Monthly Archives: Mayıs 2021

Bireysel Olgu

Soru: Mantık ötesi inancın kolektif bilinçle ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa hala tamamen bireysel bir olgu mu?

Cevap: Söyleyebilirsiniz. Ama gerçek şu ki başkalarıyla birlikte bir tür ortak sistem, bir tür çift kutup oluştursam bile, bu hala bir bağdır ve biz yine de bireyci olarak kalırız.

Bireyselliğimizi korurken her birimiz birbirimizle bağ kurmak için kendimizden çıkarız. Onu yok edemeyiz. Onu azaltabilir, üstüne çıkabilir ve egoizmle ters yönde çalışabiliriz, ama o yine de kalır. Mantık ötesi inanç, mantık ötesi inanç olarak var olur çünkü egoizm kalır ve bizler özgecilik içinde onun üzerine yükseliriz.

Varoluşun Temelini Değiştirmek

Soru: Yaşam ve ölüm neden bu kadar keskin durumlar? Yaşamın başlangıcından önce kişi hiçbir şey hissetmez, hiçbir şey hatırlamaz. Ölümden sonra hiçbir şey hissetmez, hiçbir şey hatırlamaz. Onun için yaşam ve ölüm muhtemelen olabilecek en iyi ve en kötü şeydir.

Cevap: Bir kişinin hayatı, egoist arzusunun içinde gerçekleşir. Doğumdan ölüme kadar başından sonuna kadar bu kadar net tanımlanmasının nedeni budur. Bize verilen fırsat, doğum ve ölümün üzerine yükselmektir.

Bununla birlikte, yaşamı bir şekilde uzatmak için değil, ona karşı tutumu değiştirmek, özellikle bu varoluşun temelindeki gücü değiştirmek – onu egoist yerine özgecil kılmak için verilir. O zaman egoist gücün üzerimizdeki etkisini, yani yaşamın kendisini hissetmeyeceğiz, ama sanki onun üstündeymiş gibi olacağız.

Soru: Ama bu netlik, bu tanım iyi değil mi? Bu, diğer durumda, daha yüksek bir durumda, her şeyin yeterince açık olacağı anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet. İhsan etme niteliğinde, şu anda sahip olduğumuz alma niteliğinin tersine, her şey üstelik açıkça tanımlanmıştır, nitelik ve nicelik açısından da çok daha büyük bir yoğunluktadır.

Çevrenin Gücü Altında

Soru: Vücudumuzun ihtiyacından fazlasını tüketmememiz gerektiğini söylüyorsunuz. İnsanlık belli bir noktaya kadar bu yolu izledi. Sonra ne oldu?

Cevap: Sonra insan, yanlış sosyal gelişim nedeniyle yanlış şekilde ilerlemeye başladı. Gerçek şu ki, eğer kişi toplumdan bağımsız olarak kendi başına var olsaydı, o zaman sadece vücudunu korumak, gerekli beslenmeyi sağlamak ve üremesini sağlamak için bir şeyler yapardı.

Yani, tüm bedensel ihtiyaçlarımız yiyecek, cinsellik ve aileye indirgenmiştir. Onlar için doğal içsel ihtiyaçlarımız var ve onların bu çerçevede gerçekleştirilmeleri gerekiyor.

Ama insan aynı zamanda çevrenin de kontrolü altındadır. Hayvanlarda, onların çevre ile arasındaki ilişki, içgüdüleriyle açıkça düzenlenir. Ve biz insanlar, içgüdülerimizin ötesine geçen zenginlik, güç, şöhret ve bilgi için devasa sosyal arzular geliştiririz.

Bu dört tür arzu ancak toplum pahasına tatmin edilebilir. Kendine yetebilme zenginlik olarak adlandırılmaz. Zenginlik, diğer şeylerle ilişkili olarak ölçülür, güç ve şöhret gibi. Ve bilgi doğanın tümü ile ilişkilidir.

Başka bir deyişle, egoist arzularım bedenim için gerekli olanın ötesine geçtiğinde ve belli birkaç yıl var olması için, gereken normal doyumu aştığında, çevreleyen doğaya ve topluma boyun eğmeye başlarım. İşte o zaman en sonunda bizi yok eden egoizm kendini gösterir.

Soru: Bir Kabalist hangi temelde insanın özünün haz alma arzusu olduğunu iddia eder?

Cevap: Bu soru bir Kabaliste yöneltilmemelidir. Bunu herkes bilir: biyologlar, zoologlar, fizyologlar ve psikologlar. İnsan sadece haz ister. Dünyayı sadece en fazla hazzı nereden alabileceğiniz veya neyden kaçmanız gerektiği perspektifinden görüyoruz ki, böylece bize zarar vermesin.

Sadece hazlara doğru ve sadece acı çekmekten çok uzağa, biz böyle yönlendiriliriz, bu şekilde davranırız, istekli olsak da olmasak da.

Özünüzü Anlayın

Soru: Kabala’ya göre kişi nedir? Onun özü nedir?

Cevap: Dünyamızın doğası cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelere ayrılmıştır. Şu anki durumumuza göre, bizler hayvansal seviyeye aidiz çünkü herhangi bir hayvan gibi, vücudumuzun, dünyasal yaşamımızın bakımı ile meşgulüz.

Hayvanların kendilerine emir veren ve varoluşlarını sağlamaya zorlayan içgüdülerle kendilerine hizmet etmeleri dışında, bizlere sadece kişisel içgüdüler tarafından değil, esas olarak toplum, çevre tarafından belirlenenler de emredilir.

Esasen, hayvanların da bir ailesi, konaklama alanı, liderleri vardır. Ama yinede bu, içeriden gelen açıkça doğal, içgüdüsel bir kontrole dayanmaktadır. Hiyerarşileri ve mücadeleleri doğrudan ve basit bir şekilde gerçekleştirilirken, insanlarda bu çok zordur.

Birbirimizle ve çevredeki toplumla bağlantılı olarak hangi algoritma ile hareket etmemiz gerektiğini anlamıyoruz. Toplumun bize nasıl komuta ettiği ve gelişimimizi, değerlerimizi ve bize nasıl rehberlik ettiğini bilmiyoruz.

Bu konuda insanın hayvanlara kıyasla basitçe kafası karışmış ve mutsuzdur. Onlar ne istediklerini tam olarak bilirler, ekolojinin izin verdiği ölçüde yavrularını ve çevrelerini net bir şekilde korurlar. Ama insan yapmaz.

Sürekli kendini yok etmeyi hedefler. Sonuçta, bize doğa tarafından verilenler, dünyevi gelişimimize yönelik değildir. Sadece vücudumuza hizmet etme, gereksiz zevkleri, yiyecekleri, seksi, zenginliği vb. kendimize dayatma düzleminde gelişmemeliyiz. Aslında bunun mutluluk ya da tatmin getirmediğini, gerçek fayda getirmediğini, sadece hayatlarımızı kararttığını görürüz.

Tüm eylemlerimizi yanlış yönlendiriyoruz. Sosyal arzularımızı (şöhret, güç, zenginlik, bilgi) bizi daha yüksek bir seviyeye, “insan” durumuna yönlendirmek için doğru bir şekilde kullanabilseydik, o zaman gerçekten “İnsan” seviyesine ulaşırdık.

 

Onluda Tek Bir Ortak Düşünce

Soru: Bireysel bir düşünce var ve kolektif bir düşünce var. Onluda tek bir düşünceyi nasıl doğru bir şekilde oluşturabiliriz?

Cevap: Tek düşünce, birliği hedefleyen, herkesin bir, tek ve benzersiz denilen, tek bir bütün içinde çözülmesini hedefleyen onlunun tümünün sonucu olmalıdır.

Yani dostlar böylesine homojen bir birlik içinde, bir araya geldiklerinde, aralarındaki doğru bağdan ve aralarında ifşa olacak Yaradan ile bağa hazırlıktan bahsetmek mümkündür.

 

“Zohar Kitabının Sırrı” (Linkedin)

Bu Perşembe akşamı, Pesah Bayramı’nın ertesi günü başlayıp kırk dokuz gün sonra sona eren Omar sayımının 33. günü olan LAG ba Omar’ı, Sukot bayramının arifesinde kutlayacağız. 33. gün birçok nedenden ötürü çok anlamlıdır, ancak özellikle birisi dünya çapında milyonları büyüler: O gün, on dokuz yüzyıl önce, Kabala bilgeliğinin ufuk açıcı kitabı olan Zohar Kitabı’nın yazımının sona ermesiydi.

Bugünün insanlık için büyük bir gün olarak kutlanmasının iyi bir nedeni var: Zohar Kitabı özel bir şekilde ve özel bir amaç için yazılmıştır. Bir sebepten dolayı gizlenmiş ve daha sonra sadece bu nedenle ortaya çıkmıştır. Ve bu günleri bu nedenle yaşıyoruz.

Rabbi Şimon Bar Yohay (Raşbi) büyük bir Kabalistti. En yüksek maneviyat derecelerine erişmiştir ve adı Yahudiliğin temel kitapları olan Mishnah ve Gemarah’ta defalarca anılmaktadır. Bununla birlikte, Raşbi’nin benzersizliği, üstün manevi başarısında değil, onu insanlıkla paylaşma konusundaki amansız çabalarında yatmaktadır. Manevi dünya bizimkinin tam tersidir. Dünyamız egoizme ve yıkıcı rekabete dayanırken, manevi dünya saf sevgi ve vermekten oluşan bizim zıt imajımızdır. Bu nedenle Zohar Kitabı “Her şey sevginin karşısında duruyor” diye vurgular. (VaEtchanan, Madde 146).

Manevi dünyadaki temel birim, on alt birimden oluşur. Bu alt birimler, Partzuf adı verilen güçlü ve istikrarlı bir yapı oluşturmak için birbirini tamamlayan, benzersiz ve çoğu zaman birbiriyle çelişen sevgi ve verme ifadeleridir. Sevginin bu alt birimlerine, Partzuf adı verilen temel manevi birimde birleşen İbranice sapir [sapphire] kelimesin gelen Sefirot denir. Daha sonra Partzufim [Partzuf için] bir araya gelir ve tüm manevi dünyayı inşa eder. Sefirot, sevgi ve vermenin ifadeleri olduğundan ve maneviyatta var olan her şeyi oluşturdukları için, tüm manevi dünya tek bir sevgidir.

Dünyamız saf egoizmden oluştuğundan ya da Yaratılış kitabının bize, “Bir insanın kalbinin eğilimi gençliğinden kötüdür” (Yaratılış 8:21) diye bahsettiği gibi, bizler manevi dünyadan tamamen kopuğuz. Aslında, biz O’na o kadar zıt durumdayız ki duyularımızla kavrayamıyoruz.

Ancak hayatını, insanlığı bu sevgi dünyasıyla birleştirmeye adayan Raşbi, uçurumu kapatmanın bir yolunu bulmuştu. Oğluyla birlikte, onun gibi kendilerini bu asil göreve adamaya istekli olan, sekiz hevesli öğrenciyi bir araya getirdi ve bunlardan on tanesi, az önce de söylendiği gibi, on Sefirot’tan oluşan manevi bir Partzuf’un bir görünümünü oluşturdu.

Ancak süreç kolay olmadı. Raşbi ve öğrencileri insandı ve bu nedenle doğaları gereği bencildiler. Bir onlu oluşturmak, onları manevi bir Partzuf yapmadı. Uzun ve kademeli bir süreç olan manevi bir Partzuf’a benzemek için, egoizmlerinin üstesinden gelmeleri gerekiyordu. Ve daha manevi, sevgi dolu olmayı öğrendikçe, deneyimlerini yazıya döktüler ve böylece Zohar Kitabı’nı yazdılar.

Bunu onlardan önce kimse yapmamıştı ve o zamandan beri de kimse yapmadı. Yavaş yavaş kendi egoizmlerini aştılar, galip geldiler ve bunu alegorilerle ve Kabala dilinde yazdılar. Manevi yolculuklarının sonunda, doğalarını tamamen nefretten sevgiye dönüştürmüşler ve hepsini bu muhteşem kitapta bizlerle paylaşmışlardı. Zohar Kitabı’nın insanlık için çok önemli olmasının nedeni budur, özellikle de nefretin hayatımızın her yönünü ele geçirdiği bugünlerde.

Aharei Mot bölümünde, Raşbi’nin onlusu bize nefreti hissetme ve sevgiye dönüştürme sürecinde deneyimledikleriyle ilgili fikir verir. Onlar, “‘Kardeşlerin birlikte oturması ne kadar iyi ve ne kadar hoş’. Bunlar birlikte otururken arkadaşlar ve birbirlerinden ayrı değillerdir. İlk başta, birbirlerini öldürmek isteyen, savaş halindeki insanlar gibi görünürler. Sonrasında kardeş sevgisine geri dönerler.” diye yazmışlardır.

Ancak Raşbi’nin onlusu burada bitirmemiş; neden bu kadar çabayı gösterdiklerini de paylaşmışlar. Onların sözleriyle, “Ve siz, burada olan dostlar, daha önce şefkat ve sevgi içinde olduğunuz gibi, bundan sonra da ayrılmayacaksınız… ve sizin erdeminizle dünyada barış olacak, yazıldığı gibi, ‘Çünkü kardeşlerimin ve dostlarımın hatırına, ‘Barış içinizde olsun’ dememe izin verin.’” Gerçekten de onlar, Zohar Kitabı’nı kendileri için değil, dünyanın geri kalanının barış ve sevgiyi bulması için yazdılar.

Ancak Raşbi ve onlusu kitabı yazmayı tamamladığında, insanlığın buna hazır olmadığını anladılar. Bu sevgi kitabını doğru bir şekilde kullanmak için, insanlığın, nefretin içine ne kadar derinden batmış olduğunu hissetmesi gerekiyordu. O zamanlar, kendilerini öldürmek isteyen Romalılardan sürekli kaçıyor olsalar da bir bütün olarak dünyanın insan doğasının gerçekte ne kadar nefret dolu olduğunu ifşa etmediğini biliyorlardı. Sonuç olarak, yine bir başka özverili eylemde, çok çetin bir şekilde yazdıkları kitabı gizlediler.

Yüzyıllar boyunca insanlık, doğasının daha daha derin katmanlarını ifşa etti, bu gerçekten de tamamen kötüydü. Yeterince kötülük ifşa olduğunda, Zohar Kitabı bir kez daha ortaya çıktı. Ancak yine de herkesin onu bilmesinin ve onu amacı için: nefreti sevgiye dönüştürmek için kullanabilmesinin zamanı değildi.

Ancak şimdi, 20. yüzyılın sonundan bu yana, doğamızı kabul etmemiz, bu sevgi ve vermenin kitabına gerçekten ihtiyaç duymamız için yeterlidir. Bu nedenle modern zamanların en büyük kabalisti Rav Yehuda Aşlag, Zohar Kitabı üzerine Sulam [merdiven] yorumunun tamamını yazdı, bu kitaptaki her kelimeyi açıkladı, böylece hepimiz ondan faydalanabilir ve kendimizi, Raşbi’nin öğrencilerinin yazdıklarında yaptıkları gibi dönüştürebiliriz.

Gerçekten LAG ba Omer, insanlık tarihinde onu nefret bataklığından çıkarmak ve manevi dünya olan sevgi havuzuna çekmek için bir ip atılan çok önemli bir güne işaret ediyor.

 

Üst Dünyayı Nasıl Edinebiliriz?

Yorum: Yaradan’ı haklı çıkarmak için, O’nun yönetimini anlamalıyız. Ve O’nun yönetimini anlamak için, O’nun niteliklerine benzememiz gerekir. Bu bir kısır döngü gibi görünüyor.

Cevabım: Hayır. Sadece egoist dünyamızda bu böyle görünüyor ama maneviyatta değil. Maneviyatta “O’nu haklı çıkarmak için” diye bir şey yoktur. Maneviyatta sevgi ve ihsan etme arzuları üzerinde, bilginin değil inancın niteliği üzerinde çalışırım.

Maneviyata sıradan anlayışımla, aklımla ve maddesel duygularımla ulaşamam. İçimdeki maneviyatı sınırlayamam. Orada her şey onun fiziğini, yapısını vb. anladığım fiziksel dünyadakinden farklı bir şekilde gerçekleşir ve ben, içimde bir model inşa ederim ve bir şekilde bunun dünya olduğunu düşünerek, onun içinde yolumu bulmaya başlarım.

Manevi dünya bu şekilde edinilmez. O benim dışımda edinilir ve onu sınırlayamam. Eğer yaparsam, bu üst dünya değil, uydurduğum bir şey olur.

Başkasının Yararı İçin Kendini Yenilemek

Soru: Kabala çalıştığımızda ne olur? Erkekler ve kadınlar doğalarını hissetmeye başlar mı?

Cevap: Önce anlamaya başlarlar ve sonra birbirlerine tamamen zıt olduklarını hissederler: beden, zihin, farkındalık ve dünya görüşünde. Bizler bu ayrımı o kadar bulanıklaştırdık ki, dikkat bile etmiyoruz ve sanki yok gibi geliyor.

Bu şekilde bir tür karşılıklı anlayışa, cinsiyet eşitliğine vb.ne ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Bu doğru değildir. Bir erkek ve bir kadın arasındaki farkı açıkça anlamalıyız, çünkü her birimiz doğru konumda olduğumuzda, diğerinin yararına kendimizi ekleyebilir ve yenileyebiliriz.

Kabala, çelişkilerimizi korurken ve hatta onları daha belirgin hale getirirken, birbirimizle nasıl birleşmemiz gerektiğinden bahseder. Bir kadına, benim gözümde onun bir kadın olduğunu gösterdiğimde ve ona kendimi bir erkek olarak gösterdiğimde, hemen kendimizi bir tür samimi ilişkiye sokmayız.

Zihinsel, duygusal seviyede, yetiştirilme ve etkileşim seviyesinde konuşuruz. Bununla ne kadar zıt olduğumuzu ama aynı zamanda birbirimizi nasıl tamamlayabileceğimizi gösteririz. Kabala, erkeğin ve kadının nasıl birbirine bağlanması gerektiğini açıklar.

Bize öyle geliyor ki, doğada, örneğin bir erkek ve bir dişi arasında böyle bir bağlantı çok daha basittir. Aslında o kadar basit değildir. İçsel farklılıklarını, birbirleriyle nasıl etkileşim kurduklarını anlamıyoruz.  Farklılıklarımızı doğru bir şekilde kabul etseydik, bu bizi tamamen farklı bir kültüre, iletişim alanına ve diğer sosyal kurumların inşasına götürürdü.

İş yerinde, tatilde ve aileler arasındaki etkileşimlerde tamamen farklı bir şekilde iletişim kurardık. Başka televizyon ve radyo programlarımız olurdu. Oyunlar, sporlar, her şey farklı görünürdü.

Bütün Doğayı Hissedin

Soru: Dünyanın bütünlüğünün edinilmesinin, kişinin manevi seviyelere yükselişi ile bağlantılı olduğu bilim dilinde nasıl açıklanabilir, bütünsel evrenin yapısına manevi dünyalar nasıl dahil edilir ve onların varoluş gerçeği nasıl açıklanır?

Cevap: Kabala ilmi, dünyamızda yaşayan bir insana, kendisini ifşa eden bir bilimdir, o zaman tabii ki tüm bunlar mümkündür. Sadece bunu doğru bir şekilde anlamaya çalışmalı ve başkalarına açıklamalıyız.

Egomuzun büyüdüğü, şekillendiği ve geliştiği ölçüde dünyamızı ediniriz. Bu nedenle, Kabala, egoizmin doğru biçimde gelişmesiyle ilgilenir yani alma arzusunu, doğamızın temel arzusu olarak anladığımızda ve onun üzerinde, kendimizin üzerinde gerçekleştirmemiz gereken yapay bir tepki olarak başka bir yapı, ihsan etme arzusu oluştururuz.

Bu iki eylemin, yönün ve niyetlerin yardımıyla, tüm doğayı tüm tezahürlerinde kesinlikle hissedebilir ve kavrayabilir, onu fark edebilir ve başkalarına aktarabiliriz. Kabala bilimi bunu yapmamızı sağlar.

“Kalpteki Noktayı Anlamak” (Linkedin)

İnsanların Kabala çalışmaya ilk geldiklerinde öğrendikleri ilk şeylerden biri, “kalpteki nokta” adı verilen bir kavramdır.  Kabala çalışmaya gelenlerin, özellikle zorluklara ve engellere rağmen bunda ısrarcı olanların, gelişmiş ya da güçlü bir kalpteki noktaya sahip insanlar olduğu söylenir.  Kabalistlerin bize söylediği, buna sahip olanların, öğrenmelerinde başarılı olma ve manevi derecelerde ilerleme olasılığının daha yüksek olduğudur.

Ama gerçek bu nedir?  Rav Yehuda Ashlag, diğer adıyla Baal HaSulam, Zohar Kitabı hakkındaki Sulam [merdiven] yorumunda, kalpteki noktanın gerçekten bir soru olduğunu yazar.  On Sefirot’un Çalışılması’na girişinin başlangıcında, kalpteki noktanın “Tüm dünyanın sorduğu kızgın bir soru yani ‘Hayatımın anlamı nedir?’” diye yazar. Baal HaSulam ayrıca sorar, “Hayatımızın bize çok pahalıya mal olan bu sayılı yılları ve onlar için çektiğimiz sayısız acı ve eziyet …Bunları kim sever?”

Bugünlerde pek çok kişi bu soruyu soruyor, ancak pek çok kişi yanıt aramaya itilmiyor.  Pek çoğu umutsuzluk ve her türden kaçışa yöneliyor.  Birinin kalbindeki noktası yeterince güçlü olduğunda, o kişi pes edip kenarda oturmak yerine arayışa başlar.

Öğrencilerim arasında her ırktan, inançtan, yaştan ve milletten insanlar var.  Bazıları yüksek eğitimlidir ve bazıları ise sıradan insanlardır;  bazıları sofistike ve anlamlı, bazıları ise bir düşünceyi güçlükle ifade edebilmekte.  Yine de, hepsinin ortak noktası kalpteki nokta, hayatın anlamı hakkındaki o yakıcı soru.  Ve bu nokta onları tüm farklılıkların üzerinde birleştirir.

Kalpteki noktası olan insanların aralarında birleşmelerinin iyi bir nedeni vardır.  Kişi otantik Kabala’yı çalışırken, hayatın anlamını yalnızca başkalarıyla kalpten kalbe bağlandığında bulduğunu keşfeder.  Başka bir deyişle, kişisel alanımızla sınırlı kalırsak ve yalnızca kendimizle ilgilenirsek, hiçbir şey keşfedemezdik.  Bu, bizim ilk varoluş durumumuzdur ve eğer bunun ötesinde gelişmezsek, herhangi bir şeyi nasıl keşfedebiliriz ki?  Bu nedenle hayatın anlamını bulanlar, onu başkalarıyla olan bağlarında bulurlar.  Kendi ihtiyaçlarıyla meşgul olmanın ötesine geçip başkalarını düşünmeye başladıklarında, orada olduğunu bilmedikleri yeni dünyalar, yeni varoluş alemlerini keşfederler.  Bu gerçekleştiğinde, hayatın anlamı sorusu, cevabını alır.  İnsanların başardıkları bağ, onları bilge, duyarlı ve tüm yaşamın bilincinde kılar.  Bunu başardıklarında, neden doğduklarını, neden yaşadıklarını, neden bir gün öleceklerini ve hatta sonrasında ne olacağını anlarlar.

Ek olarak, vermekle meşgul olan kişi asla üzülmez, asla moralini yitirmez ve hayata dair her zaman umutlu ve heyecanlıdır.  Böyle bir insan, her zaman başkalarıyla kalpten kalbe bağ kurarak hayatlarının anlamını bulacaklarını paylaşacakları, kalpteki noktaları olan daha fazla insan arar.

Her insanın kalpteki noktaya sahiptir.  Çoğu insanda bu uyku halindedir.  Ancak günümüzde, giderek daha fazla insan hayatın sınavlarına ve sıkıntılarına cevap arıyor.  Bu yüzden Kabalistler, bu bilgeliği herkese açtılar, böylece Baal HaSulam gibi “Hayatımın anlamı nedir?” diye soran herkes cevabı bulacak, huzur ve mutluluğu bulacaktır.