Monthly Archives: Haziran 2015

Hayat Dolu Suyun Kaynağı

thumbs_Laitman_729_02Soru: İnsanlara, aralarında bağ kurmanın tek çözüm olduğunu nasıl mantıklı bir şekilde açıklayabiliriz?

Cevap: Açıkça, aralarındaki birlik insanlara güç verir. Ordular, politik partiler ve çeşitli organizasyonlar bu ilkeye göre kurulurlar. Birkaç kişi birlik kurar ve güç kazanır, özellikle de günümüzde.

Hatta kölelik zamanında bile, köleler arasındaki birliklerden hep korkulmuştur. Eğer yüz kişiden fazla kişi birleşirse, derhal orada neler oluyor, ne yapıyorlar, ne planlıyorlar diye kontrol edilir. Bu halkın güvenliği için gereklidir.

Ancak aramızdaki bağ ile eğer bu doğru bağ ise, bir güç kaynağının, bir aklın, yeni bir duygunun varlığını hissetmeye başlarız. Bunu hissetmek için kendimiz çaba harcamalıyız, ama bunu ihmal etmekteyiz. Eğer grubun merkezinden bir uyanış, yüksek bir ruh hali, bir sıcaklık, sevgi, bir sezgisel ve zihin açıklık durumu edinmiyorsam, o zaman grubun merkezine bağlı değilim demektir.

Her birkaç saat ara ile nasıl bir şeyler yemeye ihtiyacım varsa, aynı şekilde gruba gelmek ve gruptan beslenmek için iştah ve açlık duyma ihtiyacı duymalıyım. Fiziksel olarak gruba gelmek zorunda değilim, ama grubun merkezini hissetmeliyim ve bu merkezden kendimi doyurmaya özlem duymalıyım.

Eğer halen bağ kurmanın kazancının ne olduğunu görmüyorsanız, bu hâlâ bu bağ üzerinde çalışmanız gerektiğine işaret eder. En yüce kabalist bile eğer inzivaya çekilirse, kendisinden çıkamaz. Kendisinden büyük ya da küçük, hiç değilse birkaç öğrenci ile bağlantıda kalmak zorundadır, böylece bu bağın içinde daha üst seviyedeki duygu ve akla erişecektir.

Her defasında böyle gelişir, aksi durumda ona hayat yoktur. Bir yerde duracak ve ölecektir, çünkü hayat her daim kendini yenilemek zorundadır.

Bu nedenle, insanlara gelip, onlara bağ kurmak için yardımcı olduğumuz zaman, bundan içebilmeleri için hayat dolu suyun kaynağını, aralarındaki bağlantının merkezini, nasıl keşfedeceklerini öğretmeliyiz. Bu sayede hayatın özünü edinebilirler. Birden bunun eksikliğini hissetmeye başlarlar, tıpkı küçük bir çocuğun birden annesini araması, koşup annesine gitmesi, ona sarılması ve sonra tekrar dönüp oyun oynamaya geri koşması gibi. Böyle insanlara hayatın kaynağını göstermeliyiz.

Çalıştay ve diğer etkinlikler sırasında aranızdaki bağda yeni bir içsel heyecan, keskin bir mutluluk duygusu, mevcut durumda ve bir sonraki durumda yeni açıklıklara erişmeye imkan veren derin bir anlayışın birden bire ortaya çıktığını hissetmelisiniz.

Dostlarla bağlantıda böyle özel bir hissiyat uyanmıyorsa bu bağa gelemediğinize işaret eder. Bunu kendi içimizde bulup keşfetmeli ve başkalarına öğretmeliyiz, çünkü mutluluğun, canlılığın, yaşama gücünün kaynağı bundadır ve bizim için açıklığa kavuşturmanın da kaynağıdır, çünkü bizim için yalnız duygular yeterli olmaz, biz aynı zamanda bu durumları açıklığa kavuşturmak, bu durumlara bilinçli katılmak, kendimiz “şafağı uyandırmak” isteriz.

Bu nedenle, grubun merkezinde keşfettiğiniz bu pınar manevi gelişmenin gücünün kaynağıdır. Ve insanlık için de bu güven duymanın, hoş bir duygunun aile, çocuklar, eğitim vb. konulara daha doğru bir tavır gözetmenin kaynağı, yani hayatlarının kaynağı demektir.

Bu çok özel bir noktadır. Gücün kaynağını, hayatın kaynağını, aklın ve kendi enerjimin kaynağını bulmak zorundayım ve birden bire yol açıklık kazanır ve kendi durumum doğru yöne doğru dengeye gelir. Güç ve sağlamlık elde ederim. Tüm bunlar grubun merkezinden edinilir.

Günlük Derse Hazırlık, 21.03.15

Evrenin Mini-Modeli

thumbs_laitman_227Soru: Zohar’da söyle denmiştir: “Toplantı yerinde ilk onun içinde bulunanlara ne mutlu, çünkü onlar sayesinde on kişiden az olmayan bir topluluk tamamlanmış olur ve onlar Şehina (Kutsallık) tarafından kutsanırlar.”

Topluluk tamam olunca, ıslahat olur. Şöyle yazılmıştır: “Kral’ın yüceliği insanların çokluğundadır.” Böylece bu ilk onluyu takip edenler, bedensel ıslahatla desteklenirler, bu da topluluğun ıslahıdır.”

“Tüm halk ilk onlunun izinden yürüdü” ne anlama gelir?

Cevap: Her manevi yapı on Sefirot’dan oluşur, ne daha az ne de daha çoktur. On farklı özelliği bir araya getirerek,  evrenin hiç bilmediğimiz, ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz olmayan parçaları da dâhil olmak üzere, bir mini-modelini oluştururuz.

Yalnız kendi küçük dünyamızla uğraşıyoruz, ama gerçekte bunun hakkında çok bir şey bilmiyoruz ve tamamen anlayamıyoruz, kaldı ki tüm dünyaları kapsayan uçsuz bucaksız evrenin sözünü bile etmiyoruz. Bu nedenle de her biri bizim dünyamızdan milyarlarca kere daha büyük olan üst dünyalardan söz etmek tamamen hayali olur.

Ama eğer, birbirini tamamlayan on kişilik bir topluluk oluşturursak, bu “uçsuz bucaksız olanakları”  kavramak çok kolay hale gelir. Birbirleri ile bağ kurar kurmaz, tüm dünyaları kucaklayan genel güç bu topluluğu etkisi altına almaya başlar. Bu güce Üst Işık, ya da Yaradan denir.

İhsan etme koşulunda kalmak için, ahenkli bir bağlantıyı koruma çabası ile ve “komşunu kendin gibi sev” ilkesine göre karşılıklı her biri birbirini tamamlayarak, derhal üst gücü, benzer özellikler kuralına uymak,  çabalarımız üzerinde etkili olmak “zorunda bırakırız”. Üst güç bizi etkiler ve çabalarımızı birleştirecek ölçüde bize yardım eder.

Tek bir sistem haline geldiğimizde, aramızda olan her bozukluk ve rahatsızlığı hissetmeye başlarız; biri bir diğerine tutunur ve sonra başka biri ile bağ kurar ve böyle sürer… Bu durumda aramızdaki karşılıklı etkileşimi doğrudan hissetmeye başlarız. Birdenbire, evrenin uçsuz bucaksız gücünü ve özelliklerini, halen hiç farkında olmadığımız üst dünyalar da dâhil olmak üzere keşfetmeye başlarız.

Görürüz ki; “Ah, beş dünya da aramızda mevcuttur!” Birdenbire açıkça, her birinin de beş alt seviyeye bölündüğünü vb. kavrarız. Kişi, aralarında karşılıklı, tam bir ihsan etme ve sevgi bağı olan on kişi (bir minyan) ile tüm evreni keşfedebilir. Aralarındaki bağ yeterlidir; daha başka bir şeye gerek yoktur. Tüm evreni anlayıp kavramaya giden yol budur.

KabTV, “Ölümsüz Kitabın Sırları”, 21.01.15

Zamanın Sınırlarının Ötesine Geçmek

thumbs_laitman_546_03Zaman içsel, kişisel, psikolojik, bencil bir seçimdir, zamanı ölçtüğüm zaman, özlem duyduğum bir şeyi arzu etmem ve bu arzumu gerçekleştirmem arasındaki farkı ölçerim. Zamanı daima bir tatminsizlik olarak hissederim.

Eğer istediğim şeyi ister istemez derhal elde etseydim, eğer arzum hemen yerine gelmiş olsaydı, zamanı hissetmezdim. Buna zamanın ötesinde olmak denir. Örneğin, eğer arzum sonsuz bir hızla gerçekleşirse, zaman sıfıra yaklaşır.

Tüm doğal yapımız ve işleyişimiz ışık hızının altındadır bu oranla sınırlıdır. Bu nedenle de zaman var. Sonuçta zaman, hız ve uzaklık birbiriyle ilişkilidir.

Teorik olarak, eğer istediğimizi derhal edinirsek, zamanı hissetmeyiz.

Zamanın sıfıra eşit olduğu bir duruma eriştiğim zaman – ki bu hızın sonsuz olduğu ve uzaklığın da sıfıra indirgendiği durumdur – mekân bir noktaya mı dönüşür? Ne zaman bir eylemde bulur ve bu eylemi yapmayı ister istemez derhal aynı anda yapabilirim? Bu yalnız ihsan etme eyleminde mümkün olur ve bu bana bağlıdır.

Eğer, aramızda var olan ve herkesin bir diğerinden aldığı bağdan, herkesin bir diğerinde ihsan ettiği bir bağa doğru uzaklaşırsak ki bu kişinin verecek bir şeyi olduğu ve diğerlerinin de bunu almak istediği bir durumdur, bu durumda zamanı hiç hissetmeyiz.

Zaman bir alışkanlıktır. Tamamen psikolojik bir parametredir ve bu zamanın bilimsel açıklamasıdır.

Özünde, eğer bunu gerçek hayata uygulamaktan söz ediyorsak, bize verilen zamanı doğru yönetmekten söz ediyorsak, bu durumda neye ihtiyacımız var? Saf ihsan etme eylemine erişmeyi bilmeye ihtiyacımız var, bununla zamanın, mekânın ve eylemin dışında var olacağımız bir seviyeye yükseliriz.

Gerçekten de eğer zaman sıfıra eşitse, hareket de, eylem de olmaz. Her şey aynı yere, o tek noktaya yerleşir. Bu duruma davranışımızı almaktan ihsan etmeye değiştirirsek erişebiliriz.

KabTV, “Yeni Hayat”, 22.04.15

Doğal Afetlerin Nedeni

thumbs_Laitman_421_01bSoru: Bir çocuktan gelmiş olan bir sorum var: İnsanoğlu dünya yüzeyinde ortaya çıkmadan önce, hayvanların toplu olarak ortadan kalkmalarına neden olan doğal afetlerin oluşmasına ne neden oldu? Bu, dinazorların bencil olmalarından dolayı mı gerçekleşti?

Cevap: Tüm süreç, Beito (zamanında), önceden programlanmış bir program tarafından önceden belirlenmiştir. Yani, bunlar maddenin (arzunun) duran, bitkisel ve hayvansal seviyelerdeki doğal değişikliklerinden dolayı tetiklenmişlerdir.

Adam ile (5775 yıl önce) başlayarak ve devamında insanlar maddeyi (arzuyu) etkileyebilir durumdadırlar. Bunu, ya genel arzunun büyümesi ile ilgili olmak için çok büyük arzu duyarak ya da tam tersine buna karşı durarak gerçekleştirirler.

Kabala, bizlere, evrensel arzunun gelişimsel programın ne olduğunu ve onu nasıl hızlandırabileceğimizi açıklar. Hızı arttırarak ilerlemenin derecesine göre, doğanın baskılarını önleyebilir ve Yaradan’a benzer hissedebiliriz.

Başarılı Bir Toplum

thumbs_laitman_548_03-jpgHaberlerde (theoryandpractice.ru): “Eğitimli bir toplum, uzmanların bilgilerine ihtiyaç duymayan bir toplumdur. Böyle bir toplumdaki insanlar, yaşam ve onun hakkındaki keşifler hakkında açıklamalara ihtiyaç duymaz.”

“Eğitimin ve öğretimin amacı, her bireyin kendi özel yaşamlarında mutlu oldukları ve aynı zamanda tüm topluma katkıda bulundukları seviyeyi edinmektir.”

Yorumum:  İnanıyorum ki, Kabala bilgeliğinin önermiş olduğu gibi, sadece integral eğitimi içeren  bir sistem, bu tarz sorulara gerekli olan yanıtları sağlayabilir çünkü, bu kişiye sadece dünyamız hakkında değil aynı zamanda tüm yaratılış, bu yaratılışın dinamikleri ve amacı hakkında da bir fikir verir ve bu yüzden kişiyi kişisel olarak mutlu etmek, aynı zamanda topluma da faydalıdır.

Herkesin Kazandığı Oyun

thumbs_laitman_744Soru: Tüm hayatımız sanki bir tiyatro oyunu. Bu bize olup bitenin bir programı ya da planı var mı? Bu oyunun bir yönetmeni var mı?

Cevap: Doğayı inceleyip araştırdığımızda, her şeyin tamı tamına fizik, kimya, biyoloji ve zooloji kanunlarına göre çalıştığını görürüz. İnsan hayatı da belirli kanunlara göre çalışıyor olmalı. Doğanın tüm bireysel kanunları birleşir ve insanlığa hükmeder. Bir enerji alanın içindeyiz ve bu alan bizi şunu sorma durumuna getirir:  “Bu oyun nedir, bizi nereye götürüyor, ne için yaşıyoruz, hayatın amacı nedir?”

Dindar insanlar bu sorunu çok basit çözümlerler: Daha Yüksek bir Güç olduğuna inanırlar; onlara göre, endişe duymamalı ve bize ne olacağını düşünmemeliyiz.  Kabala ise çözümün, bu gücü saklandığı yerden dışarı çıkarmamız, gözlerimizi açmamız ve tüm yaradılışı görmemiz yoluyla olacağını söyler. Böylece tüm dünyalarda yaşamaya başlarız. Erişeceğimiz yükseklikten, her şeyin nasıl yönetildiğini ve özellikle neden başka türlü değil de böyle yönetilmesi gerektiğini görürüz.

Ve gerçekte bunu ele almamızın nedeni şudur; çünkü üst güç bizi, eğer biz bu oyunun koşullarının ne olduğunu keşfedip öğrenmezsek, eğer bu oyuna katılmazsak, üst gücün bilinçli partnerleri haline gelmezsek, hayatımızın tehdit altında olacağını anlayana kadar çok derinden bu oyunun içine sokar.

Soru: Bu hayat oyununu kazanmak ne anlama gelir?

Cevap: Kazanmak ancak, biz bunun gerçekten de bir oyun olduğunu keşfettiğimiz zaman mümkün olur, oyunun bizi nereye götürdüğünü, yönetmenin yani üst gücün programını ve buna nasıl aktif olarak katılacağımızı keşfederiz. Kabala bilgeliği bize bunu nasıl yapacağımızı öğretir. Bu oyunu keşfettiğimiz zaman, bunun dünyanın en yüce şeyi olduğunu görürüz. İhlal edilemeyen açık ve kesin kanunlara göre düzenlenmiştir ve bizi harika ve yüce bir amaca götürür. Bu oyun tamamen bizim kafamızı karıştırmak ve böylece içimizde hayat oyununun sırrını keşfetme arzusu uyandırmak için düzenlenmiştir.

Bu oyunun amacı tüm insanlığı Yaradan’a benzer hale getirmektir, bizi mutlak iyilik durumuna, sonsuz ve mükemmel hayata getirmektir. En sonunda sonsuz doyumu ediniriz ancak bu yolda tam bir kayıp edişi, bilgisizliğimizi, anlayış kıtlığımızı, günümüzde deneyimlediğimiz krizleri keşfetmek zorundayız. Bütün bunlar bu oyunun sırrını çözmemiz için olur.

103 FM Israil Radyo Programından, 17.05.15

Yasak Olan = İmkânsız Olan

thumbs_Laitman_121Soru: 24 Mayıs 2015, Pazartesi günkü, “Eşek Sürücüsü” dersinizi izledim, benim naçiz fikrime göre harikaydı. Sizin sözlerinizden, Kabala Bilgeliğinde, kendi “özüme” Malhut durumu içinde erişmem yasaktır. Bununla bağlantılı olarak aklımda birkaç soru belirdi:

  1. Bunun anlamı Kabala Bilgeliğinin amacı benim için, kendi “özümü” Bina durumunda olduğu gibi mi edinmek ve de alma arzusunu ihsan etme arzusuna çevirip ıslah etmek mi? Bu durumda, arzuların ıslahı, kendi “özüme” (Yaradan’a) erişmek için bir amaç değil ama bir araç mıdır?
  2. Bu bağlamda, Kabala Bilgeliğinde, kendi Malhut (kendimiz bu dünyada alma arzusu) durumu içindeyken “özümü” (“özümü edinmeyi gerçekleştirme arzusunu) edinmede bir kısıtlama mı vardır?
  3. Bu yasağı çiğnemek mümkün müdür, kişinin “özünü” edinmesi için (Kabala dışında) bilinen başka bir yol var mıdır?
  4. Bu yasağa rağmen, halen bu dünyadayken, kendi “özüne” erişen birisine ne olur?

Cevap: Kabala’da hiçbir şey yasak değildir! “Yasak” veya “yasaklanmış” sözleri kullanıldığı zaman, bu imkansızdır anlamına gelir, bu nedenle de çaba harcamaya değmez demektir. Ancak genel olarak her şeye izin vardır, ancak farklı bir yolla. Sana öğretilen yolda yürü ve edinim sahibi ol!

Düzensizlik Gibi Görünen Ters Sıradaki Düzen

Laitman_00015Baal HaSulam, Kabala Bilgeliğine Giriş, Madde 25: Böylece, KHB TM bu beş Kelim’in hepsi, bir Partzuf içinde büyümedikçe, Işıklar kendileri için belirlenmiş olan yerde değildirler. Dahası, ters bir ilişki içindedirler; Malhut’un Kli’si olmazsa, Yehida Işığı da yoktur ve iki Kelim, TM eksikken, Yehida ve Haya da orada yoktur vb. Bunun nedeni şudur, Kelim’in içinde önce daha Yüksekte olan ortaya çıkar ama Işıklarda ise en sonda olanlar ilk önce girerler.

Işıklar ve kaplar arasındaki bu ters düzen çok kafa karıştırıcıdır. Bu düzene göre, daha çok ilerledikçe daha koyu bir karanlığa gireriz. Çünkü daha büyük ve daha güçlü Işıkları ifşa edebilmek için daha kalın kaplara ihtiyacımız vardır. Bu nedenle de gruptan daha çok destek almaya, derslere düzenli olarak katılmaya ihtiyaç duyarım, yani kendimi muhafaza edebilmek için eskisine göre daha çok güce ihtiyacım vardır.

Genellikle daha çok ilerlerim, daha çok anlarım ve hissederim ve daha çok ifşa ederim, ama aynı zamanda da kendimi daha büyük bir karanlığın içinde bulurum, çünkü yol her zaman böyle gider; daha büyük Işıklar daha kalın bir kapları gerektirirler.

Aynı zamanda, yeniden giren her yeni Işığın yalnız Keter’in Kli’sini giyindiğini de fark edeceksiniz. Çünkü alan en saf Kli’sinin içine, Keter’in Kli’sinin içine almak zorundadır.

Bu nedenle, her yeni Işığın alınışında, halen Partzuf’un içinde giyinmiş olan Işıklar oldukları yerden bir kademe aşağıya inmek zorundadırlar. Örneğin, Ruah Işığı girdiği zaman, Nefeş Işığı  Keter’in Kli’sinden Hohma’nin Kli’sine inmek zorundadır…

İçinde karanlık sayesinde ifşa ettiğimiz kaplar ve bunların ıslahları için ek bir çaba sarf etmek zorundayız. Böylece Hohma’nın kabı Keter’in kabına eklenir ve sonra Keter’in kabı içinde olan Nefeş Işığı Hohma’nın kabına iner ve Ruah Işığı Keter’in kabına girer. Nefeş Işığı ile Ruah Işığı arasındaki fark çok büyüktür. Bu tamamen yeni bir dünyadır, yeni bir edinimdir, daha önce asla hissedilmemiş olan yeni bir duygudur.

Gerçekliğin algısı her defasında bir üst seviyeye çıkar. Gerçeklik yeni ve farklı görünür. Üst güç yeni bir biçimde daha çok ortaya çıkar ve dünya, yani genel kap yeni bir görünüş alır. Manevi dünyadaki her küçük etki, bütünsel sistemin tümünde değişiklik yapar, bu nedenle de birisinin Keter’in Nefeş’inde mi yoksa Keter’in Ruah’sında mı olduğu çok büyük bir anlam taşır.

Günlük Kabala Dersi, 3. Bölüm, 23.03.15, Baal HaSulam’ın Yazıları

Einstein: İyi mi? Kötü mü?

thumbs_laitman_433_02Soru: Yeni bir Einstein’ı nasıl yetiştirebiliriz?

Cevap: Bu bize bağlı değildir ve buna ihtiyacımız olduğu ihtimali dahi yoktur. Einstein, bizim için, hiç de güzel bir şey yapmadı; dahası, atom bombasının yapılmasına yardımcı oldu ve bizlere dünyamızda bizlerin anlayamayacağı nitelikler olduğunu söyledi.

Einstein ve diğer nükleer fizikçiler hiçbir şey yapmasalardı daha da iyi olacaktı. Nükleer güç olmadan ve de atom bombası olmadan da hayatta gayet güzel kalabilecektik. Bu yüzden, bir Einstein’a ya da manevi liderlerin olduğu bir nesle ihtiyacımız yok.

20.yy’ın biliminin insanoğluna faydasının olmadığını düşünüyorum ancak tabii ki de bilimin başarılarını da reddetmiyoruz, bilim bir çok şey de gerçekleştirdi. Ancak, aslında, bunların hepsi de bizim aleyhimize döndü. Tabii ki, eskisi kadar çok ağır işlerde çalışmıyoruz. Artık, çamaşır yıkayan bayanların yaptığı ağır işi yapan çamaşır makinalarımız var. Büyük şirketler, yarı mamul ürünler imal ediyorlar ve bizler de sadece mikrodalgada ısıtıp yiyebileceğimiz yiyecekleri almaya hazır durumdayız.

Bunların hepsi tamamen açık ve net, ancak bu bize ne vermiş durumda? Sahip olduğumuz zamandan geriye kalanıyla neler yapıyoruz? Kendimizi daha da fazla endişelerin içinde buluyoruz ve sonuç olarak, dünyanın doğal kaynaklarının tükenmesine yol açıyoruz.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanların daha da mutlu olduklarını göremiyorum. İnsanlar eskiden, müzik dinlerlerdi, tiyatrolara gider, edebiyatla ilgilenir ve kalın romanlar okurlardı. Günümüzde, kişi, sadece iki satır okuyup daha fazlasına devam etmiyor. Eğer bir filmin, ilk birkaç dakikası ilgisini çekmezse televizyonu hemen kapatıyor.

Her şey bu noktaya nasıl geldi? Bu şekilde günümüzde insanlar, bir yüzyıl evvel olduklarından daha mı mutlular? Şu anda daha ağır çalışmadığı gerçeğine de bağlı olarak. Şimdi onu işten rahatlatan şey nedir?

Görüyoruz ki, Einsteinlar bizlere zarardan başka birşey vermedi, her ne kadar onlar iyi insanlar olsalar da.

Benim bilimi seviyor olmam ve kuvvetle hoş karşılamam gerçeğine rağmen, bilimin insanlığın bencilliği ile uyuştuğunu söyleyemem. Einstein’ın kötü niyetli bir bombaya dönüşmesi iyi değildir. Bu yüzden, ilk önce insanı düzeltmeliyiz ve sonrasında bilimi geliştirmeliyiz. Aksi takdirde, bilimi kendi zararımıza geliştirmiş olacağız.

Çok memnun bir şekilde bir yüzyıl öncesine gidip, bilim yerine zorunlu integral eğitimin herkes için tanıtılmasını sağlardım. Sadece, insanlığın gelişimine yardımcı olmasının derecesine göre, insanların bilimi geliştirmelerine izin verirdim. Sonrasında, bilim insanlığa fayda sağlayacaktır. İntegral eğitimin sonucu olarak, kişi tüm dünyanın ve kendisinin tek bir birim olduğunu hissetmeye ulaşmalıdır. Sonrasında, araştırmaları bir bombanın yaratılması ile hiçbir zaman sonuçlanmayacaktı. Basitçe, bizler için zararlı olacak hiçbirşeyi yapamayacaktı, tıpkı her insanın faydalı birşey yapmak için çekmiş olduğu özlem gibi.

KabTV “Michael Laitman ile Sohbetler” 13/05/15

Doğru Arzu İçin Sera

thumbs_Laitman_501Yaratılmış olan alma arzusudur, yoktan var edilmiş olandır, Işığın etkisi altında kendi kökünden gelişir. Eğer bu arzu pasif ise, yani Işığa doğru gelişmek ve Işığa benzemek istemiyorsa, Direk Işığın dört safhasında olduğu gibi Işık yaratılmış olanı gelişmeye zorlar.

Daha sonra, bu arzu gelişme eğilimi gösterir, yani kendisini kısıtlar ve bir Masah (Perde) inşa eder, kendi girişimi sonucu olarak büyür. Alma arzusunun gelişmesi Masah edinmeye işaret eder.

Sorun şurada, aşağıdan bu dünyanın yukarısına doğru yükselme arzumuz çok küçüktür. Yaradılışın amacını, üst gücü edinmek üzere ateşlenir ve bir izlenim alır, ancak bu ilk izlenimdir ve çabucak söner ve yok olur. Bundan sonra ancak bir alışkanlık, bir rutin içinde, devamlılığımızı sağlayan ve bizi zorunlu kılan dünyevi bir çerçeve inşa ederek ve bunun sayesinde devam edebiliriz.

Böylece gerçekten de arzumuz ve kabımız büyür. İlk ifşaya erişmek için ve genel olarak her yeni seviyeyi ifşa etmek için yükselmek istediğimiz seviyeyle uygun bir arzu ile donanmak zorundayız.

Böyle bir arzuyu nereden edinebiliriz? Yalnız bizim üzerimizde çalışan Işık’tan! Işık arzuyu etkiler, bu yoktan var olan şeydir, bu küçük siyah nokta, küçücük çekirdek gelişir. Sorun bu Işığın etkisini nasıl üzerimize çekeceğimizdir.

Eğer Işığı kendim çekersem, bunun anlamı “Şafağı ben uyandırırım,” demektir. Keyif alma arzumu etkileyen Işık, içime bir karanlık duygusu davet eder. Bu sayede, Işığı keşfetme kabının farkına varır, sezgisini edinirim ve böylece bu karanlığın aydınlanmasını ve Işık gibi aydınlatmasını dilerim.

İşte bu nedenle, arzumun büyümesini isterim ve Işığın beni etkilemesini beklerim. İlerlediğim ve Işığın etkisini üzerime çekebildiğim sürece, beni oraya götüren safhalara ve alma arzumun içinde mi kalacağım yoksa ihsan etme arzusuna mı geleceğime aldırmam. Bu, yaptığım eylemlerle, şafağı benim uyandırdığım ve MAN yükselttiğim anlamına gelir. Bu sürece “zamanı hızlandırmak (ahişena)” denir.

Eğer arzumu arttırmak üzere ışığın benim üzerimde etki yapmasını uyandıramazsam, doğal gidişat içinde kendi vaktinde (beito) gelişirim. Her durumda da Işık beni etkiler, ancak bu değişiklikler benim arzum dışında olduğu için bana ızdırap getirirler. Bana ifşa olan karanlıktan memnun olmam. Onun içinde ifşa olacak, geleceğin kabını göremem.

Bu yoldan gelişme Yaradan tarafından da insanlar tarafından da arzu edilmez, ancak her iki durumda da, Işık yoluyla da ızdırap yoluyla da gelişiriz.

Bu nedenle İbrahim insanlık için, tüm Babil için hazırlanmış olan bu iyi geleceği, insanlığın, 620 kat büyük olan Sonsuzluk Işığı ile doldurulacak olduğunu gördü ve şu soruyu sordu: “Kabı ve arzuyu nereden edineceğiz?” Çünkü Yaradan’ın bize vaat ettiği bu ödülü, doğru arzu olmadan almak mümkün değildir.

Yaradan ona şunu dedi ve onu yatıştırdı: “Endişe etme. Bu arzu, 400 yıllık Mısır sürgünü sırasında, 620 kat daha büyüyecek.” Bunun anlamı, insanlık belli bir dönemden geçecek ve bu yolla, isteyerek ya da istemeyerek, büyük bir arzu edinecek ve bundan sonra bu arzu ile ihsan etmek için çalışmaya başlayacak demektir.

Bu gün her şey açık seçiktir ve geçmemiz gereken safhalar iyice anlaşılmıştır. Bizim üzerimizde sera etkisi yapacak, içimizdeki Yaradan’ı ifşa etme arzusunun büyümesini hızlandıracak, doğru bir çevrenin etkisi altında olduğumuzdan emin olmak zorundayız.

Günlük Ders, Hazırlık Bölümü, 23.03.2015