Daily Archives: Mayıs 24, 2015

Senin İçin Bir Dinlenme Günü Olacak

thumbs_laitman_254_02Tora, ”Exodus” 35:1 – 35:3: Musa tüm İsrail çocukları ahalisini toplanmaya çağırarak, şöyle dedi: “Bunlar Yaradan’ın yapılması gerekenleri emrettiği şeylerdir. 6 günlük iş yapılabilir fakat 7. günde kutsallık olmalı, Yaradan için tam bir gün bütünüyle dinlenme; her kim günlük işini (o özel günde) uygular ise, ölüm konumuna getirilir. Şabat günü meskeninizin herhangi bir yerinde ateş yakmamalısınız.”   

Başlangıçta bizler kişinin veya grubun bencilce arzuları ile ilgileniriz.

Tora bize der ki, yapmamız gerekenin tümü, egomuzun üstesinden gelmek ve bunun üzerine yükselerek toplanmak, tek bir bütün halinde bir araya gelmektir. Yani bu Peraşaya (Tora kısmı), VaYikahel” (toplanmış) adı verilir.

Bu kısım, hepimizin içinde bulunan, bir araya toplanmamızı gerektiren, bulmaca gibi olan, tek bir ruh haline gelmesi gereken, tüm ayrılmış, birbirinden mesafeli, kopmuş ortak ruhun parçalarından bahseder.

Bu parçaların birleşmesi sayesinde, bizler onları Or Makif (Saran Işık) etkisi altında derlemeye, ihsan etme ve Yaradan sevgisine ilişkin yapı içinde başlamış oluruz. Şayet bizler O’nun gibi olmayı denersek, çabalarımızın derecesine göre, O bizi etkiler ve bize karşılıklı tek bir bütün olmuş bağ içinde toplanmamıza yardımcı olur.

Daha sonra bizler karşılıklı özelliklerin tam bir bütünü nasıl oluşturduğunu göreceğiz. Buna Kabala Bilgeliği’nde Partsuf yani bir blok veya yapı adı verilir

Partzuf Sefirot’dan oluşur: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod, Malhut. İlk altı Sefirot‘ta yani haftanın altı gününü sembolize eden zamanda bizlerin, ruhun ayrılmış parçalarının tümüyle bir araya toplanması hususunda çalışması gerekir. Şayet bizler bu konuda başarılı olursak, o zaman altı günlük iş içindeki çabalarımız üzerinde çalışarak, Işık bütünüyle bir araya gelişin sonucunu bize getirir. Nitekim yedinci gün işimiz tamamlanmış olduğundan, daha sonra bizlerin daha fazla bir şey yapmasına gerek yoktur.

Bizler Işığın aramızdaki bu hareketi sonuçlandırmasını mümkün kılarız. Bu şekilde ayrılmış fakat bizim bir araya getirmiş olduğumuz parçalardan bütün bir birim ruh meydana çıkar.

Bizler bir haftayı bitirir ve yeni bir haftaya başlarız. Bir parça ve daha sonra başka bir parça. Ve bu şekilde bizler bütün bir ortak ruhumuzu bir araya getiririz. Bunun gibi hareketler içerisinde bizler tüm parçaların manevi bütünleşmesini bir tam birim şeklinde ediniriz. Adam (insan) suretini, yani Domeh (Yaradan’a benzeyen) anlamına geleni, bizler ediniriz.

Böylece Şabat kutsal bir gün olup, bu günde Işık işler, çabalarımızı etkiler ve bizi neticeye getirir. Bizler sanki altı gün boyunca yapılması gereken bu çalışmayı oluştururuz ve yedinci günde ise Işık bunu devam ettirir.

Bizler eğer yedinci günde bu çalışmaya sanki Adem’in ruhunun kırılmasıymış gibi, bu kırılmaya sevinerek devam ederiz. Çünkü bizler bu çalışmayı Işık yerine yapmaya teşebbüs ediyoruzdur. Bu tüm ıslah sisteminin en yüce kutsallığı bozma safhasıdır.

Genel anlamda bizler çalışmanın bir bölümünü ve Işık da çalışmanın diğer bölümünü yapar. Şayet bizler tüm çalışmayı kendimiz yaparsak, bizler sisteme daha da fazla zarar verir, hafta boyunca bir araya getirmiş olduğumuz parçaların karşılıklı hareketini daha da güçlü bir şekilde reddetmiş oluruz. Genelde tüm hafta boyunca bir araya toplamak ve buna ek olarak da yedinci günde yine devam etmek yerine, hiçbir şey yapmamak en iyisidir. Bu şekilde, tüm ıslah metot sistemini ve onun ilerleyen sürecini iptal etmiş oluruz.

Böylece yedinci gün öncesinde, çabalarımızı bitirmemiz gerekir. Demek istenilen şey, altıncı günde durmalı ve tüm parçaların Işık tarafından birbirlerine yapıştırılarak bir araya getirilmesi mümkün kılınmalıdır. Denir ki, “Senin için bir dinlenme günü olacak.” Temelinde kişi çalışmayı yapıyor ama dinlenmiyordur. Böyle bir zamanda bizler tüm altı parçanın kademe kademe bir tam bütüne doğru birleşmesini sonunda hissederek, güncel manevi seviyenin ıslahını bitiririz. Daha sonra da, bir sonraki, ondan sonraki seviye şeklinde, haftadan haftaya seviye düzeltiriz.

KabTV’den, “Ebedi Kitabın Sırları” 10.10.2013

Evde Sevgi ve Barış İçin Lisans

thumbs_laitman_256SORU: Birlik hakkında çok güzel konuşuyorsunuz ama kendi evinde birlik olmayan biri ne yapmalıdır? Ben solcu siyasi görüşten yanayım oysa kocam aşırı sağcı görüşü benimser. Siyaset hakkındaki konuşmalarımız bizi her zaman kavgaya sürükler. Ne yapmalıyım?

YANIT: Senin ve İsrail’deki tüm insanların, bu durumu düzeltmek için fırsat yakaladığınızı düşünüyorum. Söylediğim gibi, “Sevgi, tüm günahları örter…” (Atasözleri 10:12) Aramızda barışı sağlamak nasıl mümkün olabilir? Barış, genelde yaptığımız gibi, birinin diğerini yenilgiye uğratması ve bastırması veya karşıdakini  haksız olduğuna ikna etmesi demek değildir.

Barış; ilişkilerde bana niteliksel ve fikirsel olarak, kalben ve ruhen tamamen karşı olan biriyle tam bir “karşılıklılığa erişmemiz”dir.  Bu, aramızda sevgi köprüsü inşa ederek elde edilir. Ve sonra fiziksel düzeyde bize çelişkiler ve zıtlıklar kalır. Mücadele, baskı ve birbirimizle çatışmaların üzerinde,  özellikle bu duruma “karşı ağırlık” olarak sevgiyi inşa ederiz.

Bunu nasıl yapacağımızı öğrenmemiz gerekir. Temel konu, iki düzeye sahip olmaktan korkmamaktır. Birbirimizle çatıştığımız ve zıtlaştığımız düşük düzey ve birbirimize bağlandığımız yüksek düzey… Bu durum;  “Sevgi tüm günahları örter” diye adlandırılır. Özellikle tüm çelişkilerin ve kusurların üzerindeyken aramızda ne kadar büyük zıtlıkların olduğu önemli değildir. Bunlardan daha güçlü bir sevgi bağı inşa edebiliriz.

Bu nedenle, bütünlükten, birlikten ve hatta sevgiden  bahsediyorsak, aslında bu iki düzey hakkında konuşuyoruz demektir.  Aksi halde bütünlük, birlik ve sevgi mümkün değildir. Sadece aramızdaki tüm bozukluklar, sürtüşmeler ve farklılıklar üzerinde bir bağlantı kurmak mümkündür.

Yani, kimseye başka birine değişiklik yapmasını  söyleyemez. Her iki taraftan da dini ya da laik hiçbir tür baskı olamaz. Her birey, olduğu gibi kalmalıdır. Biri değişiklik istiyorsa, kendisi değişmelidir. Sadece birbirimizle öğrenmeye ve  birbirimize, tüm zıtlıklarımıza rağmen, bizi saran bir şemsiye gibi sevgiyi inşa etmeyi  öğretmeye ihtiyacımız vardır.

Ve tam bu durumda, sevgimiz; birbirimize karşı muhalefetimizin içsel öfke alevlerine rağmen geçici değil, kalıcı, büyük ve gelişen bir sevgi olabilir.

Rav’ın Önemini Hafife Aldığın Zaman Düşersin

thumbs_Laitman_403Bu güne kadar her zaman, insanlık için hep aynı yapı var oldu; bir Rav (öğretmen, rehber), bir grup Kabalist ve insanlığın geri kalanı. Tüm çalışma Rav’ın açıklamalarına göre ilerler ve grup bu çalışmayı yerine getirir. Öncelikle grup içinde bağ olmalıdır ve ancak bundan sonra, çemberler içinde tüm dünyaya dağıtım yapılması mümkün olur.

Yöntem aynı yöntemdir, aynı safhaları içerir ve bunun gerçekleştirilmesi ancak Rav’ı yüceltilmesi durumunda mümkün olur. Tabii burada, diğer öğretilerde olduğu gibi dışsal formlardan söz edilmiyor. Aksine, Rav’ın Yaradan’la bir olmaya nasıl erişeceğimiz hakkında verdiği öğütleri yerine getirmekten söz ediliyor. Rav bizden daha üst seviyede olduğu için, buna Rav’ı onurlandırmak denir. Bizi yönlendirişini ve sözlerini onurlandırırız.

Buna ek olarak, kendi gözümüzde Rav’ın yüceliğini yükselttiğimiz veya düşürdüğümüz ölçüde kendimizi yükseliş veya düşüş içinde buluruz. Bu nedenle de “Sürgüne giden öğrenci öğretmenini de kendisi ile birlikte sürgüne gönderir,” (Makkot 10a) denmiştir. Rav’a biçtiği değerin, yönteme biçtiği değer olduğunu anlamak öğrenciye kalmıştır ve ıslahın yolu tamamen Yaradan’la bir olmak için gereken araçları değerli ve önemli saymaya bağlıdır.

Öğrenci bu araçların yüceliği üzerine çalışırken, bunlara dayanarak ve bunların sonucu olarak amaca erişir, Yaradan’ın, ihsan etme niteliğinin, sevginin ve bağın yüceliğine erişir. Bu da tamamen Rav’ın ve dostların yüceliği üzerine yapılan çalışmaya bağlıdır. Bu amaca aralarında doğru bağlantı ağını kuran dostlar arasındaki bağın içinden ve bağlantının tüm parçalarının ayrıntılı idraki ile erişiriz.  Kişi ancak dostları ile olan bağ için ihsanda bulunmaya hazır ise bu bağın içine entegre olup egosunun üzerine yükselmeyi başarır, buna Ibur (ana rahmine düşme) denir, bu embriyo durumudur.

Bu durumda sürekli olarak, bağ kurmaya karşı giderek daha büyük içsel direnişler keşfedilir, buna fetüs denir ve her defasında grubun oynadığı rolün karşısında, grubun yüceliği karşısında ve Rav’ın yüceliği karşısında kişi kendini iptal etmelidir ve ancak bu sayede ana rahmindeki bu safhalar tamamlana kadar sürekli olarak gelişir. Bundan sonra Yenika (meme emen bebeklik) dönemi vardır, bu dönem almaya ve vermeye, bağ içinde daha aktif bir katılıma hazırlanma, bu bağın ne kadar pratik ve gerçek olduğunu hissetme dönemidir. Böylece Yenika dönemi biter ve daha büyük alma kaplarının kişinin içinde uyandığı bir duruma gelinir. Bundan sonra, kişi yeni bağlar kurma, ihsan etme ve sevgi niteliklerini aydınlığa çıkarma ve oluşturma çalışmasına aktif katılımda bulunabilir, bu duruma Yaradan’ı dostların arasında keşfetmek denir.

Bu durum giderek her defasında daha çok açıklık kazanmaya başlar. Başlangıçta yalnız Ahoraim (arkası) yoluyladır çünkü ıslahın sonuna kadar Yaradan’ın yüzünü görmek mümkün değildir, bundan sonra Yaradan’ın yüzü de ortaya çıkacaktır, yani aramızdaki ıslah olmuş kap içinde, ihsan etme ve mutlak sevgi ortaya çıkacaktır.

Bütün bunlar ancak kişinin Rav’a ve gruba değer vermesi ve onları yüceltmeye çalışması, koşulunda olur, bu çalışmada yükseliş ve düşüşlerden geçer. Eğer yükselmeyi başarırsa, ona, bir kat daha alma arzusu eklenerek derhal bir düşüş verilir böylece daha da çok yükselecektir.

Çalışılacak alanının tümünü görebilmek, ancak dostlar arasındaki bağın içinde mümkündür, bu alan “Ondan başkası yok,” koşulunun yani Işığın, ihsan etme formunun gerçekleştirileceği yerdir ve  “komşunu kendin gibi seveceksin” genel kuralıdır, bunun kabıdır. Her şey Rav’a yönelmiş olarak grubun içinde ifşa olur.

Şöyle yazılmıştır; “Dost sevgisi bizim için yeterlidir,” ancak “eğer öğrenci sürgüne giderse öğretmeni de onunla birlikte sürgüne gider,” bunun anlamı şudur, eğer öğrenci sürgünden ve Rav’ı ve grubu küçümseme görme durumundan çıkıp bu durumun üstüne yükselmeyi başarırsa, böylece dost sevgisinde tüm eksiklilerini tamamlar. Tüm ıslahlar dost sevgisinin içinde mevcuttur.

Dikkatimizi aramızda bulunan –  ihsan etme, sevgi ve ortaklaşa yardım ile doldurmamız gereken ve böylece, “insan sevgisinden Yaradan sevgisine” geleceğimiz –  alanın içinde tutmayı başardığımız ölçüde ilerleriz. Temel olan şey tüm bunların aramızdaki bağda ifşa olacağını unutmamaktır.

Edindiğimiz ihsan etme niteliğinin tüm seviyeleri – Nefeş, Ruah, Neşhama, Haya ve Yehida – aramızda ifşa olmak zorundadır, birbirimize daha da yakınlaştıkça, en sonunda, aramızdaki bağda, Yaradan dediğimiz yüksek bütünlüğü keşfederiz. Her evrede onun formu Keter, Yehida seviyesidir. Her bir evrede son seviye, Yehida seviyesine eriştiğimizde Yaradan’ın varlığını hissederiz.

Günlük Derse Hazırlık, 26/03/15

Teknolojinin İnsan Üzerindeki Etkileri

thumbs_Laitman_407_01HABERLER ( novznania.ru’dan alıntı ):

“İnsanlarca yaratılmış teknolojilerle ilgili yeni bilimsel araştırmalar, bu tür teknolojilerin düşünce ve davranış biçimlerimizi etkilediğini gösteriyor”:

RADYO: Radyodan gelen bilgi, kişilerce “gerçek” olarak algılanıyor. Bireyin bilgiye yönelik eleştirel algısı bulanıklaşıyor çünkü radyodaki sesi duyuyoruz ama sesin sahibini görmüyoruz. Bilinçaltımızda bedensiz bir ses, gerçek bir kişiden çok daha fazla güven uyandırıyor.

MOBİL TELEFON: Endişe ve uyku bozukluklarını harekete geçiriyor çünkü insanlar sık sık çağrı bekliyor.

İNTERNET: Okuma biçimini değiştirdi. Sırayla tüm bir makaleyi okumak yerine şimdi insanlar “anahtar kelimelere” odaklanıyor ve sayfaya sadece göz gezdiriyor.

SOSYAL AĞ PROFİLİ: “Kendini beğenme”yi artırıyor çünkü sosyal ağlar ideal bir “BEN” imajı yaratıyor.

TELEVİZYON: “Gerçek hayat” algısını bozuyor. Çünkü televizyonun yarattığı dünyada, “iyi” ve “kötü”nün “mutlak, katıksız” olmasına çalışılır. Bunun sonucunda insanlar “kurgu ile gerçek hayat arasındaki ayrımı” yapmamaya başlar.

DİJİTAL KAMERALAR: Onların ortaya çıkışı ile, insanlar resimlerini saymayı durdurdular. Fotoğraf çekme sürecinin kendisi, objektifin diğer tarafında gerçekleşen olaylara olan dikkati dağıttı.

KULAKLIKLAR: Kulaklardaki kulaklıklar, dış dünyaya karşı kullanılan bir kalkan gibi, dış dünyadan korunma hissi yarattı.

BİLGİSAYAR OYUNLARI: Oyun süresince oyuncu, şiddet eylemleri gerçekleştirmek zorunda kalır. Oyuncular bu şiddet eylemlerinin sanal dünyada yürütüldüğünün farkındadırlar ancak beyin tüm bu eylemleri “gerçek” olarak yorumlar. Sonrasında, bilinçaltında oyuncularda suçluluk duygusu ortaya çıkar ve bir şey onlara sıradan yaşama iyilik getirmek için ilham verir.

YORUMUM: Benim düşünceme göre, şüphesiz “insan”ın hızla değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Ama asıl değişiklik gelmek üzeredir. Bu değişiklik bilincimizde “BEN”den “BİZ”e doğru olan değişikliktir. Bu yeni bilinç düzeyinde; egoizmin bütün kötülüklerinden , zaman-yer ve hareketten bağımsız, daha yüksek manevi sonsuz yeni bir dünya hissederiz…

Güven Krizi

thumbs_Laitman_411Norveçli politikacı ve Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjørn Jagland, Opinion’da şöyle der:

“Bankalar arası borç verme piyasasında faiz oranlarının çöküşünün piyasada %0’a ulaştığını gözlemledik. Bu dünyanın 2015’te, daha önce geçmişte hiç görmediğimiz türde çok ciddi bir krizden geçmekte olduğunu gösterir.

Bugünün modern bankacılık sistemi, reel kredi piyasasındaki faizlerin pozitif değerlerine dayalıdır. Parayı depolamak bankacılık hizmetleri için artık karlı olmamaya başlarsa ne olacak? Emeklilik fonlarına ve bizim tasarruflarımıza ne olacak?

Güven krizini politika alanında da görüyoruz. Gücün küresel dengesi değişiyor ve kimse kendi başına herhangi bir karar vermiyor. Dünyanın tek kutuplu olmaktan çok kutuplu olmaya doğru değiştiğine tanıklık ediyoruz. Önde gelen siyasi figürler aralarındaki karşılıklı güveni, davranışlarıyla baltalıyorlar. Mevcut siyasi elitin 2015 krizini aşması mümkün olacak mı?

Yorumum: Sadece genel insan ego üstünde bizi harekete geçiren bir yöntem ile, güven eksikliğini ve ortaya çıkan krizi aşabileceğiz. Bu metodu önce İsrail’de uygulamalıyız ve böylece bu uygulama, dünyanın geri kalanı için bir örnek olmalıdır. (Bakınız “ZOHAR’A GİRİŞ madde 71)

Egonun Bataklığında Bizi Yönlendiren Görünmez Atlama Taşları

thumbs_Laitman_419Dr. Michael Laitman, dağıtıma duyulan içsel direncin nereden kaynaklandığını anlıyor. Egomuz, yerinde oturmayı, sadece okumayı, hocanın anlattığı ilginç hikayeleri dinlemeyi, dışarı çıkıp dağıtım yapmaya tercih eder.

Bu, tamamen açıktır; dağıtım yapmak da, grupla bağ kurmak da istemezsiniz. Herhangi bir şeye koşturmayı değil, oturmayı, derse çalışmayı, huzur içinde  yaşamayı tercih edersiniz. Bunun ruhunuz için çok daha “uygun” olduğunu düşünürsünüz.

Ancak size çok bilgece ve ilginç şeyler söyleyen hocanız, aynı zamanda size dışarınızı çıkmanızı, dersler vermenizi, insanlarla konuşmanızı ve onlarla belirli eylemler yapmanızı söylediğinden beri, bazı “garip” fikirlere de sahip. Bunun size göre olmadığını ve hatta bu söylenenlerin, her zaman gizli ve sessizce çalışılan Kabala bilgeliği ile de bir ilgisi olmadığını düşünüyorsunuz.

Burası, kalabalıkların bilgeliğinin geldiği noktadır. Kalabalıkların bilgeliği demek; bu eylemler sana anlam ifade ettiğinden beri bunları yapmak zorunda olduğunu anlasan bile; hatta Baal HaSulam ve Rabaş bunları yapmak istemediğini ve bedenindeki her hücrenin buna direneceğini söylese dahi, aklına ve kalbine göre bir şey yapmak istememen ve yapamamandır.

İşte burası, senin bazı şeyleri netleştirmen gereken yerdir: Kabalistlerin bu tavsiyesini, isteksizliğine ve bitmek bilmez mazeretlerine rağmen kabul ediyor musun? Kabalistler, günümüzde çok özel bir koşulda olduğumuzu söylerler: Baal HaSulam, Rabaş ve bizim hocamız da bunu söylüyor. İnancındaki bilgelik; kendini iptal edip, onların seni yönlendirdiği eylemleri yaptığında ortaya çıkar.

Onlarla asla bir şeyde ya da başka şeyde hemfikir olmayacaksın. Hocanla ve manevi çalışmayla  hem fikir olmanın hiçbir yolu yoktur. Çünkü o sana sürekli, doğal olarak mantıkla açıklanmayan ve arzu da uyandırmayan, egona  ters eylemleri yapmanı söyler.

Bu, tekrar ve tekrar olacak. Hatta teorik olarak onlarla hemfikir olsan bile, uygulamada bunu kabul etmeyeceksin ve bunu yapmaya mecbur edilmedikçe, yapabileceğin her şekilde bunun etrafında dolanıp  bu eylemlerden uzak durmaya çalışacaksın. Bedenin sana itaat etmeyi reddedecek.

Manevi bir hoca, senden bir derece yüksekte olan ve sana elini, ayağını nereye koyman gerektiğini söyleyen  ve böylece bir sonraki dereceye yükselmen için bedenini nasıl hareket ettireceğini  sana gösteren kişidir. Bu, oraya nasıl ulaşılacağını veya elini ayağını daha yüksek dereceye ulaşmak için nereye koyacağını bilmediğindendir.

Bu sanki, bataklığın bir tarafında olup, diğer tarafına ulaşmaya çalışmak gibidir. Bataklığın içinde, suyun altına saklanmış, ilerlemek için kullanabileceğin ve diğer tarafa adım atmanı sağlayan  atlama taşları vardır. Ama atlama taşlarını göremezsin. Yanlış bir adım atarsan kaybolacaksın, bataklık seni hemen yutacak ve bu hayat seni egonun içinde boğacaktır.

Hocan sana her defasında nereye basman gerektiğini anlatır. Ona inanmalısın… Aksi halde geçemeyecek ve bu bataklıkta boğulacaksın. Buna “bilgelikte inanç” denir. Bu şekilde ilerlemek için çalışan kişi bataklığı geçebilir. Tabi ki kişinin sonsuz şüpheleri vardır ve gerçek şudur ki, o bilgelikteki inancı yavaş yavaş elde eder ve kendisini iptal ederek yavaş yavaş daha yüksek bir akla göre çalışır.

İşte bu, bataklığı nasıl geçebileceğindir ve bu yolu takip eden her kim ise bataklığı  geçer. Burada beyinden çok şansa ihtiyacın var.

Dağıtım: Özgürlüğe Giden Yol

thumbs_Laitman_420_01Soru: Kabala bilgeliğini, insanları yuvarlak masalar ve çemberler sayesinde birleştirerek dağıtmaya isteklisiniz fakat ya medya, radyo, gazeteler, internet ve broşürler v.b. ne oluyor?

Cevap: “İsrail, acıyla, kölelikle, sarsılmayla, delilikle, baskı altına alınmakla, ya da yiyeceğinin olmaması ile kurtarılmadı ancak on kişi birlikte oturduğunda ve herbiri dostuyla okuduğunda ve çalıştığında ve sesleri duyulduğunda bu başarıldı. (Tana Rabbi Eliyahu Zuta, Madde 84).

Bizler diğer tüm yöntemleri, düzeltmenin metodunu dağıtmak için mümkün olduğu kadar kullanıyoruz.

Gerçek Kudüs

thumbs_Laitman_420_03Soru: Kudüs tüm dünya tarafından yüceltilen özel bir şehirdir. Nasıl oldu da, belli başlı tüm din gruplarında kutsal olarak sayıldı : Musevilik, İslam ve Hristiyanlık’ta?

Cevap: Kabala’nın din ile ilgisi yoktur. Binlerce senedir bu saklı idi. Fakat İsrail insanları arasında vardı ve bugünün musevilik anlayışı yerine, bu dünyada Yaradan’ı ifşa etmeye ilişkin bir metot idi. Kabala insanın Yaradan’ı ifşa etmesine izin verir; üst gücün ne olduğunu bilmeden, yalnızca çocukluktan beri öğretilenlere öylesine inanmaz.

Herkes Yaradan’ı en iyi şekilde hayal eder. Fakat Kabala Bilgeliği körü körüne inançtan bahsetmez. Kabala bu dünyadaki üst gücü ifşa etme metodudur.

Bu ifşaya Kabala’da “inanç” denir. Çünkü inanç, ihsan etmek ve diğerlerini kendimiz gibi sevebilmektir. Bencilce almak yerine, insanın kendisini aşması neticesinde, kişi iyi olan ve iyilik yapan üst kuvvete daha da yakınlaşır. Daha sonra da bu kuvvet kişinin kendisine ifşa olur.

Herkesin bu ifşaya erişmesi gerekir – yazıldığı üzere, “Herkes, küçükten büyüğe kadar kendi aralarında Beni bilmelidir”- üç dini takip edenler ve tüm insanlık. Bu yaratılışın programıdır. İstesek de, istemesek de, bunun farkına varacağız.

Bu arada bizler evrim yolunda gelişiyoruz. Kabala Bilgeliği gizli olduğu için, üç din insanlığı Yaradan’ı ifşa etmeleri için hazırlıyor. Bu hazırlık olumsuz bir yönde oluyor çünkü sıradan inancı, yalanları ve anlayış eksikliğini, edinim eksikliğini, boşluğu ve çaresizliği ifşa ediyor.

Bugünün dünyasında, genelde dinler ayrılık ve insanları ayrıştırmak için kullanılıyor. Her dinin kendi içinde birbirlerini kabul etmeyen bir çok eğilimi vardır. Dinin boşluklarıı keşfettiğimizde, bizi bekleyen Kabala Bilgeliği vardır.

Bu nedenle, bugünün Kudüs’ünde, üç dünya dini için kutsal olan bir şehir, gerçek Kudüs değildir. Kudüs (Yeruşalayim) “bütünlük şehri” (Ir Ha Şlemah) temsil eder. Bizler burada, hepimiz aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe erişir, birbirimizi tamamlarız.  

Birbirimiz ile bağ kurarak, aramızda Yaradan’ı ifşa ettiğimiz koşulu, form eşitliği kanununu ediniriz. Dinlerdeki, inançlardaki, fikirlerdeki ve insan niteliklerindeki tüm farklılıklara rağmen, yine de eşitlik ve birliği edinmede başarılı olur, tüm farklılıkların üzerine çıkacağımız ve onları sevgi ile örteceğimiz konusunda bir anlaşmaya varırız. Bu şekilde bizler, aramızda Yaradan’ı ifşa etme koşulunu yerine getirmiş oluruz.

Bu gerçek bir Kudüs olacaktır.

KabTV’den, “Yeni bir yaşam” 7.5.2015  

Daimi Ateş Eyleme Çağrıdır

thumbs_Laitman_420_05Zohar Kitabı, ”Tzav”, 50.madde: Sönmeyecektir. Tabii ki Tora’nın ateşi sönmeyecektir. Çünkü günah Tora’yı söndürmez ama bir günah Mitsva‘yı söndürür ve günah işleyen birisi bir Mitsva‘yı, yani “bir mum” denilen şeyi söndürür. Nitekim kişi bir kişinin bedenindeki mumunu söndürür, yani ruhunu, şöyle denir, “İnsanın ruhu Yaradan’ın mumudur.”

Bir kişi eğer maneviyatta günah işlerse, neticede Mitsva (emir) ateşini söndürmüş olabilir. Fakat egosu ve Saran Işık (Or Makif) hâlâ bir mumun görüntüsünü, kişinin ve Yaradan’ın nitelikleri arasındaki bağı ortaya çıkarır. Daha sonra kişinin niteliği kademe kademe Yaradan ile uyumlu şekilde düzeltilir.

Bu seviyeden Tora’da sıkça, Makabiler hikayesinde olduğu gibi bahsedilir. Örneğin, onlar bir kavanoz içinde, aslında mantıkça yalnızca bir gün yeterli olacak fakat sekiz gün yanmayı sürdüren yağı bulmuşlar. Bu ise şu anlama gelir: daimi ateş, amaç için sürekli, kesintisiz devam eden özlemdir. Sürekli bağ ve sürekli anlayış, daimi bir ateş gibi, sanki aramızda artık olmayan kimselerin hatırasına ilişkin sürekli yanarcasına.

Bu bizim için ebedi hatıraya ilişkin eyleme çağrıdır. Bizler içimizdeki bu ateşi korumalıyız ve Üst Işık, Yaradan ve bencil arzularımız arasında sürekli şekilde bağ içinde olmalıyız. Bu böyledir çünkü arzumuz yüzünden Işık aydınlatır ve kademe kademe azalır ve Işık için yakıt olarak hizmet eder.

Yaradan (Işık), yalnızca O’nun seviyesine yükselebilirsek ve kendimizi yanan bir ateş haline dönüştürebilirsek belirir. O zamana kadar Yaradan yoktur ve işte bu yüzden O’na “gel ve gör”, Bo-re denir.

Bizler kendimizi sevgi ve ihsan etme niteliğine dönüştürmeye çalıştığımızda, enerji yağdan, fitilin içinden geçerek yükselir ve mumu yakar. O zaman mumun şekli yalnızca Yaradan’ın şekli değil, O’nun niteliği olup, aynı zamanda kişinin, yani Yaradan’a benzeyen insanın (Adam) şeklidir. Nitekim onlar birbirlerine uyarlar ve tamamıyla bütünleşmişlerdir.

Bunun sonucunda, doğası itibariyle yanmayan element yanmaya başlar. Bu olmadan ateş olmaz ama ancak Yaradan’a eşdeğer hale gelmeye ulaşmak için özlem duyduğu anda ortaya çıkar. Işık bunun neticesinde belirir çünkü bu olmadan, ne üst seviye ne de üst dünyalar yoktur.

Manevi dünya kendi içimizde, bizde olan kaynaklar ile bunu oluşturduğumuzda ortaya çıkar. Aralarındaki bağ içinde sevgi ve ihsan etme niteliğini keşfetmek için özlem duyan, öncelikle gruptur. Şayet aramızda böyle bir nitelik uyanırsa, aramızdaki sıkıştırma, baskı ve bağ kurma arzusu neticesinde tutuşma oluşur. Nitekim o zaman, aramızdaki Yaradan’ın görüntüsü yani Işık belirir.

KabTV’den “Ölümsüz Kitabın Sırları” 27.11.2013

Ülkenize Gidin

thumbs_Laitman_421_01bBaal HaSulam, “Ülkenin Mirası”: İsrail, kendi ülkelerine hepsi bir araya toplanana kadar geriye dönmeyecektir.

Ülke (Eretz) arzu (Ratzon) ile alakalıdır. Bizler “İsrail ülkesini”, yani amacımızın Yaradan’a doğru olduğu özel bir arzuyu edinmek isteriz. Yaşar-El (Yaradan’a doğru). Bu demektir ki, bizler arzumuzu ihsan etmek için Yaradan’a odaklamalıyız. Bu da bizlerin kendimizi diğerlerinin sevgisine odakladığımız zaman ifade edilir.

Bütün bunların İsrail devletinin coğrafi konumu ile ne ilişkisi vardır?  Bu husus kökler ve dallar hakkında mıdır? Yahudi ulusu, İsrail ülkesi ve manevi topraklar arasında işleyen kanunlar ile birbirine uygun olduğu zaman yalnızca topraklarında yaşayabilir.

Bu demektir ki, benim arzularım Yaradan’a memnuniyet vermek üzerine odaklı ise, bu diğerlerine memnuniyet sunmayı, tüm İsrail’in dost olduğu kuralına ve dostların da birbirleri için karşılıklı sorumluluk hissiyatı içinde olduğu şeklinde  ifade edilir; nefret ettiğiniz şeyleri başkalarına yapmayınız; dostunuzu kendinizmiş gibi seviniz; tek adam ve tek kalp şeklinde vs.

Şayet ben bu konuya ilgi duyuyorsam bu demektir ki, Üst Işığın yardımı ile tüm arzularımı düzeltiyorum ve daha sonra da, bu yabancı arzuların içsel arzulara dönüştüğü anlamına gelir; bunlar kuru bir topraktansa, Yaşar-El arzusuna dönüşür. Daha sonra ben manevi İsrail ülkesine giriş yapar ve dünyasal anlamda da İsrail topraklarına ilgi duyarım.

İşte bu sebeptendir ki, Yaradan İbrahim’i Babil’den o zamanlardaki kenan topraklarına göndermişti. Orada kendisini düzeltmesi ve Yaşar-El’in doğru doğasını hissetmesi için. Bu, hem içsel çalışma hem de dünyasal hareketler hakkında idi. İbrahim’in öğrencilerinin aileleri, kendilerine ait olanları toplandılar, develeri, koyunları ve keçileri alarak o yere doğru gittiler. Bu geçiş, onların bağ çalışmasına istinaden, İbrahim’in onlara öğrettiklerine uygun şekilde olmuştu.

Dünyadaki insanlar kök ve dal uygunluk kuralını anlamazlar. Fakat bu Babil’de, dünyadaki tüm insanları dağılmış iken bile ifade edilmişti. Bir çok kabile ve etrafa yayılmış aileler olsa da, onlar ilk önce tek bir ulustu. Daha sonra aralarında ego patlaması yaşandı ve yayılmaya başladılar. Ayrışma işaretleri belirginleşti.

İnsanlar birbirleri ile bağ kurdular, birbirlerinden ayrıldılar ve nitekim gruplara ayrıştılar. Bu şekilde aslında Babil’i terk ettiler ve tüm dünyaya dağıldılar. İşte bu şekilde dünya ulusları oluştu. Onlar bencilce arzuları üzerinden şekillendiler. Bu da onların eşsizliğini ve kimin kimin ile anlaşabildiğini belirlemişti. Bugün bizler, bu şekilde her ulusun kendine has zihniyetleri, örf ve adetleri vs. olduğunu görüyoruz.

Buna ek olarak, hangi kabileye veya dağılmış aileye ait olurlarsa olsun, Kalp noktası olan Babil’den olan tüm insanlar İbrahim’in etrafında bir araya gelmişlerdi. İbrahim’in yaymış olduğu mesajı duyduklarında, kök ve dal kuralına uygun şekilde kenan topraklara doğru yönelmiş bu gruba ait olmak istediklerini hissetmişlerdi.

Kalan diğer insanlar ise niçin değişik yerlere ilgi duyduklarını bilemediler. Bugün de bu aynı şekildedir : Kişi yaşamına her şeyi gönderenin ve o veya bu yöne doğru rehberlik edenin bir şekilde Yaradan’ın olduğunu hissetmez. Her şeyin bir şans eseri, nedensiz olduğu bize gözükür. Aslında doğada hiçbir şey tesadüfen değildir. Sadece nedenler bizlerden gizlidir.

Diğer yandan, İbrahim’in grubu kesin bir emir almıştır : “Ülkenize gidiniz.” Başka bir deyişle, öğrenciler manevi kök ve dünyasal dal arasındaki bağı çok kesin bir şekilde hissetmişlerdir. Onlar kenan seviyesi içindeydiler ve bu nedenle kenan ülkesine eriştiler.

Daha sonra birbirlerine daha çok güçlü şekilde, “Yakup’un evi” seviyesine erişinceye dek, yani küçükteki (Katnut) birlik anlamında bağlandılar. Ardından onlar ek içsel gayret eksikliklerini keşfettiler. Kısaca çalışma için gereken ek kaynak eksikliğini yaşadılar.

Nitekim onların bencilce arzuları, yani Mısır’daki sürgün adı verilen şey büyümeye başladı. Bu içsel süreç, dışsal sürece eşlik etti: Onlar Mısır’a düştüler. Onlar orada içsel seviyelerine göre değişik tecrübeler edindiler: 7 senelik tokluk, 7 senelik açlık, Mısır musibetleri aslında içsel seviyelerin dışsal seviyeler ile paralel şekilde bütünleşmeleri olmaksızın gerçekleşmişti.

Bizler bu bağı aydınlatamayız; bu nedenle, belli bir paraleli de aramanın bir anlamı yoktur. Manevi anlamdaki Mısır’dan çıkışta, örneğin, tüm Mısır, yani bencilce arzular bütünüyle düşmüştü. Sonuçta, İsrail çocukları büyük egolarından kırılarak ayrıldılar. Bu aralarında vardı ve tüm çabalarına rağmen bağlanmaları ancak bunun üzerine yükselecek fırsatları olana kadar mümkün olmamıştı. Genel anlamda konuşursak, bu bağ ancak ego ile veya egonun içinde değil, egonun üzerine yükselmiş iken mümkün idi.

Fakat dünyasal anlamda farklı bir şey meydana geldi. İsrail çocukları ayrıldıktan hemen sonra Mısır düşmemişti. Sonuçta, hakkında hiçbir şey manevi olmamasına rağmen, bu dünya mevcudiyetini sürdürmektedir. İşte Mısır’ın manevi yıkımı ve manevi dalı arasında olan ilişkilendirme eksikliğinin nedeni buradan kaynaklanır.

Bizler aramızdaki gerçeği manevi seviyede inşa ederiz. Beş duyumuz ile algıladığımız dünyasal seviye ise aynı şekilde kalır. Bunun içinde manevi bir içerik yoktur ve bunun manevi olaylara göre terk edilmiş hale gelmesi gerekmez. İçsel seviyelerimizde yok edilmiş olsa da, dünyasal Mısır aynı yerinde kalır ve işte bu şekilde seviyeler arasındaki fark ifşa olur.

Denilir ki, manevi kökün dünyasal dala dokunması gerekir. Fakat yalnızca dokunması. Bunun içinde kıyafetlenmiş değildir ve bunun içinde işlevini de sürdürmez.

Baal HaSulam’ın yazılarından, 30.4.2014 tarihli Kabala dersinin 5. bölümünden