Monthly Archives: Eylül 2022

Yaradan Bize Dostlar Aracılıyla Parlar

Yaradan sevgisi, dost sevgisinden daha büyük olabilir mi? Yaradan’a dostlarımdan daha iyi davrandığım için, basitçe, olamaz. Ne de olsa, dostlar benim manevi Kli’mdir, şöyle söylendiği gibi: “Ve kişi dost sevgisinden Yaradan sevgisine ulaşabilir.”

Bu nedenle, Yaradan’a çekildiğimiz kadar, her şeyden önce aynı şekilde ve hatta daha güçlü bir şekilde, dostlarımızla birlik olmak için çalışmamız gerektiğini anlamalıyız. Ama uygulamada genellikle tam tersi olur. Kişi, Yaradan için çabalar ve bu onun amacıdır, ancak egoist doğası gereği, dostlarında, onluda, komşusuna olan sevgide, bu önemi görmez.

Yolculuğumuza bizi kontrol eden üst gücü bulma arzusuyla başlarız. Ama yavaş yavaş, dost sevgisine, birliğe ve tüm insanlığın önemine dayanan bir manevi Kli‘ye ihtiyacımız olduğunu keşfetmeye başlarız. Komşumuza karşı tutumun, bizim için Yaradan’a karşı olan tutumdan daha önemli hale geldiği ortaya çıkar.

Her şey olan, nihai amaç olan Yaradan daha önemli olsa da, aynı zamanda dostların önemi de bize ifşa edilir çünkü Yaradan bize parlarsa, bu onlar aracılığıyla olur. Dostlar benim için giderek daha önemli hale gelir ve kalbimde böyle bir grup imajı inşa ederim, böylece Yaradan’ı ve O’na karşı tutumumu ifşa edeceğim yer benim Kli‘m olur.

Bu nedenle, “Yaradan sevgisi, dost sevgisinden daha büyük olabilir mi?” sorusu çok basit bir cevap gerektirir: bugün grup, bizim için çok daha önemlidir. Nihai hedef yani Yaradan, her zaman yol gösterici bir yıldız olarak önümüzde dursa da, bu yol gösterici yıldıza ancak onlu denilen araçla ulaşabiliriz.

İnsan Gibi Yaşamak İstiyorsak

Yaradan’a bağlanmak için, sahip olmadığımız güçlü bir arzuya ihtiyacımız var. Arzular, parçalanmış ruhların bütününden ortaya çıkar ve bu nedenle güçlü olamazlar çünkü her şey kırıktır. Bu nedenle, kişinin uyanması sayesinde ortak ruhtan bazı küçük parçacıklar orada burada uyanır.

Bu genel uyanış, ona gerçekten açığa çıkabileceği bir yer yaratmamızı bekleyen saran ışıktan kaynaklanır. Bu saran ışık nedeniyle, kendimizi birbirimize bağlı buluruz ve bir grup halinde toplanma ve Kabala çalışma fırsatı elde ederiz. Bütün bunlar arzularımızı arttırmak içindir.

Ne de olsa arzularımız çok küçüktür ve aynı zamanda doğru bir şekilde yönlendirilmezler. Nerede ve ne amaçla var olduğumuzu bilmiyoruz. Bu, nerede olduğunu bilmeyen ama ona ne olduğunu, ona ne yapılması gerektiğini ve sağlıklı büyümesi için ona nasıl bakacağını bilen ebeveynleri olan küçük bir çocuk gibidir.

Dolayısıyla manevi olarak büyümek istiyorsak, bir gruba getiriliriz ve her türlü koşullardan geçeriz. Grup içinde doğru ilişkiler kurarak kendimizi doğru yönde hedefler ve böylece ilerleriz.

Ayrıca, gelişimin o kadar ileri bir aşamasındayız ki, bu bireysel olmaya son vermektedir. Yani, tüm insanlığın uyanmak zorunda olduğu son nesil denilen döneme giriyoruz. Bugün, küçük bir grubun veya bireysel Kabalistlerin uyanışı, önceki nesillerde olduğu gibi artık yeterli değil.

Hepimizin Adam HaRişon’un aynı arzusuna ait olduğumuzu anlamalıyız ve ona daha da yaklaşmalı ve onun içine dahil olmalıyız. O zaman Yaradan’ın bize daha somut bir şekilde yardım ettiğini göreceğiz.

Bugün dünyada böylesine büyük bir nefretin açığa çıkması tesadüf değildir ve bu her geçen gün daha da alevleniyor. Görünüşe göre bu, tüm savaşları zaten durdurması ve daha yüce şeylerle ilgilenmesi gereken insanlığın yüksek gelişme düzeyiyle kesinlikle uyumlu değildir.

Ama tam tersi olacaktır. Uzay uçuşlarını ve önemli konuları unutacağız. Eğer, bağımız üzerinde çalışmaya başlamazsak, insanlığın her geçen gün nasıl daha da dibe battığını ve sefil işlere daldığını hissedeceğiz. Sonuçta yapmamız gereken asıl şey herkesi Adam HaRişon sistemine bağlamak. İnsanlık bu metodu öğrenirse ve neden yanıldığını ve sürekli zor durumlara düştüğünü anlarsa, bu şekilde ıslaha daha da yaklaşacaktır.

İnsanlığın mühendislikte, yüksek teknolojide, bilimde, kültürde ve eğitimde daha fazla ilerleme kaydettikçe, sanki yıldızlara ulaşabilecekmiş gibi ilerleme kaydetmesi ve aynı zamanda Dünya gezegenindeki yaşamımızın giderek daha sefil, ürkütücü ve kasvetli hale gelmesi şaşırtıcıdır. Gübre içinde sürünen böceklere benzeyeceğiz.

Sonuçta, bağa doğru ilerlemezsek, diğer tüm başarılarımız bize hasar verecek ve bizi yenecek. Doğru gelişmemize izin vermeyecekler ve hayatımız daha da kötüye gidecek.

Bununla birlikte, egoizmin ıslahı, basitçe üstesinden gelmek imkansızdır. Egoizmimizin üzerinde bağ kurmalıyız. Yani, bugün egomuza karşı savaşmak zaten işe yaramaz, tıpkı her insanın bireysel olarak geliştiği önceki nesillerde olduğu gibi.

Bizim çağımızda, egoizmi yenmenin tek bir yolu var: birlikte, toplu olarak. Aramızda kurduğumuz bu bağ, sevgi, karşılıklı ilgi ve garanti alanı bizi kurtarmalı ve yeni bir duruma getirmelidir. Aksi takdirde başarılı olamayız.

“Kabala Dünyaya Ne Sunar?” (Quora)

Kabala bilgeliği çok basit bir şekilde dünyanın insan doğası tarafından kontrol edildiğini söyler ki bu sadece kendi yararına bir alma arzusudur.  İnsan doğasını düzeltmezsek yani onu tersine çevirerek, başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaç edinemezsek, o zaman dünya, bir dünya savaşıyla kendini bitirecek noktaya dek bozulacaktır.

Eğer kurtarılmak istiyorsak, o zaman insan doğasını düzeltmeliyiz. Bundan başka bir yol yok.  Bize kaçınılmaz olarak gelmiş olan ve bizi geliştiren negatif güce ek olarak, doğanın pozitif gücünü de çekerek insan doğasını düzeltebiliriz. Bu iki gücü birbirine zıt olarak dengeler ve aralarında barış içinde yaşarız.

Doğanın pozitif gücü sevgi, ihsan etme ve karşılıklı düşünmedir. Kötü eğilim yani insan egosu içimizde bulunur ama onunla başa çıkmaya çalışmamalıyız. Yalnızca ona karşıt iyi bir eğilim geliştirmemiz ve doğanın olumlu gücünü çekmeye odaklanmamız gerekiyor.

Doğanın pozitif gücü her yerde mevcuttur, oysa kötü eğilim kalbimizdedir, bu insanın doğasıdır.  Tüm dünyayı kendi yararına kullandığı ve hatta başkalarını incitmekten zevk aldığı için hayatımızdaki olumsuz ve yıkıcı her şeyin arkasında o vardır. Bununla birlikte, içimizde bir de olumlu bir güç vardır.  Bu ikisi arasındaki fark, kötü gücün istemsiz olarak ortaya çıkmasıdır, oysaki pozitif gücü kendi çabalarımızla üretmemiz gerekir.

Olumlu gücü hayatımıza çektiğimizde, iyi bir dünyada yaşadığımızı hissedeceğiz. Dünyanın iyiliği için hem olumlu hem de olumsuz güçleri nasıl kullanacağımızı bileceğiz. İşte o zaman herkes arasında olumlu bir bağa, her şeyin iyi ve hoş göründüğü bir karşılıklı yardımlaşma durumuna ulaşacağız. Hayatta hiç kimseden kötü bir şey gelmeyeceğini, herkesin birbirine dostça yaklaşacağını ve bizim de o samimi atmosfere dâhil olduğumuzu göreceğiz.

Bu küresel ölçekte ne anlama geliyor? Bu, şu anda insanlar ve ülkeler arasında tanık olduğumuz kötülük yerine, sadece pozitif gücü keşfedeceğimiz anlamına geliyor.

Bugün yüzleşmekte olduğumuz küresel risklerin diğer tarafında, pozitif gücü hayatımıza çekersek eğer dünyayı dolduracak nitelikler olan bağ, sevgi, sıcaklık ve karşılıklılık vardır. O zaman doğanın ve bizim yarattığımız her şeyin, bizlerin yararına hareket ettiği bir duruma ulaşacağız ve hiçbir yerde belirli bir bireyin bir başkasının pahasına kazanç elde ettiğini görmeyeceğiz.

Büyük Bir Aile

Eksik olduğumuz en önemli şey,  en azından bir şeyde bağ kurmaktır. Baal HaSulam, tüm dünyanın, herkesin birbiriyle bağ kurmasının gerekeceği, son nesil denilen bir duruma girdiğini yazar. Biz istesek de istemesek de, üst yönetim her zaman bizi dünyadaki tüm insanlar arasındaki bağın etrafında döndürecektir.

Farklı ülkelerin, şirketlerin, toplulukların ve sosyal örgütlerin nasıl bir girdaba çekileceğini, birbirine bağlanacağını, çarpışacağını ve birbirini etkilediğini göreceğiz. Gün geçtikçe, tüm bu düğüm giderek daha fazla kafa karıştırıcı ve kaynayan bir hale gelecek çünkü dünya evrensel bağa doğru ilerliyor.

Bu nedenle, hangi durumda olduğumuzu ve ne ölçüde zıt olduğumuzu, birbirimizi duymaya hazır olmadığımızı ve tamamen farklı şeyler yaptığımızı anlamak gerekecektir. Bu karşıtlığın sonunda, aslında aramızda hiçbir fark olmadığını göreceğiz. Her birimizin ne yaptığı önemli değil, hepimiz birlik olmalıyız.

Bu, herkesin kendi sorumluluklarının ve kendi uzmanlıklarının olduğu bir aile gibidir. Ancak bizi birleştiren bir çember var, içinde büyüdüğümüz, birbirimizi daha iyi anlamayı ve hissetmeyi öğrendiğimiz ve her gün varlığımız için bir ortam inşa ettiğimiz bir aile var.

Annenin ne yaptığı, babanın nerede çalıştığı, çocukların nerede okuduğu önemli değil. Ne de olsa herkesin kişisel faaliyetlerine ek olarak, aralarında aile denilen ortak bir bağ vardır. Dış dünyada aile bireylerinin her birinin kendi işiyle meşgul olması önemli değil, aile içinde bir bütün olarak birbirimize bağlıyız.

Tüm insanlar arasındaki bağı bu şekilde görmemiz gerekiyor. Dünyada binlerce farklı şirket, topluluk ve grup var ama hepimiz aynı sistemde, aynı ailede olduğumuzu hissetmek zorundayız. Bu sistemin dışında herkesin kendi faaliyetleri olmasına rağmen, bizi tek bir aileye bağlayan bir şey var.

Bu ailede herkesin ne tür bir kişisel iş yapması gerektiğini biz belirlemiyoruz. Bir aile gibi, akrabalar gibi, birbirimize bağlı ve bağımlı hissetmemiz bizim için önemlidir.

Üst yönetimin, doğanın ve evrim programının gün geçtikçe bizi nasıl daha sıkı bir şekilde birbirine bağladığını göreceğiz. Birbirimize artan şekilde daha fazla bağımlıyız ve bu aileden kaçmanın hiçbir yolu yok. Doğanın bize başka seçenek bırakmadığını insanlık anlayana kadar bu konuda daha fazla yazmamız gerekiyor; bizi bu sistemle tanışmaya ve hepimizin bir aile olduğumuzu kabul etmeye itiyor.

Bu dünyada yaşayan her insanda gerçekten bu aileye ait bir yakınlık görmeye başlayacağız ve buna göre aramızda yeni ilişkiler kuracağız. Bu, manevi gelişimimiz yolundaki birçok sorunu ortadan kaldıracaktır çünkü Yaradan’ın bizden istediği budur.

“Hayat Durgunlaştığında Ne Yapmalıyım?” (Quora)

Sıkıştığınızı kabul edin. Yani, çıkmazda olduğunuzun farkında olun.

Kendinize şunu sorun: “Şu anda hayatımın durgunlaşmasının nedeni ben miydim, değil miydim?” Bu soruyu gerçekten cevaplamaya çalışın. Sonunda, böyle bir soru, hayatınızın, doğanın daha büyük bir gücü içinde olduğunu incelemenize yol açmalıdır: bu doğa hayatınızı düzenler, sizi yaşamın çeşitli olaylarına (şu anki durgunluk duygunuz dahil) yönlendirir ve böyle bir duygudan, doğa sizi hayatın anlamını, amacını ve her şeyin nereden geldiğini araştırmaya davet eder.

Hayatınızda ulaştığınız duraklamayı düzeltin. Hayatınızda durgunluk hissetmenizin bir sonucu olarak hayatın daha derin sorularına yanıt aramaya başladığınızda, o zaman zaten böyle bir durma noktasını düzeltebilirsiniz. Koşulu, bindiğimiz bir trene benzetebiliriz, birdenbire bir hiçliğin ortasında durur. O zaman ne yapmamız gerektiğini, neye karar vermemiz gerektiğini ve bu noktadan sonra neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmediğimizi hissederiz. Bizi küçük düşüren ve sonrasında nasıl ilerleyebileceğimizi sorgulamamıza neden olan çok açık bir duygudur. Daha sonra bir açıklama için artan bir talep hissederiz: “Bu neden benim başıma geliyor?”

Doğada sizi durgun bir yere götüren ve keşfetmeniz gereken daha yüksek bir program olduğunu anlayın. Hayatın anlamı ve amacı hakkında daha derin sorular sormaya başladığınız için, işte keşfetmeniz gereken daha yüksek bir program olduğu anlayışına ulaşırsınız. Bugün doğada daha yüksek bir programın iş başında olduğu gerçeğini tartışmak daha kolay çünkü bu tür tanımlara bilgisayar dünyasından aşinayız. Gerçekten de, her hareketimizi organize eden daha yüksek bir program var, bizi ona nasıl dönebileceğimiz, ona nasıl girebileceğimiz ve bize neler olup bittiğini nasıl soracağımıza yöneltmek için.

İsteğinizi doğaya yönlendirin. Doğanın içinde olduğunuzu ve doğanın sizi yaşamı durağan hissettiğiniz bir noktaya getirdiğini dikkatle incelemeniz gerekiyor ve bir açıklama talep ederek size neler olduğunu sormaya başlıyorsunuz. Diğer bir deyişle, durgunluğunuzdan çıkmak için nasıl doğru hareket edeceğinizi öğrenmek ve bunu yaparak, doğadaki daha yüksek programı ve onunla bağ kurmanın yüceliğini keşfetmek istersiniz.

“Yüksek Başarı Arzusu” (Medium)

Hepimiz başarılı olmak, bir şeyler elde etmek isteriz. Toplumun bize çok erken yaşlardan itibaren aşıladığı şey budur. Bazı insanlar sonunda çok başarılı olurlar, bazıları ise yaşam boyunca sürünürler. Bu sonsuz arayışta, çok az kişi durup düşünür: Gerçekten hayatta başarı olarak kabul edilen şey ne olmalıdır? Son anlarda başarımızın ölçüsünü kendimize özetlemek için bitiş çizgisine ne ile ulaşmalıyız ve “Harika! Hayatta başarılı oldum!” demeliyiz.

İç motorumuz haz ve keyif alma arzusudur. Bu yüzden her türlü şeyi başarmak isteriz ve bunları başardığımızda tatmin oluruz. Yemek, cinsellik, aile için arzular gibi varoluşsal arzulara; para, onur, kontrol gibi insani arzulara ve ayrıca bilgi ve eğitim arzusuna sahibiz.

Herhangi bir anda sahip olduğumuz arzuların karışımı, kişisel eğilimlerimizden ve özümsediğimiz çevresel etkilerden etkilenir. Tüm bunların sonucu olarak, kendimize hedefler belirleriz. Onların elde edilmesine giden yolda, genellikle rakiplerle karşılaşırız ve kazanmaya çalışırız. Edinimler ve başarılar elbette bunlarla ilişkili olarak ölçülür.

Margaret Thatcher, küçük bir bakkal dükkânı sahibinin kızıydı. 24 yaşında parlamentoya girmek için yarıştı ve kaybetti. Amacına bağlılığı sayesinde sonunda İngiltere Başbakanı pozisyonuna ulaşmayı başardı ve “Demir Kadın” olarak tanındı. O, birçoğu için başarısını sıfırdan inşa eden bir kişinin sembolüdür.

Buna karşılık, ağzında altın kaşıkla doğanlar ve ebeveynlerinin düzenlemeleriyle yüksek mevkilere ulaşanlar, kişisel olarak hayatta daha az başarılı olarak kabul edilirler. Bu şu anlama gelir: başarı, kişinin yatırım, çaba ve edinim derecesi ile ölçülür. Hayatta ilerledikçe, başarma arzusu giderek daha netleşir, keskinleşir, odaklanır ve hedefe giden yolda engelleri aşmamızı, kendimizi inşa ederek içsel değişikliklerden geçmemizi gerektirir.

Tarih boyunca, benzersiz olma arzusunu uyandıran insanlar olmuştur – hayatı sonuna kadar gerçekleştirme arzusu. Onlar kendilerine hayatın sırrını, başarının sırrını yukarıdan aşağıya bir bakış açısıyla keşfetme hedefi koydular.

Aynı kişiler kendilerine şu soruyu sordular: Dünyadaki diğer tüm canlılar gibi biz de yaşamak ve ölmek için mi doğduk, yoksa dünyadaki varlığımız sırasında elde edebileceğimiz daha yüksek bir şey var mı? Bedenin ölümünden sonra bile elimizde kalacak sonsuz bir amaç var mı? Her şeyden sonra – aile, zenginlik, saygı, statü, uzmanlık, eğitim –  bu dünyadan ayrılırken yanımızda götüremeyeceğimiz tüm bu şeyler?

Genellikle insanlar, bu kadar büyük soruların net cevaplarının olmaması gibi basit bir nedenden dolayı başarıyı bu düzeyde düşünmezler. Ve eğer sorun buysa, o zaman neden bu tür konulara gireyim? Fazla inceleme yapmadan ortaya çıkanlarla gitmek daha iyidir. Kendimize sadece hedefler koyalım, yatırım yap, başar, herkes gibi hayatta başarılı ol. Ye, iç, yarın yokmuş gibi tadını çıkar, çünkü yarın ölebiliriz.

Nesilden nesile böyle yaşadık ama bugün, hâlihazırda bir değişimi görmeye başladık. Gittikçe daha fazla insan kendine soruyor, hepimizin bir son kullanma tarihi olduğu önceden netse, tüm bu başarının anlamı nedir?

Bilimin en ileri keşifleri dahi, şimdi duyularımızla algılayabildiğimizin ötesinde, şu anda katı bir gerçeklik olarak tanımladığımız şeyin ötesinde bir şey olduğu duygusunu pekiştiriyor. Algıladığımız görüntünün tamamen öznel olduğunu ve farklı olsaydık muhtemelen farklı bir gerçeklik resmi algılayacağımızı açıklıyorlar.

Gerçek başarının yeri, sadece yaşamak için yaşamaya devam etmeyi kabul etmeyenlere değil, daha geniş bir resmi, dar varoluşumuzun ötesinde daha yüksek bir realiteyi ortaya çıkarmak isteyenlere açıktır. Yavaş yavaş, bu araştırma sayesinde gerçek başarıya ulaşabiliriz: Yaşamımızı ve dünyamızı çevreleyen devasa bir mekanizmanın, bizi yöneten ve işleten büyük bir sistemin olduğunu öğrendiğimizde ve anladığımızda. Bu hedef bizi, hayvansal seviyeden insan seviyesine doğru gelişmeye, sonsuzluğun geniş dünyasına girmeye ve neden var olduğunu anlamaya derinlemesine hazırlar.