Monthly Archives: Ekim 2021

“Çocuklarımıza Hayatlarının Erken Dönemlerinde Öğretmemiz Gereken En Önemli Şeyler Nelerdir?” (Quora)

Çocuklarımızı yetiştirdiğimiz, günümüzün küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı dünyası, bizim içinde büyüdüğümüz dünyadan çok farklı.

Günümüz dünyasında çocukların refah ve mutlu bir şekilde yetişmeleri için, bizim ne kadar birbirimize bağlı olduğumuzun bilincine varmaları gerekiyor ve bunu ne kadar erken öğrenirlerse o kadar iyi.

Onlara üzerinde yaşadığımız gezegeni öğretmeliyiz, böylece doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri boyunca devam eden sayısız etkileşimle tek bir ekosistemde nasıl var olduğumuzu anlasınlar.

Onlara ayrıca güneş sistemini, güneşin ve ayın Dünya üzerindeki etkisini, mevsimlerin nasıl değiştiğini ve doğal güçlerin hayatımızı nasıl şekillendirdiğini öğretmeliyiz.

İnsani gelişim açısından, birlik içindekiler refah içindeyken, bölünmüş medeniyetlerin ve ulusların birbirine düşman haline geldiklerini ve sorunlarla dolu olduklarını çocuklara göstermeliyiz.

En önemlisi, onlara doğanın güçlerinin tek bir sistem olarak birbirine olan bağını ve bağımlılığını ve onların üzerimizdeki etkilerini öğretmeliyiz. Günümüz teknolojileri aracılığıyla bağ kursalar bile, kendi bağlarının teknolojinin ötesinde diğer insanlara ve doğaya her düzeyde uzandığını anlamalılar.

Çocukların eğitiminde insanlığın ve doğanın birbirine bağını vurgulamanın amacı, onların çevreleriyle yani diğer insanlarla ve doğayla olan olumlu bağlarını beslemektir. Başkalarını ve doğayı önemsemenin kendilerini olumlu, diğer insanları ve doğayı önemsememenin ise kendilerini olumsuz etkilediği duygusuyla büyürlerse, pek çok acıyı atlatıp keyifli, huzurlu ve uyumlu bir yaşam süreceklerdir.

Bu bağı zenginleştiren eğitimdeki kilit nokta, diğer insanlara ve doğaya karşı tutumumuzun sürekli devam eden bir ilişki olduğunu anlamaktır. O zaman doğadaki karşılıklı olma durumunu anlayabiliriz. Ailelerde, arkadaşlıklarda, eşlerde, iş ilişkilerinde veya genel olarak toplumda gelişen ilişkiler, karşılıklı değerlendirmeyi gerektirir. Bir ilişkide gerçek arkadaşlığa ve hatta sevgiye ulaşmanın faydaları, oraya ulaşmak için gösterdiğimiz çabalara her zaman üstün gelir. Bu nedenle, birbirimize bağımızın ve karşılıklı bağımlılığımızın farkındalığını kazanmak, bizi karşılıklı bağımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmek için, bağlarımıza yatırım yapmamız gerektiği sonucuna götürmelidir.

Hayvanlar, diğer hayvanlara zarar vermek için içgüdüsel bir dürtüye sahip değildir. Diğer hayvanları öldürmeleri, diğer hayvanların acılarından zevk almak için kötücül bir niyetten değil, hayatta kalmaları için bunun gerekli olduğundandır. Bununla birlikte, insanlar ek bir egoist niteliğe sahiptir, yazıldığı gibi, “Bir adamın kalbinin eğilimi gençliğinden beri kötüdür.” Bu nedenle çocuklarımızı, herkesin ve her şeyin birbirine bağlı ve karşılıklı bağımlı olduğunu öğrenecekleri, buna göre düşünecekleri ve hareket edecekleri kaygısıyla yetiştirmeliyiz.

Erkek ve Dişi Ruhlar

Soru: Yaradan’a yapışmak ve aynı zamanda O’nun ortağı olmak ne demektir?

Cevap: Yaradan’a yapışmak, tam bir birleşme, tam bir benzerlik, tam bir farkındalık ve anlayış içinde O’na yapışmak demektir. Ben bağımsızım ve aynı zamanda tam da bu bağımsızlıktan dolayı, O’nunla aynı olduğum için O’na bağlıyım.

Aynı zamanda ben dişi tarafı temsil ediyorum, Yaradan da erkek tarafı. Kadın ve erkek, hepimiz birlikte Yaradan’a göre dişi tarafı temsil ediyoruz.

Soru: Yani kadınlar bununla gurur duyabilir mi?

Cevap: Kadın, bir erkekten daha çok yaratılışın özüdür ve üst güçle ilgili olarak doğayı ifşa etme konusunda daha büyük bir yeteneğe sahiptir.  Ve bir erkeğin içinde Yaradan’dan daha fazla vardır, eylemde bir kadından daha fazla bağımsızlık vardır.

Bu nedenle dünyamızda, birbirimizi tamamlayarak, birlikte Yaradan’a benzer tek bir bütün oluşturduğumuzda, doğamızın böyle bir görünümünü elde edebilecek durumdayız.

Sonuç olarak, tüm erkek ve dişi ruhlar birleşecek ve Yaradan’a göre dişi bir ruh gibi tek bir ruh haline gelecekler.

Soru: Erkek ve kadın unsurlar aynı zamanda tek kişi içinde mevcut mu?

Cevap: Elbette. Her insanda, hem erkekler hem kadınlar arasında farklı kombinasyonlar vardır. Ve erkek temeli, ihsan etme derecesinde her zaman dişiden daha baskındır.

Aynı zamanda, biri karşısında dişi unsur ve başkası karşısında erkek unsur olarak hareket edebilirim. Örneğin, üst olan karşısında ben dişil unsurum ve alt olan karşısında, diyelim ki öğrenciye karşı erkek unsurum vb. Bunların hepsi sadece aşamalardır.

 

Hatalardan Öğrenme

Kişinin egoist arzusunu yenmesi ve onun üzerine çıkması her zaman mümkün değildir. Bu, onun ihsan etme eğiliminin, büyük alma arzusuna kıyasla hala çok zayıf olduğu anlamına gelir. Bu nedenle, egoizm içindeki çalışmalarının sonuçlarını alamamaktan hayal kırıklığı hisseder.

Yaratılışın programına göre, ruhu zaten ihsan etme arzusuna ilerlemiş ve kendisine yönelik olmak yerine Yaradan’a yönelik olmalı. Dolayısıyla, ona manevi sürecin bir bölümünde hata yaptığı gösterilir. Bir dahaki sefere başarılı olmak için bu hatanın nerede olduğunu kontrol etmesi gerekir. Bu bir sonraki sefer, belki birkaç saniye veya dakika içinde olabilir.

Manevi yolumda başarı görmüyorsam, o zaman buna henüz hazır değilimdir ve bana henüz doğrudan gelişemediğimi, ama sadece hatadan hataya ilerlediğimi gösterdiği için Yaradan’a şükrederim. Okulda da böyle öğrendik: önce yazdık, sonra yapılan hatalar üzerinde çalıştık ve yavaş yavaş ilerledik.

Aynı şey manevi ilerleme için de geçerlidir, ıslahın en sonuna kadar, her zaman hatalarımızı ortaya çıkarır ve onlar üzerinde ilerleriz. Bizim bütün gelişimimiz, hataları ortaya çıkarmamız ve onlardan öğrenmemiz üzerine kuruludur.

Şöyle yazılmıştır: “Erdemli bin kez düşecek ve yeniden yükselecektir.” Sadece düşmenin sonucunda hatamızı ortaya çıkarır, onu düzeltir ve bir sonraki duruma yükseliriz. Bir sonraki durumda, bir şeyler yapmaya çalışırız, hata yapar, düşer, düşüşü, hatayı, başarısızlığın nedenini ortaya çıkartır ve davranışımızı ıslah eder ve yükseliriz.

Bu her seferinde böyle olur, bu nedenle “Erdemli bin kez düşecek ve yeniden yükselecektir.” diye yazılmıştır. Yürüyen merdivendeymiş gibi manevi merdivenin yüksek derecelerine çıkacağınızı düşünmeyin. Neden düştüğünüzü anlamanız ve kendinizi ıslah etmeniz için her zaman önce bir düşüş olacaktır.

Tam olarak düşüşleri ıslah ederek, Reşimot’u dikkatle inceliyoruz. Tıpkı Adam Kadmon dünyasında AB ve SAG Galgalta’dan doğduğunda olduğu gibi.

Partzuf neden gelişir? Çünkü zayıflığını ve ışığı almadaki yetersizliğini hisseder. Bu nedenle düşmeden ilerlemek mümkün değildir. Bir insanda saklı olan daha derin alma arzusunu, daha incelikli ve daha derin nitelikleri ortaya çıkaran ve ilerlemeye yardımcı olan bu düşüştür.

Bu her meslekte aynıdır: önce sorunları ortaya çıkarırız ve onlardan kırılmaya ve düzeltmeye geliriz. Seçenek yoktur, yaratılanlar mükemmele ancak mükemmel olmayandan ulaşabilirler. İlerledikçe, Yaradan’da daha fazla kusur görürüz ve aynı zamanda, eğer ona ıslah olmuş gözlerle bakarsak mükemmelliğin de tam olarak bu olduğunu keşfederiz.

Yaradan’ın Kontrolü Altında Bir Kişi

Soru: Dünyada Hitler ve Stalin gibi büyük kötü adamlar var. Arkalarında sanki Yaradanmış gibi yenilmez bir güç olduğu hissi vardır ve sonra bu gücü kaybederler. Neden işler bu şekilde olur?

Cevap: Şayet bir kişi Yaradan ile bağa yönlendirilmezse, özellikle Hitler ve Stalin gibi büyük olumsuz insanlar veya büyük olumlu insanlar, sadece üst güç tarafından yönetilirler.

Kişinin bunun üzerinde hiçbir kontrolü yoktur. Kabala ilminin perspektifinden bakıldığında, Yaradan ile bağa ulaşanlar veya bu bağı amaçlamayı isteyenler hariç, tüm insanlık köleleştirilmiştir, onlar hayvan egoizmi tarafından yönetilmektedir. Dolayısıyla onlardan bir şey talep edemeyiz. Ne de olsa nasıl hareket edeceklerini, üst takdirin onları nasıl yönettiğini ve neden bir şeyleri şu ya da bu şekilde yapmaya zorlandıklarını bilmiyorlar.

Elbette dünyaya yapabilecekleri kötülük sınırlı olmalı, ama bunun için onları kınayamayız. Doğanın bizi yöneten gerçek gücünü nasıl doğru bir şekilde ortaya çıkarabileceğimizi onlara göstermemiz ve açıklamamız gerekiyor ki onu ifşa edelim.

Onlarla farklı ilişki kuramayız. Maddesel düzeyde onlardan nefret edebileceğinizi ve onları yok etmeye hazır olabileceğinizi ve onlara iyi bir şey dileyemeyeceğinizi anlıyorum. Ama öte yandan, kişinin içinde onu işletmesi için Yaradan’ın ona koyduğu güçler tarafından köleleştirildiğini ve kontrol edildiğini anlamamız gerekir. İnsan Yaradan’ın yarattığı bir varlıktır.

Ancak Yaradan’ın kişiye verdiği korkunç niteliklere ek olarak, bu nitelikleri ıslah etme yöntemini, yani onları düzeltme yeteneği edinirse, böyle bir kişiye şu soruyu sormak ve talep etmek mümkündür: “Aldıklarınla mı yaptın? Islah yöntemini uyguluyor musunuz? Sana verilen koşullarda bunu doğru kullanıyor musun?”

Ama kişiye kendini ıslah etmesi için şartlar verilmemişse, ondan bir şeyi nasıl talep edebilirsiniz?

Dünyaya Kabala bilgeliği açısından bakarsak, bu kişiyle farklı bir şekilde ilişki kurmamız gerekir. Böyle insanları Yaradan’ın yaratılanı olarak görmemiz gerekir. Hepimiz seçmediğimiz temel niteliklere sahibiz. Nerede doğacağımızı, nasıl yetiştireceğimizi vs. biz seçmedik. Belki ben de farklı bir ailede, farklı bir toplumda, farklı bir ülkede, farklı bir zamanda doğup büyümek isterdim.

Bunu kimse seçemez, öyleyse neden biri bana: “Neden işleri bu şekilde yapıyorsun da başka türlü yapmıyorsun?” diye şikâyet etsin. Bunu yapıyorum çünkü ben böyle yetiştirildim ve Yaradan’ın bana verdiği nitelikler bu şekilde gelişti, hepsi bu.

Kabala bilgeliğinin bizi tamamen farklı bir gerçeklik algısına yönlendirmesinin nedeni budur, böylece kendimizden başka hiç kimseye şikâyetimiz olmaz. Dünyayı ıslah etmek mi istiyorsunuz? Yaradan’ı hedefleyin ve dünyayı ıslah etmesi için talep edin, isteyin, deneyin ve O’na doğru harekete geçin.

 

Yeni İnsanlar Olmamıza Yardım Et!

Tüm bayramlar, kişinin manevi yükselişindeki özel durumları sembolize eder. Eğer olması gerektiği gibi çalışırsak, o zaman yıldan yıla, günden güne, Yaradan ile tam bir bağa ulaşana kadar manevi merdiveni gittikçe daha fazla tırmanırız.

Egoizmin üzerine yükselişe Pesah, Mısır’dan çıkış ve ihsan etme gücünün edinilmesine Şavuot bayramı denir.

Sonra kişi kendini yargılar ve Av’ın 9’u olarak adlandırılan verme eğilimine sahip olmadığını görür. Ve o zaman tüm hayatına Yeni Yıl, Roş HaŞanah olarak adlandırılan, Yaradan ile yeni bir ilişki ile yeniden başlamaya karar verir.

Ve en önemli şey, bu yeni döneme, bu yeni zamana nasıl girileceğine dair doğru bir hesaplama yapmaktır. Hayatında birçok kez, kişi sanki yapabilecekmiş gibi yaşamını değiştirmek ve her şeye yeniden başlamak ister. Bu, bir kişinin Yaradan ile eşdeğer olmak için geçmesi gereken günlerden biri olan Yargı Günü, Yom Kippur’un bir işaretidir.

Yom Kippur “kefaret” (Kapara) kelimesinden gelir; kişinin Yaradan’dan af dilediği zamandır. Ne de olsa kişi kendini test etti ve birçok kez kendini ıslah etme ve Yaradan’la bütünleşme fırsatı bulduğunu, ancak bunu ihmal ettiğini ve egoizminin üstesinden gelemediğini gördü.

Yom Kippur’dan bir ay önce, kişi kendini kontrol etmeye başlar ve kendisi için haz almaya yönelik egoist arzular içinde olduğunu ve bunları kendini ıslah etmek ve Yaradan’a yakınlaşmak için kullanmak istemediğini görür. Ve bunun için af diler, o zaman gururunun üstesinden gelmek ve yardım istemek için hiçbir bir gücü ve fırsatı olmadığını fark eder. Sonuç olarak, tüm ıslahımız, Yaradan’dan ıslahın gücünü istemekten ibarettir.

Bütün suçumuzun yardım istememiş olmamızdır ve bunun için af dilememiz gerekir. ”İstemediğim için üzgünüm,” demek, bizi düzeltmesi için O’na dönmediğimiz için Yaradan’dan bizi bağışlamasını istemek demektir.

Yaradan egoizmi yarattı, ancak insan egoizmin kendisinde var olan tek kötülük olduğunu anlamalıdır. Bizler, bu kötülüğün prizmasından tüm dünyaya bakarız ve bu nedenle tüm dünya bize kötü görünür. Ve buna uygun olarak Yaradan’la ilişki kurarız çünkü dünyanın tüm bu berbat görüntüsünün sözde O’ndan geldiğini iddia ederiz. Görünüşe göre bizi ve bu dünyayı bu kadar kötü yarattığı için Yaradan’ı suçlarız.

Ve o anda kişi, Yaradan’dan bu egoizmi düzeltmesini ve kötü doğayı iyi olanla değiştirmesini istemesi için, Yaradan’ın kendisine egoizm ve onun aracılığıyla tüm dünyayı inceleme yeteneği verdiğini anlamaz.

Bu kişinin çalışmasıdır. Yapmamız gereken tek şey, içimizdeki kötülüğü bilmek ve Yaradan’ın bunu bilerek verdiğini idrak etmektir ki O’na dönebilelim ve O’ndan egoizmi ve iyilik yapamama halini değiştirmesini, tüm kötülükleri iyiliğe dönüştürmesini isteyelim.

Sonuçta, bizde iyi güçler yok ve onları Yaradan’dan istemezsek olmayacak ve ancak istediğimizde tüm dünyayı iyi bir arzu ile hissedip görebileceğiz. O zaman dünya bizim için gerçek bir cennet gibi görünecek.

Bu nedenle, tüm çalışmamız kötülüğümüzü, içimizde ve çevremizde neden kötülük gördüğümüzü ifşa etmemiz ve sonra bu kötülüğü iyiliğe dönüştürmesi için Yaradan’a dönmemizdir. Bu iş Yaradan tarafından yapılır ve bu nedenle Yaradan’ın işi (Avodat Hashem) olarak adlandırılır. Ve Yaradan’dan bunu yapmasını istemeye tövbe günü, Yom Kippur denir.

Bunun bir yas günü değil, bir sevinç günüdür çünkü kendimizi yargılarız ve durumumuzu düzeltmek için yalnızca Yaradan’dan bizi yarattığı kötü arzuyu iyi bir arzuya dönüştürmesini istememiz gerektiğini anlarız.

Yani, dönüp talepte bulunabileceğimiz biri var. Ve her şey sadece bizim talebimize bağlı. Zayıf olduğumuz ve iyi işler yapamadığımız, kafamız karışmış ve her şeye hakim olan doğamızın önemsiz köleleriyken, her şey Yaradan tarafından kasıtlı olarak bize güçsüzlüğümüzü göstermek ve içimizde kendimizi egoizmden kurtarma ve onu ihsan etmeye dönüştürme arzusunu uyandırmak için yaratılmıştır.

Bu, Yaradan’dan kötü, egoist arzumuzu alıp onu iyi, özgecil bir arzuya, sevgiye dönüştürmesini istediğimizde, Yargı Günü Yom Kippur’un ana anlamıdır. Ve sonra derin bir delikten yüksek bir dağa tırmanacağız.

Bu nedenle Yom Kippur, tüm 24 saatimizi zayıflıklarımız, Yaradan tarafından verilen egoizmimizde yarattığımız tüm kötülükler için nasıl af dileyeceğimizi düşünerek geçirdiğimiz, yılın en önemli günüdür. Ve bu kötülüğün içimizde Yaradan tarafından yaratıldığı sonucuna vardığımızdan, O’na dönme ve bu kötülük yerine iyiliğin gücünü isteme fırsatımız vardır. Bu talep sonucunda gittikçe daha fazla iyilik gücü kazanacağız ve ıslahın sonuna kadar daha da yükseleceğiz.

Her birimiz ve hep birlikte bu işi takvime göre yılda sadece bir kez Yom Kippur’da değil, her gün yapmalıyız ve mümkün olduğunca Yaradan’a dönmeli ve O’ndan kötü eğilimimizi iyi bir eğilime dönüştürmesini istemeliyiz. Yaradan’a dönme ve bu ıslahı talep etme gücümüz ölçüsünde, O’na benzer hale gelebileceğiz ve O’nunla bütünleşmeye ve mükemmelliğe yani ıslahın sonuna ulaşabileceğiz.

Önümüzdeki yirmi dört saat içinde düşünmeniz ve uygulamaya çalışmanız gereken şey budur.

“İnsan Veya Hayvan Haklarıyla Çatışmayan Bir Ekonomik Sistem Nasıl Oluşturulabilir?” (Quora)

Böyle bir ekonomik sistem, her birimizin sadece var olmak için ihtiyaç duyduğumuz kadarını kullandığımız ve diğer her şeyi herkes arasında eşit dağılıma bıraktığımız özgecilik yasasına uygun olmalıdır.

Vücudumuzun hücreleri bu şekilde yaşamayı hak eder, çünkü her biri kendi yaşamını sağlamak için gerekeni alır ve her fazlalığı vücuda verirler. Başka bir deyişle, her hücre en basit ihtiyaçlarla yaşarken, tüm doğası ve faaliyeti vücuda yaşam güçlerini sağlamaktır.

Her birimiz insan toplumunda tek bir ilkeye göre işlev görmeliyiz: Var olmak için ihtiyacımız olan küçük parçayı kullanarak yaşamak ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için her şeyi vermek. Bu şekilde, her insanın ne kadar kullandığına ve ihtiyacına göre ürünleri herkese dağıtacağız. Herkes bunda eşit olacak, geri kalan her şey bir bütün olarak insanlığa geçecek.

Herkes o zaman dengeye ulaşacaktır. Bu, mevcut algımızın ötesinde olsa da, bizi çevreleyen ve insan toplumunda hareket eden doğanın genel özgecil yasasına göre kendimizi bu şekilde dengeleyebiliriz.

İhtiyaçlarımıza göre kendimiz için almak ve yeteneklerimize göre topluma vermek, doğadan olumlu bir yanıt almayı hak etmemizin yoludur. O zaman felaketler, tsunamiler, hastalıklar, salgın hastalıklar veya savaşlar olmayacak. Herkes huzurlu, güvenli ve sağlıklı bir hayat yaşayacak. Doğanın kendisi herkes için harika, eşit ve rahat bir varoluş sağlayacaktır. Oysa genel özgecil doğa yasasına uymazsakk, o zaman kendimizi yok olmaya götüreceğiz

Bizim zamanımızda doğanın özgecil yasasını tam olarak anlamamız gerekiyor. Bu nedenle giderek küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı hale geliyoruz.

Perde Tamamen Bireysel Bir Niteliktir

Soru: Perde hangi öğelerden oluşur?

Cevap: Perde iki güçten oluşur.  Bunlardan ilki onu kendine çekmek için olan egoist arzunun büyüklüğü iken ikincisi ise ihsan etme güçleri, reddediş ve bu çekim gücüyle çalışmaya isteksizliktir.

Soru: Bir insan perde ile doğabilir mi?

Cevap: Hayır, asla. Hepimiz küçük egoistler olarak doğarız ve hayatımız boyunca öyle kalırız. Eğer bir kişi Kabala ile meşgul olur ve bunun kendisine özgecil, anti-egoist bir nitelik kazandırabileceğini anlamaya başlarsa ve bu niteliği elde etmek için üzerinde çalışmaya devam ederse, o kişide yavaş yavaş  bir perde oluşur. Bu birikerek artan bir süreçtir.

Perde tamamen bireysel bir niteliktir. Birinden miras kalamaz, satın alınamaz, takas edilemez veya ödünç alınamaz.

Arzular ve Hesaplamalar

Soru: Perde, kendi yararım için olmayan hesaplamalar yapmamı sağlayan bir güçtür. Kişi, içinde ortaya çıkan her arzu için bu tür hesaplamalar yapar mı yoksa yalnızca özel arzular için mi yapar?

Cevap: Temel olarak her arzu üzerine yapar ama sadece onlarla başa çıkacak gücüm olduğu ölçüde.

Soru: İnsan vücudu ile ilgili temel arzular vardır. Bu hesaplamaları onlar üzerinde de yapmamız gerekiyor mu?

Cevap: Kişi, haz kaynağı olarak hissettiği tüm arzularına bir kısıtlama (Tzimtzum) yapmalıdır. Bunun üzerine, bu zevki almayı bırakır ve onun üzerine yükselir.

Temel arzular yemek, seks, aile ve güvenlik için olan sıradan arzulardır. Onlarla çalışmak zor değildir. Manevi arzularla çalışmak çok daha zordur.

Egoizmi Aldatmak

Peygamberler, Yeşu Kitabı, 8:1: “Ve Rab Yeşu’ya dedi ki, “Korkma ve yılma; bütün savaşçılarını yanına alıp Ai’ye git. Ai’nin Kralı’nı, halkını ve şehrini bütün topraklarıyla birlikte senin eline verdim.”

Soru: Aslında, şehir aldatma ile alındı. Aldatma yoluyla egoizmle çalışmak neden gereklidir? Neden onu doğrudan alamıyorsunuz?

Cevap: Çünkü egoizm haklıdır: haz almak, almak ister. Kimseyi aldatmaz. İnsanı hazza götürür ve onunla doldurur. Bu yüzden bizim için ondan vazgeçmek çok zordur.

İçimizdeki Ai şehrinin savaşçılarını cezp etmek için aldatmacayla, hırsızca eylemlerle hareket etmeliyiz. Ve anlaşılan o ki her zaman kötü, dolaylı bir şekilde hareket ederiz. Aksi takdirde egoizm yenilemez.

Soru: Neyin doğru neyin yanlış olduğunu nasıl anlayabiliriz?

Cevap: Gerçek, Yaradan’dan gelen ve sonunda galip gelmesi gereken bir şeydir. Ve yalan, ona karşı olan her şeydir. Ancak, her şey görecelidir. Almanın kötü, vermenin iyi olduğunu kim söyleyebilir ki? Bunun tam tersinin doğru olduğu söyleyen farklı felsefeler ve yöntemler var. Ve kesinlikle kalplerinden konuşuyorlar.

Soru: Yani hakikat ancak Yaradan ile bağlantı varsa mı anlaşılır?

Cevap: Eğer Yaradan bunun üzerinde durur ve bunun doğru olduğunu söylerse, bunu kabul etmeliyiz. Bunun gerçekten doğru olduğunu da eylemlerimizin sonunda keşfedeceğiz.

Soru: Yaradan’ın söylediklerini nasıl duyabilirim? Bu gerçeğe nasıl daha yakın olabilirim?

Cevap: O’nun dediği gibi davranmaya, yani anti-egoistik davranmaya başlamalısınız ve yavaş yavaş bunda derin, içsel, daha yüksek bir anlam göreceksiniz.

Soru: Bu doğru bir varsayım mı: Egoizmim bana kötü his veriyorsa, bu iyi midir?

Cevap:  Genel olarak, evet. Ancak biz burada kendi kendine ızdırap vermek veya herhangi bir eziyetten bahsetmiyoruz.

Egoizmle çok güzel, hoş bir şekilde, doğrudan çalışmak gerekir. Aldatma, bir çocuğa tatlı ilaç verdiğimde onu nasıl kandırıyorsam egoizmi de aynı şekilde kandırdığım gerçeğine dayanmalıdır.  Sadece bu şekildedir. İşte bu yüzden aldattığımı, bir şeyi ihlal ettiğimi hissetmem.

Soru: Egoizmimizden nefret etmemiz gerektiğini söylediğimizde ne kastediyoruz?

Cevap: Egoizmden yalnızca Yaradan’a karşı olduğu ve benimle Yaradan arasında bir engel olduğu için nefret edilmelidir.

Aynı zamanda ona saygı da duymalıyız. Egoizm, Yaradan’ın gücü olan bir melek olarak kabul edilir, bu nedenle o hep bizimledir. Sonuç olarak, saygı ve nefret birleştirilir. Sadece ego ile nasıl doğru çalışılacağını öğrenmeniz gerekiyor.

Yaradan Çalışmasında “Gündüz Ve Gece”

Kendi egoist arzumuzun içindeyiz, bu da doğal olarak sadece kendimizi önemsememize neden oluyor. Dolayısıyla, eğer manevi var oluşa yükselerek Yaradan’ı hissetmek ve anlamak istiyorsak, kendi görüşümüz yerine Tora’nın görüşüne, Yaradan’ın görüşüne uymak için egoizmimize direnmeli ve onunla savaşmalıyız.

Kendimizi küçülttüğümüz, egoist arzumuzu Yaradan’ın arzusuna boyun eğdirmek için yaptığımız bu çalışma sürekli olarak sürdürülmeli ve böylece bu dünya üzerinde daha üst bir dünya inşa etmeliyiz.

Bu çalışmaya mantık ötesi inanç denir çünkü Yaradan’ın arzusunu kendi arzumuzun üzerine koyarız, ihsan etme güçlerini alma güçlerinin üzerine yükseltiriz. Başkalarından uzaklaşma isteğimize rağmen, dostlarımızın önünde kendimizi iptal etmemiz gerekir. Böylece Yaradan’ın niteliklerini içimizde şekillendiririz ve O’nu niteliklerimizin benzerliğine göre hissetmeye başlarız.

Bu çalışma daha net, daha odaklı ve kesin hale geliyor. Tekrar tekrar haz alma arzumuza dönüyoruz, böylece onu yeniden biçimlendirip yeni bir şekilde düzenliyoruz. Şuan her şeyi egoizmimizin içinde hissediyoruz: tüm gerçekliği, tüm dünyayı, tüm evreni. Ama eğer arzumuzu Yaradan’a ihsan etme arzusuyla değiştirirsek, o zaman bu dünya yerine, gerçek ve ebedi olan üst, manevi dünyayı algılayacağız.

Bunu yapmak için bilgiden mantık ötesi inanca geçiş yaparız. Neden buna sadece üst olanın görüşü değil de inanç denir? Çünkü haz alma arzumuzun, kendimiz için alma niteliğinin üzerine Yaradan’ın niteliği olan ihsan etmeyi inşa ettiğimiz her seferinde bunun sadece basitçe inanç, ihsan etme ya da Yaradan’ın görüşü olmadığı, yani Malhut’a hükmeden Bina olduğu ortaya çıkıyor.

Sadece bu şekilde, bu dünyanın hissinden üst dünyanın hissine geçene kadar giderek daha yükseğe yükseliriz ve Bina’nın tüm niteliğini elde edene kadar devam ederiz. Önce Malhut’tan ayrılıp Bina’ya girmeye başlarız, sonra Malhut Bina’ya dahil olur ve bu sayede Keter’e ulaşırız.

Bu çalışma sayesinde, Yaradan’ı ve üst dünyayı her seferinde daha fazla ifşa ederiz. Aşama aşama, yaratılışın ne olduğunu, insanlığın, tüm evrenin, tüm doğanın ve tüm dünyaların nasıl inşa edildiğini anlamamızı sağlayan bu yolda ilerleriz. Yolumuz, tüm parçalar arasındaki ilişkileri daha iyi keşfetmemizi ve kendimizi yaratılışın içinde hissetmemizi sağlayan her şeyi içermelidir.

Aynı zamanda, kaçınılmaz olarak düşeceğiz ve kafamız karışacak. Eğer koşuldan koşula, aşamadan aşamaya geçersek, o zaman daha önce olan her şey silinir ve yeni bir aşamaya girerken tüm hissiyatları kaybederiz. Neticede, on Sefirot’ta gerçekliği algılıyoruz ve onlar yenilendiklerinde, yeni bir arzu geldiğinde ve onun üstünde yeni dokuz üst Sefirot olduğunda, o zaman gerçekliği hissettiğimiz tüm Kli’mizde temel bir değişim meydana gelir. Bu nedenle, önceki koşuldan, manevi algı ve duyumdan ayrılma ve yeni bir dereceye geçiş vardır.

Yaradan çalışmasında “gece ve gündüz” olarak adlandırılan böyle geçişlere kişinin alışması gerekir. Gece olmadan, yeni, henüz ıslah olmamış Kelim’in ifşası olmadan, yeni bir gün gelmez. Kendimizi bu yeni arzuların içinde bulduğumuzda, nerede olduğumuzu anlamayız ve kafamız karışır. Bu, manevi çalışmada gecedir.

Gecede çalışmaya, karanlık hissine, his ve anlayış kaybına alışmanız ve bu tür durumlara duyulan ihtiyacın farkına varmanız gerekir, çünkü onlar olmadan yeni bir dereceye, yeni bir aşamaya gelmek imkansızdır.  Gecenin gündüze eşit olması, karanlığın ışık gibi parlaması ve her şeyin gün gibi olduğu dereceye gelmesi için hala neyin eksik olduğunu görmemize yardımcı olan karanlıktaki çalışmadır.

Tüm bu yol, en başından sonuna kadar kendimizi eğmemiz ve onunla daha fazla çalışmaya başlayana kadar egoizmimizden ödün vermemize bağlı. Malhut’tan Bina’ya kadar arzumuzu gizleriz ve Bina derecesine, ihsan etme derecesine ulaştığımızda, haz alma arzusunu uyandırmaya ve Bina’dan Keter’e yükselmeye başlarız.