Monthly Archives: Ocak 2023

Üst Işık, Manevi Bağın Garantörüdür

Soru: Dünyada insanlar arasında farklı türde bağlar vardır. Kabalistik bağ ile bunların arasındaki fark nedir? Neden Kabala’daki gibi çalışmıyorlar?

Cevap: Çünkü bunlar, üst ışığı çeken türden bir bağ değiller.

Dünyada birçok bağ var. Çeşitli sosyalist, nasyonel sosyalist, Nazi, komünist, kolektif çiftlikler, kibbutzlar ve diğer sendikalar, insanları ıslah edecek ve yükseltecek olan üst ışığı çekmezler. Bu bağlar dünyevi seviyede bulunur ve sona erer.

Ve manevi bağ için üst ışığı çekmek şarttır. Aksi halde bütün çaba ve denemelerimiz bu dünya derecesinde son bulur. Fanatik, dini, sosyal, politik ya da her neyse, herhangi bir akımın nasıl ortaya çıktığını görüyoruz. Alevleniyorlar ve sönüyorlar. Her birinin kendi son kullanma tarihi vardır. Ancak hepsi yavaş yavaş kendi sosyal kaynağını geliştiren insanlığı oluşturur.

Ve tüm bu hareketler, dalga dalga, yavaş yavaş insanlığı umutsuzluğa sürüklüyorlar. Bugün herhangi bir harekete, yeni partilere kim inanıyor? Herkes tüm bunların yozlaşmış bir şey olduğunu anlıyor, tüm bunlar egoizmden geliyor, tüm bunlar bugün olmazsa yarın bitecek, sadece bekleyin.

Her şeyin eskidiğini görüyoruz. Milyarlarca insanın dahil olduğu, birbirini fanatizmle, nefretle, içten içe kin ile besleyen bu tür köktendinci hareketler bile, yavaş yavaş zirvelerinden aşağı kaymakta ve bu konuda hiçbir şey yapamamaktadırlar çünkü egoizm bedelini ödetmektedir. Onun formu son haline dönüştürülmelidir.

Bu mevcut akımlar, son yapının kurulduğunu anlamıyorlar ve yine de ona gelmek zorunda kalacaklar. Yani hiçbir yere gitmiyorlar! Sonuç olarak, tüm planları mahvolacak.

“Teknolojik Gelişimin Sınırları” (Medium)

Mevcut gerçeklik ile yaşayabileceğimiz hayat arasındaki bariz zıtlık, giderek daha acı verici hale geliyor. Acı verici çünkü cennette yaşıyor olabilirdik. Bunun yerine, kendi yaptıklarımızla hayatımızı cehenneme çeviriyoruz.

Bir yandan insanlığın bir kısmı, Taş Devri’nden Tunç ve Demir Çağlarına, feodalizm ve köleliğe, sosyalizm ve kapitalizme, otokrasi ve demokrasiye kadar tüm gelişim aşamalarını yaşadı. Aynı zamanda, insanlığın diğer kısımları da bu ilk üç dönemde bir yerlerde sıkışıp kaldılar. Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim evreleri arasındaki bu uçurum, insanların hayatlarının her alanında boşluklar yaratmakta ve insanlığın ilerlemesini engellemektedir.

Böyle bir durumda, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun yardımcı olamaz. Sunulduğu yerde bile, insanlar onu insanlığı ulaşabileceği yüksekliklere çıkarmaktan çok, birbirlerine kötü davranmak için kullanıyorlar. Bu nedenle, insanlığın sorunlarının çözümü daha fazla teknolojide değil, insanlığı karşılıklı taciz ve yok etme barbarlığından yükseltecek uygun eğitimde yatmaktadır.

Şimdi değişmesi gereken şey, nasıl iletişim kurduğumuz değil, birbirimizle nasıl bağ kurduğumuzdur. Sürekli kavgacı tutumdan yaklaşırsak ve avlanma alanları için savaşan mağara adamı klanları gibi davranmayı bırakırsak, dönüştüğümüz küresel insan toplumu gibi davranmaya başlarsak, teknolojinin faydalarını tüm insanlığın iyiliği için en üst düzeye çıkarabileceğiz.

Bence bugün saldırganlığın işe yaramadığı zaten belli. Dünya artık zorbalara müsamaha göstermiyor.

Gelişimin tüm yapısının ve yönünün artan işbirliği ve birlikte çalışmaya doğru olduğunu görmeye başlamalıyız. Doğa, birbiriyle çelişen güçler yaratmış olsa da doğada savaşlar yoktur; tamamlayıcılık vardır. Doğadaki her element karşıtına bağımlıdır ve onun varlığını sürdürür. Bunu anlamış olsaydık, düşman olarak gördüklerimizi umutsuzca yok etmeye çalışmak yerine tamamlayıcılığın meyvelerini toplardık.

Kendi körlüğümüzün içinde, hayatta kalmamızın ve refahımızın o düşmanların hayatta kalmasına ve refahına bağlı olduğunu görmüyoruz. Bu basit gerçeği görebilseydik, savaşın aptallığını anlardık.

Yok etmek yerine işbirliği yapmaya başladığımızda, hangi güçleri serbest bırakacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok. Şu anda aleyhimize çalışan her şey lehimize işlemeye başlayacak çünkü biz de onun lehine çalışıyor olacağız.

Şu anda, her şeyin diğer her şeyi ve herkesi yok etmeye veya hükmetmeye çalıştığını hissediyoruz. Tamamlayıcılık, tam tersi anlamına gelir: Her şey, diğer her şeyi ve herkesi devamlı kılar ve destekler. Evren bu şekilde çalışmasaydı, bir saniye bile var olmazdı. Bunu anladığımızda ve buna göre hareket etmeye başladığımızda, hepsi bizim lehimize çalışan sınırsız güçlerin ve bolluğun yeni bir gerçekliğini keşfedeceğiz.

Bu keşifleri gerçekleştirmenin tek yolu, yukarıda belirtildiği gibi, tavrımızı çatışmadan işbirliğine değiştirmektir. Şu anda insanlıkta algıladığımız tüm ayrılıklar ve düşmanlıklar ortadan kalkacak ve insanlar, yaratılıştaki diğer tüm unsurlarla mükemmel bir uyum içinde kendi rollerini yerine getiren tek bir birim olarak çalışacaklar.

Tamamlayıcılık herkesin ihtiyacı olanı, ihtiyacı olduğu kadar ve tam ihtiyacı olduğu zamanda almasını sağlayacağı için, teknolojik gelişme bir sorun olmayacaktır. Sadece zihin yapımızı değiştirmek bizi bolluk çağına götürecektir.

Atzmuto ve Işık Arasındaki Fark

On Sefirot’un Çalışılması’nda, Atzmuto ile ışık arasında bir fark olduğu yazılıdır. Atzmuto ulaşılamaz bir şeydir – yaradılışın köküdür. Ve ışık, bu kökten kaynaklanan, yayılan ve birçok farklı türde yaratılış oluşturmaya devam eden şeydir.

Baal HaSulam, ışığın tam olarak Atzmuto’dan farklı olduğunu yazar çünkü yaratılanın niteliği, alma arzusu zaten ışığın doğasında vardır. Ve Atzmuto, buna sahip değildir.

Soru: Atzmuto’nun Yaradan’ın özü olduğunu söyleyebilir miyiz? Yaradan’da kendisi için bir şey alma düşüncesi hiç yok mu?

Cevap: Yaradan, var olan her şeyin kaynağıdır. Her şey onun içindedir. Ama O’nun hakkında çok fazla konuşamayız çünkü O’nun hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

İnsanın Yaradan İle Diyaloğu

Dua, MAN‘ı (dişi sular) yükseltmek denilen, Yaradan’a bir yakarıştır yani kişinin kendisinden Yaradan’a yükselttiği büyük bir arzusudur. Elbette o zaman Yaradan onun isteğine cevap verebilecektir. 

Dua, kişinin Yaradan’dan samimi bir talebidir, Yaradan onu bekler ve cevap verir. Dua, kişinin Yaradan ile olan bağıdır.

Duanın sadece insana özgü olduğunu düşünmeyin. Cansız, bitkisel ve hayvansal doğa kendi içinde sürekli dua halindedir. Ama onların duaları organik olarak doğanın bir parçasıdır çünkü bir taşın, bir bitkinin veya bir hayvanın ne isteyeceği önceden bilinir. Bu nedenle arzularının özel bir ifadeye ihtiyacı yoktur; otomatik olarak hareket eder.

Oysa insan, duası üzerinde çalışmakla yükümlüdür ve bu nedenle kendisine özgür irade verilmiştir. İnsan, duasını Yaradan’ın kendisine vermek istediği şeye göre düzenlediği ölçüde, başarıya ulaşır ve Yaradan’la karşılıklı bir bağ kurar: “Ben sevgilim için,  sevgilim benim için.”

Yaradan kişi için önceden bir cevap hazırlar ve böylece onu dua etmeye uyandırır. Kişi, Yaradan’a kendisine cevap verme ve yardım etme fırsatı vermek için hangi dua ile hitap edeceğini araştırmalı ve bulmalıdır. Sonra aralarında “Ben sevgilim için, sevgilim benim için” şeklinde karşılıklı bir bağ kurulur.

İstediğimiz o anda, Yaradan zaten bize yardım ediyordur ve hatta daha öncesinde, çünkü O bizi Kendisine dönmemiz için uyandırdığında, zaten bununla yardım eder, söylendiği gibi: “Sadece iste ve Ben cevap vereceğim.”

“Mutsuzluk Çağı” (Linkedin)

Küresel analiz ve danışmanlık şirketi Gallup tarafından yakın zamanda yayınlanan bir makale, dünya genelinde mutsuzluğun arttığını ortaya çıkardı. Makaleye göre durum “endişe verici çünkü mutsuzluk şu anda rekor seviyede. … İnsanlar her zamankinden daha fazla öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres hissediyor.” Mutsuzluğun artmasında pandeminin payı olduğu kabul edilirken, “Aslında mutsuzluk on yıldır istikrarlı bir şekilde tırmanıyordu.” deniyor. Araştırmalar, mutluluğun sosyal bağlara bağlı olduğunu gösteriyor. İstatistiksel olarak, daha güçlü ve daha fazla sayıda sosyal bağa sahip insanlar, kendilerini daha mutlu hissederken, içedönüklerin mutsuz hissettiklerini bildirme olasılığı daha yüksek.

Mutluluk ve sosyal bağlar arasındaki ilişki, tüm yaratılışta temel bir öğeye işaret eder. Realitenin her parçasında sağlamlık, canlılık ve gelişim, çevre ile olan bağlara bağlıdır. Realitede herhangi bir yerde meydana gelen her değişiklik, çevre ile bazı etkileşimler nedeniyle gerçekleşir. Yırtıcı hayvanlardan kaçmak gibi görünüşte olumsuz bağlar bile gelişimi hızlandırır.

Tüm doğa için geçerli olan, kendi vücudumuz için de geçerlidir. Vücudumuz ancak hücreler ve organlar arasındaki sayısız bağ sayesinde kendini idame ettirebilir, kendini besleyebilir, patojenlerden ve kirleticilerden koruyabilir, sağlıklı ve güçlü tutabilir. Bu bağların çeşitliliği ve karşılıklı destekleri vücuda güç, dayanıklılık ve canlılık verir.

Bu bağların koptuğu ve kusurlu olduğu tek yer, insan toplumudur. Diğer tüm topluluklar ve diğer tüm doğal sistemler uyumlu bir şekilde çalışır ve parçaları birbirini tamamlar ve destekler. Ancak bizim durumumuzda, karşılıklı destek ve tamamlayıcılık yoktur. Bağlarımız sömürücü ve taciz edicidir ve hedeflerimiz kendi yaşamlarımızı iyileştirmek değil, başkalarının yaşamlarını daha da kötü hale getirmektir.

Bu nedenle, Gallup anketinin bildirdiği tüm olumsuz unsurlar -öfke, üzüntü, acı, endişe ve stres- aramızdaki bozuk ve kopmuş bağlardan kaynaklanıyor. Başlamış olan mutsuzluk çağı, bizim kendi eserimizdir. Birbirimizle ilişki kurma biçimimizi değiştirirsek, ondan çıkıp, şu anda olumsuz olarak algıladığımız her şeyin olumlu karşıtına dönüşeceği bir çağ ile buluşacağız.

Şu anda toplumda hâkim olan olumsuz ilişkiler, umursamazlığın ve yabancılaşmanın bedelini bildiği için, yakınlık ve karşılıklı ilgide ısrar eden bir toplumun alt tabakası olacaktır. Mutsuzluk çağı, gerçek bir aydınlanmanın, doğa bilgisinin ve ondan insan doğasını nasıl düzelteceğini ve hayatı tüm insanlık için nasıl iyi hale getireceğini öğrenen bir çağın tetikleyicisi olabilir. Alternatif olarak, eylemsizliği seçersek, yaygın mutsuzluk tırmanmaya devam edebilir ve benzeri görülmemiş bir sefalet çağına dönüşebilir.

Yeryüzündeki Varlığımız İçin Bir Şart

Tüm çalışmamız, anlamak ve hissetmektir yani tüm insanlığın genel sistemini ve birbirimize ne kadar bağlı ve bağımlı olduğumuzu ortaya çıkarmaktır.

Bize öyle geliyor ki, ister Avustralya’da ister Amerika’da olsun, dünyanın diğer tarafında olup bitenlerden etkilenmiyoruz. Ama dünyanın genel sistemine göre, biz görmesek de tüm insanlar arasında bir bağ olacak şekilde düzenlenmiş durumdayız.

Dünya mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir. Sadece biz insanlar, iyi ve doğru ilişkiler kurmaya ve toplumu Dünya gezegeni gibi mükemmel, dairesel bir forma getirmeye çalışmadan, sürekli birbirimizi öldürüyor ve savaşıyoruz. Bununla, kendimizi ıslahtan, doğanın üst gücünün mutlak iyiliğine ulaşma yolundaki iyi bir yaşamdan uzaklaştırıyoruz.

Hepimizin bağlı olduğu, hepimizin birbirine bağımlı olduğu ve herkesin herkese bakmakla, bu dünyanın tüm sakinlerine mutlaka bakmakla yükümlü olduğu, doğa yasasını dikkate almalıyız. Uygulama, böyle bir bağı kurana kadar acı çekeceğiz. Böyle bir bağı ne kadar uzun süre reddedersek, acımız o kadar artacaktır.

İnsanlık gelişiyor ve teknolojik ve bilimsel ilerleme ve kültür sayesinde hayatın daha iyiye gideceğini düşünüyor. Ama aramızda iyi ilişkiler inşa etmezsek, iyi bir hayat kuramayız; bunun yerine, Baal HaSulam’ın hakkında yazdığı üçüncü ve dördüncü nükleer dünya savaşlarına varan, giderek tatsız durumlara düşeceğiz.

Dolayısıyla bu tür sıkıntılara düşmemek için acele etmeli ve ıslahın ancak herkes arasında iyi bir bağ kurmaktan geçtiğini tüm dünyaya anlatmalıyız.

Doğru karşılıklı bir bağın, varlığımız için kesinlikle gerekli bir şart olduğunu anladığımız bir duruma gelmeliyiz. Yavaş yavaş, bu daha net hale gelmelidir. Dünya çok zor, kritik zamanlara yaklaşıyor. İklim felaketleri, uluslar arası savaşlar ve kıtlık gibi mücadelelerle karşı karşıyayız.

Şimdi bile Mısır vebalarının birer birer meydana geldiğini görüyoruz: “kan, kurbağalar ve bitler” – eski Mısır’da meydana gelen tüm bu felaketler artık tüm dünyada ortaya çıkmalı.

Ama bunlar bize sadece acı çekmemiz için değil, onlar aracılığıyla bu acıdan çıkacak tek çözümün bağ kurmak ve karşılıklı destek olduğunu keşfetmemiz için veriliyorlar. Umarız bunu herkese anlatabiliriz ve bu şekilde üçüncü ve dördüncü dünya savaşı tehlikesinden kurtuluruz.

“İnsanlar İçin, Birini Sözünü Kesmeden Dinlemek Neden Bu Kadar Zor?” (Quora)

Neden bazen başkalarını dinlemek çok zordur? Her şeyden ve herkesten önce kişisel çıkarımızı düşündüğümüz egoizmimiz ve gururumuz nedeniyle, başkalarının fikirleriyle belirli anlaşmazlıklar yaşamamız yaygın bir durumdur. Farklı bir görüş bile olmayabilir ama benim söylemek istediklerimi başka birinin söylemesi ve benim söylememem, dinlememem için yeterlidir.

Görüşün kendisi o kadar önemli değildir. Önemli olan kendini ifade edebilme yeteneğidir.

Bazen, kişinin kendi görüşlerini farklı görüşlere sahip bir başkasına dayattığı bir durum ortaya çıkar ve bu, kendi görüşlerini ileri süren kişinin, diğer kişinin benlik algısını bastırdığı hissini uyandırır. Çünkü dinlediğimiz zaman karşımızdakinin etkisi altına gireriz. Biz o anlarda neredeyiz? Görünüşe göre yok oluyoruz, bu yüzden orada burada kendi ağzımızı açma ihtiyacı hissediyoruz.

Diğer bir deyişle, söylediklerimiz görünüşte doğru ve yerinde olsa bile, doğrudan ve zorlayıcı bir şekilde konuşmalara girmemeliyiz. Hazırlık olması gerekiyor. Yani konuştuğumuz kişiye haklı olduğu hissini vermemiz gerekiyor. O zaman onlarla kalplerimizi konuşabiliriz ve daha sonra, diğer kişi kendini boşalttığında, sohbeti yavaş yavaş değiştirmeye başlayabiliriz.

Evrensel Egoizmin Tezahürü

İbrahim’in grubu, “İsrail topraklarının keşfi” döneminden geçtikten sonra, aralarında ortaya çıkan arzudan, karşılıklı ihsan etme ve sevgi için ortak bir arzu yaratmayı başardılar ve bu arzuda üst gücü yani Yaradan’ı ifşa ettiler.

Diğer bir değişle, O’nun derecesine yükselerek ideal bir duruma geldiler. Ama ona ulaşır ulaşmaz, daha da büyük bir egoizm kendini göstermeye başladı çünkü Babil’den kendileriyle bile ilgili olmayan ve ihsan etme ve sevgi niteliğiyle ilgili olan, tüm büyük egoizmi yanlarına aldılar.

Böyle, bir sonrakinin evrensel egoizm, daha da yüksek derecede, sadece bu küçük grubun değil, tüm insanlığın doğasında olan, her zaman büyümelerine ve güçlenmelerine rağmen, tüm kitlenin doğasında kendini göstermeye başladı.

Rambam’a göre 5.000 kişi Babil’i terk etti ve İsrail toprakları derecesine ulaştıklarında sayıları 3.000.000’du. Bu 2.700 yıl önceydi.

Zohar Benim İçimde İfşa Olur

Zohar Kitabı’nda, üst sistemlerin yapısı hakkında okuduğumuzda, her zaman (ve en önemli şey de budur!) bu sistemlerin nerede konumlandığını düşünmeliyiz. Onlar her birimizin içindedir. Bizler onları ifşa etmeliyiz.

Partzufim, Sefirot adlarını ve çeşitli eylemlerin adlarını -Atik, Arik Anpin, birini diğerinden ayıran Parsa, yükselişler, düşüşler, bağlanmalar ve ayrılıklar-  dinlediğimde tek bir şeye bakmam gerekiyor: “Tüm bunların benim içimde olduğunu ne zaman hissedeceğim?! Bu nitelikler ve eylemler benim içimde ve duyumlarımda nerede? İşte Atik. Ve işte orada Arik Anpin. Ve burada, Parsa’nın ortasında, bu hissetmemi engelliyor!”

Bütün bunlar kişinin içinde ifşa edilmelidir. Sonuçta, maneviyat bizim içimizdedir. Bize öyle geliyor ki manevi dünya çok uzaklarda bir yerlerde, bir takım boşlukların içinde. Ama biz “gerçeklik algısı”nda çalışıyoruz ki tüm gerçekliği kendi içimizde hissediyoruz ve bu manevidir; en derin içsel katmanımızdır.

Bu nedenle, bir cerrah gibi, Zohar’ın bahsettiği üst sistemi kendi içimde, duyularımın derinliklerinde ifşa etmeye çalışmalıyım.

Ve sonra, “üst düşünce”, “RADLA”, “Atik”, “Arik Anpin” ve “Keter’e yükselir” sözcüklerini okuyarak, bunun içimde nasıl olduğunu hissetmeye çalışmalıyım. Zohar metninde yazılan her kelimenin bende kendi hissine sahip olmasını istiyorum.

Sürekli bunun üzerinde çalışıyorum. Buna maneviyatı ifşa etmeye çalışıyorum denir. Unutmayın!

Her dersten önce, Zohar’dan okuduğumuz her pasajdan önce, bu niyete geri dönmek, şimdi Tora’nın içsel kısmıyla, kişinin içinde ifşa olan içsel Tora ile uğraştığımızı hatırlamak gerekir.

İçimizde çeşitli düşünceler, arzular ve nitelikler vardır ve bunların en derinlerinde, Zohar Kitabı’nda okuduğumuz manevi gerçeklik ifşa olur.

Bu nedenle tüm dikkatim ve tüm beklentilerim kendi içimde ifşa edeceklerime odaklanmış olmalıdır.

Her şeyden önce, kendi içimde bu sözlere karşı herhangi bir hareket veya tepki görmeye çalışarak, bununla her zaman ilgilenirim.

Onları hayal etseniz bile, önemli değil. Asıl mesele, bu içsel hareketleri kendi içinizde hissetmeye çalışmaktır.

Bu istek başlı başına bir duadır. Metni bu şekilde ele almaya alışacağız ve sonra bu alışkanlığa aramızda bir bağ ekleyeceğiz.

Sonuçta, Zohar Kitabı sadece aramızda bir bağ oluşturmak için yazılmıştır. Bu bağ, bedenler arasında değil, daha çok içimde, içimdeki tüm ruhların noktaları arasındadır.

Bu bağı kendi içimde, “ben” imajı ile “diğerleri” imajı arasında kurmalıyım. İçimde yarattığım bu bağda, manevi algı kabımı, Kli’mi inşa ederim ve maneviyat onun içinde ifşa olur.

Bu nedenle tüm dikkatim kendi içimde yoğunlaşmalı. Ve kelimeler, metinler veya anlamları ne olursa olsun, her zaman içimdeki olgulardan bahsederler.

Kelimenin kendisini duymak istemem; içimde nasıl yankılandığını hissetmek isterim. Bu, onun anlamıdır. Ne de olsa, tüm kelimeler bu dünyadan alınmıştır, ancak onlar beni içimdeki üst dünya hissine götürmeliler.

Zohar Bize Ne Öğretir?

Zohar bize ne öğretir?  Kabala biliminden bilinir ki, Yaradan, içinde tüm ileri gelişimin yer aldığı, tek bir arzu yarattı.

Bu tek arzu, ortak bir ruh olan, Adam adı verilen, tek bir sistemde birbirine bağlı çok sayıda özel arzuyu içerir.

Sonra Yaradan, Kendi programına göre, bu her arzunun parçaları arasında var olan bağı yok etmeye başladı.

Onlar, organları birbirleriyle düzgün bir şekilde etkileşime girmeyen hasta bir bedendeki gibi, birbirleriyle bağlarını kaybetmeye başlarlar, bu da bir dengesizliğe yol açar ve hissettiğimiz şey, hastalığın semptomlarıdır: basınç veya sıcaklık artar, kimyasal içerikler, kanın bileşimi vb. yani vücut kendi kendini dengede tutmaz. Bu bir hastalıktır.

Yaradan ruhlara bunu neden yapar? Bozulmayı hissedelim ve sonra ıslah olalım diye.

Bu hastalık orijinal halimize nüfuz eder, bizi tek bir sistemin parçası yapan aramızdaki bağı bozar ve birbirimize giderek daha az bağlı hissetmeye başlarız.

Aramızdaki bu bağ kaybında, sonsuzluktan birbirimize sonu olmayan şekilde bağlı olduğumuz ve bu bağın tamamen kaybolduğu bir duruma kadar, 125 derece iniş vardır.

Ve daha da fazlası, 125 derecelik seviyeden aşağı inildiğinde, Parsa denilen daha da büyük bir hasar meydana gelir ve pozitif bir bağ yerine, onun yokluğunun ardından yeni negatif bir bağ oluşur.

Ve artık herkes başkalarını kendi çıkarları için kullanmak ister. Beden sadece ölmez, aynı zamanda kendini tamamen yiyip bitirir.

Alma arzusu içine, başkalarını kullanma arzusu içine bu düşüş, birbirimizle olan tüm bağımızı, hem ihsan etme uğruna pozitif, hem de alma uğruna negatif bağı tamamen kaybettiğimiz bir duruma ulaşana kadar devam eder, bu da bizi maneviyatla tamamen çelişkiye ve onun farkındalığının veya bilgisinin yokluğuna getirir. Bu, birbirimizden ayrılmamızın bir sonucudur.

Ve sonra bu dünyayı hissederiz – hayali bir gerçeklik. Neden hayalidir? Çünkü bu, Yaradan tarafından bize O’nun yokluğu illüzyonunu vermek için özel olarak yaratılmıştır.

Ne yapmalıyız? Aramızdaki bağı ıslah etmemiz gerektiğini anlamalıyız. Aramızdaki bağ arttıkça, ruh bu dünyamızın duyumlarından sonsuzluğa doğru yükselir. Aramızda yeniden bağ kurmak bir yükseliş yaratır.

Bu nedenle, tüm ruhlarla, yaradılışın tüm parçalarıyla ile bağda olduğumuzu hayal edebildiğimiz ölçüde, Zohar Kitabı‘ndan aldığımız hazzı artıracağız.

Ne de olsa o, sonsuzluğun yüceliğinden yazılmıştır. Zohar Kitabı’nın yazarları bu çalışmayı 125 derece yükseklikte birbirleriyle bağ kurdukları yerden yazdılar.

Bu nedenle, Zohar‘ı çalışırken, birbirimizle bağ kurma arzusu duymalıyız. Özel bir bilgeliğe gerek yok. Her şeyi ancak birbirimizle bağ kurarak kavradığımızı hatırlamak yeterlidir.

Ve aslında, Zohar sadece ruhların bağından bahseder. Bana, Adam adı verilen evrensel sistemle, diğer tüm ruhlarla bağımın ne olduğunu ve hepsini ıslah olmuş, sağlıklı ve düzgün işleyen bir sisteme bağlamak için bunu nasıl kullanmam gerektiğini açıklar.

Zohar‘ın bahsettiği tek şey budur. Herkes için bu ıslah eylemini gerçekleştirmek için burada olduğumu vb.ni açıklar.