Monthly Archives: Ağustos 2022

“İklim Krizi – Çocuk Oyuncağı Değil” (Medium)

Gezegenin zamanı azalıyor – insanlık, dünyanın kaynaklarını doğal şekilde iyileştirebileceğinden daha hızlı kullanıyor. Bu, 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü vesilesiyle Birleşmiş Milletler ‘in iklim krizine ilişkin açık değerlendirmesidir.

Bu yılın teması “Sadece Tek Bir Dünya”. Ancak akılda kalıcı sloganların ötesinde, gerçek şu ki, yaşamak için gerçekten tek bir yerimiz olduğunun farkında değiliz: Dünya Gezegeni. Çevremize yönelik pervasız hareketlerimizle kendi ayağımıza ateş etmeye devam ediyoruz.

Kaç kişinin, bağırıp çağırmaya devam etmesine, çevre krizi hakkında durmadan konuşmasına, kaç toplantı yapılmasına ve kaç karar alınmasına rağmen, görünen o ki hiçbir şey yardımcı olmuyor. Ya gezegenin halini şimdi olduğu gibi bırakırız, tüm sorunları görmezden gelir ve bir sonraki felaketin olmasını bekleriz ya da şimdiye kadar yaptığımız her şeyin etkisiz ve sonuçsuz olduğunu kabul eder ve sonunda gerekli olan keskin dönüşü yaparız.

Eğitim ve Çevre Koruma Bakanlıkları geçtiğimiz günlerde, gezegenin tehlikeli durumu hakkında farkındalığı artırmak için İsrail okullarının iklim kriziyle ilgili dersleri, gelecek yıldan itibaren her yaştaki öğrenci için zorunlu hale getireceğini duyurdu. Anaokulundan liseye kadar, öğrenciler için haftada bir saate eşdeğer bir çevre programını müfredata entegre etmeye başlayacaklar.

Bu bir fark yaratacak mı yoksa çevre sorunlarını çözmek için önceki çabalar gibi başarısız mı olacak? Cevap, bu çalışmalara harcanan saatlere veya bunları kimin geliştireceğine bağlı değildir. Daha ziyade, neyin öğretildiğine ve öğrencilerin iklim krizinin nedenlerini ve nasıl çözüleceğini ne ölçüde anladıklarına bağlıdır.

Küresel çevre krizinin ciddiyetini, bunun gezegeni yok etmek için bize doğru gelen bir uzay gemisine benzetilebileceğini ve Dünya’da yaşayan bizlerin, bundan zarar görmemek için hazırlanmamız gerektiğini biliyoruz. Ve nasıl hazırlanıyoruz? İklim krizinin, bir insan krizinin sonucu olduğunu açıklamamız gerekiyor. Dolayısıyla, dünyayı dengeye getirecek nihai çözüm, kendimizi olumlu insan ilişkileri geliştirmek ve içsel olarak birbirimize daha yakın olmak için değiştirmemizdir. Yani kalp fiziksel olarak değil, duygusal olarak genişlemelidir. Tüm dünyayı her birimizin bir parçası olarak hissetmeye ve tüm dünyayı kendimize önem verdiğimiz gibi önemsemeye başlamak için.

Bu doğrudur, çünkü doğa bir hiyerarşi aracılığıyla işleyen bütünsel bir bağ sistemidir. Sistemdeki herhangi bir derecede ne olursa, diğer tüm dereceler bundan etkilenir. Sistem üzerindeki etkinin yoğunluğu, hiyerarşik sıralamada nerede durduğuna karşılık gelmektedir. İnsan ırkı, cansız, bitkisel ve hayvansal olanın üzerinde, doğadaki en yüksek seviyedir. Bu nedenle, sistemin ekolojik dengeyi en çok bozan kısmı, doğanın diğer kısımları da dahil olmak üzere, başkalarının çıkarlarını hiçe sayan insanların egoist eylemleridir.

İnsanlık, zararlı içgüdülerinin tüm kararlarına hükmettiğini ve doğadaki dengesizliğin birincil kaynağı olduğunu anlayana kadar, bu kendine odaklı eğilimi düzeltmek için hiçbir şey yapamaz. Karşılıklı anlayış, özen ve işbirliğine dayalı ilişkilerin nasıl kurulacağını öğrenerek, doğadaki tüm seviyelerde uyumu geri getirebilecek olumlu bir güç yaratılır. Bu, öğretilmesi gereken çok önemli bir gerçektir.

Tüm olumsuz egoist eğilimlerimizi nasıl aşacağımızı öğrendiğimizde ve hepimizin tek, bağlı ve tamamen birbirine bağımlı bir mekanizmanın bireysel parçaları olduğumuzu kabul ettiğimizde, başkalarına iyilik yapmanın bizim için de iyi olduğunu anlayacağız. Bugün nasıl tüm doğayı yok eden bizsek, bizim onu onaracak gücümüz de var. Gezegenin geri sayımı devam ediyor ama insan ilişkilerimizi geliştirmek için düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve arzularımızı değiştirirsek onu kontrol etmek için hala bir fırsata sahibiz.

 

“Affedecek Gücü Nasıl Buluyorsunuz?” (Quora)

Affetme gücünü nasıl bulabiliriz? İnsan doğasını anladığımızda ve doğamızın bizi olduğumuz gibi olmaya zorladığını anladığımızda bağışlama gücünü bulabiliriz.

Bununla ilgili olarak “Beni yapan Zanaatkâra git” diye yazar. Başka bir deyişle, “Bana neden kızıyorsun?” “Neden beni suçluyorsun?” “Beni bu şekilde yapan, beni her zaman bu şekilde harekete geçiren ve çalıştıran Yaradan’a gidin. Ben kendi adıma bir hiçim.”

Başka bir deyişle, önünüzde tüm bunları Yapan ile bağ kurmanız gereken kuklalar var. Kabala ilminde “Yaradan” olarak adlandırılan, her şeyin ve herkesin arkasındaki güçle ilişki kurarak, önünüzdekileri doğru anlamak, onları Yaradan’ın size karşı temsilcileri olarak görmek için bir talepte bulunursunuz. O zaman, hayatınızdaki her şeyin doğada, cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinde, Yaradan’ın size karşı tutumunu keşfetmeniz için var olduğu idrakine ulaşırsınız.

Yaradan nedir? Kabala ilminde diğerleri arasında “doğa”, “üst ışık” ve “üst güç” de dahil olmak üzere birçok isim verilen Yaradan, doğanın genel gücüdür, realitenin genel yasasıdır: sevgi, ihsan etme ve bağın niteliği, gücü ve yasasıdır. Din ve inançla alakası yoktur.

Bizler, bir düşüncede varız. Bunu devasa bir bilgisayar programı gibi düşünün. Nihayetinde bu sistemde her insanın rolü, “Komşunu kendin gibi sev” nihai koşuluna ulaşmamıza yardımcı olmaktır. Bu, tüm gerçekliğin, tüm yaşamımızın ve varoluşumuzun yasasıdır.

“Robotlar Bizim İşlerimizi Ele Geçirdiğinde” (Medium)

Robotlar bizim işlerimizi devraldığında ne yapacağız? İşgücü piyasasının birçok alanında durum zaten böyle. Bilgisayarlı makineler, kasiyerlerden avukatlara kadar endişe verici bir oranda çoğalarak insanların yerini alıyor. Robotların tarım, teslimat, üretim işlerinin çoğunu ve otel çalışanlarını devralması uzun sürmeyecektir. Makineler, hâlihazırda büyük ölçüde otomatikleştirilmiş olan diğer birçok işin yanı sıra, banka veznedarlarının, çağrı merkezi personelinin de yerlerini alacaktır.

Ancak, giderek daha fazla insana ihtiyacın duyulacağı ve bilgisayarların asla yerini almayacağı bir alan var: eğitim. Eğitim derken, öğrenmeyi kastetmiyorum. Makineler matematikten tarihe kadar her şeyi öğretebilir. Ancak makineler bizi kelimenin tam anlamıyla eğitemez. Makineler bir çocuğu kendine güvenen ve sosyal olarak olumlu bir yetişkine dönüştüremez. Bu, yalnızca eğitimcilerin alanına giren bir şeydir.

Günümüz dünyasında her şey birbirine bağlıdır. Bizi birbirimize bağlayan sadece internet değildir. Gezegendeki her ürün birden fazla ülkede üretiliyor; yediğimiz yiyecekler birçok ülkede yetiştiriliyor ve üretiliyor; ısınmak, yemek pişirmek ve araba kullanmak için kullandığımız enerji, birincil olarak kullanıldığı ülkelerden farklı ülkelerde üretiliyor veya dışarı pompalanıyor. En bireysel düzeyden uluslararası düzeye kadar her seviyede birbirimizle olan bağlarımız olmasaydı, hayatta kalamazdık.

Ancak, birbirimize tamamen bağlı ve bağımlı hale gelirken, aynı zamanda yoğun bir şekilde birbirimize düşman da olduk. ABD’de son zamanlarda yaşanan kitlesel saldırılar ve Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, insanların ve ulusların birbirlerine karşı duydukları düşmanlığın bariz örnekleridir. Ama sadece kişisel olmayan düzeyde değil, bu düşmanlık aynı zamanda kardeşler, eşler, arkadaşlar ve iş arkadaşları arasında da görülüyor. Güvensizlik her yerde ve güvenin olmadığı yerde güçlü topluluklar veya mutlu aileler olamaz. Güçlü toplulukların veya mutlu ailelerin olmadığı yerde mutlu insan da yoktur. Sonuç olarak, tüm toplum çöküyor ve hiçbir teknoloji bunu durduramaz.

Bilgisayarlar insanlara birbirlerine güvenmeyi ya da birbirini önemsemeyi öğretemeyeceğinden, gelecekte en çok ihtiyaç duyulan iş eğitimcilerin işi olacaktır: diğer insanlara şefkatli bireyler olmayı öğreten insanlar, izolasyon ve şüphe yerine karşılıklı sorumluluğa dayalı bir toplumu sürdürmek için çabalayan insanlar.

Böyle bir toplum, günümüzün hiper-rekabetçi toplumundan daha az hayat dolu veya enerjik olmayacaktır. Ancak insanlar birbirlerini yenmek için değil, insanlar arasındaki birlik ve beraberliğe en çok katkı sağlayanlar olmak için yarışacaklardır.

Övgüler ve saygınlık hâlâ olacak, ancak bencil davranışlarıyla yollarındaki diğer herkesi çiğneyenlere değil, çalışmalarıyla başkalarını güçlendirenlere verilecektir. Bireysel başarılar sadece çoğalmakla kalmayacak, aynı zamanda tüm toplumu ilerletecekleri ve kimsenin zararına olmayacakları için toplum onları teşvik edecektir. Böyle bir toplumda insanlar hayallerini gerçekleştirebileceklerini ve olmak istedikleri kişi olabileceklerini hissedecekler ve aynı zamanda canlı ve destekleyici bir toplumun parçası olarak kalacaklardır.

Böyle bir topluma yönelik eğitim, insan doğasına karşı duyarlılık ve anlayış gerektirir. Gittikçe daha fazla insan bu yeni zihniyeti benimsedikçe, bugün ilişkilerimize hâkim olan yabancılaşmayı tersine çevirecek ve şefkatli ve kapsayıcı bir toplum yaratmaya yardımcı olacak bu türden daha fazla eğitimci olacaktır.

“Doğamdaki Rolüm Nedir?” (Quora)

Hepimiz, parçaları arasındaki sonsuz dereceler ve etkileşimler ve bağlantılar ile yuvarlak, kapalı, bütün ve eksiksiz bir doğa içinde yaşıyoruz. Bizler bu uçsuz bucaksız sistemin parçalarıyız ve onun bütünlüğünü, büyüklüğünü, mükemmelliğini ve sonsuzluğunu hazmedemeyiz. Ancak doğa, birbirine mükemmel şekilde bağlı bir sistemdir ve bu nedenle, her şey buna göre hareket etmeden, herhangi bir şeyin hareket etmesi imkânsızdır.

Doğa sürekli olarak bütün, mükemmel ve eksiksiz bir duruma doğru yönelir. Parçaları, İbranice’de Şoreş (kök), Alef (bir), Bet (iki), Gimel (üç), Dalet (dört) veya cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan olarak adlandırılan beş bölümden birine aittir. Hepsi bir olmadıkları ama bağ kurdukları bir yönde hareket ederler ve bağları sayesinde sanki bir olurlar.

Katılımcı taraflar arasındaki ilişkilerde, herkesin önemli olduğu ve ortak bir sevgide var olduğu bir sevgi noktasına, yani tam bir karşılıklı bağ ve karşılıklı bağımlılık durumuna kadar kendini gösteren bir bağ yasası vardır. Yazıldığı gibi, “Kurt da kuzuyla birlikte yaşayacak”, yani herkes onların aynı bedenin parçaları olduğunu anlar. Buna göre kendi bedenimize zarar veremeyeceğimiz gibi, yaratılışın en küçüğüne, en uzak noktasına bile zarar veremeyeceğimiz bir koşula geliriz.

Bu nedenle, insanları veya hayattaki başka herhangi bir olguyu düşündüğümüzde, onun doğanın genel küresel sistemindeki kaynağını bilmeye çalışmalı ve böylece belirli bir olguyu veya belirli bir kişiyi deneyimlemekten dolayı hissettiklerimize nasıl doğru tepki vermemiz gerektiğini ve genel sistemdeki yerlerini nasıl işaretlediğimizi araştırmalıyız.

Genetik Mühendisliği İnsanlığın Sorunlarını Çözecek Mi?

İnsan Genom Projesi’nin başarısının mümkün kıldığı sürekli hızlanan bilimsel gelişmeler sayesinde yakında akıl hastalıklarının nedenlerini anlamamız mümkün olacak. Ancak onları genetik olarak anladıktan sonra, şizofreni ve bipolar bozukluk gibi hastalıklar için rasyonel olarak uygun tedavileri arayabiliriz.

 “Neden”i (bir fikri) bilmek, “ne”yi (gerçeği) öğrenmekten daha önemlidir.” (James D. Watson).

Yorum: Bilim adamları bu değişikliklerin nasıl veya neden meydana geldiğini açıklayamazlar.

Cevabım: Ancak genlerde bazı düzenlemeler yaparak kendimizde gerçekten değiştirebileceğimiz şeyler de var. O sadece bedenimizin iç kısmıdır; bunun daha yüksek seviyesinde, onunla ilgili bilgilerin kodlandığı yer var. Bizim erişimimizin ötesinde bir yer değil çünkü varlığımızın egoist bir parçası olduğu için orada bir şeyleri değiştirmek bizim elimizdedir.

Öyle bir araç düşünün ki insan olarak hayvansal bedeninde kendine has özelliklerle yaratılmıştır. Bu araç, belirli bilgileri ve bir tür varoluş ve gelişme programını içermektedir. Bu programa artık erişimimiz var çünkü biz zaten belli bir dereceye kadar gelişim gösterdik,  ya iyi niyetle bir şeyler yapmak için ya da genellikle olduğu gibi kötü niyetlerle bir şeyler yapmak için içimizdeki bu büyük parçadan faydalanabiliriz.

Bir süre önce ilkel silahlardan ateşli silahlara, sonra da atom bombasına erişim elde ettik. Bunları hem zarar vermek hem de iyilik yapmak için kullanabiliriz. Burada da durum aynıdır. Önümüzde iki yol var: Ya insanlık yararına hareket ederiz ya da ona zarar veririz. Bu insanlar doğru bir anlayışa gelene dek böyle olacak.

Ama bu tamamen bir teknoloji meselesi! Ben bunda ulaşılmaz bir şey görmüyorum. Bazı hastalıkların, psikolojik ve psikotik bozuklukların nedenlerini biraz anlayabileceğiz.

Ancak elbette bu, ne insanlık olarak asıl sorunumuzu çözecek ne de varlığımızın ve hayatın anlamı sorularına cevap verecektir.  Bu sadece bedenimizle ilgili bir durum olacaktır.