Monthly Archives: Mayıs 2022

“Mizah, Ciddi Bir Mesele” (Medium)

Mizahı hayatımızda bu kadar gerekli kılan nedir? Gülmenin kaynağı ne olmalı? Mizah duygusu da dahil olmak üzere, her şey gelişimimiz için yaratılmıştır. Bu bize gelişme gücü ve yeteneği verir.

Mizah alanında profesyonel olarak uğraşan kişilere yakın olan herkes bilir ki, bu insanlar genellikle mutsuz, doğası gereği çok ciddi ve hatta bazen depresif insanlardır. İçinde bulundukları gri buluttan kendilerini kurtarma dürtüsünden bir mizah duygusu geliştirirler.

Genel olarak, kişi ne kadar çok gelişirse, incelikli mizahı takdir etme konusunda o kadar yetenekli olur. Olağanüstü yeteneğe sahip – normal düşünme şeklimizde tamamen alakasız olan, ayırt edici şeyler arasındaki beklenmedik bir bağlantı olan mizahtan bahsediyorum.

İncelikli mizah, kendimizle dalga geçebilmemiz için doğamızı yan taraftan gözlemleyebilmemizi gerektirir. Böylesi mizah, doğadan aldığımız orijinal form, eğitim aldığımız form ve hayatımızın çeşitli aşamalarında benimsediğimiz formlar gibi birçok farklı kimliği kendimizde tanımlama yeteneğine dayanmaktadır ve bunlar başkalarından özümsediğimiz formlardır. Bütün bu kimlik karşılaştırmalarından her çeşit önemli araştırma çıkar.

Mizah, bir yandan eleştiriyi aktarabilmeli, diğer yandan sevginin ruhuyla hoş bir şekilde verilmelidir. Asla başkalarıyla dalga geçmemeli ve nefreti kışkırtmamalıyız. İnsan olarak bencil doğamızın zayıflıklarını açıklığa kavuşturmak, zayıflıklarımızın farkındalığını ve bilişini geliştirmemize yardımcı olmak için yalnızca insanlıkta var olan genel zayıflıklara gülmeliyiz. Çünkü olumsuz niteliklerimizin farkında olursak, onların üzerine çıkmak için çalışabiliriz.

Ne de olsa, doğa bizi bu şekilde, kusurlu yarattı. Doğa, kendimizi eleştirmemize ve doğamızı aşmamıza yardımcı olmak için, bize bir mizah duygusu verdi. Mizah, kendimizi daha yüksek bir perspektiften görmemizi sağlar ve böylece bizi mevcut derecemizin dışında daha yüksek bir seviyeye yükseltmeye de yardımcı olabilir. Kendimize yandan bakmak ve gülmek, gerçekte kim olduğumuza dair içsel incelemeyi ateşleyebilir. Eğer kendimize nasıl güleceğimizi biliyorsak, o zaman bu: “Tanrı beni güldürdü” (Yaratılış 21:6) diye yazıldığı gibi, büyüyebileceğimiz bir durumdur.

İyi mizah her zaman kibar olmalı, gelişmeyi sağlamalı ve bahsettiğimiz şeye karşı sevgi uyandırmalıdır. Sert bir atmosferi yumuşatmak için, mizahın kafamızı altüst etmesi gerekir.

Kalbi açabilen ve insanlar arasındaki duvarları yıkabilen mizah ile ilgili olan şey nedir? Mizah, üzerimize giydiğimiz tüm kabarık giysileri bizden uzaklaştırır. Sanki bizi tüm pozlardan ve maskelerden soyar, hepimizi eşit ve basit kılar. Hepimizin içinde aynı olan zayıflıklara birlikte güldüğümüzde, aramızda hemen daha yumuşak bir ilişki yaratırız.

Sınırları, engelleri ve mesafeleri ortadan kaldırmak için mizahtan daha güçlü bir araç yoktur. Zamanımızın en büyük mücadelesi, en ciddisi, insanları birbirine yaklaştırmak, bizi daha bağlı kılmak için mizah geliştirmektir.

Maneviyatın Algınlanması

Soru: Siz sürekli olarak, Kabalistik metodolojiyi uygulamada ilk adımın en zoru olduğunu ve sonrasında her şeyin sorumsuzca gittiğini söylüyorsunuz. Neden ilk geçiş süreci en zorudur?

Cevap: Çünkü bu ilk geçiş esas değişimdir, kişinin doğasının tersine -egoistten özgeciliğe- değişmesidir ve diğer tüm adımlar özgecil bir şekilde sadece yükselişlerdir. Yani bunlar birbirlerine benzerler ve siz tersine değişmezsiniz.

Soru: Bunu hislerinizde kendiniz deneyimlediğinizde, bu dönüşüm nasıl harika oldu?

Cevap: Dünya algınızın, dünya görüşünüzün, dünyaya bakış açınızın ve dünya varoluşunun nasıl değiştiğini kelimelerle aktarmak mümkün değil, çünkü bu dünyada böyle bir araç yok.

Soru: Fakat tüm bu değişikliklerin, yani maddede çok fazla değil ama diğer her şeyle ilgili olarak, hissiyatta meydana geldiğini söylediniz. Bu, her şeyin madde düzeyinde aynı kaldığı anlamına mı geliyor?

Cevap: ‘Aynı’ ne anlama geliyor? Eğer, ‘aynı’ sizinle ilgili olarak öznel bir şekilde var ise, o zaman her şeyin aynı kalması ne anlama gelir? Bu nasıl olabilir?

Madde/öz, arzudur. Arzu tamamen farklı bir şekilde işlevini yerine getirir. Yani, cansız, bitkisel ve canlı madde vardır; bu içinde bulunan herkesi kapsayan, insanları kapsayan bizim tüm dünyamızdır ve bir sonraki seviye insan maddesidir.

İnsan Adem’dir, Domeh (Yaradan’a benzer) kelimesinden gelir. Bu özü sahiplenmeye başlarsanız, sizin olur. Bir arzu ‘Adem’ (Yaradan’a benzer) formunu aldığında, onun içinde bir sonraki dereceyi hissedersiniz.

Yorum: Sık sık, insanların ufkun ötesinde bir yerde bir şeyler beklediklerini, ancak tüm gerçek değişikliklerin burada, şimdi, şu anda gerçekleştiğini örnek veriyorsunuz.

Cevabım: Evet, çünkü ufkun ötesinde bir şey yok. Belli bir arzunun içindesiniz, onun uygulanmasını, formunu, “kendin için”den “başkaları için”e, ihsan etmeye, kendinizin dışına doğru değiştirmeniz gerekiyor. Yapmanız gereken şey budur.

“Mısır’dan Çıkış Ne Zamandı?” (Quora)

Kabala bilgeliğine göre, Mısır’dan çıkış, kişinin kendisi için alma arzusundan çıkması, kendine yönelik egoist düşünceleri, sezgileri ve kararları geride bırakması ve daha yüksek bir sevgi, ihsan etme ve bağ realitesine girmesi anlamına gelir. Bu, aydınlanmış yeni bir dünyaya doğumdur.

Bizler, o dünyaya girmeden önce, sadece kendi çıkarlarımız için alma arzusu içindeyiz, kendi hayatlarımızla ilgili dar bir endişe içindeyiz ve bu koşuldan çıkmak, Mısır’ın (yalnızca kendi çıkarı için olan niyetin) kontrolünden kurtulmak ve sevgi, ihsan etme ve bağın üst gücünün yeni bir kontrolüne girmek demektir. Bu ikinci dünyada, başkalarına ve tüm doğaya fayda sağlamak için yeni bir niyet keşfeder ve onunla yaşarız.

Başka bir deyişle, Mısır’dan çıkış geçmişteki bir tarihsel olay veya sadece büyüdükçe öğrendiğimiz bir hikâye değildir. Bu daha çok manevi yolumuzda geçtiğimiz kilit bir geçiş durumudur, burada bedensel bir egoist koşulda olmaktan, üst güçle temas halinde, manevi bir sevgi, ihsan etme ve bağ koşulunda yaşamaya geçeriz.

Kudüs Tek Bir Manevi Niteliktir

Soru: Çeşitli birincil kaynaklar, gelecekte Kudüs’ün dünya halkları için bir işaret noktası olacağını ve onların ışığına koşacaklarını söylüyor, şöyle yazıldığı gibi: “Ve milletler senin ışığınla gidecekler” (İşaya 60:3). Neden her şey böyle kodlanmış? Bu ne ile ilgilidir?

Cevap: Mesele şu ki, halkların yakınlaşması düşüncesi, aslen evrenin kendisinde, kendi yapısının içindedir. Ama bu, ancak tüm parçalarının ıslahından sonra, herkes birlik için çaba gösterdiğinde ve bunun tam olarak tüm dünyayı yaratmanın merkezi, sembolü ve hedefi olduğunu gördüğünde kendini gösterecektir.

O zaman büyük Kudüs şehrinin gerçekte neyi temsil ettiğini bileceğiz.

Kudüs’ü kendi içinizde yeniden inşa etmek gibi bir kavram vardır. İnsanlar arasında hiçbir fark olmaması için kendi aramızda böyle bir nitelik, böyle bir hareket, bir bağ yaratmalıyız, böylece birbirimizi hareket yoluyla hissedebilir ve tek bir bütüne dönüşebiliriz.

O zaman tüm özel niteliklerimizin ve kalplerimizin birleşeceği bu tek niteliğin adı “Kudüs” olacaktır. Ve buna yönelik ilk adım bencilliğin ortadan kaldırılması olmalıdır.

“Kendi Doğamıza Kör Müyüz?” (Medium)

Arada bir, insanların bir ideoloji veya din adına, liderleri körü körüne takip etme ve bunun dünyanın tüm sorunlarını çözeceğine inanma istekliliğine hayret ediyorum. İnsanların fanatik olabildikleri için değil, bir şekilde hala şunu anlamadıkları için şaşırıyorum “insanın kalbinin eğiliminin gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış. 8:21). Her nasılsa, yalnızca kötü doğamızdan kaynaklanan, çağlar boyu süren kötü deneyimlere rağmen, bizde iyi hiçbir şeyin olmadığını göremiyoruz ki “Yeryüzünde, insanın kötülüğü büyüktür ve kalbinin düşüncelerinin tüm eğilimleri gün boyunca sadece kötüdür” (Yaratılış 6:5).

Verdiğimiz zaman bile, bunu gizli bir kendine hizmet etme güdüsü nedeniyle yaparız. Geçen yüzyılın en büyük Kabalisti ve düşünürü ve tüm zamanların en büyüklerinden biri olan Baal HaSulam, 1930’ların başlarında “Dünyada Barış” adlı makalesinde, doğamızın kötülüğünü dile getirmiştir: “Basit bir deyişle,” diye başlar “her insanın doğasının dünyadaki diğer tüm insanların hayatlarını kendi çıkarları için sömürmek olduğunu ve bir başkasına verdiği her şeyin sadece ihtiyaçtan olduğunu söyleyeceğiz.” diye yazar.  “O zaman bile,” diye vurgular, “bunun içinde başkalarının sömürüsü vardır ama bu, kurnazca yapılır, bu yüzden komşusu bunu fark etmeyecek ve isteyerek kabul edecektir.”

Liderlerin, bizi olduğumuz gibi kabul etmelerini beklemiyorum. Liderler güç ve kontrol elde etmeye kararlıdır, bu nedenle popülerliklerini artıran her türlü gündemi desteklerler. Peki ya biz, onları takip eden insanlar? Her ideolojinin ve her dinin, en iyi niyetle başlasa bile, kendi kendine hizmet ettiğini, patronluk tasladığını ve dolayısıyla yanlış olduğunu hala öğrenmedik mi?

İnsan doğası hakkındaki gerçeğin farkına varmamız hayati önem taşır çünkü ancak bunu kabul edersek, onu gerçekten değiştirmeye çalışırız. O zamana kadar yanlış fikirlere ve dogmalara sarılmaya, cehaletimiz ile birbirimizi himaye etmeye, nasihat etmeye, eziyet etmeye devam edeceğiz. Belki de bu yüzden Rudyard Kipling şöyle yazmıştır: “Cehalet kadar büyük bir günah yoktur. Bunu hatırlayın.” Doğrusu, bunu görmezden geliyoruz.

Doğamızı değiştirmeye karar verirsek, gerçekten bir alternatif olduğunu keşfedeceğiz. Dünyamızdaki her varlığı bencil ve başkalarına karşı umursamaz olarak algılamamızın nedeni, kendimizin de böyle olmamızdır. Ancak, bu hiç de gerçek değildir. Öyle olsaydı, bu dünya devam etmezdi; herhangi bir karmaşık varlık ortaya çıkmadan önce parçalanırdı.

Gerçek şu ki, dünyamızı yöneten yasa “kazanan her şeyi alır” değil, homeostazın “denge yasası”dır. Her bilim adamı ve doktor, homeostaz veya dinamik denge olmasaydı hiçbir şeyin gelişmeyeceğini bilir. Ancak mevcut algımızın kusurlu olduğunu fark etmedikçe, gözlerimizi açıp gerçeği göremeyiz.

Gezegendeki tek bencil varlıklar olduğumuzu anladığımızda, değişmeye başlayacağız. Yavaş yavaş, karşılıklı bağımlılığımızın farkına varacağız ve buna göre hareket etmeyi öğreneceğiz. Hayvanlara doğal olarak gelenleri, çabalarımızla kazanacağız. Yine de ödülümüz, herhangi bir varlığın sahip olabileceğinden daha derin bir dünya anlayışı ve algısı olacaktır.

Sadece bu yeni algıyı elde ettiğimizde, tam da dünyanın gerçekte nasıl işlediğini algılamak için bencil yaratıldığımızı anlayacağız. Baştan böyle yaratılmış olsaydık, içgüdülerimizi takip ederdik ve birden fazla varoluş seçeneği olduğunu bilemezdik. Egomuz düşmanımızdır, ama aynı zamanda olumlu dönüşüm için itici gücümüzdür. Onu bu amaç için ne kadar çabuk kullanırsak, o yeni algıyı o kadar çabuk kazanırız ve dünyamız hakkındaki gerçeği, her şeyin dengeli, uyumlu ve sevgiyle dolu olduğunu keşfederiz.

Hayat Rastgele Bir Olaylar Dizisi Değildir

Soru: Dünyada olup bitenlere absürt tiyatro denilebilir. Ama insanlık başyapımcının düşüncesini anlamıyor. Kabala’ya göre bu nedir?

Cevap: Başyapımcı aslında bizi kontrol eden doğadır.

Doğayı, özellikle sibernetik, biyo-sibernetik, küresel sistemler ve Dünya’nın jeosferini inceleyerek, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bir nevi gelişim planı içinde olduğunu anlarız.

Ayrıca, bu master plan, sırayla birbiriyle koordineli olan alt bölümlere ayrılmıştır. Hiçbir şey boşuna olmaz, her şey önceden belirlenmiştir.

Bu planı bilmesek bile, o hala var olmaktadır. Aynen eskiden olduğu gibi, bir hafta veya bir ay önceden hava durumunu tahmin edemezdik ama bugün edebiliyoruz. Bizim çalışmamızda da aynı şekilde, pratikte hiçbir şeyde ıslah yapmıyoruz, sadece bu programın dünyada var olduğunu ifşa ediyoruz.

Hayat rastgele bir olaylar dizisi değildir. Bunu tüm araştırmalarımızdan görüyoruz. Bu nedenle, şu soru ortaya çıkıyor: “Öyleyse, o zaman benim, doğanın tacı olarak, kesinlikle bir amacım var. Doğa beni boşuna yaratmadı. Her küçük parçacıkta, her atom ve molekülde büyük bir bilgelik, nedensel gelişim vb. varsa, benim nedensel gelişimim nedir? Gelmem gereken bu sonuç nedir?”

Bu tür sorular bir yandan bizi bir çıkmaza sürükler. Öte yandan, onları çözmemiz gerekir; yoksa yaşamanın bir anlamı yoktur. Bu, insanların bu planı açıklamanın gerekli olduğunu hissetmeye başladığı bizim neslimizdir çünkü bir şeyin peşinden gitmeden ve herhangi bir bakış açısı olmadan hayat insanı sadece yaşama arzusundan alıkoyar ve mahrum eder.

“Dünya Kötülükten Nasıl Kurtulabilir?” (Quora)

Çok basit bir şekilde, şu basit aksiyomu kabul ederek “kötülük yalnızca senin içinde var.”

Eğer içinizde kötülük olmasaydı, kötülük hissi duymazdınız ve dünyada hiç bir kötü tezahür algılamazdınız.

Dünyada gördüğümüz tüm kötülük, içimizdeki kötülüğün bir yansımasıdır ve biz onu dışımızda görürüz. Her türlü davranışın kötü olduğunu düşünürüz ve kötülüğü doğa içerisinde de görürüz, ancak kötülüğü kendi dışımızda algılamamız içimizde barınan kötülükten kaynaklanır. Bu nedenle, dünyayı kötülükten kurtarmak, kendimizi ıslah etmek demektir. Kendimizi ıslah ederek, dünyada sadece iyiyi gördüğümüz bir duruma ulaşırız.

Kendimizi ıslah etmek için, bu ıslah metodunu düzenli olarak öğrenmemiz gerekir, böylece günden güne kötülüğü yok etme ve iyiye yaklaşma metodunda giderek daha da fazla ustalaşırız.

Temelde, Kabala öğretisinin esas olarak içerdiği şey budur. Bu nedenle Kabala bilgeliği çağımızda kitlesel ölçekte: içimizdeki kötülüğü ıslah etmek, kötülüğü kökünden yok etmek için ve bunu yaparak, bizi gerçekliği mutlak iyi olarak algılamaya yönlendirmek için ifşa olmuştur.

“Realitenin Gerçek Doğasını Nasıl Anlayacağız?” (Quora)

Beş duyu organımız, bizi çevreleyen realitenin yalnızca çok sınırlı bir bölümünü bize ifşa eder. Bu kısma “bizim dünyamız” veya “bu dünya” diyoruz. Bizi çevreleyen realitemizde hissetmediğimiz, anlamadığımız veya fark etmediğimiz birtakım başka nesne ve eylem vardır.

Bizler, şu anda algıladığımızdan çok daha fazlasını içeren, nesnelerle, eylemlerle, varlıklarla, kelimenin tam anlamıyla var olan her şeyin nedenleriyle ve sonuçlarıyla bağlantı kurduğumuz, uçsuz bucaksız bir gerçeklikte var olmaktayız.

Bu resmin neresinde olduğumuzu, bu realitedeki varoluş amacımızı ve gerçek doğasını anlamak için, önce onu keşfetmemiz gerekir. Bunu yaptıktan sonra, gerçekte nerede olduğumuzu ve onun nasıl işlediğini görebiliriz. O zaman, doğamızın ne olduğu, realitenin doğasının ne olduğu, amacımız ve rolümüzün ne olduğu ve realitenin daha derinlerine nasıl nüfuz edebileceğimiz dahil olmak üzere, onun gerçek doğası hakkında sonuçlar çıkarabiliriz. Kabala bilgeliği tam da bu amaç için yaratılmış bir metottur.

Bağımsızlık Yanılsaması

Soru: Bugün bize öyle geliyor ki, karar veren benim, düşünen de benim. İnsan gerçekten bir şeye karar verir mi?

Cevap: Hayır, kişi hiçbir şeye karar vermez, sadece uygular.

Ama bir yanılsama var ki, sanki ben karar veririm, bir şeyler yaparım ve belli bir şekilde hareket ederim. Birinin bağımsızlığına ilişkin bu tür fikirler, insanlara özgüdür ancak bu yalnızca tüm evrensel sistem bizden gizlendiği içindir.

Peki benim yerime kim karar veriyor? Benim yerimde kim oynuyor? Neden düşünenin, benim karar verdiğimin, benim yaptığımın sözde ben olduğuna inanmaya yönlendiriliyorum? Sorun bu.

Mevcut durumumuzdan çıkmamız, onun üzerine yükselmemiz ve karar almadığımız, onları kendimiz uygulamadığımız gerçeğinin üzerine çıkmamız için, buna ihtiyaç var.

Soru: Yani şu anki koşulumuzda, biz yokuz diyebilir miyiz?

Cevap: Mevcut koşulumuzda, kendimize göre varız. Varız, bunu varsayılan bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ama sadece zamana bağlı hissiyatlarımızın sınırları içinde. Bu nedenle, gerçek aklın bununla hiçbir ilgisi yoktur.

Zihnimiz, dünyamızın ve tüm dünyaların, tüm diğer seviyelerin cansız, bitkisel, canlı ve insan doğalarının genel bir karşılıklı bağlantı sistemidir. Bütün bunlar kesinlikle birbiriyle bağlantılıdır ve Yaradan veya doğa olarak adlandırılan tek bir programa, tek bir düşünceye itaat eder.

Soru: Diğer dünyalar nedir?

Cevap: Diğer dünyalar, dünyamızın, varlığımızın sonlu, hatalı ve sınırlı olduğunu nihayet anlamaya başladığımızda, içsel evrimimizin bir sonucu olarak yavaş yavaş geldiğimiz varoluş imkânlarıdır.

Dünya Neyi Anlamaya Gelmelidir?

Soru: Bu günlerde her şey kolaylıkla altın rengine boyanabiliyor. Ucuz görünmesine rağmen insanlar hala altından yapılmış gibi görünen parlak şeylere arzu duyuyorlar. Neden bu tutku ortadan kaybolmuyor?

Cevap: Biz altın rengine karşı ilgisiz kalamayız çünkü binlerce yıldır en değerli renk olmuştur. Eğer bir çocuğa oynaması için farklı renkler verirsek, çocuk sıcak renge doğru uzanacaktır. Gümüş için değil ama altın rengi için uzanacaktır çünkü o sıcak bir ışıktır, sıcak bir renktir.

Kişisel olarak, ben bu şekilde görmüyorum. Uzun zamandır onda bir değer hissetmiyorum.

Yorum: Bütün dünya sürekli olarak parlak ve değersiz süs eşyaları etrafında dönüp duruyor.

Benim yanıtım: Bütün dünya; egoizmin kötülüğünün, onun için bedavaya çalıştığımızın, bu egoizmin herkesin içinde kanserli bir tümör gibi bizi yiyip bitirdiğinin farkına varmalıdır.

Kişi bunu anlamalıdır ve içindeki bu egoizme karşı savaşmaya başlamalı, egoizmi en kötü, en kurnaz, en sinsi düşman olarak kendi içinde hissetmelidir ve ayrıca anlamalıdır ki dışarıda hiçbir şey yoktur ve her şey sadece kişinin içindedir.