Daily Archives: Nisan 25, 2022

Ruha Uygun Dil

Zohar Kitabı’nın dili, kişinin, onun ne dediğini anlamamasına rağmen, ruh için uyarlanmıştır. Örneğin, bir parfüm mağazasına giren bir kişi gibi, oradan hiçbir şey almasa bile, yine de hoş kokularını içine çeker (Moshe Chaim Ephraim, Degel Machaneh Ephraim).

Alma yerine ihsan etme niteliğine, egoizm yerine özgeciliğe doğru ilerlemeye başladığımız an, Zohar Kitabı’nın neden bahsettiğini ve bizi ne yapmaya teşvik ettiğini anlamaya başlarız. Bu nedenle, tavsiyelerini kolayca takip eder ve Zohar Kitabı’nın ruhu ıslah etmek ve doldurmak için bir talimat olduğunu anlarız.

Soru: Birçok bilge, Zohar Kitabı’nı çalışan bir kişinin hiçbir şey anlamadığını, ancak onu okuyarak kendisini değiştiren bir aydınlanmayı davet ettiğini yazar. Neden bir insanın okuyup anlamadığı şekilde düzenlenmiştir?

Cevap: Bir çocuğa yetişkin kitapları okumayı deneyin, karmaşık olanları bile değil, en temel, basit ve günlük olanları, o da ne hakkında olduğunu anlamayacak çünkü kelimelerinin anlamını bilmiyor.

Metot, Zohar Kitabı’nı açarak ve okumaya başlayarak, dostlarınızla ve onlar aracılığıyla, söylenenlere göre Yaradan ile daha büyük bir bağ kurmayı arzulamanızdır, çünkü neyin nereye gittiğini bilmiyorsunuzdur.

Ama tüm bu eğilimler, Zohar Kitabı ile birlikte içinizdeki dünyanın içsel sistemini ifşa etmeye başlar. Aynı zamanda, sizi ıslah eden üst ışığın bir tür aydınlatmasını elde edersiniz. Ve bu şekilde ilerlemiş olursunuz.

Soru: Yani Zohar Kitabı’nı tek başına okumayı önermiyor musunuz? Birlikte mi okumamız gerekiyor?

Cevap: Tercihen en az iki veya üç kişi ile birlikte.

Doğa Nasıl Dengeye Geri Dönmeye Çalışır?

Ne kadar gelişirsek, doğanın bizimle küresel bir bağ kurduğu ve esasında bizi başka bir varoluş düzeyine yükselmeye davet ettiği ana, o kadar yaklaşırız. Küresel bir sistemde birbirimizi önemsemek dışında var olamayız.

Ama neden sürekli tsunamiler, depremler, savaşlar, salgınlar gibi büyük darbeler alıyoruz? Çünkü doğa kendini tekrar dengeye getirmeye çalışıyor.

Gerçek şu ki, bir şekilde insanlığın bir tür ahlaki, ruhsal ıslahını üretmek gerekiyorsa, o zaman doğanın en basit ve en doğrudan eylemi, acı çekmenin etkisidir.

Acı ile bir insanı etkilediğiniz anda, ihtiyaçları hemen azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazırdır. Bu nedenle, bir savaş sırasında neler olduğuna bakın. İnsanlar azla yetinip daha fazlasını istemezler, birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazırlardır.

Acı çekmek insanı hemen saflaştırır, bencilliğini düşürür, daha azıyla yetinir ve güven ve bir tür destek kazanmak için başkalarıyla bağ kurar.

Manevi Köklerin Maddesellikte Tezahürü

Soru: İnsan, herkesin bir millet olarak yaşadığı Babil Kulesi’nin inşasından önce olduğu gibi, bir ahenkle manevi yoluna başlar. Sonra arzuları büyümeye başlar, bu da onu her şeyin karıştığı ve hiçbir uyumun olmadığı Babil denen duruma götürür. Daha sonra egosunu küçülttüğünde Kenan (Ahnaa – Azalma kelimesinden) denilen duruma gelir.

Bunu, önce kendi içinde ifşa ettiği anlaşılıyor ve sonra insanın gerçekten tarihsel olarak bir yere gittiğini de görüyoruz.

Manevi kökün maddesel dünyada en az bir kez kendini göstermesi ne tür bir yasadır?

Cevap: Tüm evrenin yapısı olan dünyevi yapımızın maddi ve manevi bir biçimde paralel olarak kendini ifade etmesi gerektiğinden, herhangi bir kökün insanda yavaş yavaş büyümesi ve manevi bir duruma ulaşması gerektiği söylenir.

O bu yüzden böyledir: bir zamanlar fiziksel fetih ve fiziksel ıslah vardı ve şimdi buna sadece içsel, psikolojik, manevi ıslahımızı eklememiz gerekiyor.

Bilgeler, bir insan ruhunun gelişiminin manevi aşamalarını tarif ederken, onları bu dünyanın çeşitli sembolleri ve sözleriyle kodladılar. Örneğin, Kenan topraklarına girmek, azalan egoizm demektir. Kişi egosunun üzerine çıkıp ihsan etmek için çalışmaya başladığında, işte bu toprak (arzu) İsrail olarak adlandırılır.

“Savaşın Açlık Oyunları” (Medium)

Ukrayna’da bir aylık savaşın ardından, benzeri görülmemiş bir dünya gıda krizi bekleniyor. Rusya ve Ukrayna’nın toplam buğday ihracatı, küresel üretimin yaklaşık yüzde 30’unu oluştururken, Rusya dünyanın ana gübre ihracatçısı. Bu nedenle, çatışma, küresel tarımda gıda mevcudiyetini ve fiyatlarını etkileyen “kusursuz bir fırtınayı” hızla serbest bırakmakla tehdit ediyor. Bunun kökünde, yaklaşmakta olan açlığın yiyecek eksikliğinin değil, aşırı insan egoizminin bir sonucu olduğunu anlamamız gerekir.

Dünyada yaklaşık 45 milyon insanın zaten kıtlığın eşiğinde olduğunu ve 81 ülkede yaklaşık 283 milyon insanın gıda yetersizliği açısından yüksek risk altında olduğunu düşünürsek (Dünya Gıda Programı tahminlerine göre), gelecek için tahminler umut verici değil. Enerji krizi ve doğal gaz fiyatlarındaki hızla yükselen artışlar, gıda üretimi ve nakliye maliyetlerine ciddi darbe vurdu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, COVID-19 pandemisi nedeniyle yaşanan aksaklıklar ve maliyet artışlarına ek olarak, önümüzdeki aylarda gıda fiyatlarında en az yüzde 20’lik bir artış öngörüyor. Durumun küresel gıda güvenliğini keskin bir şekilde kötüleştirmesi ve toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık yaratması bekleniyor.

Dünya gıda güvenliği sorununa doğru yaklaşmış olsaydı, erzakları tehlikeye atarak milyonlarca insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek bir krize girilmezdi. Duruma sağlıklı bir şekilde yaklaşabilir ve neye sahip olduğumuzu, ne kadar ihtiyaç duyulduğunu, kimlerin eksik olduğunu ve bir ailede olduğu gibi kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl dağıtabileceğimizi değerlendirebilirdik.

Sorun şu ki, dünya giderek birbirine bağımlı hale gelirken, aynı zamanda giderek daha da kopuk hale geldi. Kimse gerçekten başkalarının iyiliğini düşünmüyor. Bazı yerlerde, fiyatları yüksek tutmak için tüketim için temel tahıllar bile yakılmış olacak ve diğer yerlerde insanların kelimenin tam anlamıyla açlıktan ölmesine neden olacak. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz gıda krizi, sınırlı erzak meselesi değil, aramızdaki karşılıklı endişe ve sorumluluk eksikliğidir.

Bu, dünyanın karşılaştığı ilk gıda krizi değil ve sonuncusu da olmayacak. Uluslararası kuruluşların açlıkla mücadele için aldığı milyarlarca dolar, tüm dünyayı birkaç kez besleyebilirdi, ancak sorun çözülmüyor çünkü çözüm bulma konusunda gerçek bir ilgi yok. Açlık kârlı bir iştir ve bir egemenlik biçimidir. Bundan nakit para kazananlar, açlığı sürdürmekten mutlu olacaklardır. Diğerleri, soğukkanlı bir analizle, 8 milyarlık küresel nüfusa bakıyor ve bu sayının yarısıyla başa çıkmanın genel olarak daha kolay ve daha avantajlı olacağını bile düşünüyorlar, yüz yıl önce daha az doğal kaynak olduğunda olduğu gibi.

Bana göre, sorunun özünü yani insan doğasındaki egoizm ve kişisel çıkar ile ortak çıkar arasındaki savaş sorununu çözmedikçe, dertlerimize çare bulamayacağız. Seçeneklerimiz tükendi. Sadece ortak çıkar için bencil çıkarların üzerine çıkmak, insanlığı daha uzun yıllar gereksiz bir işkenceden kurtarabilir.

Karşılaştığımız gıda krizi, bizi küresel sorunlarla nasıl başa çıkacağımız konusundaki önceliklerimizi yeniden değerlendirmeye zorlamalı. Ancak toplumdaki herkesin birbirine bağımlı olduğunu ve dünyanın, herhangi bir organındaki ağır bir hastalığın tüm sistemi çökme noktasına gelene kadar etkilediği tek bir beden gibi olduğunu kavradığımızda, değişmeye başlayacağız. O zaman, toplum ve yetkililer tarafından kurulan, karşılıklı önem ve destek sistemlerini ve herkesin karşılıklı sorumluluk sahibi olduğu yeni bir toplumun ortaya çıktığını görmeye başlayacağız. İnsanlığın basitçe başka seçeneği yok, hayatta kalmanın başka yolu yok.