trafik kazalarında kaç kişi öldü? Kontrol etmek kolay, hadi deneyelim.

“Yarının Dünyasına Bir Yükseltici” (Medium)

Ne zaman dünya büyük bir kargaşa yaşasa, tüm insanlar arasında iyi bağlar kurma arzusu doğar. Bir ülke ne zaman bir iç krizden geçse, ulusun tüm kesimlerini birleştirme arzusu doğar. Yine de tüm bunlara rağmen hayat bizi hayal kırıklığından hayal kırıklığına sürüklemeye devam ediyor. Peki, huzura ve tatmine giden yolda eksik olduğumuz şey nedir?

Sorun şu ki, insan doğası gereği bencildir. Sadece kendimizi düşünür, kendi iyiliğimiz için düşünür ve başkalarını kendi zevkimiz için kullanırız. Bu nedenle, insanlar arasında karşılıklı bir bağ kurmak ve bu hedefi teşvik etmek için organizasyonlar ve süreçler oluşturmaya çalışmak gibi şeyler düşünsek bile, sonuçlarımız insan doğasının üstesinden gelme gücünden yoksundur yani kalbimizde, başkalarını sevmeyi kendimize olan sevginin önüne koyma gücünden yoksundur. Bu nedenle, bağ kurma çabalarımız asla uzun sürmez.

Başarmak için ihtiyacımız olan şey, özel bir güç, uhrevi bir şey, bizi bencil doğamızdan daha gelişmiş, yüce ve tamamen yeni bir şeye; ‘başkalarına sevgi’ doğasına yükseltebilecek bir tür mucize mekanizmasıdır.

Bizler, evrimsel bir sürecin ortasındayız. Son yıllarda dünya, tüm detaylarının birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve birbiriyle ilişkili olduğu bütünsel bir sistem haline geldi. Ama biz insanlar, kendi içimize odaklanmış durumdayız ve henüz gelişmekte olan dünyaya entegre değiliz. Dünya giderek birbirine bağlı hale geldikçe, herkesin egosu aynı anda büyüyor ve bizi birbirimizden uzaklaştırıyor. Böylece, insanlık ve doğa sistemi arasındaki uyumsuzluk da büyüyor. İnsan doğası değişmezse, yıkıcı bir patlamaya gelmemiz an meselesidir.

Bizi bu korkunç kaderden kurtarabilecek ve bizi daha güvenli ve daha keyifli yeni bir etkileşim düzeyine yükseltebilecek benzersiz bir mekanizma var. Bu hayat kurtarıcı mekanizması Kabala ilminde anlatılmıştır ve bu, insan doğasını düzeltmek için bir metottur. Genel anlamda, metod, küçük gruplar halinde bağ kurma ve iletişim tekniklerini öğrenmeye ve uygulamaya dayanır. Kişi ayrıca doğanın bütünleyici sistemi ve gerçekliğin tüm parçalarını bütünleyici, mükemmel biçimli bir mekanizmaya bağlayan güç hakkında derinlemesine öğrenir.

Tüm doğanın temelinde, her şeyin bağlantı, mükemmellik ve uyum içinde ilerlediği kapsamlı bir sistem vardır. Sevgiyi talep eden bu yüce doğa yasası kesinlikle çiğnenemez. Egoist doğamızı başkalarını sevmeye doğru aştığımız ölçüde, kendimizle başkaları arasındaki mesafe, herkesi kendi içimizde hissedebilecek duruma gelene kadar kısalır. Zihinsel ve duygusal hesaplamalarımız uyumlu bir şekilde birbirine bağlanır; zihin ve kalp, her şeyin tam ve bağlantılı hale geldiği merkezlenmiş bir çizgide birleşir.

Böyle bir gelişme süreci, her birimizin başkalarına karşı gerçek sevgiyi edinmemize yol açabilir ve o zaman çevremizi de bu hedefi desteklemek için şekillendirmeye yardımcı olmaya başlayabiliriz. Bağımsızlıktan karşılıklı bağımlılığa bu dönüştürücü geçiş, ıstıraplar dünyamızı yarının dünyasına, tüm insanlığın refah bir geleceğe yükseldiği daha yakın ve daha işbirlikçi bir dünyaya yükseltecektir.

“Neden İnsanlığın Büyük Kesimleri, Bazen Doğal Afetler Ve Savaşlar Gibi Büyük Istırap Darbelerine Maruz Kalıyor?” (Quora)

İnsanlık ne kadar gelişirse, doğanın küresel ölçekte birbirine bağlılığını ve karşılıklı bağımlılığını keşfetmeye o kadar yaklaşır. Gelişimimizin belirli bir noktasında, sıkılaşan küresel bağlantımız aracılığıyla yepyeni bir varoluş seviyesine yükselmek için bir davet alırız, karşılıklı endişeyi harekete geçirmekten başka bir şey kalmadığını anlarız.

O halde neden doğal afetler, savaşlar ve salgın hastalıklar gibi büyük ıstırap darbeleri alıyoruz? Bu, doğanın kendisini dengeye geri döndürmeye çalışması nedeniyledir ve doğanın bir bütün olarak dengeye girmesi için insanlığın belirli bir tür ahlaki ve manevi ıslahtan geçmesi gerekir.

Ve doğanın, insanlığı ıslah ihtiyacını fark etmeye teşvik etmesinin en basit ve en doğrudan yolu, bize ıstırap göndermektir.

Acı çektiğimiz an ihtiyaçlarımız anında azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazır hale geliriz. Örneğin, savaşlar sırasında ve doğal afetlerden sonra olanları ele alalım. İnsanlar, yaşamlarına lüks fazlalıklar için hiçbir hamle yapmadan azla yetinir ve birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazır hale gelirler.

Acı çekmek bizi arındırır, egoist dürtülerimizi azaltır ve bizi daha azıyla yetinmeye hazır hale getirir. O zaman güven ve destek almak için başkalarıyla bağ kurmaya hazır hale geliriz.

“Savaşın Açlık Oyunları” (Medium)

Ukrayna’da bir aylık savaşın ardından, benzeri görülmemiş bir dünya gıda krizi bekleniyor. Rusya ve Ukrayna’nın toplam buğday ihracatı, küresel üretimin yaklaşık yüzde 30’unu oluştururken, Rusya dünyanın ana gübre ihracatçısı. Bu nedenle, çatışma, küresel tarımda gıda mevcudiyetini ve fiyatlarını etkileyen “kusursuz bir fırtınayı” hızla serbest bırakmakla tehdit ediyor. Bunun kökünde, yaklaşmakta olan açlığın yiyecek eksikliğinin değil, aşırı insan egoizminin bir sonucu olduğunu anlamamız gerekir.

Dünyada yaklaşık 45 milyon insanın zaten kıtlığın eşiğinde olduğunu ve 81 ülkede yaklaşık 283 milyon insanın gıda yetersizliği açısından yüksek risk altında olduğunu düşünürsek (Dünya Gıda Programı tahminlerine göre), gelecek için tahminler umut verici değil. Enerji krizi ve doğal gaz fiyatlarındaki hızla yükselen artışlar, gıda üretimi ve nakliye maliyetlerine ciddi darbe vurdu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, COVID-19 pandemisi nedeniyle yaşanan aksaklıklar ve maliyet artışlarına ek olarak, önümüzdeki aylarda gıda fiyatlarında en az yüzde 20’lik bir artış öngörüyor. Durumun küresel gıda güvenliğini keskin bir şekilde kötüleştirmesi ve toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık yaratması bekleniyor.

Dünya gıda güvenliği sorununa doğru yaklaşmış olsaydı, erzakları tehlikeye atarak milyonlarca insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek bir krize girilmezdi. Duruma sağlıklı bir şekilde yaklaşabilir ve neye sahip olduğumuzu, ne kadar ihtiyaç duyulduğunu, kimlerin eksik olduğunu ve bir ailede olduğu gibi kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl dağıtabileceğimizi değerlendirebilirdik.

Sorun şu ki, dünya giderek birbirine bağımlı hale gelirken, aynı zamanda giderek daha da kopuk hale geldi. Kimse gerçekten başkalarının iyiliğini düşünmüyor. Bazı yerlerde, fiyatları yüksek tutmak için tüketim için temel tahıllar bile yakılmış olacak ve diğer yerlerde insanların kelimenin tam anlamıyla açlıktan ölmesine neden olacak. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz gıda krizi, sınırlı erzak meselesi değil, aramızdaki karşılıklı endişe ve sorumluluk eksikliğidir.

Bu, dünyanın karşılaştığı ilk gıda krizi değil ve sonuncusu da olmayacak. Uluslararası kuruluşların açlıkla mücadele için aldığı milyarlarca dolar, tüm dünyayı birkaç kez besleyebilirdi, ancak sorun çözülmüyor çünkü çözüm bulma konusunda gerçek bir ilgi yok. Açlık kârlı bir iştir ve bir egemenlik biçimidir. Bundan nakit para kazananlar, açlığı sürdürmekten mutlu olacaklardır. Diğerleri, soğukkanlı bir analizle, 8 milyarlık küresel nüfusa bakıyor ve bu sayının yarısıyla başa çıkmanın genel olarak daha kolay ve daha avantajlı olacağını bile düşünüyorlar, yüz yıl önce daha az doğal kaynak olduğunda olduğu gibi.

Bana göre, sorunun özünü yani insan doğasındaki egoizm ve kişisel çıkar ile ortak çıkar arasındaki savaş sorununu çözmedikçe, dertlerimize çare bulamayacağız. Seçeneklerimiz tükendi. Sadece ortak çıkar için bencil çıkarların üzerine çıkmak, insanlığı daha uzun yıllar gereksiz bir işkenceden kurtarabilir.

Karşılaştığımız gıda krizi, bizi küresel sorunlarla nasıl başa çıkacağımız konusundaki önceliklerimizi yeniden değerlendirmeye zorlamalı. Ancak toplumdaki herkesin birbirine bağımlı olduğunu ve dünyanın, herhangi bir organındaki ağır bir hastalığın tüm sistemi çökme noktasına gelene kadar etkilediği tek bir beden gibi olduğunu kavradığımızda, değişmeye başlayacağız. O zaman, toplum ve yetkililer tarafından kurulan, karşılıklı önem ve destek sistemlerini ve herkesin karşılıklı sorumluluk sahibi olduğu yeni bir toplumun ortaya çıktığını görmeye başlayacağız. İnsanlığın basitçe başka seçeneği yok, hayatta kalmanın başka yolu yok.

“Günümüz Savaşı, Geçmişteki Savaştan Nasıl Farklı?” (Quora)

Günümüz savaşında, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı birbirini tamamlayacak şekilde birleştirme imkânına sahibiz.

Mevcut savaşta da, önceki dünya savaşında olduğu gibi, dünya, bir gücün diğerlerini zorla kontrol etme arzusuna karşı yükseldi.

Savaşın fiziksel dünyada tezahür etmesine ek olarak, tam da kontrolün elimizde olduğunu kabul ettiğimiz noktada, bu savaş düşünce ve arzularımızda psikolojik olarak da kendini gösteriyor. Yani, varlığımızın merkezinde, yalnızca kendisi için haz almaya dayanan kendi kaderini tayin eden öz, egoizm var. Bu, hazzın ihsan edilişi üzerine inşa edilmiş ve egoist özden önce gelen, doğanın özgecil gücüne zıttır.

Egoist güç (alıcı), özgecil güce (verici) göre daha düşük statüde olduğundan, alıcı olarak statüsünü kabul etmez hale gelir ve bunun yerine verenin statüsünü elde etmeyi, onu yaratan özgecil gücün formuyla eşit olmayı seçer. Buna göre, bugünün dünyasının, bir gücün bir başkasını zorla kontrol etme arzusuna karşı nasıl genel bir karşılıklı fikir birliğine sahip olduğunu görüyoruz.

Her iki tarafın da bugün sahip olduğumuz, giderek artan birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bağları, doğada bizi daha birleşik durumlara ilerleten güçlerin nasıl olduğunu ve nihayetinde yaşadığımız bu savaşları uyandırdığını daha iyi anlayacaklarını umuyorum. Üstelik bu güçler bize, içinde bulunduğumuz mevcut savaşları aşma ve birlik olma fırsatı da veriyor.

Ayrıca, bu anlayışın bizi, çatışan tarafların her ikisinin de nasıl tatmin edilebileceğini keşfedecekleri -ki gerçekten keşfetmeleri gerekiyor- bir duruma götüreceğini umuyorum, üstelik, doğada bulunan pozitif güçleri kurdukları bağa çekeceklerinden, bir tarafın diğerini yenerek aldıklarının, iki katını alacaklar.

Bugünkü savaş, geçmişteki savaştan bu nedenle farklı, günümüzde, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı karşılıklı tamamlayıcılık içinde birleştirme araçlarına sahibiz.

Bu nedenle, bugün çatışan tüm tarafların, bölünmenin ötesinde birliği aramasını ve keşfetmesini ve bunu yaparak, karşılıklı olarak yepyeni bir barış, uyum ve refah düzeyinin keyfini çıkarmasını diliyorum.