Category Archives: Global Kriz

“Dalgalar Bizi Boğmadan Önce, İnsanlığı Uyandırın” (Linkedin)

2020 özetlerinin çoğu (hatta bunu deneyen çok az kişi) 2020’den sanki hayatları çalınmış gibi, bir trajedi olarak bahsediyor. Bana göre bu olgunlaşmamış bir bakış açısıdır. Küçük bir çocuk arkadaşlarıyla dışarıda oynadığında ve annesi ödevini bitirmesi için onu çağırdığında, çocuk onun korkunç bir anne olduğunu düşünür, ama biz yetişkinler daha iyi biliriz. Tabiat Ana’nın yapmamız gerekeni yapmamız konusundaki ısrarı karşısında, öfke nöbeti geçiren o çocuk gibiyiz. Doğa, insanlığa kötü bir şey yapmadı; bizi sadece ödevimizi yapmamız için çağırdı. Ve hepimizin bildiği gibi, eğer ödevimizi yapmazsak, sınavda başarısız oluruz. Ve test hayatlarımızla ilgili olduğunda, bu, başarısız olmak istediğimiz bir şey değildir.

Evdeyken, Tabiat Ana’nın bize dayattığı ilk karantinada, ödevimizi yapmaya başlamalıydık. Bizi eve gönderen virüsün, bizi, annelerinin ayrı odalarına göndermekten başka çaresi kalmayacak kadar geçinemeyen ve kavga eden kardeşler gibi, sadece birbirimize kötü davrandığımız için gönderdiğini anlamalıydık. O, bir süre yalnız kaldıktan sonra, birbirlerine yaptıkları gibi davranmamaları gerektiğini anlayacaklarını ve geçinmenin bir yolunu bulacaklarını ummaktadır.

Bir süre sonra, anne, onların anneleri olduğu için onları dışarı çıkarır ve hayattan zevk almalarını ister. Ancak barış yapmak yerine eskisinden daha da kötü kavga etmeye başlarlar. Zavallı annenin, bu sefer öğreneceklerini umarak, onları daha şiddetli bir şekilde cezalandırmaktan başka seçeneği yoktur. Çocuklar sessiz olduklarında, Annenin onlara iyi davrandığını bilirler. Ama kardeşler, birbirlerinden o kadar şiddetle nefret ederler ki, birbirlerini gördükleri anda kendileri için en iyi olanı unuturlar ve tekrar çekişmeye başlarlar.

Bizler buradayız. Doğanın darbeleri, annenin öğütleri veya cezası gibidir ve biz inatçı çocuklarız. Öğrenmek yerine,  maskelerimizi çıkarabilmemiz için aşılara güveniyoruz, böylece birbirimize bir kez daha küfür edebiliriz, sosyal mesafeyi kaldırabiliriz, böylece birbirimizi vurabiliriz ve bu duygusal katliamı “özgürlük” ve “normallik” olarak övebiliriz.

Doğa her seferinde başka bir ceza gönderdiğinde, bize çarpan ve bizi geri çekilmeye zorlayan bir dalga gibidir. Geri çekilme sırasında, birbirimizle olan davranışlarımız üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Ama yapmıyoruz. Sonunda, su çekilir ve barınaklarımızdan sadece kavga etmek, aşağılamak ve birbirimizi eskisinden daha fazla sömürmek için çıkarız. Bu, bizi düşünmeye zorlayarak bir sonraki dalgayı daha önemli hale getirir. Çok geçmeden düşünmeye başlamazsak, dalgalar bizi boğacak. Onlar her türlü yoldan gelebilirler; Doğa, cezalar söz konusu olduğunda çok yaratıcıdır ama onları ilk elden deneyimlememiz için hiçbir neden yoktur. Bunun yerine, onun verme ve önemseme konusundaki yaratıcılığını keşfetmeyi seçebiliriz.

Koronavirüse bakın. Herkesi orijinal suştan aşılamadık bile ve hali hazırda Birleşik Krallık ve Güney Afrika’dan her ikisi de çok daha bulaşıcı olan, iki yeni suşla uğraşıyoruz, zaten onaylanmış olan aşının da işe yarayıp yaramayacağını bilmiyoruz. Bu, doğanın pes etmeyeceğinin bir işaretidir. Biz öğrenene kadar durmayacaktır.

Aşı ile birbirimizi tedavi etme şeklimize bakın. Neden satın almaya gücü yetmeyen ülkeler, bunun için yalvarıyor? Hepimizin, bu işte birlikte olduğumuzu öğrenmemiş miydik? Herhangi bir yerdeki enfeksiyonun, her yerde enfeksiyon olduğunu görmedik mi? Aşıyı, hiçbirini dışlanmadan,  tüm ülkelere dağıtmak, karşılıklı sorumluluk konusundaki ilk testimiz. Şu ana kadar başarısızız.

Şimdi gördüğüm kadarıyla, Koronavirüs ve onun mutasyonları ile uzun yıllar yaşayacağımızı düşünüyorum. O, birbirimize karşı daha farklı bir şekilde, daha özenli, daha dikkatli ve sorumlulukla yaşamayı öğretmek için geldi. Biz öğrenene kadar, kaybolmayacak. Dalgalar gelip gidecek, ancak öğrenmede ne kadar duraksarsak dalgalar o kadar etkili hale gelecektir. Başlangıçta virüs çocukları etkilemiyordu; şimdi etkiliyor. Başlangıçta esas olarak akciğerlerimizi etkiledi; şimdi beynimizi ve kalbimizi etkiliyor. Bize anlatmaya çalıştığı şeyi öğrenmeden önce, bize daha ne yapmasını istiyoruz?

Anne alegorisini hatırlayın: Kavgayı bırakmazsak, Doğa Ana bizi ayrı odalarımıza gönderecek veya bizi cezalandırmanın başka yollarını bulacak ve bu da gittikçe daha acı verici olacaktır.

“Hayat” Kavramı Zaman İçerisinde Değişir Mi?

Soru: Son zamanlarda dünya bir yandan pandemi ve diğer krizlerle vurulurken, diğer yandan teknoloji ve bilimde çok güçlü gelişmeler yaşanmakta, bu, “hayat” kavramının çok değiştiği anlamına gelir?

Cevap: Değişiyor. Bu dünyada yaşayan sıradan insanlar, bu dünyanın bir anlamı olmadığını, çabalarımızın hiçbirinin bizi özel bir şeye yani ebedi doyuma götürmeyeceğini ve bu nedenle gerçekten yaşamaya gerek olmadığını daha fazla hissetmeye başlıyoruz.

Bu, özellikle yeni nesil içinde bir uyanıştır. Varoluşumuzun umutsuzluğunu ve amaçsızlığını tam olarak hissedecek olan, gelecek nesiller geliyor. Bu,  kitleleri hayatın anlamı sorusuna götürecektir. Bu geçişi onlar için hazırlamalıyız.

“Hızla Değişen Bir Gerçeklikte, Hedefleri Belirleme” (Medium)

Dünya giderek artan bir hızla değişiyor. Bu bir gerçek.  Ama insanlığın geliştiği yön sabittir. Günümüzde pek çok ikilem, insanları etkilemektedir. Koronavirüsün yeni bir mutasyonu aniden yeni belirsizliklerle gelir – Bu, salgını daha da uzun bir süre uzatacak mı? Bu arada, bir karantinadan diğerine yaşamaya devam ediyoruz. Her an değişen bir gerçeklik içinde, hayatta nasıl yön ve hedef belirleyebiliriz?

Stres, iş yükü, sağlık sorunları ve sonsuz endişeler, bizi dengeden çıkaran birçok ağırlaştırıcı faktörden bazılarıdır. Bu, modern yaşamdır. Bu nedenle, rahat hissettiğimiz ve hayatın akışının tadını çıkardığımız bir durum olan, sakinliği yeniden sağlayacak bir yol arıyoruz. Ancak, doğası gereği, herkes farklı inşa edilmiştir ve bu erken yaşlardan itibaren görülebilir. Bazı çocuklar uzun saatler boyunca oturmaktan ve oynamaktan hoşlanırken, diğerleri köşeden köşeye bir topun peşinden koşmak zorundadır.

Yetişkinlikte bile sorunlarla karşılaşma ve çözümleri doğaçlama yapma zorluğundan hoşlananlar vardır. Eylem olmazsa can sıkıntısına ve hatta depresyona girerler. Başkaları, kendileri için belirledikleri hedeflere ulaşmakla ilgili olarak, her an bir yenilenme hissetmelidir. Değişim olmazsa ölü hissederler. Son olarak, tabii ki, değişime tahammül edemeyen pek çok kişi de vardır. Hangi özelliklere sahip olunursa olunsun, her birimiz hayattan zevk almak için çabalıyoruz.

Sorun şu ki, yöntemlerimizi başkalarına dayatmak isteyerek, birbirimize karşı planlarımızı bozuyoruz.  Her insanda büyüyen ego, her birinin sadece kendine odaklanmasına ve başkalarını kendi lehine, giderek daha fazla sömürmesine neden olur. Bu, kimsenin diğerini dengeye yaklaştırmadığı, aksine tam tersini yaptığı, yapay bir dünya yaratır.

Değişimle Doğru Bir Şekilde Başa Çıkmanın Anahtarı

Yalnız hissetmek, yaşadığımız tüm stres ve endişenin ana kaynağıdır, özellikle de değişim geçirirken. Çözüm, çevremizden destek almakta yatmaktadır.

Hayat bizleri, kafa karıştırıcı ve zor koşullara doğru götürdüğünde, benzer durumlardan geçmiş olanlarla konuşmak sakinliği ve dengeyi yeniden sağlayabilir. Bu bize, yaşadığımız değişikliklere karşı, içimizde en iyi tutumu inşa etmemize yardımcı olan, yeni düşünceler ve ek bakış açıları sağlar. Destekleyici bir grup, kelimenin tam anlamıyla her bireyin üzüntüsünü ve acısını hafifletebilir.

Yavaş yavaş, evrimsel güçler ayrıca bizi daha büyük bir toplumsal sistemin bileşenlerine dönüştürecektir; burada her biri diğerlerine karşı farkındalık ve anlayışla bütünsel eylemler gerçekleştirecektir. Bu basitçe, aramızda her konuda ve her seviyede birbirini tamamlayan bağlar kurmak anlamına gelir – aile içindeki ilişkilerden, iş ve toplum arasından,  devlet düzeyine kadar.

Buna göre, gelecekte ihtiyaç duyulacak temel yetenek, bütünsel bir yaşam tarzının ve dünyanın düzenlenmesi için beceriler olacaktır. Bu, günümüz gerçekliğinin yöneldiği genel yöndür.

Uzun vadede, profesyonel alanlar, roller ve işler, bütünsel gelişim kriterlerine göre tamamen çökecek ya da gelişecektir. Bu, insanlar arasında karşılıklı olarak yarar sağlayan, bağ kurmaya yol açan her şeyin başarılı olacağı ve ters yönde çalışan her şeyin hayatta kalmayacağı anlamına gelir. Dolayısıyla bugün, yönümüzü ve hedeflerimizi belirlerken, her birimiz bunu hesaba katmalıyız.

İşletme sahipleri de zamanın yeni taleplerine uyum sağlamak zorunda kalacaklar. Kendilerini, insanlar arasındaki bağla yönlendirebilecek işletmeler gelişecek ve sadece kendi teknik mesleğine odaklananlar ortadan yok olacaktır. Yavaş yavaş bu tür işletmelerin nasıl müşterileri olmayacağını göreceğiz.

Bir meslek seçerken, sadece bireysel tercihlerimize değil, aynı zamanda meslekte insanlar arasında hakim olan ilişkilere de dikkat etmek önemli olacaktır. Memnuniyet ve kişinin kendisini en iyi şekilde gerçekleştirdiğini hissetme yeteneği, karşılıklı yardıma bağlı olacaktır. İş görevleri karşısında, kendinizi kaybolmuş ve yalnız hissetmemek için, her bir kişinin destekleyici bir ekibin parçası olduğunu hissetmesi gerekecektir.

Organizasyonlar tarafında, başarı seviyesini belirleyecek,  çalışanlar arasında hakim olan ruh olacaktır. Bu nedenle, işgücünü doğru bir şekilde nasıl organize edeceğini bilen ve herkese, organizasyonu ortak başarıya götürebilecek özel bir atmosferin, başkalarıyla en uygun bağ yoluyla bulunacağına dair anlayış ve his veren, bütünsel ilişkiler oluşturmada uzman olanlardan yardım istemek faydalı olacaktır.

Entegrasyon, her birinin diğerleriyle birlikte tek bir vücut gibi hissedeceği, organları arasındaki işbirliğinin, sağlıklı işleyiş seviyesini belirlediği bir düzeye ulaşmalıdır. Başarı isteyen herhangi bir görevde, her fikrin değerli olduğu kapsayıcı bir ortam oluşturmanın ve sürdürmenin zahmete değer olacağı herkes için net olacaktır. Bütünsel dünyamızda, ideal bir gelecek için mümkün olan en iyi çözümleri ve en akıllıca kararları bulmanın tek yolu budur.

“Fırtınalı 2020 Sona Erdi Ama 2021’in Daha Az Fırtınalı Olması İçin Hiçbir Şey Yapmıyoruz” (Linkedin)

2020 neredeyse bitti ama 2021’i daha az fırtınalı ve yaşanması daha keyifli hale getirmek için herhangi bir öz-eleştiri yapmıyoruz. Genellikle, senenin sonunda içsel gözlem yaparız, özetleriz ve sonuçlar çıkarırız. Geçtiğimiz yıl o kadar anlaşılmaz, öngörülemez ve açıklanamazdı ki onu anlamlandırma fikrinden tümüyle vazgeçmiş gibiyiz. Peki, biz ne yapıyoruz? Köşede oturup bekliyoruz. Ama ne için bekliyoruz? Hiçbir şey yapmazsak 2021, 2020’den daha kötü olacak, buna hiç şüphe yok.

Nefret ve şüphenin arttığı her yerde eğer 2020 bize bir şey öğrettiyse, o da nefretle hiçbir şeyin elde edilmeyeceğidir. İşbirliğini denememizin zamanı geldi. Olgunlaşmamızın ve ne olursa olsun birlikte yaşamamız, birlikte çalışmamız ve birlikte büyümemiz gerektiğini anlamamızın zamanı geldi. Toplumlarımızı, tek bir toplum olarak inşa etmek zorundayız. Ve şüphesiz, aşırı nefret üzerine kurulu bir toplum, insanların yaşamak ve çocuklarını büyütmek istediği bir toplum değildir.

Kendi geleceğimizin sahibi olmadığımızın farkına varmamız iyi bir şey. Ancak bu, şu an için hiçbir yükümlülüğümüz olmadığı anlamına gelmez. Ve bugünü iyileştirirsek, geleceğimizin de daha iyi olacağına şüphe yoktur. Şu anda, nefret ve güvensizlik kokan, parçalanmış bir toplumda yaşıyoruz. Bunun üzerinde çalışırsak, geleceğimiz daha iyi olacak mı? An itibariyle, aramızdaki yabancılaşma, depresyon ve sosyal izolasyon nereye bakarsak bakalım büyüyor.  Şimdi bununla ilgili bir şey yaparsak, 2021’i daha iyi hale getirmez mi?

Geleceği korkuyla beklemek yerine, şimdiye bakmalı ve işleri daha iyi hale getirmek için nerede çalışabileceğimizi görmeliyiz. Ve çalışmak için en iyi ve en etkili yer, kendi aramız, ailemiz ve toplumumuz, şehirlerimiz, eyaletlerimiz ve ülkenin her yeridir. Yapmamız gereken iş, aramızda patlak veren nefreti ve inkar edilemez varlığına rağmen, birbirimize bağımlı olduğumuzu kabul etmektir. Cumhuriyetçileri Demokratlardan ayırmaya çalışmak ABD’yi Çin’den ayırmaktan daha zordur: işe yaramayacaktır. Tek seçenek, nesillerdir olduğu gibi birlikte yaşamayı öğrenmektir.

Islahın Başlangıcının İşaretleri

Soru: Kabala’da eller, ağız, uzaklık gibi çok önemli semboller var. Şimdi, salgın sırasında kişinin ellerini yıkaması gerekiyor. Kabala’ya göre eller alma arzusudur. Birbirimize söylediğimiz çeşitli kötü şeyleri yaymamak için maske takmak gerekiyor. Ve tabi ki mesafe bir kısıtlamadır. Bu şeyler arasında bir bağlantı var mı?

Cevap: Hayır. Pek hoş olmayan her türlü durum aracılığıyla, bizler birbirimize karşı tutumumuzu istemeye istemeye düzeltmeye yeni başlıyoruz, bu da bize yavaş yavaş, metodik olarak, birbirimizle nasıl doğru bir şekilde etkileşim kuracağımızı öğretecek.

Umarım yavaş yavaş insanlık bu sonuca ulaşır. Bunu kaderin bir darbesi, savaşlar ve her türlü felaketle ıslah olarak görmek istemiyorum. Gerçi bu da olanaksız değildir.

Umalım ki, sadece virüs değil, tüm doğa, insanlar arasında egoistçe reddetmeye neden olan, karakter ve niteliklerimize rağmen, bize nasıl düzgün bir şekilde etkileşime girip, bir araya gelebileceğimizi öğretsin.

Soru: Bunların, doğanın bize öğretme şekline dair işaretler olduğunu söyleyebilir miyiz? Ellerimi yıkamak zorundayım yani kendi iyiliğim için, toplumdan almam gerekenden fazlasını almamalıyım. İftira etmemeliyim, bu yüzden konuşmayı ve nefes almayı zorlaştıran maskeler takıyoruz. Ve en önemlisi, herkes mesafesini korumalı. Bunlar, ıslahın başlangıcına dair işaretler değil mi?

Cevap: Hayır. Bunlar doğanın eylemleridir, dolayısıyla ıslah olarak adlandırılamazlar. Islah, egoizmimizin farkına varma ile başlar.

Henüz egoizmimiz üzerinde çalışmaya başlamadık. Umarım yakın gelecekte bunu açıklayabileceğiz ve insanlar, sorunun sadece egoizmimizde olduğunu anlamaya başlayacaklar.

Gerçek şu ki ellerinizi yıkayıp,  maske takmayı kendiniz için yapıyorsunuz. Bunu, egoizminizin üzerinde, başkalarının iyiliği için yaptığınızda, başkalarına bulaştırmamak için maske taktığınızda, o zaman ıslah başlayacaktır.

Virüs İçin Tedavi

Yorum: İnsanlar arasındaki bağın virüslere çare olduğunu söylüyorsunuz. Ama tam tersine, çarenin mesafeyi korumak, karantinaya almak olduğunu görüyoruz.

Cevabım: Karantina, virüs için tedavi değildir. Bunun yerine, virüsün tedavisi insanlar arasında sıcak bir bağdır,  virüsün aramıza, duygularımız arasına, ilişkilerimiz arasına yerleşmesini engellediğimiz zamandır. Tek kalp, tek adam gibi olmaya çabalayarak, aramızda virüse yer bırakmayız.

Ama şimdilik bir geçiş koşulundayız. Bu tür koşullar bize neyin iyi neyin kötü olduğunu, değişmeyi kabul etseniz de etmeseniz de, öyle ya da böyle yaparsanız ne olacağını öğretir. Burada henüz doğru sonuçları çıkaramayız.

Fakat hiç şüphe yok ki yakın gelecekte insanlık, insanlar arasındaki kişisel, doğru ilişkilerin toplumu iyileştirdiğini anlamaya başlayacaktır.

“İyi Bir Yıl İçin – İnsanlık Bağına Tamamen İnanın” (Thrive Global)

Bu yeni 2021 yılında, realitemizin nasıl mükemmel bir şekilde çalıştığını keşfedeceğimizi umalım.

Yeni bir yılın arifesinde, dünya kesinlik için can atmakta, bir güvenlik kaynağı aramakta ve daha yüksek bir gücün daha iyi bir gelecek için gerçekte her şeyi yönetip düzenleyeceğine inanmaya devam etmektedir. İnsanlar, gezegene ve kişisel yaşamlarına çarpan güçlü dalgalara dayanmak için tutunacak, bağlanacak bir çapa olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyar. O güvenli liman, uyumu geri getirebilecek kuvvetli bir gücün ifşa olması, aramızdaki bağda elde edilir.

Tamamen iyi bir dünyada olduğumuza inanmalıyız ve eğer kendimizi üst gücün ihsan etme niteliklerine göre ayarlarsak, realitemizi olumlu olarak hissederiz. Her şey, onunla ilişki kurma şeklimize bağlıdır. Tüm mücadelemiz, üst gücün bizimle ne yaptığını ve ne amaçla yaptığını anlamaktır. Anlamaya başladığımızda, aynı ölçüde biz de üst gücü, daha yüksek gücü, O’nu hissetmeye ve sevmeye başlarız.

Bir yıl sona ererken, yeni bir başlangıç beklenir. İnsanlar heyecanla gelme zamanına bekliyor ve 2020’nin üzüntü ve darbelerinin silinip gitmesini ve sonunda güneşin ufuktan dökülmesini umuyor. Gelecekle ilgili beklentilerimizin tümü, sadece başımıza gelenleri ne kadar iyi anladığımıza, geçmişte olanları nasıl kabul ettiğimize ve kullandığımıza ve baş gösteren şeylerden ne çıkardığımıza bağlıdır. Gözlerimizi açıp biraz daha ileriye, her şeyin olumlu bir amaç için gerçekleştiğine tam bir inançla, daha hedef-odaklı bir şekilde bakmaktan başka yapacağımız bir şey yok.

İnancın gücü muazzam bir güçtür. Aslında bu, çevremizdeki dünya ile ilgili olarak iki yola ayrılmış olabilir: Birincisi, insanlar, ağaçlar, dağlar, gökyüzü, ay, güneş, üst güç gibi doğanın cansız unsurlarının ardındaki güçleri ararlar – gerçekten bilmedikleri veya anlamadıkları bir şey ama kendilerinden daha üstün bir şeye karşı özel bir tutuma sahiptirler. Bu tür bir inanç bilinmeyenin büyüklüğündedir. İkinci tür inanç, yüce bir gücün algılanmadığı yerdir; sadece nasıl anlayacağımızı veya ele alacağımızı bilmediğimiz şeyler hakkında, bir korku ve endişe hissi vardır.

Gerçekte, egoizmimize (başkalarına neyin yararlı olduğuna bakmaksızın kendimiz için alma arzumuza) göre, bir şeyin iyi mi kötü mü, doğru mu yanlış mı olduğunu değerlendiririz. Fark etsek de etmesek de küresel ve kusursuz olan, bütün ve mükemmel bir doğa sisteminin parçasıyız.

Ama realitenin eksiksizliği ve mükemmelliğine dair bir inanç aniden gelmez; kademeli bir süreç içinde gelişir. İnanç birçok aşama içerir. Daha yüksek bir şeyle ilgili belirsizlik olarak başlar, bu üst güçle, onunla bir ilişki geliştirene kadar nasıl kavrayacağımızı bilmediğimiz bir şey. Bu bağ aracılığıyla özel muhakemeler/sezgiler elde edilir. Realitede gerçekleşen her şeye, iyi ve iyiliksever olarak algılanan, yüce güçle bağlantılı olarak bakmaya başlarız. O zaman, hayatın her alanındaki tüm koşullarda, bütünlüğü ve mükemmelliği görmeye geliriz.

2020 yılında yaşadığımız salgın ve tüm küresel sorunların bir sonucu olarak, gelişimimizde bizi yeni bir yaşam düzeyine, tek bir aile gibi, insanlığı yeni bir dünya görüşüne sevk edecek yeni bir aşamaya ulaştık. Karşılaştığımız sorunlar bizi ileri itiyor, yüce gücün bir olduğunu ve herkes için olduğunu keşfetmemize yardımcı oluyor. İnsanlık, aramızdaki bağda ifşa olan sevginin gücünü keşfediyor. Bölünmelerimizin üstesinden geldiğimizde ve birleşme isteğimizi ve bireysel egoizmimizin (bizi ayrı tutan tek faktör) ötesine geçme isteğimizi ifade ettiğimizde, böylece herkesin kaderini iyileştiririz.

Twitter’da Düşüncelerim / 26 Aralık 2020

Çoğu insanın aşılara karşı olduğunu görmek çok güzel – kimseye inanmıyorlar, tüm kuruluşlar yozlaştıklarını ve sadece kendilerini önemsediklerini gösterdiler. Egoizmin kötülüğünün bu ifşası çok değerlidir bu, insanların egoistik formunun içinde kendilerinin yok edecekleri toplumumuzun sonunun başlangıcıdır.

… daha fazla atılım yok ve olmayacak. Büyük keşiflerin zamanı geçmişte kaldı. Bir sonraki atılım, yalnızca insanın kendisindeki bir değişiklik yoluyla gerçekleşecek – kendisiyle yaptığı çalışmada, egoist benliğini özgecil bir benliğe değiştirmesiyle. Bu değişiklik, yeni zamanın tüm keşiflerine yol açacak. Aksi takdirde durağanlıkla karşı karşıya kalacağız …

Virüs, Bizler Sebebin İnsan Egosu Olduğunu Anlayana Kadar Saldıracak (Newsmax)

Doğa harika bir mizah anlayışına sahiptir:  tam insanlık aşıları yaymaya başlamışken, o Koronavirüsün iki yeni türünü üretti, biri muhtemelen Birleşik Krallık’ta, diğeri Güney Afrika’da. Her iki tür de hızlı yayıcıdır ve doktorlar, aşıların onlara karşı etkili olup olmadığından henüz emin değiller.

Ama ne bekleyebiliriz ki? Bu pandeminin en başından beri, sorunun COVID-19 olmadığı konusunda uyardım; bu, kötü insan ilişkilerinden kaynaklanan çok daha derin bir sorunun belirtisidir. Siz semptomla savaşırken, patojenin size sürekli saldırması şaşırtıcı değildir. Mevcut strateji,  patlak bir boruya sahip olup, musluğu kapatmak yerine suyu kapatmaya çalışmak kadar akıllıcadır.

Zaman zaman doğa, bize vurmaya devam edecek ta ki virüslerin, volkanik patlamaların, savaşların, kan dökülmelerinin veya orman yangınlarının gerçek sorun olmadığını ama biz insanlığın, dünyanın tek sorunu olduğumuzu anlayana kadar. Kendimizden başka her şey yerine, kendimizi nasıl düzelteceğimizi sorduğumuzda, çabalarımızın olumlu sonuçlarını görmeye başlayacağız.

Tüm felaketlerimizin, travmalarımızın ve akla gelebilecek diğer rahatsızlıklarımızın ardında yatan temel neden, bizim kendi egoizmimizdir. Kendimiz dahil, yaşadığımız dünyayı yok eden şey budur. Sorunun egomuz olduğu söylendiğinde, öfkeyle reddederiz ama bu onu daha az doğru yapmaz. Bunu inkar ediyoruz çünkü egolarımız sorunun kendileri olduğu gerçeğiyle yüzleşmek istemiyorlar. Ama biz bunu yapana kadar, sorunlar daha da kötüleşecek.

Ve işte başka bir sorun geliyor: İsrail halkı yolu gösterene kadar, dünya egoizmin nasıl üstesinden geleceğini bilemeyecek. Şu anda biz Yahudiler tam tersini gösteriyoruz; kendi aramızda kavga ediyoruz ve bölünmeden başka bir şey göstermiyoruz. Yahudi karşıtları, tüm sorunlara neden olduğumuz için bizi suçladığında, yardım edemem ama onlarla aynı fikirdeyim.

“Tek kalp tek adam” olarak birleşmeyi kabul ettiğimizde, ulus haline gelen ve hemen ardından “uluslara ışık” olarak atanmış bizler, bizim yapmamız gerekenin aksine, bölünme ve ayrılığın karanlığından başka hiçbir şeyi parlatmıyoruz.

Bunun farkında olmayabilirler ama Yahudi düşmanları, onlara davranış şeklimiz yüzünden bizden nefret etmiyor,  birbirimize davranış şeklimizden dolayı bizden nefret ediyorlar. Birbirimiz için hissettiğimiz gizli düşmanlığı yansıttığımızda, o gizli düşmanlık dünyaya yayılır ve insanların birbirlerinden nefret etmesine ve birbirlerinin boğazına sarılmasına neden olur.

Rakipler nihayet Yahudilere karşı döndüklerinde, bunun nedeni günah keçisi aradıkları için değildir, günah keçisi yapmanın bununla bir ilgisi olsa da; bunu nasıl kışkırttığımızı söyleyemeseler de bu, esas olarak bizim yüzümüzden savaşta olduklarını hissettikleri içindir. Yine de sezgileri doğrudur: bölünmek yerine birleşmiş olsaydık, bölünme yerine birlik yansıtırdık ve dünyanın geri kalanı da barış içinde olurdu.

İnsanlık barış içinde olmadığında, milletler üstünlük için savaşırken, bunu başarmak için tasarruflarındaki her yolu kullanırlar. Bu süreçte insanları, doğal kaynakları sömürüyorlar, Dünya’yı kirletiyorlar ve yarın yokmuş gibi onu tüketiyorlar. Ama sonuçta bizim geleceğimizi mahvediyorlar.

Şimdi geleceğe ulaştık; insanlığın sömürüsünün, doğanın artık dayanamayacağı kadar ağır hale geldiği bir zamana geldik. Şimdi bizi geri itiyor ve biz değişene kadar durmayacak. Doğaya ne kadar çok baskı yaparsak, o kadar geri iter ve normal insanlar acısını çekecektir.

Ancak, İsrail halkı rollerinin farkına varırsa ve rotasını, küçümsemekten birleşmeye/bağlılığa doğru değiştirirse, İsrail ile birlikte tüm dünya rotasını değiştirecektir. Bu olduğunda aşılara ihtiyacımız olmayacak; kendi ilişkilerimiz bizi sadece virüslerden değil, aynı zamanda kopukluğumuzun neden olduğu diğer tüm talihsizliklerden de koruyacaktır.

İsrail’deki ve ardından insanlıktaki ayrılık seviyesinin, dünya çapında afetlerin yoğunluğunu ve sıklığını nasıl etkilediğini canlı bir şekilde görebildiğimiz bir noktaya geldik.

Şimdi geriye kalan tek şey, dünya ikna olana ve bizi ayıran ve dolayısıyla bizi öldüren egolarımıza karşı savaşmaya hazır olana kadar, bunu belirtmeye devam etmektir.

“Kovid Sonrası Günlerde” (Linkedin)

Şimdi toplu aşılama kapıda, Koronavirüs, insan uygarlığını ele geçirmeden önce, herkes 2019 yaşam tarzına dönecek gibi görünüyor. Ama bence bir sürprizle karşı karşıyayız. Herkes sağlıklı olduğunda ve hepimiz seyahat edip, alışkın olduğumuz şeyleri yapabildiğimizde, sanırım önceki hayatlarımızdan uzaklaştığımızı keşfedeceğiz. Gelişimimizde yeni bir aşamaya başladık. Bazılarının yapacak olmasına rağmen, insanların ofislerde çalışmaya geri döneceğini sanmıyorum. İnsanların Covid-19’dan önce, dünyayı bir salgın gibi saran “seyahat çılgınlığına” geri döneceğini düşünmüyorum ve güvenli olsa da önceden dışarı çıktığımız kadar dışarı çıkacağımızı da düşünmüyorum.

Sanırım biraz büyüdük, daha sabitlenmiş hale geldik. İnsanların sosyal varlıklar olduğu ve çevrelerindeki insanlara ihtiyaç duyduğu söyleniyor, ama biz gerçekten öyle miyiz? İşe ihtiyacımız var çünkü bir gelire ihtiyacımız var, bu yüzden meslektaşlarımızla sosyalleşiyoruz, peki biz sosyal varlıklar mıyız? Ayrıca, sadece diğer insanlardan alabileceğimiz onaya da ihtiyacımız var, bu yüzden başkalarıyla iletişim kurmalı, onlara hükmetmeye çalışmalı, onaylarını almalı veya onları, bize tabi kılmalıyız. Fakat bunlar sosyal ihtiyaçlar değildir; tatmin isteyen bencil ihtiyaçlardır.

Bana öyle geliyor ki, Koronavirüs bizlere, daha önce yaptığımız gibi güç ve çoğu kez seçimimiz olmamasından dolayı prestij için dünyayla rekabet etmekten daha çok, kendimizle veya ailelerimizle birlikte olma konusunda yeni hazlar verdi. Açıkçası, herkes bu şekilde değişmedi, ancak değişimin hissettirilmesi, kalıcı olması ve büyümesi için yeterince insanın değiştiğinden eminim.

Gençken başkalarına bakar ve yaptıklarını taklit ederiz. Büyüdükçe daha bireysel bir kişilik geliştiririz ve içgüdüsel olarak sürüyü takip etme eğilimimiz azalır. İnsanlığın da benzer bir aşamadan geçtiğini düşünüyorum. Kendimize daha sık sormaya başlayacağız, “Ne için? Buna değer mi? Herkesin yaptığı şeyden gerçek bir fayda sağlayacak mıyım? ”

Eski zevklerimizin yerini neyin alacağını, örneğin seyahat etmek yerine neyin geleceğini hâlâ bilmiyorum. Bu, büyük ölçüde, onlar için kazançlı olduğundan dolayı,  bize kalıcı tatmin sağlamayan şeylere para harcamaya bizi ikna etmek isteyen fikir liderlerine ve tepedeki kişilere bağlıdır. Ama her iki durumda da, bana öyle geliyor ki, Covid öncesi çılgınlığımızın etkisinden kurtulduk ve şimdi daha yerleşik, sakin ya da başka bir deyişle olgun olacağız.