“Varoluşumuzun Üzücü Gerçeği Ve Bu Konuda Yapabileceklerimiz” (Linkedin)

Pek çoğumuz eylemlerimizi neyin motive ettiğinin farkında değiliz. Hayatımızı adeta otomatik pilotta geçiriyoruz ve yaptığımızı yapmamıza, söylediğimizi söylememize ve düşündüğümüzü düşünmemize neden olan şeyleri nadiren düşünüyoruz. Bunun iyi bir nedeni var: Hiç kimse eylemlerimizin motivasyonunun korku olduğunu anlamak istemez. Sürekli kaçış modu içindeyiz ve bunun düşüncesi dayanılmazdır.

Yaşadığım apartmanda yan komşulardan birisi bankasından çok korkuyor. Korkunç bir borç içinde ve banka tüm ödemelerini ve bekleyen emirlerini her an bloke edebilir. Başka bir komşu polisten korkmuş bir halde. DUI’ye yakalandı ve polisin gelip dairesini aramasından korkuyor. Ama hepsinden önemlisi, polisin arama emriyle ofisine girmesinden ve iş arkadaşlarının önünde onu utandırmasından korkuyor.

Hepimiz böyleyiz, bir şeyden, pek çok şeyden korkarız. İnsanların bizim hakkımızda ne düşüneceklerinden ve bizim hakkımızda ne söyleyeceklerinden korkarız. Çocuklarımız için o kadar çok aşamada korkuyoruz ki, bunu tarif etmeye bile başlayamayız. Virüsten korkarız, iklimden korkarız, teröristlerden korkarız, tanıdıklarımız, iş arkadaşlarımız ve patronlarımız tarafından kullanılmaktan korkarız ve geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceği için korkarız.

Kısacası, farkında olmadan hayatımızı her an şekillendiren ve belirleyen bir korkular ağı içine düşmüş durumdayız. Dahası, yaşadığımızı, var olduğumuzu bu ağ aracılığıyla hissederiz. Minerallerden bitkilere ve hayvanlara, insanlara kadar etrafımızda bulunan her şeyden aldığımız baskılar, bizim bu dünyayı ve kendimizi onun içinde hissetmemizi sağlar.

Ancak, bu olumsuz bir duygudur. Her şeyden korkarız. Hayattan zevk almaya çalışıyoruz ama tek aldığımız adını siz koyun hükümetten, bankadan, patrondan, çocuklardan, Sosyal Güvenlikten gelen baskılar. Hiç kimse ve hiçbir şey bizi rahatsız etmiyorsa, kendimizi mutlu sandığımız bir noktadayızdır. Ama bu mutluluk değil; acının yokluğudur.

Korkmayı bırakamayız; bu, dünyanın inşa edilme şekli ve bizim inşa edilme şeklimizdir. Ancak, bizi korkutan şeyleri değiştirebiliriz ki bu da duygularımızı değiştirecektir.

Bizler haz arayan varlıklarız. Yaralanabileceğimizi veya eğlenemeyeceğimizi hissettiğimizde korkarız. Bu nedenle, korkumuz haz almak istediklerimiz tarafından belirlenir. Şu anda istediklerimizden daha başka şeylerden haz almak istersek, daha farklı şeylerden korkacağız ve tüm dünya görüşümüz, hatta tüm dünyamız buna göre değişecektir.

Varoluşumuzun iç karartıcı, üzücü durumundan çıkmanın püf noktası, odağımızı kendimize yoğunlaştırmaktan başkalarına yoğunlaştırmaya doğru değiştirmektir. Çocuklarını büyütmeye odaklanmış annelere bakın. Hem hayvanlar âlemindeki anneler hem de insan anneler, başkalarına yani yavrularına bakmaktan aldıkları cesaret ve gücün harika bir örneğini oluştururlar.

Bundan ders çıkarmalıyız. Bir annenin sevgisi doğal olarak gelir, ancak yabancıları sevmek eğitim, pratik ve süreç için geniş bir toplumsal mutabakat gerektirir. Yine de, bugün ihtiyacımız olan şey bu ve umutsuzca böyle. Yeterince umursamamaktan, yeterince vermemekten korkmayı öğrenmeliyiz. Baskımız, düşmanlarını yok etmek isteyen düşmanların baskısı değil, hayatı yaratan baskı, sevgi dolu annelerin baskısı olmalı. İkincisi, şu anda hissettiğimiz baskı ve bu bizi ve içinde yaşadığımız dünyayı öldürüyor.

Çaresiz bir durumdayız. Ne gezegenimiz ne de insanlık birbirimize ve çevreye verdiğimiz olumsuz baskıya daha fazla dayanamayacak. Endişelerimizi ve korkularımızı kendimiz için endişelenmekten başkaları için endişelenmeye çevirmezsek, ben-merkezci odağımız bize kendi yıkımımızı getirecek.

Ne yazık ki, bu ögeye yorum yapma özelliği kapatılmış.

"Kabala ve Hayatın Anlamı" Yorumlar RSS Feed