Daily Archives: Eylül 1, 2021

Babil Kulesi—Bencilliğin Yükselişi

Soru: Bencilliğin büyümesini simgeleyen Babil kulesinin yapımında diller birbirine karışmıştı. Bu, insanların aynı dili konuşmalarına rağmen birbirlerini anlamadıkları anlamına gelir.

“Bir insanın içinde” ne anlama geliyor? İnsan kendini anlamayı mı bırakıyor?

Cevap: Aslında, insanlar sadece birbirlerini anlamamakla kalmaz, kendilerini de anlamazlar. İnsan neden, ne için, neyle bağlantılı olduğunun farkında olmadan yaşar.

Kişi egoistleştiği ölçüde doğadan yavaş yavaş uzaklaşır, ona karşı çıkar. Bu kaybın yerine koyacak hiçbir şeye sahip değildir. Genel olarak, hem bu hem de o taraftan kaybeder.

Soru: Babil kulesini kendi içinde inşa eden insanda ne olur? Bu durum nedir?

Cevap: Babil kulesinin inşası, Nemrut’un insanlara bencilliklerini yükseltmek için dayattığı şeydir. Bencillik, diğer tüm insan özelliklerinden üstün olduğu bir duruma ulaşmalıdır.

“İnsan, Gezegenimizi Kendilerinin De Doğanın Bir Parçası Olduğunu Söyleyecek Şekilde Görebilecek Kadar Algısal Olabilir Mi? ” (Quora)

Bizler, insanlığın, doğanın, dünyanın ve evrenin bir parçası olduğumuzu anlamaktan aciziz. Doğuştan gelen egomuz böyle bir resmi görmemizi engeller.

Bizi çevreleyen her şeyi saran doğayı hissetmek için, sadece bilgiyi emen beş duyumuzun yardımıyla her şeyi içimize kabul ettiğimiz içe dönük bir gerçeklik algısından kendimizden çıktığımız bir duruma geçmemiz gerekir.

Özgecil bir dünya algısı ile gerçeklik algımızdaki böyle bir değişimi etkileyebiliriz.

Bu nedenle, şimdilik dünyanın küresel olduğunu ve dünyanın ayrılmaz bir parçası olduğumuzu göremiyoruz. Ancak egomuz bizi ileriye doğru iter ve acı çekerek çıkış yolumuzun olmadığını ve içinde yaşadığımız dünyayı anlamamız gerektiğini hissetmeye başlarız. Aksi halde, sonunda kendimizi yok edene kadar acı çekmeye devam edeceğiz.

Acı çekmek, zihnimizi geliştirdiği için bizi daha algısal yapar. Başlangıçta acı, ondan kaçınmamız için zihnimizi geliştirir. Sonrasında ıstırap bizi ayrılmaz ve bütünsel gerçekliğin farkındalığına getirir. Yavaş yavaş keşfederiz ki sonuçta tüm evrenimiz ve içindeki bizler, bir yasaya, genel bir doğa yasasına -sevgi yasasına sahip tek bir bütünsel sistemin parçalarıyız.

Bu nedenle bizim de bu yasaya eşit hale gelmemiz gerekir. Doğa tek bir organizma olarak çalışır ve bu anlayışa özgürce ulaşmak ve kendimizi kişisel durumlarımızın her birinde ayrılmaz parçalar haline getirmek için sadece bize özgür irade verilmiştir. Yakın gelecekte olacağını umduğum böyle bir duruma ulaştığımızda – o zaman (hayvanlar gibi yaşadığımız, sadece kişisel ihtiyaçlarımızı karşılamayı amaçladığımız) hayvansal seviyenin üzerine, (kendimizden çıkıp başkalarını memnun etmeyi amaçladığımız) konuşan seviyeye kadar yükseldiğimizi göreceğiz.

O zaman kendimizi küresel, birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bir doğa gibi hissedeceğiz: her şeyi kucaklayan, ebedi ve mükemmel.

Manevi Dünyaya Benzerlik İçinde

Yorum: 12. yüzyılın büyük Kabalisti, filozofu ve doktoru Rambam, tıbbi çalışmalarının çoğunu yemek ve gıda tüketimine ayırmıştır. Kişinin yemek sırasında beş duyusunu da kullanmasının en iyisi olduğunu söylemiş. Yani yemeğe koku, müzik, tütsü/buhur vb. eşlik etmelidir.

Cevabım: Kabalistler arasında solumak için tütünlü küçük enfiye kutuları çok popüler olmasına rağmen artık tütsü/buhur kullanmıyoruz.

Soru: Kişinin beş duyu organını da kullanması gerekmesinin nedeni nedir? Bu tam olarak bir tören.

Cevap: Evet, gerçekten öyle. Rabaş ile çalışan eski Kabalistler beni yemeklerine katılmaya davet ettiklerinde, bu benim için gerçek bir tören haline geldi. Büyük bir içsel heyecanla buna hazırlandığımı hatırlıyorum. Benim için anlamı büyüktü.

Yorum: Rambam ayrıca yiyecekleri dikkatli bir şekilde çiğnemek gerektiğini yoksa bize zarar vereceğini yazmış. Bunun için de dişlerimiz var.

Cevabım: 32 diş, yiyecekleri tasnif etmek, tüketime hazırlamak ve sonra yutmak için öğüten 32 değirmen taşı gibidir. Çiğneme aparatının mekaniğini, neden dudaklarımız, dilimiz, yanaklarımız olduğunu, ağzın nasıl düzenlendiğini ve tüm hareketlerimizin neye yol açtığını anlamamız gerekir.

Bizler manevi dünyaya göre düzenlenmişiz. Biyolojik bedenimiz, ruhsal güçlerin birbiriyle ilişkisinin bir sonucudur. Ve yukarıdan, ışığın arzularımıza böyle bir alımı olması gerektiğinden, bedenimiz yiyecekleri emmek ve manevi alıma doğru ilerlemek üzere tasarlanmıştır.

“Neden Bağımız Yangınları Durdurabilir?” (Linkedin)

Dünya yangınlar tarafından yanıp yok olurken, sel baskınlarına maruz kalırken ve küresel bir salgın tarafından sekteye uğramışken, bize sadece bir çare gerçekten yardımcı olabilir: birlik! Sadece bizim dayanışmamız, bizim karşılıklı sorumluluk duygumuz bizleri doğanın bize yüklediği bozuklukların üzerine çıkarabilir. Her krizi ayrı ayrı ele almamız gerektiğini düşünebiliriz ama yanılırız. Krizlerin hepsi kökünden birbirlerine bağlıdır, bu yüzden ortak kökü tedavi edersek krizleri çözeceğiz.

Doğanın bize fiziksel cezalandırmalarla vurması ve bizim onlara bağ kurma ve karşılıklı sorumluluk gibi duygusal çözümlerle karşılık vermemiz garip görünebilir. Mesela, sel ve sevgi arasındaki bağlantı nerede?

Doğadaki tüm sistemlerin birbirine bağlı olduğu bilimsel olarak zaten kanıtlanmıştır. Küresel ekosistemimizin yani Dünya gezegenimizin ve hatta güneş sistemimizin, uzayda yer aldığımız Samanyolu Galaksisi’nin ve nihayetinde tüm evrenin parçaları arasındaki bağları ve karşılıklı bağımlılıkları araştıran sayısız bilimsel disiplin ve disiplinlerarası çalışma var. Her şey birbirine bağlıdır ve her şey diğer her şeyi etkiler.

İklimin açıkça ters gittiği bu yılın yazında olduğu gibi, bir işlev bozukluğu ortaya çıktığında, yalnızca olağanüstü olayın meydana geldiği bölgesel bir hava durumunu değil, bununla ilgili her şeyi incelememiz gerekir. Sonuçda, şiddetli dolu fırtınaları gibi yerel olayların bile dünyada olup biten her şeyle bağlantılı olduğunu görüyoruz.

Sorunların nedenini bulmak için sistemdeki hangi öğenin veya öğelerin işlevsiz olduğunu bulmalıyız. Bunları bulup düzeltirsek tüm sistem yeniden dengesini bulur ve afetlerin oluşmasına neden olan kelebek etkisi olmaz.

Doğanın tümüne baktığımızda, eylemleri diğer her şeyle giderek uyumsuz hale gelen böyle tek bir unsur var: insan ya da daha belirgin olarak- insan davranışı.

Özellikle son yıllarda, egolarımızın çılgına dönmesine ve ne isterlerse talep etmelerine izin verdik. Kaygısız, dikkatsiz ve çoğunlukla düşüncesiz davranışları kutsallaştırdık ve sorumluluk düşüncesini kararlılıkla reddettik. Sonuç olarak, özgür olmak yerine gezegenimizi yok eden, milyonlarca insanı öldüren ve tüm türleri yok eden egolarımızın kölesi olduk. İronik bir şekilde, özgürlük adına, sayılamayacak kadar çok başkalarının özgürlüğünü reddettik ve bunu yaparken biz de özgür olmadık; egomuzun hizmetkarı olduk ve dünyamızı mahvettik.

Şimdi mahvolmuş dünyamız artık bizi daha fazla destekleyemeyeceği için parçalanıyor, çöküyor. Oturduğumuz dalı kesen bizler, artık onunla birlikte düşmek üzereyiz. Kendimizi yok olmaktan kurtarmanın tek bir yolu var: aşırı egoizmimizi dizginlemek. Birbirimize karşı düşünceli ve karşılıklı sorumluluk sahibi olursak, doğayı inkar ettiğimiz dengeyi yeniden kurarız ve doğanın yeniden kurulan dengesi fırtınaları dindirecektir. Biz doğayı bir kenara ittik; fırtınaları üzerimize saldık ve dengeyi yeniden kurabilir ve dünyayı sakinleştirebiliriz. Bunun için sadece kendimizi düşünmeyi bırakıp herkesi dikkate almaya başlamaya ihtiyacımız var.