Category Archives: Bilim

Gerçekliği Algılamaya Yönelik Kabalistik Yaklaşım

Soru: Bireysel bilince neler dahildir ve kolektif bilince neler dahildir?

Cevap: Bireysel ve kolektif bilinç, genellikle psikoloji ve gerçekliğin ifşası açısından ele alınır. Kabala’da biraz  farklı şeylerle ilgileniyoruz. Burada ilkel doğal özelliklerimizi değiştirmeli ve onlara tamamen farklı bir algılama imkânı vermeliyiz.

O zaman, gerçeklik algılarını değiştirebilen yani egoizmleri tarafından etkilenmeden gerçekliği kabul eden insanlar, onu olduğu gibi algılarlar. Egoizm içinde doğan insanların geri kalanı, bencil arzularından geçen bir gerçekliğe kavuşur. Buna göre, o içlerinde modellenir ve bu modülasyon sayesinde kişi tarafından onu görmek istediği şekle göre algılanır.

Yani fark çok büyüktür. Tüm bilim adamları ve mevcut tüm bilimler, egoist bir gerçeklik içindedir ve doğal olarak Kabalistler, tamamen farklı algılama koşulları nedeniyle onlarla ortak bir iletişim alanına sahip değildir. Bu nedenle genel olarak bir şeyden bahsetmek imkânsızdır.

Herhangi bir bilim, bir kişinin yalnızca bireysel bir kavrayışı değildir, aynı zamanda aynı algı tarzına sahip olan ve algılayabilen, yansıtabilen ve görselleştirebilen diğer insanlara verinin uzantısıdır. Bu nedenle Kabala gizli bilimdir. Bu sadece yeni nitelikleri içinde onu anlayanlara ifşa edilmiştir.

Ondan diğer bilimlere bir miktar eklemenin nasıl yapılabileceğini veya onlarla bir şekilde bağlantı kurabileceğini hayal edemiyorum. Sonuçta, bir kişinin yeni nitelikler edinmesi gerekir.

 

“Çip Yerleştirebilirsiniz Ama Mutluluğu Yerleştiremezsiniz” (Linkedin)

Geçen hafta, Elon Musk’ın nörobilim şirketi Neuralink, madeni para büyüklüğünde bir bilgisayar çipi yerleştirildikten ve beynine iki binden fazla elektrot bağlandıktan sonra sadece beynini kullanarak MindPong oynayan bir Makak Maymunu’nun videosunu yayınladı. Neuralink’e göre amaç, felçlilerin sadece zihinlerini kullanarak bugün yapamayacakları birçok şeyi bağımsız olarak gerçekleştirmelerini sağlayacak bir çip geliştirmek.

Bu kulağa müthiş gelebilir ama bana gerçekten sevinç vermiyor. Kabala bilgeliğine girmeden önce, bu tür haberleri duymaktan mutlu olabilirdim, ama şimdi, bu şekilde hissetmiyorum. Tek bildiğim, tüm hayvanları ve hatta kendimizi biyoteknolojideki yenilikler sunağında feda etsek bile, bu daha mutlu insanlar olmamıza yardımcı olmayacak. Tamamen farklı bir yol izlememiz gerekiyor.

Girişimcilerin neden bunları yaptıklarını anlıyorum: onlar çocuk ve bu tür oyunlarla oynamayı seviyorlar, ancak bu iyi bir örnek değil; gerçekten iyi bir örnek değil. Aksine, maymunlara yaptıkları bana Nazilerin insanlara yaptıklarını hatırlatıyor. Bunun hakkında böyle hissediyorum, gerçekten. Bilimsel kariyerime biyo-sibernetikçi olarak başladığımda, insan vücudundaki sistemlerin işleyişiyle de uğraştığım için bu tür şeyleri takdir etmiş olabilirim. Ama bugün, elli yıl sonra, buna olumlu bakamıyorum. Basitçe, hayatı daha iyi hale getirmenin yolu bu değil. Bu yatırımlarda herhangi bir fayda varsa, bu onların boşuna olduğunun ve mutluluk için başka yere bakma ihtiyacımızın farkına varılması olur.

Çipi olmayan ve yerleştirmemiz gereken şey, kalplerimize değer vermektir. Bu ameliyatla değil, eğitim süreciyle yapılabilir. Yıllar sürebilir ama sonunda biz gerçekten içten değişeceğiz ve sonra her şey dışarıdan değişecek. İhtiyacımız olan yeni teknoloji değil, yeni bir ruhtur – bir nezaket, şefkat ve karşılıklı sorumluluk ruhu. Bu ruhu topluma yerleştirmek için el ele verirsek, onu kalbimize de aşılarız.

“Doğada Kaç Kuvvet Vardır?” (Linkedin)

Bilim topluluğu, son zamanlarda olası yeni bir parçacığın keşfi ve hatta doğada bulunan yeni bir kuvvetin keşfi üzerine şaşkına dönmüş durumda.  Chicago yakınlarındaki yüksek enerjili parçacık fiziği konusunda uzmanlaşmış Enerji Bakanlığının ulusal bir laboratuarı olan Fermilab’da çalışan bilim adamları, atom altı seviyede çalışan, bilinmeyen bir kuvvetin güçlü kanıtlarını gördüklerini, “müon” adlı bu parçacığın, mevcut fizik anlayışına dayanarak beklemedikleri bir şekilde yalpalamasına neden olduğunu söylüyorlar. Deneyin baş bilim adamlarından biri olan Chris Polly, bunu “Mars gezginimizin iniş anı” olarak tanımladı.  Fermilab teorik fizik bölümünün başkanı olan Marcela Carena heyecanla ekledi: “Bu küçük yalpalamanın, bildiğimizi sandığımız şeylerin temellerini sarsabileceğini düşünüyorum.”

Fermilab yalnız değil.  Geçen ay, Avrupa’daki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndaki (LHC) bilim insanları,  bilinmeyen bir kuvvetin ipuçlarını buldular.  “Güzel kuarklar” adı verilen parçacıkları bir araya getirdiler, çarpışmaların eşit miktarda elektron ve müon üretmesini beklediler, ancak müonlardan yüzde on beş daha fazla elektron ürettiler.  Johns Hopkins Üniversitesi’nden teorik fizikçi David Kaplan, Global News’e verdiği bir röportajda, “Komik bir şeyler oluyor,” dedi.  Kaplan’a göre deneylerin sonuçları, Standart Modelde olmayan yeni bir parçacık veya kuvvetle açıklanabilecek bir şeye işaret ediyor.  “Bu bir hata payı değil,” dedi ve ekledi, “yanlış bir şeyler var.”

“Standart Model” adı verilen model altında çalışan mevcut atom altı fizik anlayışı, doğada dört kuvvet olduğunu savunuyor: yer çekimi, elektromanyetizma, güçlü kuvvet ve zayıf kuvvet.  Şimdiye kadar, dört güç hemen hemen her şeyi açıklamayı başardı.  Görünüşe göre, Standart Model yeni olguyu açıklayamıyor ve bilim adamları dünya hakkındaki anlayışlarını sorguluyorlar.  Eğer beş kuvvet varsa, işlerin nasıl yürüdüğünü anlayamamaktalar.  Daha da kötüsü, hala bilmedikleri başka kuvvetler varsa veya keşfedilecek yeni bir kuvvet veya yeni bir parçacık varsa, bu gücün doğasını bilmemekteler.  Eğer bir fizikçiyseniz, bu oldukça kafa karıştırıcı olabilir, ancak aslında, bu çıkmazı düzene sokmanın kolay bir yolu var.

Küresel Çağda Kişisel-Çıkar ve Özgecilik adlı kitabımda bu konu hakkında kapsamlı bir şekilde yazdım, ama bu küçük pasajda, açıklamanın ana fikrini paylaşmaya çalışacağım.  Gerçekliğin en temel seviyesinde iki kuvvet vardır.  Bilimsel isimleri yoktur, ancak zıttırlar ve onların etkileşimleri gerçekliğin her zerresini oluşturur ve sürdürür.  Dengeli olduklarında, maddeler gelişir;  aralarında dengesizlik olduğu zaman maddeler çürür ve kötüleşir.  Pozitif ve negatif diyebileceğimiz bu kuvvetler, protonlar ve elektronlar arasında, yılın zıt mevsimlerinde, gece ile gündüz, doğum ile ölüm, büyüme ve çürüme, erkek ve dişi, sevgi ve nefret arasındaki zıt yükleri oluşturur.  Özellikle insanlarda, bu kuvvetler, arzular olarak tezahür eder: alma arzusu ve verme arzusu.

Sömürü/istismar olduğunda, bu açıkça alma arzusunun abartılmasıdır.  Öte yandan annelik, verme arzusunun en güzel örneğidir, anne verirken zevk alsa bile.

Bu arzular durağan değildir.  Onların gelişimi, evrim olarak bildiğimiz şeyi yaratır, ancak dengelerini ya da biyologların dediği gibi – homeostazı  yani kuvvetlerin baskın olduğu dinamik bir dengeyi korurlar.

Şu anda, evrimin zirvesi insanlıktır.  Bununla birlikte, insanlarda bir kusur vardır: Alma arzusu içimizde zorlayıcıdır ve verme arzusu ise oldukça siliktir.  Sonuç olarak, yaptığımız ifşaatların hemen hepsi alma arzusu tarafından kullanılır.  Bu nedenle, her bilimsel keşif hemen bencil amaçlar için kullanılır: servet kazanarak şöhret aramaktan, askeri silahlar ve teknolojiler geliştirmeye kadar.

Arzularımız gelişmeye devam ettiği için, doğada yeni parçacıklar, yeni kuvvetler ve yeni yasalar keşfetmeye devam edeceğiz.  Keşiflerimizin tek sınırı, arzularımızın yoğunluğudur.  Ne kadar büyürlerse o kadar çok keşfedeceğiz.  Ancak, bugüne kadar doğa hakkında öğrendiğimiz her şeyi kötüye kullandığımız gibi, keşfettiklerimizi de kötüye kullanacağımızdan emin olabilirsiniz.  Daha fazla kuvveti keşfetmenin tek olası sonucu, bunların insanlığa ve gezegenimize daha fazla zarar ve acı vermek için kullanılmasıdır.

Yapmamız gereken gerçek keşif, mantıksız alma arzumuzu, zayıf verme arzumuzla nasıl dengeleyeceğimizdir.  Doğada iki kuvvetin dengede olmadığı herhangi bir yapının kısa ömürlü olduğunu hatırlamalıyız.  Gezegenimizin tarihinde bir titreşimden daha fazlası olmak istiyorsak, alma ile verme arasında denge kurmayı öğrenmeliyiz.

Daha basit bir ifadeyle, sadece kendimizin değil, başkalarının ihtiyaçlarını da daha fazla düşünmeye başlamalıyız.  Üstelik bunu bireysel olarak değil toplum olarak yapmalıyız çünkü bireysel olarak ben merkezli olan bir toplumda bu işe yaramayacaktır.

Nükleer silahların neler yapabileceğini zaten keşfettik.  Şimdi, bir kez daha, tüm sonuçları için onları kullanacak kadar körleşiyoruz.  Bu nedenle, doğada sayısız güç varken, gerçekten keşfetmemiz gereken tek bir güç vardır: verme gücü, verme arzusu.  Bu bize mutluluğun fiziğini ifşa edecektir.

Bilincimizi Keşfetmek Mümkün Müdür?

Yorum: Bilimde, bilinç, mantık ve akıl arasında büyük bir kafa karışıklığı vardır. Her şey tek bir yığın halinde kümelenmiştir.

Benim Cevabım: Şimdi bu tanımları anlamaya çalışalım. Açık konuşmak gerekirse bunu asla bilerek yapmadım. Öğretmenimi genç yaşta buldum ve o beni her şeye kesinlikle açık, sistematik bir yaklaşımla “satın aldı”.

Yorum: Sorun şu ki, bu konuda yüzlerce yıldır neredeyse hiç ilerleme kaydedemiyoruz. Örneğin Descartes beyinde ruhu aradı, epifiz bezini buldu ve “Bu ruhtur” dedi. Ve bugün de aynı: Bilinç beyinde aranıyor.

Şaşırtıcı bir şekilde, öyle görünüyor ki, tam da bu alanlarda büyük ilerleme var, tomografi var, çok sayıda alet var, ancak herhangi bir ilerleme kaydetmedik.

Benim Cevabım: Gerçek şu ki, bu cihazlar bize ruh, bilinç veya zihin hakkında herhangi bir izlenim veremeyecek.

Yorum: Ne yazık ki bilim adamları araştırmalarına bu yönde devam ediyor. Bazıları “Bilinç araştırması zaman kaybıdır” diyor. Diğerleri çıkmaza girdiklerini ve hiçbir şey yapamayacaklarını düşünüyor. Yine de hepsi tamamen materyalist bir yaklaşıma bağlı kalmaya devam ediyor.

Benim Cevabım: Kabala aynı zamanda saf materyalizmle de ilgilenir. “Doğamızın üzerine yükselmenin bir yolunu bulmak gerekiyor. Tüm doğamız egoizmdir. Bunun üzerine yükselmeye çalışmalıyız.” der.

Bu fırsatımız var mıdır, yok mudur? Kabala ona sahip olduğumuzu söyler ve buna göre bazı araçlar, bazı fırsatlar verir.

Bir yandan, bu prensipte açık, ölçülü, materyalist bir yaklaşımdır. Öte yandan, doğamıza, egoist arzularımıza aykırıdır. Bu nedenle bilim adamlarının buna ihtiyacı yoktur.

Doğamız çerçevesinde bilim adamları her konuda hemfikirdir, çünkü yatırım yaptığınız yerde gözle görülür bir fayda vardır. Risk almaya ve kendilerini feda etmeye isteklidirler, ancak bunu zihinleriyle aynı düzeyde anlarlar. Bilim adamlarının tehlikeli deneylerde, hayatlarını gerçekten feda ettiklerine dair iyi bilinen örnekler vardır.

Ancak, ortalama bir kişi Kabala’nın ne sunduğunu anlayamaz. Burada farklı bir atmosfere, farklı bir laboratuvara ihtiyacımız var. Burada siz kendiniz laboratuvarsınız.

Onun üzerine çıkmaya çalışmazsak, zihin hakkında nasıl konuşabiliriz ki ?! Onu nasıl çalışabiliriz ?! Bu herkes için açıktır: Bir şeyi araştırmam gerekirse, bu araştırma nesnesinden en azından küçük bir adım daha yukarıda olmam gerekir. Kendinizden çıkmadan bir şey yapmak imkânsızdır. Dolayısıyla bunun, kendi kontrolleri dışında olduğunu söyleyenlere katılıyorum.

Kabala’nın sunduğu (çevremizdeki dünyadan, bizi çevreleyen alandan, doğamıza zıt bir güç ortaya çıkarmak ve bizi değiştirmesini sağlamak için, bizi doğamızın üzerine bir sonraki seviyeye yükseltmek için) yardımcı araç olmadan şu anki derecemizi keşfetmek imkânsızdır. O zaman zihnin ne olduğunu ve bilincin ne olduğunu bileceğiz. Bu herkes için mümkün olacak.

Bu arada, bizi bir sonraki dereceye taşıyacak böyle bir gücün olduğunu, kanıt olmadan kabul etmeliyiz. Daha sonra bu dereceden bilincimizi ve zihnimizi keşfedeceğiz.

Ahlaki İlkeler Üzerine Bakış Açıları: Bilim Adamları Ve Kabala

Soru: Bazı ahlaki ilkelerin, insanın biyolojik doğasının bir parçası olduğunu öne süren bir bakış açısı var. Araştırmacılar, farklı cinsiyet, yaş ve kültürden insanlar arasında ahlaki yargıların oluşumunun önemli ölçüde farklılık gösterebileceğini savunuyorlar. Bu parametrelerin ahlaki ilkeleri etkilediğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Elbette. Biyoloji, karar vermeyi etkiler.

Yorum: Araştırmacılar, kabul edilen ahlaki normlara uygun hareket etmenin, insanların strese karşı direncini artırdığını ve fiziksel durumlarını güçlendirdiğini keşfettiler.

Cevabım:  Şüphesiz, eylemlerimin ahlaki temeller, ilkeler ve toplumun anlaşmalarıyla desteklendiğinden emin olsaydım, kendimi çok daha güvenli hissederdim.

Soru: Nörofizyologlar, insanların ahlaki yargılarının, beyindeki belirli alanların aktivitesini değiştirerek etkilenebileceğini savunuyorlar. Öyle görünüyor ki, tüm ahlak konuşmaları yakında kendiliğinden duracak ve bunun yerine iki elektrot yardımıyla toplumun ahlakı oluşacaktır.

Dış etkilerle, kişinin ahlak ilkelerini değiştirmenin mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?

Cevap: Hayır. Görünüşe göre elektrotların yardımıyla bazı kuvvetleri kontrol edebiliyorsunuz. Onları gerçekten kim kontrol ediyor? Bu cevaba ulaşamazsınız. Orada tüm insan ahlakının temeli vardır.

Soru: Harvard Üniversitesi’ndeki uzmanlar, kişinin ahlak ilkelerinin gün içinde değiştiği ve akşamları zayıfladığı sonucuna varan bir dizi deney yaptılar. Bu nedenle, sabahları, önemli olan, ahlaki açıdan zor kararlar vermeyi tavsiye ediyorlar. Sizi görüşünüz nedir?

Cevap: Kişinin fizyolojisine bağlıdır. Sabahları hiç düşünmeyenler vardır; onlar akşamları ve hatta geceleri daha iyi düşünürler.

Fiziksel Dünyaya İhtiyacımız Var Mı?

Soru: Son yıllarda, teknolojinin ahlaki standartlarımızın önünde olduğunu gördük. Doğa neden teknolojiyi ahlaki değerlerimizin büyümesinden daha hızlı geliştirmemize izin veriyor?

Cevap: İnsan doğasının kötülüğünü fark etmek ve onu düzeltmeye başlamak için.

Soru: Giderek artan sayıda genç, sanal gerçeklikte yaşamayı tercih ediyor. Yakın gelecekte fiziksel dünyaya artık hiç ihtiyaç duymayacağımızı düşünmüyor musunuz?

Cevap: Hayır, ona ihtiyacımız olacak. Bir düğmeye basıp bu fiziksel dünyayı iptal ettiğimizi söyleyemeyiz. İsteseydik bile,  bunu yapamazdık. Fiziksel varlığımızı bir şekilde sürdürmek zorunda kalırdık.

Prensip olarak, tüm düşüncelerimiz sanal dünyada yoğunlaşabilir. Bununla birlikte, bu, bizi nereye götürdüğünü anlamak için doğamızın kötülüğünün fark edilmesi sürecinde, sadece kısa bir dönem alacaktır. Bu durumdan çıkıp doğru forma geleceğiz.

İyiyle Kötü Arasındaki Tarafsız Sınır

Doğa katı yasalara uyar, eğer bizler de onlara uyarsak iyi yaşayabiliriz, uymazsak darbe alırız.

Ama Yaradan, harekete geçmeye başlamamız ve darbeden kaçınmamız için,  özgürce seçim yapmamız için bize biraz zaman verir.  Kaçınılmaz olanla yüzleşmemek için bize hemen vurmaya başlamaz, ama O’nun gibi olma arzusundan, anlamamızı ve bilinçli hareket etmemizi ister.

Fiziksel yasalar, yerçekimi yasası gibi hemen harekete geçer.  Yokuştan atlarsam, düşünecek zamanım kalmadan hemen düşerim.

Fakat manevi dünyada, doğanın kanunlarını değiştiren, iyiyle kötü arasındaki farkı, aralarındaki mesafeyi yaratan bir Klipot sistemi vardır.  Ve bu nedenle bu mesafeyi, kendimizi hemen darbelere maruz bırakmamak, birbirimizle bağ kurabilmek ve ilaçla uyararak darbelerden kaçınmak için kullanabiliriz.

İlaç, Bina’nın kullanabileceğimiz gücüdür.  Maddi doğada böyle bir güç yokken, her şey basittir: ya eksi ya da artı.  Maneviyatta, eksi- artı vardır ve her iki kuvvete de dahil olduğumuz ve her iki zıtlığı içeren bir tampon bölge oluşturabileceğimiz, bunların ortada üst üste bindiği yer vardır.

İki kuvveti içeren bu sisteme “insan”, Adem denir çünkü o, haz alma arzusunu ve ihsan etme niyetini içerir ve bu nedenle Yaradan gibi oluruz.

Doğa bilimlerinin incelediği cansız, bitki ve hayvan dünyasında böyle bir ara sistem yoktur.  Bu nedenle bilim, sıradan, dünyevi bir insanın ve hatta manevi bir insanın bile psikolojisini kavrayamaz.  Manevi bir kişiyi anlamak için, bize kişinin nasıl düzenlendiğini açıklayan Kabala bilimi gereklidir.

Bilimin bir insan hakkında bildiği her şey, onun hayvansal seviyesine aittir ve deneysel olarak elde edilir.  Bu, biyolojik beden için ilaçlar yapmamızı sağlar.  Ancak insanın kendisi, onun içsel özü, herhangi bir aletle ölçüm ile erişilemez ve herhangi bir doğrulamaya tabi değildir.

Genelde cansız maddeler, bitkiler ve hayvanlar üzerinde çalıştığımız için, yalnızca Kabala bilimi bir kişiyi aşağıdan değil, yukarıdan, en yüksek seviyedeki enstrümanlar aracılığıyla inceleyebilir.

Bu nedenle, mevcut krizde Kabala bilimi ve yöntemleri dışında hiçbir şey insanlığa yardımcı olamaz.  O zamana kadar acı çekmek zorunda kalacağız.  Bu nedenle, ıslah yöntemi hakkındaki bilgileri mümkün olan tüm yollarla yaymaya çalışıyoruz.

Sağlık ve Tıp, Bölüm 3

Hayata Karşı Tutumunuzu Değiştirin

Soru: Modern tıp tedavi etmez, ancak yanlış bir yaşam tarzı sürme yeteneğini uzatır. Klasik olarak insanlar devletin onlara bakması gerektiğine inanır. Kişi vergi öder, bu yüzden karşılığında ilaç tedavisi almak ister. Bu yaklaşım sizin açınızdan doğru mu?

Cevap: Hayır, bu yanlıştır. Yaşamımız, tıp ve devlet, kim olduğumuza ve doğamızın ne kadarına sahip olduğumuza dair çok yanlış bir cehalet temeli üzerine inşa edilmiştir. Bu nedenle doğaya, topluma ve insana karşı tutumumuz yanlıştır. Tıp, bilim ve yaptığımız diğer şeylerden bahsetmeye bile gerek yok. Bu kökten değiştirilmelidir.

Hayata karşı tutumumuzun temelini değiştirmemiz gerekir. Sonuçta bu bencilcedir, çarpıtılmıştır ve bizler bu konuda hiçbir şey yapmıyoruz. Ve kişinin ıslah olması gerekir. O zaman kendine, dünyaya ve hayata karşı tutumu farklılaşacaktır. Toplumu ve kendini farklı kılacaktır.

Kişi ihtiyaç duyulan yerde ve ihtiyaç duyulduğu kadar çalışacaktır, daha fazlası değil. İhtiyaç duyduğu şeyi ancak var olmak için, çevreyi soymadan ve yok etmeden alabildiği ölçüde doğa ile ilişki kuracaktır. Böylece muazzam, iyi, nazik bir doğada yaşayacak; okyanusa petrol dökmeyecek ve ormanları yakmayacaktır. Bunların hepsi hızla değişmelidir. Aksi takdirde, bu dünyaya sahip olamayacağız.

Soru: Sizin yaklaşımınız karmaşık mıdır, noktasal değil midir?

Cevap: İnsan eğitiminin özüne indirgenen, bütüncül bir yaklaşımdır.

Kabala Neden Beyin Fonksiyonlarını İncelememektedir?

Soru: Düşünme şeklimizi inceleyen nörolojik bilimler vardır. Kişinin belirli bir gerçeklik modeli inşa ettiğini, yani onun için aşikâr olduğunu söylüyorlar. Örneğin süt alması gerekiyorsa, hangi dükkana gideceğini bilir ve oraya otomatik olarak gider.

Bu düşünme seviyesi yani beyinde ne olduğu, neden Kabala’da açıklanmıyor? Baal HaSulam, beş duyu olduğunu, bir şekilde işlenen ve içsel perspektifimizi yaratan veri girişi olduğunu söylüyor. Bu yapı arzunun ötesinde var olmaktadır. Bu, neden açıklanmadı?

Cevap: Bu yapı arzunun altında bulunur ve bilinçaltına aittir.

Kabala beynin bir hesap makinesi olarak işlev görmesiyle, kas hafızasıyla veya herhangi bir hafıza mekanizmasıyla ilgilenmez. Sadece ruhla ilgilenir.

Bizim arzumuz, ruh olarak adlandırılır. O fiziksel bedenimizin ve kafamızın içinde değildir.

Yaradan arzuyu yarattı. Bu, egoist olabilir yani sadece kişinin kendini sevmesine yönelik olabilir ya da içimizde, Yaradan’ın yardımıyla, özgecil bir arzuya yani başkalarına ihsan etmeye ve sevgiye dönüşebilir. Başka yolu yoktur.

Arzunun vektörünü : “kendi yararım için” den “başkalarının yararına” değiştirmeye paralel olarak, üst dünyayı hissetmeye başlarız ve ancak o zaman her şeyin nasıl çalıştığını, çalışma sinyallerinin nereden geldiğini vb. anlarız.

Madde, beyin vb. ile ilgili diğer şeyler Kabala’da çalışılmaz çünkü bizi ilgilendirmez. Bizler herhangi bir madde formunun bir parçası olmayan,  sadece saf arzuyla ilgileniyoruz. Bu şekilde bunu araştırıyor ve öğreniyoruz.

Düşüncenin Gücü Ve Problemleri Çözme

Soru: Düşüncelerinizi değiştirerek kanserden veya diğer hastalıklardan kurtulmanız mümkün müdür?

Cevap: Hastalıklar ve bu konularla ilgili spesifik soruları cevaplamamayı tercih ediyorum. Her şeyi yapmak mümkündür. Bugün yapabilir miyiz? Söyleyemem. Sanmıyorum ama yakında yapacağız.

Bu sadece düşüncelerimizin birbirleriyle nasıl doğru bir birleşme içinde olacağına bağlıdır. O zaman doğamızın en derin olumsuz olgusunu etkileyebileceğiz. Her şey sadece bize bağlıdır.

Kabalistler ve onların sözde mucizeleri hakkında birçok ilginç hikâyeleri vardır. Ama onlar mucize değildir. Bunlar sadece küçük düzeltmelerdir, müdahale değil, doğanın belirli seviyelerdeki yasalarının düzeltilmesidir ki ancak onları uygun bir şekilde düzeltirsek yapabiliriz.

Herhangi bir sisteme, kendimden sonsuzluk dünyasına kadar her hangi bir seviyede ancak bu sisteme bazı olumlu etki kuvvetleri eklemem koşuluyla girebilirim. Kendimizi, insanlığı, dünyayı, ekolojiyi ve evreni tüm sorunlardan gerçekten iyileştirebileceğimiz bir koşula geleceğimizi düşünüyorum.

Evrendeki etkimizin ne kadar olumsuz olduğunu hayal bile edemezsiniz. Dünyada olup bitenler, evren ölçeğinde olanlar, kötülüğümüzün küçük bir bölümüdür çünkü dünya’da bizler sadece insan etkisini düşünürüz. Evrenin ölçeğinde, düşüncelerimizden ve duygularımızdan olumsuz etkilenmenin yıkıcı sonuçları vardır. Fakat hızlı bir şekilde onların ıslahına gelebilmeyi  umalım.

Power Of Thought And Solving Problems